Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm: "Bozulan Dengeler"

@uuykusuzvedengesiz

Doğan güneş usul usul yüzümü selamlayıp uykumdan beni yavaşça koparırken yatağımın içinde uyuşuk hareketlerle sağıma döndüm. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak uykumun daha da dağılmasını sağlamaya çalışırken gerindim ve iç çekerek üstümdeki ince örtüyü kenara sıyırdım. Gözlerim, her daim baş ucumdaki komodinimin üstünde duran saate kaydığında kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Saat oldukça erkendi. Güne erken başlamanın keyfiyle aheste hareketlerle yataktan kalktıktan sonra, biraz dağıttığım odayı topladım ve her sabahki rutin işlerimi yaklaşık yarım saat içinde hallettim. Ardından kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa geçtim. Önce çay suyunu koydum. Sonrasında dolaptaki kahvaltılıkları çıkarıp masaya yerleştirdim. Tutturduğum ıslık, sadece melodisini hatırladığım bir şarkıya aitti. İşime devam ederken şarkıyı hatırlamaya çalıştım fakat hatırlayamadım. Bu durum bir an duraksamama sebep olduysa bile boşvermeye çalıştım ve o tanıdık gelen melodiyi mırıldanmaya devam ettim. Sesim, biraz üşüttüğümden farklı çıkıyordu fakat buna da aldırmadım.

Çayın altını kapatıp ekmekleri dilimlerken bir yandan da en son ne zaman rapor aldığımı düşündüm. Sanırım en son lise öğrencilik yıllarımda almıştım. Bu da aşağı yukarı altı sene öncesine tekabül ediyordu. Geçen zaman derince iç çekmeme sebep olurken dilimlediğim ekmekleri de masaya yerleştirip ev ahalisini uyandırmak için tek tek odalara uğradım.

Herkesin mutfağa yarı uyur yarı uyanık bir şekilde teşrif etmesinin ardından düne göre çok daha iyi hissetmenin verdiği enerjiyle neşeyle bir şeyler anlatmaya başladım. Çayları doldurdum, masaya oturdum ama bunları yaparken de sürekli konuştum. Bir şeyler anlattım. En sonunda annem elini kaldırıp beni durdururken ne olduğunu anlamadığım için başımı iki yana salladım. "Ne oldu ?"

Annem başını omzuna doğru eğerek elindeki çatalı ağzına denk getirmeye çalışırken gözlerini yumdu, birkaç saniye kapalı tuttu ve tekrar geri açtı. "Dün yatak döşek yatan sen değil miydin ? Ne ara iyileştin de bu kadar enerji topladın ?" Elimdeki çay bardağını masaya bırakıp üstünde parmağımı gezdirirken iç çektim. Dün saatlerce Ömer ile konuştuğumu, sesimin kötü geldiğini anladığında elinde ilaç ve çikolata dolu bir poşetle odamın önüne geldiğini ve iyileşmem için çok güzel temennilerde bulunarak güzelce uyumamı sağladığını söylemeli miydim ?

Omuz silkip başımı hafifçe iki yana salladım. Bazı güzel şeyler iki kişi arasında kalmalıydı.

"Ömer cumartesi akşam için müsait olup olmadığımızı sormamı istedi." Annemin tepkisini yüz ifadesinden anlamaya çalışarak, temkinli bir şekilde devam ettim. "Hayırlı bir iş için."

Annem yutkunarak masadaki zeytinden birini ağzına attı ve bir şey demeden kendi sandalyesini çekip oturdu. Aheste aheste zeytini yerken bir cevap vermesini bekledim fakat annem bir zeytin ne kadar uzun sürede yenilebilirse o kadar uzun bir sürede yemekte kararlı gibiydi. En sonunda, nihayet ağzındaki zeytini yutup bana döndüğünde, başını sallayarak beni onaylamakla yetindi.

