Yeni Üyelik
3.
Bölüm

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

@tgceymn

---- beni instagramda da takip edinnn tug.cesrgl----

Onu sahada ilk gördüğüm anı hatırlıyordum.

Daha lise birinci sınıfa gidiyorduk ve dönemin bitmesine çok az bir zaman kalmıştı. Spor lisesinin basketbol takımı çeyrek finalleri oynuyordu ve şampiyonluğu alacakları konuşuluyordu. Onların karşılaşmasına gitmek için okul otobüs tutmuş spor lisesi, normal lise demeden hepimizi salona taşımışlardı.

O karşılaşmayı ezici bir güçle bizim okul kazanmıştı ama sonra nedense takım şampiyonluğu elde edememişti. Bir daha onu izleme fırsatım olmamıştı ama orada ne kadar kendinden emin göründüğünü hala hatırlıyordum. Parkelerin üzerinde resmen parlıyordu ve ben gözlerimi bir an bile onun üzerinden ayıramamıştım. Bir gün bende yapacağım işte onun gibi olmayı istemiştim.

Onunla konuşmayı hiç bir zaman hayal etmedim. Spor lisesinin öğrencileri ile her zaman mesafeli olmamız öğütlenirdi. Ergenlerin birbirine aşık olarak geleceklerini etkileyecek bir hata yapmalarından çekinirlerdi. Okul çıkışlarımız, ders aralarımız bile aynı değildi. Sadece öğle aralarında aynı yemekhanenin farklı noktalarında yemeklerimizi yerdik.

Sonra basketbol takımından ayrıldığını duymuştum. Lise 2. sınıfta oldukça sorunlu biri olduğunu söyleyenler bile vardı. Hatta birkaç normal lise öğrencisi kızla aynı anda takıldığı için ceza bile aldığını söyleyenler vardı. Tabi bunlara hep kulak misafiri olduğum için gerçeği bilmiyordum.

Şimdi ise Aren Yalazan ile konuşmuştum. Tabi söylediğim kelimelere konuşmak denirse.

Hızla girdiğim apartmanın duvarına sırtımı dayayarak kendime gelmeye çalıştım. Kalbim deli gibi bir hızla atıyordu. Neden öyle davranmıştım? Aren Yalazan olabilirdi ama benim gibi bir insandı. Ondan hoşlanmıyordum bile. O halde neden ona hayran kızlar gibi elim ayağıma dolaşmıştı? Resmen rezil olmuştum. Başımı sağa sola sallarken üzerimdeki kıyafetleri düşünmemek için kendimi tutuyordum. Yardım ettiğim kızın abisinin spor lisesinin en popüler isimlerinden biri çıkacağını nereden bilebilirdim?

Kendimi toparlayınca odama çıkarak içeri kapadım. Annem davranışımı garip bulmuş olsa da bana gelip neden kendimi odaya kapattığımı sormadı. Onun bu tavrı her zaman hoşuma gitmişti. Genelde zamanı gelince benim anlatmamı beklerdi.

Yaşadığım tuhaf karşılaşmayı unutmak için bir şeylerle ilgilenmem gerekiyordu.

Yatağıma oturup bağdaş kurdum. Kafamı dağıtmak için yeni yayınlanan bir anime izlemek istiyordum. Yakın zamanda yayınlanmaya başlayan Skip to Loafer animesinin birinci bölümünü açtım. Çok geçmeden birinci bölümde kız kendisini utandırınca hem onun için hem de kendim için bir kez daha utandım. Ondan sonra farklı birkaç anime daha izledim ama kendimi tam olarak veremiyordum. Sonunda kafamı dağıtamayacağımı anladım.

Kendimi yastıklara doğru atarken yüksek sesle nefesimi verdim.

"Şimdi ben onun yüzüne yarın nasıl bakacağım?"

Sesli söylediğim düşüncem karşısında birden kaşlarım çatıldı ve doğrulup oturdum. Onun yüzüne bakacak bir durumum olmayacaktı ki? Okul binalarımız ayrıydı. Onu lise birdeki karşılaşmadan sonra okulda bir kere bile görmemiştim. Aynı bahçede olabilirdik ama özellikle aramazsa o kişi ile görüşülmesinin imkanı yoktu.

