@unicornlady
|
Devasa varaklı cam kapı, uşak Aberfort tarafından açıldığında, içeri siyah deri pardüsölü bir kadın girdi. Saçları dalga dalga ve gür bir şekilde at kuyruk gibi sabitlenerek, serbest sekilde toplanmış ve alnını kapatan kahkülleri, parlak bal sarısı gözlerini vurguluyordu. Kızıl kahve saçları ve koyu kırmızı ruju, soluk teniyle uyumlu bir contrast oluşturmuştu. Likitle ve rimelle dolgunlaştırılmış makyajla gözleri ön plana çıkıyordu. Üstüne giydirdiği bordo, dekolteli ve üstüne oturan bluzla ve dar siyah kotuyla harika bir görünüşe sahipti. Siyah diz üstü deri çizmeleri de bu görüntüye şıklık katıyordu. Boynunda ki kırmızı opal taşından ve siyah kordonlu tasma kolyesi ve kulağında ki siyah iri top küpeleri ile güzelliği anlatılamaz derecedeydi. "Efendim? Yemek hazırlatmamı ister misiniz?" Uşağın sesi ile durup basamaklarda geriye döndü ve yaşlı adama bakıp gülümsedi. "Hazırlat Abe, ben bir duş alacağım kızlara söyle benim işim bitince hepsini sofrada görmek istiyorum." Yaşlı adam kafasıyla onaylayıp, kadına baktı ve kapıyı kapatıp pardösüyü astıktan sonra tekrar efendisine döndü. "Yemeğe ne yaptırayım efendim?" "Tavuk çorbası, ilk servis o olacak. Sebzeli pilav iki büyük tabakta sofraya konulsun ve ana yemek ise patates püresi ve domates soslu rosto olsun. Tatlı olarak waffle yapılsın dondurmalı meyveli ve meyve soslu. İçecek kırmızı en eski şaraplardan biri olmalı, tatlı yanına da su lütfen Abe ben duştan çıkana kadar masa hazır olsun. Ha bu arada ara sıcak için papates dolması yapılsın kişi sayısı kadar. Ve meze olarak rus salatası, akdeniz salatası patlıcandan papaz mancası ve soğuk pırasa yemeği olsun. Ayrıca sofraya pembe takımı çıkartın ve altın rengi çatal bıçak seti ve altı ve ağzı altın kaplama olan cam kadehleri çıkarın. Her neyse sizlere kolay gelsin Abe." Genç kadın bitkin bir şekilde, degajesine dökülen bir kaç tutam saçı arkasına attı ve dimdik duruşu ile, merdivenleri tırmandı. Beton sütunlu korumalıklara elini sürerek ilerlerken, düşünceler içindeydi. Öğrendiği şeyler kafasında dönüp duruyordu. Dalgın halde merdivenlerden ayrılıp, koridora girdi ve öğrendiklerini düşünerek odasına yürüdü. Büyük beyaz ahşap kapıyı açıp odasına girdi ve girer girmez küpelerini çıkarıp komodine koyarak yatağına oturdu.Ardından çizmelerinden ve kolyesinden de kurtulup, bütün kıyafetlerini de üzerinden yere sıyırdı ve yatağın ayak ucundaki saten kimonosunu alıp üstüne geçirdi.Yakalarını çekiştirerek düzeltip gevşek ve dekolteli durmasını sağladıktan sonra, saçında ki tel tokaları çıkardı ve saçlarını geriye doğru sallayarak düzelttikten sonra,odasındaki banyoya ilerledi. Banyoya girdikten sonra, duşun kapılarını iki yana itip musluktan suyu ayarladı ve aynasının önüne geçip makyajını silerek kimonosunu yere indirip, sıcak suyla dolmuş küvete girip uzandı ve kafasının altına havlu koyup,gözlerini kapadı. Duştan sonra saçlarını yıkadı ve suyu boşaltıp çıktı. Küvetten ayrılıp üzerine bornozunu geçirdi ve kafasına havlu sarıp odasına geçti. Aşağıda sofra