"Tamam. Babana da söyleriz birazdan. İtiraz etmez sanırım. Sonra da hazırlık yaparız o zaman." Nefesimi ağır ağır verdikten sonra heyecanla tezgaha dönüp hazırladığım tabakları da aldım ve masaya taşıdım. Annemin ardından sırayla Begüm ve babam da mutfağa geldikten sonra her sabah olduğu gibi masaya geçtik. Kahvaltımız normal seyrinde ilerledikten sonra yemek yemeyi sonlandırdığımızda annem hâlâ çayı içmekte olan babama döndü. Boğazını hafifçe temizledi.

"Osman Abiler cumartesi akşamı hayırlı bir iş için bize gelmeyi istiyorlarmış."

Annemin sözlerinin ardından babam duraksadı, derin bir nefes aldı ve çay bardağını yavaşça masaya bırakıp arkasına yaslandı. Bakışlarını usulca bana çevirdi. "Geldi mi yani şimdi o gün ?" Nefesini sesli bir şekilde vererek sorduğu soru dudağımı ısırmama sebep olurken belki üstümdeki bu hastalık hâlinden, belki de genel olarak duygusal bir insan olduğumdan gözlerim ani bir hızla doldu. Babam gözlerini benden çekip tek eliyle artık boşalmış çay bardağıyla oynadı.

"Tamam. Buyursunlar gelsinler." Babam sözlerini söyleyip içimi rahatlatmak için bana hoş bir tebessüm bahşedip masadan kalktı ve mutfaktan çıktı. Annem babamın arkasından kapıya bir bakış atıp moralimin bozulmasına fırsat vermeden konuşmaya başladı ve kafamı dağıtarak keyifli hâlimi sürdürmeme yardım etti.

Günlük rutin işlerimizi annemle birlikte bitirdikten sonra kıyafet almak için çarşıya gideceğimize dair Deniz'e haber verdim. Ardından Begüm ile birlikte hazırlanmaya başladık. Günlük rahat kıyafetler giyerek on dakika içinde kapının önüne çıktığımızda Deniz'in de evden çıktığını görerek Begüm ile birlikte ona doğru ilerledik. Bir an aklıma gelenle başımı Ömer'lerin evine doğru çevirdim. Ardından çok düşünmeden telefonumu çıkarıp Nesrin teyzeyi aradım. Ece'nin de bizimle gelmek isteyip istemediğini sorduğumda Ece'ye sorma gereği duymadan tabii ki isteyeceğini ve beş dakika içinde kapının önünde olacağını söyledi. Hâl böyle olunca beş dakika boyunca kız kıza havadan sudan sohbet ettik. Tam beş dakika sonra Ece tavşan kulaklı pembe peluş çantası sırtında, üstüne de çantasıyla uyumlu pembe bir elbise giymiş bir şekilde evin önüne çıktı. Onu görür görmez gülümserken Ece de beni görünce gülümsedi ve atlaya zıplaya yanıma doğru gelmeye başladı. Önce sınıftaki tüm çocuklara öğrettiğim gibi karşıdan karşıya geçmeden önce yolu kontrol etti. Sonra da adımlarını hızlandırarak karşıya geçerek yanımıza vardı. Yanıma gelir gelmez elini tuttum ve olduğu yerde etrafında bir tur döndürdüm.

"Hoş geldin örümcek, bakıyorum da bugün çok şıksın."

Ece hitap şeklimi duyar duymaz yüzünü asarken sesli bir şekilde güldüm. Begüm ve Deniz neyden bahsettiğimden bir haber aramızdaki muhabbette dahil olmamayı tercih ederek kendi aralarında konuşmaya devam ettiler. Hep birlikte otobüs durağına doğru sessiz bir anlaşma yapmış gibi ilerlemeye başladığımızda henüz pek bir yol kat edemeden karşı evden gelen gürültü patırtı sesleriyle hepimiz o yöne döndük. Ömer, bir elinde anahtarları sallanırken aceleyle ayakkabılıktan ayakkabılarını alıp kapının önüne bıraktı, bir yandan da boşta olan elini bize doğru kaldırarak nefes nefese beklememizi işaret etti.