Düşüncem geliştikçe yüzümdeki gülümseme daha da genişledi. Tabi ya bunu nasıl düşünememiştim. Artık onun karşısında rezil olup olmamamın bir anlamı yoktu. Ne de olsa mezun olana kadar Aren Yalazan ile karşılaşmam mümkün değildi. Şimdi rahatça uyuyabilirdim.

Bakışlarımı saate çevirdiğimde gözlerim ardına kadar açıldı. Saat ne ara sabahın 3'ü olmuştu? Yatağa girmeden önce panda desenli pijamalarımı giydim. Boşu boşuna uykusuz kaldığım için kendime kızdım. Arın bir daha yemeğe gelse bile abisi onu almaya geldiğinde aşağıya inen kendisi olmayacaktı. En azından o tuhaf karşılaşma unutulana kadar.

Ne de olsa ikimizin yolları ayrıydı.

****

"Leyla bu posterleri spor lisesine götürür müsün?"

Elimde su şişem ağzım bir karış açık edebiyat hocasına bakakaldım. Öğlen arasına daha yeni çıkmıştık ve öğretmenler odasının önünden geçme gafletinde bulunmuştum. Ne zaman bir öğrenci geçse iş verme konusunda uzmanlardı ama bu sefer benim başıma geleceğini düşünmemiştim. Yumruklarımı kaderime savurmak istiyordum.

"Hocam şey, benim bir işim vardı başka bir arkadaş götürse," dedim hemen işi başımdan savurmaya kalkarak. Spor lisesine bir kere bile girmemiştim ki? Orası benim için yabancı bir orman gibiydi ve ben kendimi bir tavşan gibi hayal ediyordum. Aren Yalazan'sa kesinlikle bir kartaldı.

Edebiyat hocamız olan Ekrem hoca tek kaşını kaldırıp bana baktı. Genç olduğu için birkaç öğrencinin ona hayranlık duyduğunu biliyordum. Hatta geçen sene evlendiğinde birinin bunun için ağladığını duymuştum. Bazen nerede durulması gerektiğini insan bilmeliydi. Benimde en sevdiğim öğretmenim sayılırdı ama artık listeye bile girmeyeceğine emindim.

"Sana posterleri götürür müsün diye sorarken kibarlık yapıyordum." Posterleri bana doğru hızla uzattığında refleksle posterleri kolumun üzerine koyup sabit bir şekilde tuttum. Ekrem hoca ise sonuçtan memnun bir şekilde gülümsedi. "Aslında sana posterleri götürmen gerektiğini söylüyordum."

Benim ardına kadar açılmış gözlerime anlam veremeden devam etti. "Onu nöbetçi öğrenciye versen yeterli olur," dediğinde sonunda ağzımı kapatabildim. Ekrem hoca öğretmen odasına girdiğinde elimde posterler koridorda kök salmış bir ağaç gibi kalakaldım. Bana verilen görevi hızlıca yerine getirmekten başka şansım yoktu. Bir sonraki ders edebiyattı. O zaman hocaya kötü kötü bakmak için zamanım olacaktı. En azından derse geç kalırsam bir nedenim vardı.

Bu yüzden yürümeye başladığımda Aren'i görmeden bu işi kolaylıkla yapabileceğimi düşündüm. Onlarında nöbetçi öğrenci masası bizimkinde olduğu gibi kapının girişinde olmalıydı. Üstelik onların yemekhaneye gittiklerine emindim. Elimden geldiğince oyalanarak gidersem karşılaşmamız daha zor olurdu. Elimdeki plana güvenmekten başka şansım yoktu.