hazırlanırken diğer kızlarda odalarında hazırlanıyorlardı. Suzan, beyaz renk bir tulum giydi. Yarasa kollu tulumu aynı zamanda ispanyol paçaydı ve ayaklarını kapatıyordu. Belindeki metalden altın rengi ince kemer şıklığını vurguluyordu. Saçları düz ve krepe yapılarak ince ve minik taşlı bir taç ile süslenmişti.Parlak bal sarısı gözlerine Camilla ise siyah askılı tül bluz ve siyah simli taytını giyip, saçlarını tepeden sıkıca at kuyruk yapmıştı. Gözlerine siyah koyu bir makyaj yapmış, dudaklarına da pembe ruj sürmüştü. Siyah tasma şerit kolyesi ile kuru kafalı pırlanta top küpelerini taktı ve altına da siyah deri topuklu botlarını da geçirip, yeniden kitabına döndü. Daphne ise daha romantik bir tarza sahipti. Uzun kollu ve kolalanmış pileli eteği ile güzel deri mavi bir elbise giymiş, altına da mavi tokalı platformlarını giymişti. Düşük omuzlu elbisesine uygun gümüş rengi degajesinde kalan şık taşlı bir kolye taktı. Kulaklarına ise iri pırlanta top küpeler takıp, gözlerine buz mavisi bir makyaj yaptı. Dudaklarına ise mat renk eflatun bir ruj sürerek parfümünü sıktı ve köşesine çekilip telefonundan sosyal ortamlara girdi. Bu sırada, duştan yeni çıkan Blanca üstüne siyah, kolları penye önü desenli ve korseli bir bluz giydi ve boynuna geniş şeritli ve ortası dik metalli bir tasma kolye taktı. Altına siyah pantolon giydi ve belden aşağısı fırfırları olan bluzuna fırfırların hemen üstüne gümüş tokalı geniş deri siyah bir kemer taktı. Saçlarını salıp omuzlarına sarkıtıp soldan ayırarak uçlarına hafif dalga verdi ve ayağına rugan diz üstü topuklu çizme giyerek mayajına geçti. Gözlerine metal renklerde dumanlı bir makyaj yaptı ve dudaklarını balzamla parlatıp, kirpiklerine rimelle dolgunluk verdi ve likitle gözlerini vurguladı. Güzelliği sözlere sığmayacak kadar doğaüstü olmuştu. Oturduğu yerden kulağına siyah sarkıt pırlantalarını takıp, telefonunu alarak odadan çıktı. Koridorda ilerlerken hizmetçiye seslendi ve kızları sofraya çağırmasını istedi. Kendisi merdivenlerden biraz daha toparlanmış halde inip, sağ taraftaki iki kanatlı kapıdan sofranın olduğu yemek bölümüne geçti. Masaya göz gezdirerek yerine geçerken, Abe'e bir kez daha minnettar oldu. Sofra tam istediği gibiydi. Masa başındaki sandalyesine geçip, bacak bacak üstüne atıp rahat bir şekilde oturdu ve ellerinide sandalyenin kollarına koydu. Siyah ojeli tırnakları ellerine kibarlık ve şıklık katıyordu. Bu sırada hizmetçilerde koşuşarak son rötuşları hallediyordu. Masa tamamlanırken, kızlarda bir bir gelmeye başladı. İlk gelen Camilla oldu, sofraya bakınca baya etkilenmişti. Bu sofra bu kadar hızlı nasıl kurulmuş olabilir diye düşünüyordu. Ablasına gülümseyerek baktı ve yanındaki sandalyeye oturdu. "Blanca, Yine kudretini kanıtlamışsın! Bu sofrayı bu kadar çabuk nasıl hazırlattın anlamadım." Blanca hafifçe gülerek kardeşine baktı ve kafasını arkaya yatırıp düşünmeye başladı. Kudretten değil korkudandı bu sonuç ve Blanca da bunu çok iyi biliyordu. "Kudretten değil tatlım, bu sofra korkunun sonucu. Ben kan içen