Hepimiz bir anda komut almış gibi olduğumuz yerde öylece Ömer'i beklemeye başladığımızda, Ömer ayakkabılarını giyerek hızlı hareketlerle garaja yöneldi. Dakikalar içinde arabayı garajdan çıkarıp önümüzde durduğunda diğerleri hemencecik arka tarafa doluştu. Arabanın ön kapısını açıp ben de koltuğa yerleştiğimde kemerimi taktım ve direkt yan koltuğa döndüm. O sıra da araba da çalışmıştı.

Ömer, eliyle uykudan yeni uyandığı belli olan dağınık saçlarını düzeltmeye çalışırken iç çekti ve bana döndü. Yeni uyandığından mütevellit hafif şiş gözleri dağınık saçlarına eşlik ederken bunlar da yetmezmiş gibi gülümsedi. Bu hâli kalbimi hızlandırıp içimde onu öperek sevme isteği uyandırırken saf saf ben de gülümsedim. Sanırım, bir kez daha ona aşık olmuştum.

"Günaydın." Olduğundan daha kalın ve pürüzlü çıkan sesi yüzümdeki gülümsemenin daha da büyümesine sebep oldu. İç çekerek gözlerimi gözlerine diktim.

"Günaydın. Sanırım hafta sonu uykusu biraz uzamış." Bakışlarımı önce kolumdaki saate, sonra tekrar yüzüne çevirdim. İçimde hiç durmadan atlayıp zıplamak isteyen o kız çocuğunu zapt etmek çok daha fazla zorlaştı. "Saat 11."

Ömer omuzlarını silkerek boğazını temizledi. "Bu ara biraz yoğunuz. İşten de geç çıkıyorum. O yüzden anca uykumu alabilmişim."

Ben yaz tatilinde olduğum için rahattım fakat maalesef Ömer'in böyle bir ayrıcalığı yoktu.

"Çok yoruluyorsun değil mi ?"

Ömer soruma karşılık az önce söylediği sözlerden pişman olduğunu düşündüren bir ifadeyle başını hafifçe iki yana salladı. "Dayanamayacağım bir zorluk değil."

Arada attığı kaçamak bakışlarından birini daha yüzümde ağırladım. Fakat çok sürmedi, araba sürdüğü için tekrar yola döndü.

"Bir haftadır iki oldu hesaplarda sıkıntı çıkıyor. Gelirle gider arasında orantısızlık var. Bir yerden bir şeyler çıkacak ama hayırlısı."

Bu muhasebe işlerinin ne kadar zor olduğuna birkaç kez Poyraz abimden şahit olmuştum. Ve şahitlik ettiğim kısım sadece ödevleriydi. Bunun iş hayatında nasıl olduğunu düşünmek bile benim için kabus gibiydi. Kesinlikle bana göre değildi ve düşündükçe bile gözümde büyüyerek koca bir dağ hâlini alıyordu. Bu yüzden yanımdaki adama karşı içim acıdı. Başımı koltuğa yaslayıp ona doğru çevirdim ve merhametle yol boyu onu izledim.

Arka koltuktakiler yol boyunca kendi aralarında sürdürdükleri sohbeti araba durduğunda sonlandırırken, hiçbiri bir komut beklemeden arabadan sessiz sessiz indiler ve ikimizi baş başa bıraktılar.

"Sıkma canını, dediğin gibi neyse sıkıntı, sebebi elbet çıkar."

Ömer, arabayı sağa çektiği için rahat rahat koltuğunda bana doğru döndü ve bakışlarını yüzümde gezdirdi. İç çekerek benim gibi başını koltuğunun kenarına yasladı.

"O kadar özledim ki yüzünü, sesini, bana böyle güzel bakan gözlerini." Başını yasladığı koltuğa hafifçe vurdu ve iki yana salladı. "Bihter, bizim bir an önce evlenmemiz lazım."