Spor lisesinin binasına gitmek için iki yol vardı. Birinci yol ortak kullandığımız yemekhaneden geçiyordu. Onların merdivenlerini kullanarak binalarına geçebilirdim ama tam olarak nereye çıktığını bilmediğim için nöbetçi masasını bulana kadar Aren ile karşılaşabilirdim. Üstelik yemek saati olduğu için oralarda olabilirdi. Burada en iyi seçenek ön kapıdan girmek olacaktı. Bu yüzden binamdan çıkarken onların mavi ve beyaz boyalı binalarına doğru hızla yürüdüm.

Binanın önünde eşofman takımlı birkaç öğrenci olsa da onların dikkatini çekmedim. Genelde bizi görmezden gelirlerdi. Bundan şikayetçi değildim. Hatta bugün özellikle memnun kalmıştım. Kimsenin dikkatini çekmek istemiyordum.

Merdivenleri hızla tırmandıktan sonra kapılardan hızla içeri girdim. Geniş bir alan beni karşıladı. Kaç yıldır aynı bahçede olmamıza rağmen binan içini bilmiyordum. Şükür ki köşe de duran masayı gördüm. Ne yazık ki nöbetçi öğrenci masada değildi. Tabi ya yemek yemeğe gitmiş olmalıydı. Posterleri masaya bırakıp bir not bırakarak oradan uzaklaşabilirdim. Bunun heyecanıyla masaya doğru hızla ilerleyip masanın arkasına geçtim. Posterleri hızla bırakarak düzelttim. Bir yandan kalem arıyordum. Not kağıdı bulmuştum ama kalem görünmüyordu. Telaşla masaya bakınırken gittikçe yaklaşan ayak seslerini duydum.

Hızla başımı kaldırıp baktığımda bir ihtimal talihimin o kadar kötü olmayacağını düşündüm ama hayır benim yeteri kadar utanmadığımı düşünmüş olacak Aren'in tam o anda oradan geçmesine neden oluyordu. Üstelik tek değildi. İki yanında birbirine tıpatıp benzeyen iki genç vardı ve ikisi de Aren'den bir baş kadar uzundu. Bakışlarımı hemen masaya indirdim. Beni görseler bile üniformadan kim olduğunu çıkarak hali yoktu. Sessizce dua ederek onun bana seslenmeden çıkmasını bekledim.

Sonunda kapı kapanıp kendi aralarında konuşan arkadaşları dışarıda bıraktığında derin bir nefes aldım. Dikkat çekeceğimi düşünerek kendimi fazla abartmıştım. İçimde tuhaf bir hayal kırıklığı vardı. Ne ummuştum sahiden? Aren Yalazan'ın beni hatırlayacağını mı? Bazen kendi hayal gücümün gafletine kapılıyordum. Nöbetçi öğrencinin masasındaki çekmeyeceği açtığımda içindekileri sesi umursamadan karıştırdım. Sonunda siyah bir kalem bulduğumda zaferi tatmış bir kahraman gibi gülümsedim.

"Burada ne yapıyorsun?"

Başımı kaldırdığımda gözlerim ardına kadar açıldı. Far görmüş tavşan gibi görünüyor olmalıydım. Aren rüzgarda dağılmış saçları ile karşımda duruyordu. Çilekli sütün pipeti ağzındaydı ve umursamaz bir tavırla sütü içmeye devam ediyordu. Bir insanın sahip olamayacak kadar kehribar rengi gözleri arkamdaki camdan güneşin vurmasıyla sarı gibi görünüyordu. Üzerindeki okul formasına ait yeşil ve beyaz spor ceketiyle dizilerden fırlamış biri gibiydi.

Konuşmadan önce yutkundum. Ağzım kurumuştu. "Getirmem gereken posterler vardı," dedim sonunda. Sesimin normal çıkması karşısında içten içe kendimi yarın yokmuşçasına alkışladım. Belki de onu üst üste görünce etkisini kaybediyordu.

Aren'in bakışları önce elinde hala sımsıkı tuttuğum kaleme ardından da masanın üzerindeki posterlere kaydı. "Anladım. Geçerken dikkat etmedim ama sonra seni hatırladım," dedi ağzından pipeti çıkarıp gülümsedi. "Aynı okulda olduğumuzu bilmiyordum."