bir yaratığım ve karşı geldikleri taktirde, boyunlarını kolayca kırabileceğim birer insan onlar, ki bunun da farkındalar.Korkuyorlar ve yanlış yapmak istemiyorlar hepsi bu hayatım." Camilla, şaşkın ve nutku tutulmuş halde ablasını dinlerken, Suzan ve Daphne geldi. onlarda yerlerini aldıklarında, sofrada tamamen hazırdı. Blanca oturduğu yerde doğruldu ve hizmetçiler yemekleri ve şarabı servis ederken dirseklerini masaya dayadı ve ellerini birbirine kenetledi. "Ee, Hanımlar! Bu gün nasılsınız? Her şey yolunda mı?" Camilla ve Daphne cevap vermeye hazırlanıyorlardı ki, Suzan daha fazla kendini tutamadı ve içinden gelen soruyu dudaklarından dışarı bıraktı. "Neredeydin Blanca?" Blanca oldukça şaşarak kaşığını masaya koydu ve sakince kız kardeşine en uygun cevabı verdi. "Bilmeniz gerektiğinde, hepsini öğreneceksiniz Suzan, şimdi ortamı germeyelim afiyet olsun." Suzan sert bir şekilde gözlerini sıktı ve tekrar Blanca'ya dönüp burnundan soluyarak içindekileri döktü; "Aylardır gizli işler çeviriyorsun ve hiç birimize anlatma zahmetine girmiyorsun. O gittiğin yerlerde başına bir şey gelse ya da vampir olduğun anlaşılsa sana nasıl yardım edeceğiz hiç düşündün mü? Kendi kafana göre işler çeviriyorsun sorunca da çocuk muamelesi yapıp bilmemizi istediğinde hepsini öğreneceğimizi söylüyorsun. Blanca nedir bu çok gizli, hepsini öğrenmemizin sakıncalı olduğu şey? Bizden bir şeyler saklamak sana ne kazandırıyor? Artık yeter, ya aramızda gizli saklı kalmasın, ya da seninle bir süre görüşmeyelim. Seçimini yap!! Kardeşlerin mi yoksa sırlar mı? Sana kalmış." Suzan öfke ile kalkıp masayı terk ettiğinde, Blanca kızarak gözlerini ona dikti ve ellerini masaya vurarak ayağa kalkıp hızla arkasından gidip, kolundan tuttu. Suzan sinirle kolunu çekmeye çalışsada başaramadı. Blanca sesini yükselterek uyarıda bulundu. "Benim soframda, kimse öylece kalkıp sofrayı terk edemez. Derdinin ne olduğunu anladım, fakat eğer daha ileri gidersen, bu sefer uyarmam Suzan. Kendine gel, karşındaki ablan saygını koru. Şimdi sofraya canım kardeşim." Suzan sinirle tısladı ve sarı gözleri öfke ile alev aldı. Blanca bunu görünce aynı öfke ile kendi gözlerinin alev almasına engel olamadı ve kızı boynundan tutup avizeye doğru yukarı fırlattı. Suzan havada parende attı ve ayakları üzerinde yere inerek kapıya yöneldi. Tam hızla gidip açacakken, Blanca yanında bitti ve kızı tutup diğer tarafa fırlattı. Suzan yere elleri üstüne düştüğünde, sırtını yere dönerek ablasına baktı. Suzan nefes nefese ablasına bakıp, hafifçe güldü ve yerden kalkıp üstünü düzelterek cevap verdi. "Asla. Sen yemeğine devam et. Benim, iştahım kaçtı çünkü." Suzan arkasını dönüp merdivenlerden saniyelik bir sürede kayboldu. Blanca arkasından bakıp, üzülsede gerisin geri üstünü başını düzeltip masaya döndü. İki küçük kız kardeşi korku içinde ona baktığında onlara rahatlatıcı bir gülümseme bahşedip yerine geçti ve yemeğine döndü. "Rahat olun kızlar sorun yok. Hadi yemeğinize devam edin." Blanca sıkıntılıydı, hem bu gün öğrendikleri, hemde kız