Gülerek başımı yasladığım koltuktan kaldırdım ve bakışlarımı ondan kaçırarak ön camdan dışarıya çevirdim."Cumartesi akşamı yüzük takmak için geleceksiniz ya zaten Ömer." diyerek arabanın kapısını açtım ve bir elimi havada sallayarak söylenmeye devam ettim.

"Hadi artık inelim, daha ne kadar bekleyecekler bizi!"

Ömer hâlime, tavrıma sesli bir şekilde güldükten sonra arabanın anahtarını çıkardı ve indikten sonra kapıları kilitledi. Arabanın etrafından dolanarak yanıma geldi ve iç çekerek önünde durduğumuz mağazaya çevirdi bakışlarını.

"Ben de geleyim mi, yoksa bekleyeyim mi ?"

Omuzlarımı silkerek seçimi ona bırakırken, önden mağazaya giren üçlüden en küçük olanının saçlarını savurduğunu görerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözüme çarpan, yolun karşı tarafında kalan köşedeki büfeyi görünce iç çekerek kaşlarımla büfeyi işaret ettim.

"Sen benimle bir gelsene."

Ömer gözleriyle nereyi işaret ettiğimi takip ederken, bir yandan da henüz neyden bahsettiğimi dahi anlamamış olmasına rağmen bana ayak uydurdu ve iki adım ötemde yürümeye başladı. Bu gelişigüzel hareketi yüzümde huzur dolu bir gülümsemenin filizlenmesine sebep oldu. İkimiz de sessizce birbirine uyumlu adımlarla yolun karşısına geçtiğimizde, ufak rafların üzerinde duran, bir çocuğu en çok mutlu edecek türden yiyecek birkaç şey aldım. Aldığım ürünleri tezgahın üzerine bıraktım ve tezgahın arka tarafındaki adamın aldığım ürünleri poşete atmasını bekledim. Adam beni çok bekletmeden poşeti bana doğru uzattığında teşekkür ederek poşeti aldım, ödememi yaptım ve beni büfenin önünde bekleyen adamın yanına ilerledim.

Ömer'in gözleri yüzümü ona döner dönmez yüzümden zar zor elimdeki poşete kaydığında, gülmemek için artık kendimi sıkmaya başladım.

"Bana söyleseydin ya, ben alırdım. Zahmet ettin."

Başımı iki yana sallarken tekrar karşıya geçmek üzere, bu sefer trafik lambaları yüzünden beklemek mecburiyetindeydik, iki adımda yan yana kaldırma geldik.

"Bihter ?"

Trafik lambasına odaklı gözlerim ismimi onun sesinden duymam ile birlikte ona döndüğünde, düşünceli bir ifadeyle yüzümü incelediğini fark ettim. Tek kaşımı merakla kaldırarak, "Hım ?" diye sadece onun duyabileceği bir ses tonu ile mırıldandım. Bugün üzerinde bir durgunluk olduğu belliydi, fakat gerçekten tamamen işi ile mi ilgili emin olamıyordum.

"Seni çok seviyorum."

Her duyuşumda, istisnasız her duyuşumda kalbimin yerinden çıkacakmış gibi çarpmasına sebep olan iki kelime, bu sefer yanında hafif bir endişe dalgası ile kalbimi hızlandırdı.

"Ömer, ben de seni çok seviyorum ama sen gerçekten iyi olduğuna emin misin ?"

Ben konuşurken yanımızda dikilen insanlar yeşil ışık yanmış olacak ki akın akın karşıya geçmeye başladılar. Biz ise bir hayat memat meselesi konuşuyormuşçasına, ciddi ifadeler ile bu anlamsız huzursuzluğu ortadan kaldırmanın derdindeydik.

"Bilmiyorum, sebebini bilmediğim bir sıkıntı var içimde. İçim daralıyor, bunalıyorum."

İçimde çok güçlü bir dürtü ona sarılıp, kötü bir şey olmayacağına dair onu teselli etmek için beni zorlasa da kendimi bir adım geride tutmam gerekti. Fakat yine de yanında olduğumu bilsin, kalbinden hissetsin istedim.