Bende gülümsemek isterdim ama o kadar gergindim ki o gülümseme nasıl görünürdü emin değildim. Bu yüzden masadaki kağıda uzanırken konuşmayı tercih ettim. "Aynı okulda sayılmayız," dedim. Ardından hızlıca ekledim. "Ne de olsa binalarımız farklı birbirimizi görmemiz zor."

Aren bir cevap veremeden arkasından yaklaşan arkadaşı hızla kolunu omzuna atıp kocaman bir gülümseme ile bana baktı. Kahverengi gözlerinde haylaz bir ifade vardı.

"Aren, sevgilinle mi konuşuyordun?" diye sordu takılarak.

"Sevgilisi değilim," dedim hızlıca.

Aren'de aynı anda "Sevgilim değil," dedi.

Bir an birbirimize baktık ve hangimizin ilk yaptığına emin olmasam da gülümsedik. Yanaklarımın yanmasından kızarmaya başladığımı anlayabiliyordum. Üstelik ben tatlı bir şekilde kızarmazdım. Sanki boğuluyormuş gibi bir kızarıklıktan bahsediyordum. Aren'in arkadaşı bize tuhaf gözlerle bakarken sonunda Aren kendini toparladı.

"Daha dün tanıştık. Kız kardeşime bir konuda yardım etmişti. Burada okuduğunu görünce şaşırdım sadece," diye açıkladı.

Arkadaşı başını salladı ve dikkatli bakışlarını bana çevirdi. "Bende Aren yalnızlığına son verdi diye düşündüm. Yazık oldu," derken Aren dirseğini arkadaşının yan tarafına geçirdi. Bu sırada bana bakıyordu. Yüzündeki gülümseme silinmemişti.

"Yankı saçma sapan konuşmakta bir numaradır. Seninle sonra görüşürüz," derken arkadaşından kısa olmasına rağmen Yankı'nın yakasından tutarak onu peşinden dışarıya sürükledi.

Ne diyeceğimi bilemeden onların arkasından baktım. O sırada masaya yaklaşan öğrenciyi gördüğümde onun nöbetçi olduğunu anladım. Hızlıca ona neden orada olduğumu söyledikten sonra çekinerek bahçeye çıktım. Neyse ki her nereye gittilerse ortalıkta görünmüyorlardı. Böylece hızlı adımlarla kendi okuluma gittim ve bir daha hiçbir gücün beni o okula sokmayacağına dair yemin ettim.

Öğlen yaşadığım karşılaşma nedeniyle iştahımı kaybettiğim için yemeği geçiştirdim. Sonraki derslerde olabildiğince kendimi odaklamaya çalıştım ama benim için oldukça zordu. Bir erkek nasıl oluyordu da bu kadar yakışıklı olabiliyordu? Özellikle onun gibi sarı görünen gözleri hiç görmemiştim. Sadece gözleri bile insanı etkileyebilirdi. Saha da onu izlerken daha uzun olduğunu düşünmüştüm ama iki kere karşılaşmamızda gördüğüm kadarıyla benden çokta uzun sayılmazdı. Ona rağmen üzerindeki taşıdığı aurası sayesinde bulunduğu ortamı aydınlatıyor gibiydi.

Bazılarımız her ne kadar güzel veya yakışıklı olsa da ruhundan gelen ışıkla daha dikkat çekici olan insanlar vardı. Ruhun güzelliği her zaman insanların yüzüne, gözlerine yansırdı. Annem bundan bahsederken ne demek istediğini anlamamıştım ama Aren'in gözlerinin içine baktığımda tam olarak ne konuda konuştuğunu anladım.

Sonunda okulun bittiğini haber veren zili duyduğumda hızla sıramdan kalktım. Yanımda oturan Senem bana şaşkınca bana bakınca ona gülümsedim. "Eve gitmem gerek," dedim sanki bana acelemin nedenini sormuş gibi. Hemen çantamı alarak kimsenin çıkmadığı sınıftan ilk ben çıktım kapıyı hızla dışarı doğru açtığında bir tak sesi duydum.