kardeşinin haklı isyanı onu iyice sıkıntıya sokmuştu. Bu gün çok fazla şey yaşamıştı ve artık gerçekten harekete geçmesi gerekiyordu. Bu gün öğrendiği şeyler hiçte iç açıcı şeyler değillerdi.Tamamen travma yaratacak cinstendi üstelik. Blanca artık durmak istemiyordu ve şuan tek ihtiyacı olan bulması gereken o önemli kişiydi. Daha önce bir kere karşılaştıklarından emindi. Kafasını karıştıran konu ise, nereden başlayacağıydı. Eliyle masada ritim tutarken, diğer eli ile düşünceler içinde bir yudum aldı ve boşluğa kaşlarını çatarak baktı ve öğrendikleri konusunda yardım edebilecek tek kişiyi nasıl bulabileceğini düşünmeye başladı. "Blanca neler oluyor? Suzan neden bahsediyor? Bak haddimi aşmak istemem ama, az önce olanlar neydi öyle?" Camilla çekinerek sormuştu ve Blanca'nın kızmasından korkuyordu. Fakat Blanca gayet sevecen bir gülümseme ile yanıtladı bu soruları. "Zamanı geldiğin de anlatacağım canım. Biraz sabır lütfen benim için. Şimdi bir şey söyleyemem. Üzgünüm tatlım." Camilla ve Daphne kafasını sallarken, Blanca masadan kalktı ve odasına doğru ilerledi. Telefon etmesi gerekiyordu. Tam bir buçuk asırdır insan kanı bile içmiyordu fakat kız kardeşleri için evin altındaki mahsende iki kasa saklıyordu. Odasına çıkarken merdivenlerde telefonuna bir mesaj geldi. Mesaja baktığında ekranda kısa siyah saçlı, sarı gözlü ve kendisine oldukça benzeyen bir kız gördü. Onu tanımıştı, bu oydu. İyide onu bulan kimdi? Arkasından bir mesaj daha geldi. "Bizi fark etti, onu yine kaçırdık. Sadece haber bekle. Gizli Numara" Mesajı okuyunca telefonun ekranına öylece bakakaldı. Bir an önce bir telefon etmesi gerekiyordu. Rüzgarımsı bir sise dönmüş gibi bir anda hızlandı ve saniyeler içinde odasına varıp kapıyı kapatıp telefona döndü ve mesaja yanıt yazdı. "Nerede? Onu nerede gördün?" "Alo?" Sessizlik oldu. Blanca gözlerini kapatıp elini alnına koydu ve bıkkın halde oturmaya başladı. "Evet benim, Blanca? Onu nerede gördün?" Blanca telefonla konuşurken kapıyı kontrol ediyordu. Yakalanma riskini göze alamazdı. "Evet yalnızım. Kimse yok. Lütfen onu nerede gördün söyle artık." Sıkıntı ile derin bir iç çekti. Blanca sorusunun cevabını istiyordu sadece. Bir cevap, tüm hayatını değiştirecek bir cevap. Ama telefondaki ısrarla soruyu cevaplamıyordu. "Beklemek mi? Yeterince bekledim zaten, daha fazla bekleyemem beni anlamak zorundasın. Onu nerede gördün." Blanca artık gerilmeye başlamıştı. Acilen bir cevaba ihtiyacı vardı, bu yüzden sesi biraz yükseldi. "Hayır! Hayır bekleyemem artık. Ben asırlardır zaten bekliyorum. Artık yeter bir cevap istiyorum ve sen vermek zorundasın. " Blanca, istediği cevabı alamıyordu bir türlü. Sinirleri iyice gerilmişti ve ağlamak üzereydi. "Hayır! Dinle dur bekle kapatamazsın cevap ver! Hayır yapma! Alo! Lanet olsun!!" Telefonu elinde, göz yaşlarının akmasına izin verdi. Yine başa dönmüştü. Onu bulmak için bu kadar ilerlemişken yine en başa dönmüştü. Bundan nefret ediyordu. İlerledikçe başa dönmekten nefret ediyordu. Yaşıyor olsaydı canı acırdı. Onu bile