@uuykusuzvedengesiz
|
"Öğretmenim! Ben örümcekmişim!" Ece'nin ağladı ağlayacak bir hâlde koştura koştura yanıma gelmesiyle birlikte bakışlarımı yüzüne çevirdim. Ellerimi elma gibi kızaran yanaklarına yasladım ve okşadım. Anlaşılan bizimki yine bir şeye takılmıştı. Üstelik gözlerindeki yaşlar parlıyor ve gerçekten ağlamaya ne kadar yakın olduğunu belli ediyordu. Bu da bir anlığına gerçekten önemli bir şey olabileceğini hissettirerek ciddileşmemi sağladı. Acaba çocuğu örümcek falan mı ısırmıştı ? "O ne demek öyle ?" Ece omuzlarını silkerek küskünce dudaklarını büktü. Biraz da bana olabilir miydi acaba bu tavrı ? "Siz abimle evlenince ben örümcek olacakmışım! Efe öyle söyledi!" İlk birkaç saniye anlamazcasına bakarak, kendisinin örümcek olmasıyla abisi ve benim evlenmemizin alakasını çözmeye çalışsamda, birkaç saniye içinde ne döndüğünü anlayarak gülümsedim. "Örümcek değil, görümce demek istiyorsun galiba ?" Ece haşin bir şekilde başını iki yana sallayarak göğüs hizasında bağladığı kollarını çözdü ve ellerini sallamaya başladı! "Görümce değil, değil! Örümcek olacakmışım diyorum! Nasıl izin verirsiniz buna!" İç çekerek bakışlarımı Ece'den çektim ve sınıfta gözlerimi gezdirdim. Önündeki resmini boyayan Efe'yi gördüğüm gibi seslendim ve bana döndüğünde elimle yanıma çağırdım. Efe önce Ece'ye baktı, sonra yüzünde hin bir sırıtışla yanımıza geldi. "Efe, arkadaşına ne söylediğini öğrenebilir miyim ?" Efe, az önceki sırıtışını görmesem masum diyebileceğim bir ifadeyle yüzüme baktı. Her sabah özenle şekil verdiği saçlarını bir an karıştırmak istesem de ciddi durmam gerektiğini kendime hatırlatıp boğazımı temizledim. "Kötü bir şey demedim ki öğretmenim, sadece Ece'nin abisiyle evlenirseniz Ece'nin sizin örümceğiniz olacağını söyledim." Omuzlarını silkerek masum masum yüzüme bakarken, kaşlarımı kaldırarak Ece'yi işaret ettim. "Görümce mi demek istedin yani ?" Efe hızla başını sallayarak beni onayladığında başımı omzuma eğerek Ece'ye döndüm. "Bak, gördün mü Ece ?" Ece hırsla Efe'ye dönerek sıktığı yumruklarını ona doğru kaldırdı. Böyle bir şeyin olabilmesine ihtimal verdiği, hatta inandığı ve bundan oldukça korktuğu çok açıktı. "Hani örümcek olacaktım ? Yalan mı söyledin bana ?! Kandırdın mı beni ?!" Efe bu sefer şaşkınlıkla başını iki yana salladı ve aceleyle açıklamaya girişti. "Ama ben sana örümcek olacaksın dedim ki zaten ? Senin halan da örümcek değil mi ?" Efe derdini anlatmak için çırpınır gibi gözlerini iri iri açtı ve ona destek olmam için gözümün içine bakmaya başladı. "Sizde söylesenize öğretmenim, sizin halanız da örümcek değil mi ?" Ece, Efe'ye cahilliğini yüzüne haykırmasına ramak kalmış gibi bakarken, artık olaya müdahale etmem gerektiğine kanaat getirdim ve ikisini de kollarından tutup önüme çektim. "Bakın şimdi," İç çekerek önce hangisinden başlayacağıma karar vermek için kısa bir süre duraksadım. Ve hemen sonrasında Efe'ye döndüm. "Efe, senin halan da, Ece de örümcek değil. Ona görümce deniyor, tamam mı ? Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için bunu düzeltmeye çalışalım seninle." Efe başını aşağı yukarı sallarken bunu aslında bilip bilmediğini anlayamadım. Sıra Ece'ye geldiğinde derin bir nefes aldım ve dudaklarımı ıslattım. "Ece, başka insanların sözleriyle bir hayvana dönüşme ihtimalimiz yok. Ayrıca arkadaşın da yanlış biliyormuş, doğrusunu öğrenmiş oldu. Bu yanlışlara kızmak yerine önce doğrusunu öğrenmesi için çabalayabiliriz. Tamam mı ?" Ece de uslu uslu başını salladığında bir kavganın önüne geçmenin verdiği rahatlıkla omuzlarım çöktü. İkisini de sakinleştirip kavga etmeyeceklerine emin olduktan sonra onları yerlerine gönderdim. Arkalarından bakarken iç çektim ve bir an, bu gerçekle sarsıldım. Ece, benim görümcem olacaktı... Kendi öğrencim benim görümcem