"Ne olursa olsun yanında olduğumu biliyorsun değil mi ? Her daim yanındayım. Soluna her baktığında..."

"Soluma her baktığımda..."

Ömer başını hafifçe sallayarak söylediğim son cümleyi tekrar etti ve bununla birlikte yüzünde, gerçekten huzurlu bir tebessüm belirdi. Onun biraz olsun rahatladığını görmek benim de içimi ferahlattı. Kaşlarımı kaldırarak birkaç defa oynatarak muzip bir ifade ile yüzüne bakarken hafifçe boğazımı temizledim.

"Ee Ömer Bey, hazır mısınız Fethi Beyden kız istemeye ?"

İkinci kez yanan yeşil ışık ile ikimiz de karşı yola geçerken Ömer nefesini sesli bir şekilde verdi. "Kız istemeye hazırım da, Fethi amcadan kız istemeye hazır mıyım, inan ben de bilmiyorum." dedi bu konuyu gerçekten dert edindiğini göstermekten çekinmedi.

"Bihter, baban rıza gösterecek bak değil mi ?"

Kızların içeride kıyafet baktığı mağazanın önüne geldiğimizde, onun bu haline daha fazla dayanmayarak güldüm. Artık ne kadar kafasına takıldıysa bu ihtimal, sadece düşünmesi bile onu yoruyordu belli ki. Zaten karşımda gördüğüm şu yüz ifadesi de bu senaryoyu kafasında defalarca yaşamış olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

"Korkma korkma, babam benim de gönlümün olduğunun farkında. Benim üzüleceğim bir karar vermez."

Ömer derin bir nefes alıp gülümsedi. O ara mağazanın kapısı açıldı ve Begüm tüm çirkefliği ile elini koluma attı. "Beni mi istemeye gelecekler ya hu ? Gelsene artık şuraya! Evlenince çok görürsün zaten onun suratını!" diye söylenerek beni mağazanın içine çekelemeye başladı. Ömer ile aşırı duygusal bir ayrılık yaşıyormuş gibi elimi ona doğru uzattığımda sesli bir şekilde gülerek, yüzündeki gülümsemeye tezat tıpkı benim gibi o da bana doğru elini uzattı.

"Elveda!"

Deniz'de diğer koluma girip mağazanın dışında kalan sevgilimden yönümü çevirdiğinde, iç çekerek durmalarını bekledim. Birkaç adım sonra kızlar beni de kendileri ile durdurduklarında mağazaya girdiğimden beri ilk defa etrafa alıcı bir gözle baktım. Hafifçe yere sürünen ayaklarımın üstüne bastım ve derin bir nefes aldım. Karşımda duran abiye kıyafetlerin birkaçının üzerinde ellerimi gezdirdim. O dakikadan sonra kendimi akışa kaptırmam hiç mi hiç zor olmazken, yarım saat içinde dört tane kıyafet denedim, içime en çok sinen, lacivert saten elbiseyi satın aldım. Mağazadan çıktıktan sonra hep birlikte hemen yandaki ayakkabıcıya gittiğimizde ise, elbiseme uygun bir ayakkabı da alarak bir saat içinde giyim işlerini tamamen halletmiş bir şekilde oradan ayrıldık. Devamında evin de birkaç eksiği için bir iki tane markete uğradık ve hep birlikte alışveriş yaptıktan sonra evlere dönmek üzere yola çıktık.

Bol sohbetli, bol gülmeli, bol sesli bir yolculuğun ardından evlerimizin önünde araba durduğunda hepimiz aynı anda kapılara hamle yaptık.

"Bihter,"

Ömer'in seslenişi kapıda olan elimi çekip ona dönmemi sağladı. Kaşlarımı kaldırarak beklentiyle yüzüne baktım. "Hım ?" diye kısık bir cevap verdiğimde gülümsedi.

"Hazır birlikteyken eve de bir baksak mı ?"