hissedemiyordu. Soğuk atmayan kalbi, üzüntüden canlanacaktı neredeyse. Telefonuyla birlikte odasından çıktı ve aşağıya inip pardösüsünü alıp çıktı. Kapının önünde durup serin havayı içine çekti ve dumana dönüşür gibi saniyede yok olma hızında koşmaya başladı. Ormanın içine dalıp ağaçların hızla dallarını çekerek koşarken kafasında yaptığı konuşma vardı ve bu konuda onu doğruya yönlendirecek tek kişiye ihtiyacı vardı. Daha hızlı gidebilmek için kollarını yukarı kaldırıp, dallardan birine hızla zıpladı ve ardından dallar arasında ilerlemeye başladı. Elleriyle kendini yaylandırarak dallar arasında neredeyse görünmeyecek hızda ilerliyordu. Dalların arasında ilerledikçe, bir başka malikaneye yaklaştı ve daha da hızlanıp oraya doğru görünmeyecek hızda ilerledi. Malikanenin önüne gelince dalda durdu, yaylandı ve zıplayarak havada takla attı ve çömelmiş pozisyonda üst terasa indi. Hızlı adımlarla teras kapısından içeri girdi. Merdivenden koşar adımlarla aşağıdaki büyük salona indi ve karanlıkta evdeki kişiyi aramaya başladı. "Seninle konuşmam gerek." Sesi boş aynalı salonda yankılanırken ilerideki pencerenin önünde arkası dönük olan o adamı fark etti. "Sana söyleyeceğimi söyledim Blanca. Ama sen bildiğini okumayı seçtin, şimdi neden buradasın?" Genç kadın şaşırarak arkası dönük adama baktı ve öfke dolu bir şekilde haykırarak isyan etmeye başladı. "Bu durum beni ilgilendirdiği kadar seni de ilgilendiriyor! Beni yalnız bırakamazsın. Bu durumda seninde payın ve görevlerin var. Ben bunu yalnız başıma yapmadım James! Şimdi beni yarı yolda bırakmaya hiç hakkın yok!" Adam sinirlenerek homurdandı ve arkasını dönüp çakmak çakmak yanan bal sarısı gözleri ile hırlayarak genç kadına doğru yürüdü. "O zamanlar benim için bir değerin vardı. Kalbimi kırmamıştın. O zamanlar senden nefret etmiyordum, sana aşıktım! Ama sen, sen kalbimi ufak ufak kırarak içimdeki tüm sevgini tükettin, yanında tüm şanslarınla beraber. O yüzden artık tek başınasın Blanca." Kadın dolan gözlerle karşısında durdu ve alev alev yanan sarı gözleri ile adama bakıp bir anda boğazından tutup hızla salonun diğer tarafına fırlattı. "Kalbini isteyerek kırmadım!Mecburdum! Ve sen hiç dinlemeden verdin hükmümü! Şimdi bana aşktan sevgiden bahsetme çünkü artık sana inanmıyorum James!" Genç adam dağılmış sarı saçları ile yerden kalktı ve nefes nefese genç kadının yanına gidip kadının göğsüne vurarak duvara fırlatıp çarpmasına sebep oldu. Genç kadın yere düştüğünde, karşısındaki adama baktı. Adam ise bağırarak salonu inletiyordu. "Hatırla Blanca! Sana yardım etmeye hazırdım ama sen yanlış kişinin yardımını seçtin. Ona asla gitmemeliydin. Yıllardır sana doğru düzgün tek kelime etmeden talimat veriyor sadece! Gerçekten onu aradığına inanıyor musun? Seninle oynuyor! Ben seni korumaya çalıştıkça sen kalbimi parçalayarak ittin beni!