olacaktı... Bu fikir her ne kadar içimde gülme isteği doğursa da, boğazımı temizleyerek az önceki ciddiyetimi kazanmak için çabaladım. Millet görümcesiyle anlaşamazken ben arada onu tüm sevgimle sarmalayıp öpmek istiyordum. Bunun her ne kadar biraz tuhaf görünse de güzel bir şey olduğuna emindim. Telefonumdan gelen sesle dalgın bakışlarımı çocukların üzerinden çektim ve telefonuma yöneldim. Ekranı açar açmaz gördüğüm isim gülümseme yeterken iç çektim ve mesajı açtım. "Cama bir çıksan da ruhum huzur bulsa." Bakışlarım direkt pencereyi bulurken, çocukların dikkatini çekmemek için aheste adımlarla ayaklandım ve usul usul pencerenin dibine yanaştım. İnce tülü kenara doğru hafifçe sıyırdığımda gözlerimiz anında kesişti ve ikimizin de yüzündeki gülümseme gözle görülür bir biçimde büyüdü. "Aa abim!" Ece'nin içeriden yükselen sesinin akabinde saniyeler içinde çocuklar pencerenin önüne toplaştı ve kendi aralarında konuştuklarından dolayı çıkardıkları uğultu sınıfı doldurdu. Ece, sanki abisini yıllardır görmüyormuşçasına bir heyecanla abisine el sallarken Emel'in memnuniyetsizlik akan sesi duyuldu. "Bu muymuş yani o adam ?" Sınıftaki sesler bir anlığına durduğunda Ece yavaş hareketlerle Emel'e döndü. Açık camdan gelen rüzgâr ikisininde saçlarını havalandırdı. Hatta bir ara aradan o kovboy filmlerinin kavga sahnelerinde geçen yumak hâlindeki çalı bile geçti gibi geldi. "Emel, lütfen." Emel, uyarım üzerine omuzlarını silkerek sessiz kalırken, Ece ise arkadaşına karşı dil çıkardı ve önüne döndü. Ömer, camda gördüğü kalabalıktan olsa gerek ilk bir an bocalasada saniyeler içinde gülüşünü büyüttü. "Ayy, ne güzel gözleri varmış abinin Ece!" Melike'nin sözleriyle birlikte gülümserken, o gözlerin her daim benim gözlerime böyle bakacağını bilmek mideme kramplar girmesini sağlıyordu. İç çekerek Ömer'e el salladıktan sonra çocukları tek tek cam kenarından toplayarak yerlerine oturmalarını sağladım. Önce önce Ömer'e bu kısa süreli ziyareti için teşekkür ettim. Hemen ardından da az sonra yapacağımız etkinlik için sulu boya, su kabı, ip ve bir kağıt çıkardım. Su kabıma suyu doldurduktan sonra masama bıraktım ve çocukların dikkatini üzerime vermesini sağlayarak nasıl yapmaları gerektiğini göstermeye başladım. İlk, ıslattığım fırçayı maviye bulayıp ipi boyamaya başladım. Devamında mor, mavi ve yeşili de kullanarak ipi istediğim renklerde tamamen boyadım. Önümdeki kağıdı ortadan katlayıp ipi kıvırarak kağıdın üzerine yerleştirip kağıdın diğer yüzünü katladım ve biraz bastırdıktan sonra ipin ucunu kağıdın alt tarafından çektim. "Nasıl olduğunu görmek için hazır mısınıız ?" Beklentiyi yükseltip heyecanlarını arttırmak için yüksek sesli sorduğum soru işe yararken, çocukların hevesli sesleri kulağıma doldu. "Evet!" Hep bir ağızdan aldığım onaydan sonra kağıdı aralayıp onlara çevirdim. Genel olarak sonucu bu kadar iyi beklemiyor olacaklar ki hepsinin yüzünde şaşkın birer ifade yer etti. Ve ilk bu şaşkınlığını ortaya koyan Hakan oldu. "Anaa, nasıl oldu o öyle ?!" Onun tepkisine gülerken Hâle de ona kafasını sallayarak eşlik etti. Serra, kuralcılığına zeval gelmemesi adına parmak kaldırdı, söz aldı ve ancak öyle şaşkınlığını dile getirdi. "Çok güzel oldu öğretmenim! Ben hiç böyle gözükeceğini tahmin etmemiştim!" Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan sıranın onlarda olduğunu söyleyerek yapmaya çalışmalarını izledim bir süre. Tek tek yanlarına gittim, bazısı birer birer hangi renkleri neden seçtiklerini anlatırken, bazılarıysa gazını alamayıp ben yanlarına gidene kadar ikinci, üçüncü sayfalarına geçmişti bile. Ara vermeden hepsinin resimlerini kurumasını bekleyip, birlikte panoya astık. Panoya bakarken her birinin yüzünde oluşan o gurur ifadesi beni de mutlu ediyor ve yorgunluğumu hafifletiyordu.