Bakışlarını sokağın sonundaki taş eve çevirdiğini görünce iç çekerek omuzlarımı silktim. "Neden olmasın ?" Ömer, teklifini kabul etmemden olsa gerek keyifle arkasına yaslandı ve ben kapıyı kapatır kapatmaz arabayı çalıştırdı. Begüm'e, Ömer ile birlikte eve bakmaya gittiğimize dair bir mesaj atıp telefonu çantama geri attığımda, zaten iki adım uzaklıkta olduğumuz için evin önüne gelmiştik bile.

İkimiz de sözsüz bir uyum ile arabadan sessizce indik. Bakışlarım, önümde yatan iki katlı taş evi merakla incelerken heyecanla iç çektim. Birkaç adımda, pembe begonvillerin dolanmış olduğu bahçe kapısından geçtim. Ev dışından bile öyle güzeldi ki, kendimi evin güzelliğine kaptırmam, evin etrafını dolaşmaya başlarken bulmam hiç de uzun sürmedi. Adım adım gezdiğim, her köşesini büyük bir hayranlıkla turladığım bahçe bile burada yaşamak için insanı ikna edecek türdendi.

"Şu sıraya bizde bir sürü begonvil ekeriz değil mi ?"

İşaret parmağımla gösterdiğim, bahçe kapısının solunda kalan yeşil telleri hevesle gösterdiğimde, Ömer hevesime karşılık kocaman gülümsedi. Bunu kesinlikle yapmalıydık. Zira evimiz Begonvil Sokağı'na yakışır bir ev olmalı, kesinlikle o bütünlüğü bozmamalıydı.

"Ekeriz tabii." Heyecanla kafamda ilk canlanan tüm detayları onunla paylaşmaya devam ettim. "O begonvillerin önüne de bir çardak yaparız," kararsızlıkla duraksadım. "Ya da boşverelim çardağı. Buraya bahçeye uygun bir masa takımı alırız. Üstümüz açık olsun, başımızı her kaldırdığımızda gökyüzünü görelim."

Ömer iç çekerek omzunu yasladığı duvardan ayrıldı. "Benim gökyüzünü görmek için başımı kaldırmama gerek yok. Gözlerine bakınca görüyorum ben zaten gök yüzünü."

Olduğum yerde kalakalırken zorlukla yutkundum. Bunun üstüne ne denir bilemedim. Kelime dağarcığımda tek bir hoş söz kalmamış gibi, yalnızca gülümsedim.

"Bence şu köşeye de," işaret parmağını uzatıp girişin solunda kalan köşeyi işaret etti. "Ufak bir park yapabiliriz ileride. Ufak bir kaydırak, yanına yine ufak bir tahterevalli ve salıncak."

Neyden bahsettiğini anlamamak için saf olmam gerekirdi. Ömer çoklu aile planlamasına kaldığı yerden devam ediyordu. Fakat bu sefer bana ışıl ışıl bakan o gözlerin ışığını ben kırmayacaktım.

"Olur, hatta etrafına da çok büyük olmayacak şekilde çitler çakarız."

O da tıpkı benim gibi hevesle bana katıldı.

"Bu bahçeleri ayıran tellerin boş olan yerlerine de renkli ışıklar dolarız. Ben üst katın balkonundan kablo çekerim, birkaç tane de ampul taktık mı bahçenin aydınlatması da hallolmuş olur."

Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladıktan sonra, deyim yerindeyse eteklerim zil çala çala evin kapısına geldim. Ömer de hemen peşimden gelip anahtarı arkamdan bana uzattı. Kalbim pır pır atarken anahtarı parmaklarının arasından büyük bir dikkatle aldım ve besmele çekerek anahtarı kilide takıp kapıyı açtım. Sağ ayakla eve girdim. Gözlerim merakla evin içinde dolanırken, ilk girişin solunda kalan odaya adımladım. Odanın kapısında durup omzumu kapının çerçevesine yasladım. Oda bomboş olmasına rağmen ferahlığı, ışık alması, büyüklüğü ve daha birçok açıdan salon olarak ilk bakışta kafama oturdu.