"Ah!"

Gözlerim ardına kadar açıldı. Birine kapıyla çarpmıştım. Hemen kapının arkasına baktım ve o sırada burnunu tutan kişinin kim olduğunu gördüm. Okulda o kadar öğrenci varken ben gidip okul birincisinin burnuna kapıyı indirmiştim. Ya beynindeki hücrelerin ölümüne neden olduysam ya bir sonraki sınavda daha düşük puan alırsa. Ben neden bu kadar saçma düşünüyordum?

Onun yanına diz çökerken "İyi misin?" diye sordum.

Kısa kahverengi saçları, kemik çerçeveli gözlüklerinin arkasındaki kısık yeşil gözleri ile bana baktı. Konuşmadan önce elini burnundan çekip kanayıp kanamadığına baktı. "Sorun yok," dedi gözleri elindeyken. "Kapıya yakın o kadar yürümemeliydim dalgındım," derken yerden kalkmaya çalışıyordu.

Ona yardım etmek için kolundan tutup kalkmasını sağladım. O sırada başka öğrenciler yanımızdan geçiyordu. Birkaç kızın bize dik dik baktığını fark ettim. Acaba hayran oldukları kişiye zarar verdim diye canımı sıkarlar mıydı? Şu anime izleme işine biraz ara vermeliydim. Gerçek hayatla kurguyu karıştırıyordum.

"İyi olmana sevindim," dedim gitmek için sabırsızlanıyordum. Çantamın saplarından tutup geriye doğru bir adım attım.

Deniz Ekin Soydaş bana gülümsediğinde belki de sorun olmadığını söylemek için dudaklarını aralamıştı ama tam o anda burnunun iki deliğinden de kan akınca söylenmeyen sözcükler önemini yitirdi.

Okulun hemşiresi yoktu ama içi gerekli malzemelerle dolu bir revirimiz vardı. Onu sandalyeye oturtup kanı silebileceği bir şeyler aradım ve bulduğumda hemen ona uzattım. Elimdeki bezi ona uzattığımda hemen alıp burnuna dayadı. Endişeliydim. Bilmeden de olsa zarar vermiştim.

"Çok özür dilerim," dedim belki onuncu kez. Ne kadar özür dilesem de kendimi iyi hissetmiyordum. O kadar aceleci olmasaydım ona zarar vermezdim.

Bezi burnuna tutarken bana bakıp elini sorun yok dercesine salladı. "Burnum kırık değil, acısı bile geçti sorun yok."

Ben karşısında dikilirken bir an sessizlik oldu. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Aramızdaki sessizlik beni rahatsız ediyordu. Burnundaki kanı silene kadar orada kalmak zorunda hissediyordum kendimi. Bu yüzden çantama sarılmış bir halde kapının yanında dikilirken onun kanı durdurmasını bekledim.

Birkaç dakika sonra kanaması durmuş burnundaki kanı temizledi. Şükür kıyafetine kan bulaşmamıştı.

"Sanırım daha fazla kanamayacak," dediğinde gitmek için hareketlendim.

Bana baktığında gerginliğimi kollarımdaki çantayı sıkıca tutarak gidermeye çalıştım. "Kendimi affettirmek için yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordum kendime engel olamadan.

Deniz Ekin konuşmadan önce başını salladı. "Sadece kapıları açarken dikkatli ol yeter," dedi ve bana baktığında ben şaşkınlıkla ne diyeceğimi bilemedim sonra gülümseyerek "Şaka yapıyorum," dedi. Üst sınıftan biriyle konuşmak zaten gerginlik yaşatıyordu ve bu üst sınıf okul birincisi olduğu gibi birde ona zarar verince insan ne yapacağını bilemiyordu.

Gülmeye çalıştım ama kaslarım sözümü dinleyecek gibi değildi. "O zaman ilk ben ayrılıyorum," dedim ve onu revirde bırakarak hızla koridora çıktım. Üst sınıflar sınava hazırlandığı için okulda fazla görünmezdi ama Deniz Ekin'in göründüğü an ben ona her gördüğünde burnunun acımasına neden olacak bir işaret bırakmıştım. Şansızlık bu sıralar peşimi bırakmıyordu.