•
Gecenin üstümüze çöken karanlığına inat, tepemizde parıldayan minik minik lambalar o karanlığı aydınlatmak için yanıyordu. Ömer'lerin evin balkonunda birlikte oturuyorduk. Annelerimiz içeride kendi halinde muhabbet ederken, biz balkona çıkarak hafif hafif esen rüzgarın tadını çıkarmak istemiştik. "Çok mu yoruldun bugün ?" Ömer'in sorusuna karşılık esnediğim için ağzıma siper ettiğim elimi indirdim ve başımı aheste aheste iki omzuma eğdim sırayla. Her ne kadar çok yorulmadığımı söylesem de son zamanlarda bu üstümdeki bu yorgunluğu daha çok hissediyordum. "Artık tüm dönemin yorgunluğu var üstümde. Ama zaten son haftaya giriyoruz. Bitti sayılır." Başını, diğer ucunda oturduğu koltuğun sırt kısmının bitişine yasladı ve bana doğru döndü. Bahçenin hemen dibindeki sokak lambasının ışığının yansıdığı pasparlak gözleri üzerimdeydi. Yüzünde oldukça huzurlu bir ifade vardı. "Keşke tüm yorgunluğunu alabilsem." Dudaklarımın arasından kısık bir kıkırtı kaçtı, ardından saniyeler içinde gülüşüm ufak bir tebessüme evrildi. "Sanki sen az yoruluyorsun." Ömer, ona karşı sunduğum sebebe omuzlarını silkmekle yetindi. Üstünde, her zaman onda rastlanamayacak bir sakinlik vardı. "Şu an nasıl hissettim biliyor musun ? Sanki evliymişiz de, kendi evimizin balkonunda oturuyormuşuz gibi." Bakışlarımı ondan kaçırarak iç çektim ve işi şakaya vurmaya çalıştım. "Nasıl karar verdin hemen birkaç ayda benimle evlenmek istediğine ya hu ? İlk görüşte aşk mı yoksa ?" Ömer soruma karşılık bir süre suskun kaldı. Ortamı kaplayan sesler etraftaki cırcır böceklerinin ötüşleri ve uzaktan geçen arabaların silik uğultusu olabilirdi. "Senenin başlarıydı daha, okulun bahçesindeydin. Çıkış saatiydi. Etrafa bir curcuna hakimdi. Çocuklar bir an önce çıkmak için kapıya hücum ediyordu. O ara küçük bir çocuk yere kapaklandı. Çocuk daha ne olduğunu anlayamadan kaç kişi daha ona çarparak yanından geçip gitti. Sonra sen koştura koştura o çocuğun yanına gittin. Kolundan tutup yerden kaldırdın. Çocuğun berelenen avuç içlerine üfledin. Gözyaşlarını sildin. Annesi gelene kadar başında bekledin. Annesi gelince çocuğu teslim edip öyle gittin evine. O günkü merhametini görünce, ileride dedim, benim seveceğim kadında böyle olmalı. Yaraları sarmayı bilmeli, şefkatle bakabilmeli." Ne ara ona çevirdiğimi bile fark edemediğim bakışlarım, gözlerime bakınca onunkilerle kesişti. Buna paralel dudaklarında eşsiz bir gülümseme peyda oldu. "Tıpkı şu an baktığın gibi." Ne diyeceğimi bilemeyerek birkaç saniye sessiz kaldım. Bu adam, benim tüm kelimelerimi tüketecek tek adam olabilirdi. "Ben, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Dilimi yutacak kıvama getiriyorsun beni." İç çekerek bakışlarımı ondan çekip gökyüzüne çevirdim. Aklıma konuyu değiştirmekten başka bir şey gelmiyordu. Çünkü ben duygularımı onun kadar iyi ifade edemiyor, karşısında tutulup kalıyordum. "Yıldızları izleyelim mi ? Baksana çok güzeller." "En güzeli benim karşımda zaten, baktığım yerde." Yutkunarak ona döndüğümde iç çekerek yerinde kıpırdandı ve elini pantolonunun cebine attı. Cebinden çıkardığı küçük lacivert kutuyu ortamıza