"Burası planda salon olarak yapıldı. Ama hangi oda olsun istersen öyle yaparız."

Başımı hızla iki yana sallarken itiraz ettim. "Hayır hayır. Bence kesinlikle salon olmalı." Yaslandığım yerden doğruldum ve salon olarakpk belirlediğimiz odanın karşı çaprazındaki odaya girdim bu sefer. Bu oda da küçük olmamakla birlikte, yine çokça ışık alan bir odaydı ve ayriyeten bahçeye açılan bir balkon kapısına sahipti. "Burası mutfak olmak için yapılmış gibi, yazları da kahvaltılarımızı bahçede yaparız."

İçimdeki dur durak bilmeyen, gittikçe daha da çok bu heyecan rüzgarına kendini kaptıran kelebeklerin kıpırtısı her adımımda artmaya devam etti sanki. Atlaya zıplaya ilerlememek için kendimi zar zor dizginleyerek mutfaktan çıktım. Aynı sıradaki bir sonraki odaya girdim. Diğer odalara göre daha küçük, evin arka cephesine bakan, biraz daha gölgede bir odaydı.

"Burayı küçük bir kütüphane yapmalıyız bence. Duvar tarafına da bir yatak koyarız. Bir misafir gelirse burada ağırlayabiliriz böylelikle."

Fikrimi belirtmeme rağmen hiçbir ses gelmemesine karşın kaşlarımı hafifçe çatarak kapı tarafına döndüm. "Sen beni dinlemiyor musun ?" Bu ara hep yaptığını fark ettiğim gibi yine kapının çerçevesine yaşlanmış, sessizce duruyordu.

"Dinliyorum."

Tek kaşımı kaldırarak bir elimi belime koydum usulca. "Peki. Bir de neden sürekli bir yerlere yaşlandığını öğrenebilir miyim ? Çok yorgunsan daha sonra da gelebilirdik."

Dilini damağına vurarak olumsuz bir ses çıkardı. Bakışlarını usulca yüzümde gezdirirken dudaklarında ufak bir tebessüm peyda oldu. "Artık sana olan sevgimi taşımak dengemi bozuyor da o yüzden." Aldığım cevap beni anında sus pus ederken bir an benim de dengem sarsılır gibi oldu. Eğer bu adam sürekli böyle konuşacaksa bende de denge falan kalmayabilirdi.

İç çekerek bakışlarımı ondan kaçırdım ve o hariç gözlerimi geri kalan yerlerde gezdirdim. Benim için büyük bir çaba gerektirdi fakat başardım. Gözlerim tesadüfen duvardaki saate takıldığında, gördüğüm saat ile dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Tam yarım saattir bahçeye ve diğer üç odaya anca bakabilmiştik.

"Artık gidelim mi ? Hem bir kat daha var zaten. Daha sonra devam ederiz evi gezmeye, olur mu ?"

Ömer başını bir kez eğerek teklifimi sessizce onayladı, geçmem için yaslandığı yerden ayrıldı ve kapının önünden çekildi. Bu haraketine karşılık kısık sesli bir teşekkür mırıldandım ve evden çıktım. Benim ardımdan Ömer'de oyalanmadan çıktı ve kapıyı kilitleyerek anahtarı cebine attı. Hemen sonra arabanın anahtarını da diğer cebinden çıkardı ve arabanın kapılarını açtı. İki adımlık yerdi fakat Ömer'in, benim tek başıma gitmeme karşılık rahat edemeyeceğini bildiğimden sesimi çıkarmadan arabaya bindim.

Çok değil iki dakika içinde evlerimizin önünde araba durduğunda Ömer ile vedalaşarak arabadan indim. Az önce içimde esen rüzgarlar yerini derin bir sükûta bırakmıştı. Bu yüzden büyük gülümsemeler yerine yüzümdeki ufak, huzurlu tebessümle eve girdim. Eve girmemden itibaren zaman hızla aktı. Günlük rutinlerimiz dışında farklı bir şey yaşanmadı.