Okulun merdivenlerinden inerken çoğu öğrencinin okuldan gittiğini fark ettim. Hala Spor Lisesi'nin zilini duymamıştım. Onlara görünmeden çıkabilme ihtimalim vardı. Tam son merdivenden inmek üzereyken yankılanan zili duydum.

Koş Leyla Koş.

Merdivenleri hızla inerek kendimi kapıya doğru hızla attım. Bahçede koşamayacaktım ama en azından hızlı hareket ederek zaman kazanmıştım. Kapıyı tüm gücümle çekip dışarı çıktım. Spor Lisesi dağılmaya başlamıştı. Binanın önündeki beş altı basamağı hızla indim.

"Selam Aren'in sadece arkadaşı."

Adımlarım birden durdu. Başımı gökyüzüne doğru kaldırdım. Anlamıştım. Bundan kaçmaktan vazgeçmem gerekecekti. Belli ki ne kadar kaçmak istersem o kadar içine batıyordum. Bir bataklık gibi. Arkamı dönüp bana seslenen kişiye baktım ama ikisi de birbirine benziyordu.

"Bu da kim," diye sordu öğlen saatlerinde gördüğüm kişiye tıpatıp benziyordu. Gerçi o da hemen yanındaydı. İkizleri yakından görünce onları birbirinden ayırabilecek tek bir farklılık olmadığını gördüm.

Aren'in Yankı olarak seslendiği çocuk hemen yanıma gelip elini omzuma koydu. "Aren'in arkadaşıymış," dedi sanki imalı konuşuyor gibiydi ama ben gerginlikten yanlış anlamışta olabilirdim.

Atlas bana memnun olmadığını belli eden bir ifadeyle baktı. Parmağıyla armamı işaret etti. Bakışlarını kardeşine çevirmişti. "Onlarla konuşmamız yasak değil miydi?"

İkisinin ben yokmuşum gibi konuşmasından sıkılmıştım. Gözlerimi devirip omzumu oynatarak Yankı'nın elinin düşmesini sağladım. "Evet," dedim kaba olan ikize. "Senin kesinlikle konuşman yasak."

Benim verdiğim cevap bir süre ikisinin bana bakmasına neden oldu. Sonrasında Atlas bozulurken Yankı kahkaha attı. "Bu kızı kesinlikle sevdim."

"Yine mi siz?" diye sordu onların arkasından gelen Aren. Elleri cebinde hızlı adımlarla yanımıza geldi. "Kızla daha dün tanıştım onu bunaltmak zorunda mısınız?" diye sorduktan sonra hemen bana döndü. "Bu sinir bozucu ikizlere aldırma lütfen çoğu zaman ne dediklerini bilmezler."

Sadece omuz silkip onların yanından ayrılmak için döndüm. Aren'de hemen yanıma geldi. "Bu arada tanıştık ama adının ne olduğunu hiç sormadım," dedi yürürken başını beni görmek için eğerek yüzünü bana çevirmişti. Bunun sonucunda saçları diğer tarafa doğru düşmüştü. Sevimli göründüğünü kendime itiraf etmek zorunda kaldım.

"Adım Leyla," dedim bakışlarımı yürüdüğümüz yola çevirerek. "Leyla Aydinç."

Aren'de bakışlarını benim gibi yola çevirdi. "Bende Aren Yalazan. Geçte olsa tanıştığımıza memnun oldum." O birden hızlı bir hareketle önüme geçince bende aniden durmak zorunda kaldım. Sıcak bir gülümseme ile elini uzattı. Elini sıkmamı istiyordu. Ne zamandan beri lise öğrencileri el sıkışıyordu? Yine de onun elini havada bırakmak ayıp olurdu. Bu yüzden elimi uzatıp elini tuttum.

"Bende memnun oldum."

O gün sıradan olarak adlandırdığım hayatımı geride bırakacak adımı attığımı bilmiyordum.

Loading...
0%