bıraktı. Nefesim boğazımda tıkanıp kalırken zorlukla yutkundum. Kocaman açtığım gözlerimi bir süre sonra kutudan nihayet çekip Ömer'e baktım. Hızla çarpan kalbim, sıklaşan nefeslerimle iki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanıyordum. "Ömer, bu ne ?" Yutkundu, duraksadı ve yalnızca gözlerime bakmakla yetindi ilk an. Belli ki, yalnızca iki kelimeyi bir araya getiremeyen ben değildim. İkimizde aynı durumdaydık. "Yüzük bu." Elini ortamıza bıraktığı kutuya uzatıp kapağını açtı. Gold renginde kenarların ortasında, gecenin karanlığında bile parlayarak kendini belli edecek cinsten açık mavi bir taş vardı. Ortadakine göre daha küçük olan minik taşlar ise kenarlara doğru devam ediyordu. "Ne yüzüğü ?" Sanki kilometrelerce koşmuşum da, dilim damağım kuruyup birbirine yapışmış gibi suya muhtaç hissediyordum. "Teklif yüzüğü. Yani evlilik yüzüğü." Toparlayamıyormuş gibi yüzünü buruşturarak bir an duraksadı, derin bir nefes aldı ve gözlerini yumarak kendine biraz zaman tanıdı. Kısa süreli bu terapisi biter bitmez de nefesini hızlıca verip gözlerini aralayarak devam etti. "Evlilik teklifi yüzüğü." İstediği cevabı alamamaktan korkar gibi aceleyle devam etti. "Hemen takmayadabilirsin tabii. Yani teklif gibi de olmadı çok. Şu an çok spontan gelişti. Gelişine çıkarmış bulundum kutuyu da." Başını omzuna eğerek, sonunda bakışlarını etrafta gezdirmekten vazgeçip gözlerime çevirdi. "Sadece, günlerdir çekmecemde öylece duruyor. Ne yapacağımı da bilemedim aslında. Daha bekleyecektim ama, gördüğün gibi onu da beceremedim." Kendini açıklama yapmak zorunda hissedişi bir miktar kendimi kötü hissettirdi. "O yüzüğün ait olduğu yer o çekmece değil. Sen, istersen tabii, istediğin zaman takarsın olur mu ?" Diken üstünde durduğu o kadar belliydi ki, şu an bu masum isteğini geri çevirmek aklıma gelen ihtimaller arasında bile değildi. Yutkunarak bakışlarımı gözlerinden çekip kutuya uzandım. Modelinden rengine, en ufak taşlarından tüm ayrıntılarına kadar, o kadar hoş bir yüzüktü ki, benim nezdimde kesinlikle normal tek taşlara tercih edilirdi. "Çok hoş, çok güzel." Allah'ım, ben resmen şu an evlenme teklifi alıyordum. Evet, tam olarak bu oluyordu. Hâlâ inanamasam da, üzerimde hissettiğim o bakışlar, elimdeki yüzük kutusu... İç çekerek başımı kaldırarak yüzüne baktım. "Teşekkür ederim." Dudaklarımın arasından ancak bu iki kelime çıkabildi. Doğrusu, ne için teşekkür ettiğimden de emin değildim. Beni sevdiği için, beni hayatına ortak edebilecek kadar bana güvendiği için, elimdeki yüzük için... Aslında, sadece bana şu anki gibi baktığı için bile olabilirdi. Benim, Ömer'e aslında teşekkürünü etmek istediğim birçok şey vardı. "Rica ederim." Yutkunarak dolan gözlerimi kırpıştırdım. Şu an bu diyalog normal miydi emin değildim fakat çok da umurumda olduğu söylenemezdi. "Bihter, o yüzüğü parmağında görmeyi hep sabırsızlıkla bekleyeceğim. Çünkü, ben ancak o gün tam hissedeceğim biliyorum." İç çekerek güzel birkaç kelime söylemeye niyetlenmiştim ki, içerideki sesler yükseldi ve saniyeler sonra balkon kapısından babam girdi. Kutuyu nasıl kapatacağımı şaşırmış bir şekilde iki