Şimdi hangimiz daha masum!" "Üzgünüm ama onu bulmanın benim için her şeyden önemli olduğunu bilmen gerekirdi. Sadece onu bulmak istedim. Her türlü yardıma hazırdım ve hala öyleyim. Ama sen, onu benim kadar bulmak istemedin, onun için benim kadar endişelenmedin. Sana olan güvenim sarsıldı. Senden beklemediğim bir şekilde köşene çekildin James! Sana kızgındım. Sonrasında hatalar yaptım ama sen benim yaşadıklarımı bilmene rağmen bana merhamet edip affetmeyi düşünmedin. Sende beni kırdın James. İkimizde masum değiliz. O yüzden kendini aklamaya çalışma karşımda." Genç kadın oturduğu yerde sağ dizini kırarak kaldırdı. Sağ elini dizine koyup konuşurken, genç adam ona hayal kırıklığı içinde bakıyordu. Blanca kafasını duvara yaslayıp ayaltaki adama baktı. "Ne oldu Blanca? Bu sefer neyi düzelteceğiz?" Blanca acıyan bir ifade ile baktı ve hafif gülerek adama hiç düşünmediği bir soruyu yöneltti. "Ben senin için her zaman buydum değil mi? İşleri batıran ve onun batırdıklarını topladığın koca bir ahmak. Doğru değil mi? Üzülebilsem şuan gerçekten üzülürdüm James." Genç adam kadının sağına geçip sağ omzunu pencereye yaslayıp arkası dönük bir şekilde konuşmaya başladı. "Yanılıyorsun. Senin her zaman mükemmel olduğunu düşündüm Blanca. Sen gördüğüm en güzel varlıktın ve ben seni kimseyle paylaşmak istemedim. Ve sen onu bulmaya o kadar taktınki beni unuttun. Ben sadece o beni delice seven, gözü başkasını görmeyen Blanca'yı geri istedim. Ama sen gittikçe uzaklaştın. Onun karşısında kaybettim. Senin için sadece onu bulmak önemliydi. Ve ben ona karşı seni sonsuza dek kaybettim Blanca." Genç kadın, duyduklarını hazmetmeye çalışarak kalktı oturduğu yerden ve adamın arkasında nemli gözlerle durup adamı inceledi. O kadar asır geçmişti ama yinede kendisinin gözünde hala yakışıklıydı James. Ama biliyordu. O haklıydı. Kendisi onu çok görmezden gelmiş, her şeyi mahvetmişti. Ama yinede son bir şey söylemek istedi. "Seni çok ihmal ettim biliyorum. Onun uğruna seni görmezden geldim bunu da biliyorum. Ama James, o ikimizindi. Bizimdi. Benide anlamak zorundasın James. O mevzu bahisken başka bir şey düşünmem mümkünmüydü sanki. Seni kaybettim ama en azından onu kaybetmeyeceğim James. Bu yüzden senden tek istediğim bana doğru yolu göstermen. Onu arayanlar onu görmüşler ama kaçmış ve şimdi bir kez daha başa döndük. Ne yapmam gerekiyor James. Bilmem lazım. Tek istediğim bu." James, yavaşça arkasını döndü ve Blanca ile burun buruna geldi. Kadının bir zamanlar deniz mavisi olan ama şimdi parlak birer sarı küre olan gözlerine baktı ve elini kadının yanağına koyup, parmaklarının tersi ile okşadı ve kulağına eğilip fısıldadı. "Üzgünüm güzelim artık sana yardım edemem. Kendine iyi bak benim güzel vampirim. Görüşmemek üzere, hoşçakal." James'in sözleri üzerine hayal kırıklığı ile baktı Blanca, karşısındaki adama. James ise geri geri gidip pencereyi açtı, pervaza çıktı, rüzgarla uçuşan deri pardösüsünü hiç umursamadan, iki parmağı ile selam çakıp kendini aşağıya bıraktı. Blanca bütün bu olanları şok halde izledi ve arkasından boşalan cama gidip gözden saniyeler içinde kayboluşunu izledi. Gözlerinden süzülen yaşlara hızla inip kalkan göğsü eşlik ederken pencere önünde öylece dikilmekle yetindi. BÖLÜM SONU |
0% |