 

Aradan günler geçti. Su gibi akıp giden zaman cumartesi gününü çabucak getiriverdi. Eve müthiş bir kargaşa hakimdi. Dünden beri uyku ve yemek arası hariç devamlı bir temizlik-yemek ikilisi ile meşgul olduğumuzdan hepimiz yorgunduk. Fakat yüzümüzdeki tebessümler yerli yerinde heyecanla misafirlerimizi beklememize engel değildi bu yorgunluk.

İç çekerek üzerimdeki bordo elbisemin tüllü eteğini düzelttim. Gözlerim bir süredir olduğu gibi yine saatteydi. Karşı evde olmalarına rağmen biraz geç kalmışlardı. En azından bizim konuştuğumuz saate göre.

Nefesimi sesli bir şekilde verip oturduğum koltuktan bir an da kalktım ve lavaboya gittiğime dair birkaç kelime mırıldanıp banyoya girdim. Bakışlarımı lavabonun hemen üstünde asılı duran aynada gezdirirken ellerimi, artık pembeliği azalan yanaklarıma yasladım. Zihnimi istila etmek için fırsat kollayan tüm kötü ihtimalleri itina ile düşünmemeye çalıştım. Derin bir nefes aldım. Her çabamda Ömer'in birkaç gün önceki, içinde bir sıkıntı olduğunu söyleyen sesi kulağımda yankılandı.

Suyu açıp ellerimi ıslattım ve avucumu su ile doldurup yüzüme çarptım. Boşu boşuna evham yapıyordum. Evet, evet öyleydi. Sadece yarım saat geç kaldı diye illa başına bir şeyler gelmiş olacak değildi ya.

"Abla, Nesrin teyzeler evden çıkıyor! Koş!"

Begüm'ün haykırmamak için kendini zor tuttuğu belli olan kısık sesi kulaklarıma dolduğunda derin bir nefes aldım ve aynadaki aksime gülümsedim. Her ne kadar biraz geç kalmış olsalar da geliyorlardı. Herkes iyiydi ve buradaydı. Yüzümü aceleyle havluya silip aynadan şalımı düzelttim ve banyodan çıktım. Eğilip kalktığımdan yine bozulan elbisemi tekrar düzelttim ve çıkar çıkmaz arkamdan beni kapıya doğru iten kuzenim ve kardeşime gülerek bunu yapmamaları için itirazlarımı sıralamaya başladım. Annem de bizim gibi kapının dibine gelirken, babam hala camdan yolu izlemeye devam ediyordu.

Zil sesinin evde yankılandığı vakit, benim de kapıya vardığım anlardaydı. Derin bir nefes alıp üzerimdeki heyecanı atmaya çalışırken derdim biraz olsun kendimi rahatlatabilmekti.

Saniyeler sonra titreyen ellerimle kapı koluna uzanıp kapıyı açtığımda, önce karşımda dikilen karı kocaya ve ekürileri Ece'ye baktım. Hemen sonra heyecanlı bakışlarım arkalarına kaydı. Karşılaştığım boşluk yüzümdeki tebessümü sekteye uğrattı. Fakat ben tebessümümü tamamen yitirmemek adına çabalayarak yutkundum ve Nesrin teyzeye döndüm. Yüzündeki endişe dolu ifadeyi de tam o sırada fark ettim. Korumak için üstün bir çaba sarf ettiğim tebessümüm daha fazla direnemeden yok olurken başımı hafifçe iki yana ancak hareket ettirebildim.

"Bihter, Ömer yok. Yarım saat önce beş dakikaya oradayım, dedi. Ama yok. Telefonuna da ulaşamıyoruz. Ömer gelmedi kızım."

 

-Bölüm Sonu-

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin olur mu ? Ve Allah'a emanet olun

​​​​

Loading...
0%