arada bir derede yanımdaki çantamın içine attığım sırada, babam bakışlarını ikimiz üzerinde gezdirdi. "Selamün aleyküm." Ömer, boğazını temizleyerek benden yana olan oturuşunu düzeltti ve dönerek normal bir şekilde oturdu. "Aleyküm selam." İkimizde aşağı yukarı aynı anlarda cevap verdiğimiz sırada, babam karşıdaki koltuğa geçmeyi tercih etti. "Vallahi hissediyor! Kesin hissediyor!" Ömer'in kısık sesli yakınışına karşı bir an gülmek istedim. "Seninle ilgili ne zaman geleceğe dair bir şey söylesem anında baban geliyor!" Bir an bu teorisini durup düşündüğümde, üst üste bu duruma düşmemizin karşısında haklılık payı olabileceğine dair bende bir şüpheye düştüm. "Nasılsınız bakalım çocuklar ?" Ömer, rahat izlenimi verebilmek için oldukça uğraş verdiği bir ifadeyle babama gülümsemeye çalıştı. "Çok iyiyiz, Fethi amca." Babam başını aşağı yukarı salladı, ortama bir an sessizlik hakim oldu. Fakat babam bu sessizliğin uzamasına müsaade etmedi. "Ee, ne yapıyorsunuz burada böyle ikiniz ?" Babamın sorusuyla birlikte Ömer'le göz göze geldiğimizde Ömer heyecanla atıldı. "Ben, Bihter'e şey yapıyordum da." Gözlerimi büyüterek boğazımı temizledim. "Şey yapıyordu," Bir an ses tonumun yükselmesine takılmadan hızla araya girdim. Daha o yüzüğü ben takmadan haberleri olsun istemiyordum. Ve bu sefer kesinlikle benden duymalarını istiyordum! "Beni ilk görüşünü anlatıyordu!" Ömer yutkunarak, büyük ihtimal ne dediğimin farkında bile olmadan, anında bana destek çıktı. "Evet, anlatıyordum. Ben anlatıyordum." Babam ikimize de garip garip bakarken önde annem, teyzem, ardında Nesrin teyze ve en arkada Osman amca balkona girdi. Hemen peşlerinden de Ece. "Fethi amca, sende benimle oynar mısın ?" Babam ilgisini Ece'ye vererek ne oynadığını sorarken hafifçe başımı Ömer'e doğru çevirdim. "Şey yapıyordum ne Ömer ?!" Ömer nefesini sesli bir şekilde verip hafifçe başını bana doğru eğdi. "Bir an söyleyecek bir şey bulamadım ne yapayım ?" Ece, babamdan onay almış olacak ki koştura koştura içeriye gitti ve kısa bir süre içinde elinde ona yakın defter ve bir avuç kalemle geri geldi. "Hadi, şimdi isim-şehir oynama vakti!" Ece, son zamanlarda kendi çabasıyla harfleri tanıma girişimlerinde bulunmaya başladığından, her fırsatta çevresindekilerde ona yardımcı oluyor ve gittikçe onun da daha çok heveslenmesine vesile oluyordu. Bu yüzden bu ara kalemi elinden düşürmüyor, oynadığı oyunları bile bu doğrultuda şekillendiriyordu. "Ben annemle bir olacağım, geri kalan tek kabul mü ?" Hepimizden kendini garantiye aldığına dair onay aldıktan sonra herkese bir defter ve bir kalem verip annesinin yanına yerleşti. "Kim sayıyor ?" Teyzem, kendisinin sayabileceğini söyleyerek alfabetik sırayla harfleri saymaya başladığında Ece hemen teyzemi durdurdu. "B harfi." Herkes harfi öğrenir öğrenmez kağıtlarına gömülürken, sanki bu anı bekliyormuşuz gibi hepimizin çabucak oyuna ayak uydurmasına gülümsedim. Ece, telefona kurulu olan sayaç ötene kadar annesiyle birlikte harfe uygun istenilenleri bulurken, telefondan sürenin bittiğine dair gelen ses kesilir kesilmez herkesin kalemlerini bıraktığına emin oldu ve annesiyle birlikte yazdıklarını okumaya başladılar. "Bizde isim Bilge." Sırayla herkes okumaya başladı. "Buse." "Bahattin." "Belemir." "Bihter." En son Ömer'in ismimi söylemesiyle başımı defterden kaldırdım ve gözlerinin içi parlayarak bana bakan sevgilime baktım. Benim ismimi yazmıştı. Gülümseyerek ona bakarken gelen boğaz temizleme sesiyle irkildim ve ben de hemen yazdığım ismi söyledim. "Büşra." İlk elden herkes tam puan alırken, ikinci olarak babam harfleri saydı. "E!" Kısa bir düşünmenin ardından aklıma gelenleri kağıda yazdım. Fakat sürenin sonlarına gelmemize rağmen farklı bir hayvan bulamadığım için ben hâlâ düşünüyordum. "Engerek yılanı." Hemen yan tarafımdan gelen kısık sesle birlikte kısa bir an tereddüt etsem de, tek yardım alanın ben olmadığımı görünce yazdım. Herkes cevaplarını okuduğundaysa Ömer beş, bense on puan almıştım. "Keşke onu sen yazsaydın, sen beş puan aldın, ben on." Ömer omuz silkerek gülümsedi. Benden düşük puan alması, pekte umurunda gibi durmuyordu. Bu sefer Ömer harfleri saymaya başladığında biraz bekleyip ben durmasını söyledim. "Ö harfi." Ece heyecanla, büyük ihtimal ikisini ayırt edebilmenin sevinciyle, atıldı. "O, ile birlikte olsun mu abi ?" Ömer kardeşinin hevesini kırmadan, heyecanlı bir ifadeyle Ece'yi onayladığında, Ece dönüp süreyi başlattı. Herkes tekrar kendi kağıdına gömülürken isim kısmında çok düşünmedim. Yazacağım isim belliydi. Devamında, süre bitene kadar iki kutuyu da boş bırakarak bu harfi de tamamladığımda sıra okumaya gelmişti. "Öykü!" "Özlem!" "Öner." "Bir harfle abimi kaçırmışsın Fethi amca!" Ece'nin sorusunu üzerine hepimiz gülüştük. "Ömer." Ömer, ismini benim söylememle gülümsediğinde babam, kısık ama duyulabilecek bir şekilde konuştu. "Başka bir isim yazsaydın ya kızım, belki çocukçağız kendi adını yazmıştır." Teyzem, Ece'yle dura dura ondan bir şeyler kapmış olacak ki sesli bir şekilde güldü ve babamı suspus edecek o cümleyi söyledi. "Aman be enişte, kızın alnında yazdıktan sonra o isim, önündeki kağıda yazmasa ne olacak ki sanki ?!" Ece, teyzemi alkışlayarak gülerken annem birden harfleri saymaya başladı ve oyuna tekrar döndük. Neredeyse tüm harfleri yaparak yaklaşık bir saat sonra oyunu bitirdik ve eve gitmek için ayaklandık. Herkes, sanki yarın birbirini görmeyecekmiş gibi vedalaşırken, biz yine kapı ağzında konuşmayı tercih etmiştik. "Bihter," Ayakkabılarımı giyip doğrulduğumda bana seslenen sevgilime baktım. "Efendim ?" Ömer, yüzündeki eşsiz gülümsemesiyle içi gidiyormuş gibi bakıyordu. "Seni çok seviyorum." İç çekerek başımı omzuma eğdim ve olduğum yerde sallandım. "Ömer," Ömer boğazını temizledi ve tıpkı benim gibi iç çekti. "Hı ?" Yaklaşan ayak seslerini umursamadan gülümsedim. "Ben de seni çok seviyorum." Yüzündeki gülümseme, benim için paha biçilemez bir hazine olma yolunda hızla yol kat ediyordu ve bir insanın gülümsemesinin sizin en büyük huzur kaynağınız olması kesinlikle güzeldi. Biz, birbirimizi severken çok güzeldik.
-Bölüm Sonu-
Selamün aleyküm, herkese merhaba! Umarım keyif alarak okuduğunuz bir bölüm olmuştur diyorum, ve kaçıyorum. Allah'a emanet olunuz! |
0% |