@uuykusuzvedengesiz
|
Bazen insan öyle hayret edici şeyler yaşıyordu ki, olduğu yerde şaşkınlıkla aralanmış dudaklarıyla bakakalmaktan başka bir şey yapamıyordu. Misal ben, el kadar bir çocuğun yaptığı plan karşısında ne diyeceğimi bilemiyordum. Koskoca adamı at diye karşıma dikmiş, ona sunduğum bahanemi de bir güzel elimden almıştı. Derin bir nefes alarak karşımdaki adama bakarken bu küçük bücür tam daha fazla ne yapabilir ki diye düşünürken güler yüzüyle dudakları araladı. "Sevdiniz mi öğretmenim ?" Hafifçe boğazımı temizleyip tebessüm etmeye çalışarak konuştum. "Yani ben atları severim." diye saçma bir şekilde cevap verirken karşımdaki adamın bana baktığını görünce ekleme gereği duyarak hemen devam ettim. "Dört ayaklı olanları." Yanlış hatırlamıyorsam adı Ömer olan adam kaşlarını kaldırarak başını salladı. Şu an ortam o kadar gergin ve saçma bir durumdaydı ki kim ne diyebilir bilemiyordum. Belki de en mantıklısı vedalaşıp bir an önce bu ortamdan kurtulmaktı. Evet, kesinlikle en mantıklısı buydu. "O zaman yarın görüşürüz." Ece'ye hitaben kurduğum cümleye abisi tarafından cevap aldığımda anlamayarak Ömer'e döndüm. Sanırım kendi içimde ona ismiyle hitap etmemde bir sakınca yoktu. "Görüşürüz." Ömer birkaç saniye duraksadıktan sonra işaret ve baş parmağıyla burun kemerini sıktı. Başını iki yana sallayarak elini havaya kaldırıp bakışlarını yüzüme çevirdi. "Kusura bakmayın lütfen. Çok ani gelişti, bir an gelişine söylemiş bulundum." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak başımı iki yana salladım ve omuzlarımı silktim. "Sorun yok." Ömer başını bir kez eğip kardeşine döndü. "Hadi gidelim bakalım." Ece abisini onaylayıp bana el sallayarak uzaklaşırken kısık bir şekilde Ömer'in sesi kulaklarıma doldu. "Sırtıma binmek ister misiniz Ece Hanım ? Hatta isterseniz bir de yular bağlayalım boynuma, ne dersiniz ?" Artık uzaklaşmış olmalarının verdiği rahatlıkla sesli bir şekilde gülüp başımı iki yana salladım ve çantamı almak için sınıfa girdim. Çantamı alıp üstüme de hırkamı giydikten sonra okuldan çıkış yaptım. Adımlarım artık alışık olduğum otobüs durağına ulaştığında yaşamış olduğum anın komikliğiyle tekrar güldüm. Ufacık çocuk kendi kendine plan yapmış, bir de hiçbirimizin ruhu duymadan gerçekleştirmişti. Dudaklarımdaki gülümseme ufak bir tebessüme evrilirken beni uygun gördüğü abisi geldi aklıma. Ömer. Başımı önüme eğip tebessüm etmeye devam ederken simasının tamamen gözümün önüne gelmesiyle durakladım. Adamı bu kadar detaylı hatırlayacak kadar incelediğimin farkında bile değildim. Her ne kadar göreli anca on dakika olsa bile bu benim için garipti. Çünkü ben oldukça dikkatsiz bir insan olduğumdan bir insanı bu kadar net hatırlayacak şekilde incelemezdim. Yutkunarak başımı otobüsün geleceği yöne çevirdiğimde duruşumu dikleştirerek boğazımı temizledim. Hayır Bihter, çocuk sana öyle bir yakıştırma yaptığı için gayri ihtiyari yaptığın bir harekete sakın anlam yükleme. Bakışlarımın daldığı yol gözüme vuran otobüsün farlarıyla beni kendime getirirken kafamı yarın çocuklarla yapacağımız çalışmalarla yöneltip kafamdaki düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım. Kısa bir süre sonra da başarılı olunca yarın evdeki oyun hamurlarımı okula götürmeyi unutmamak için telefonuma alarm kurarak yolun bitmesini beklemeye başladım. Yaklaşık yirmi dakika sonra eve geldiğimde yorgun argın adımlarımı mutfağa yönelttim. Annem ocağın başında yemeği karıştırıyordu. "Kolay gelsin." Annem sesimi duyunca bana dönüp elini havada salladı. "Hadi koş değiştir üstünü gel." Annemi başımla onaylayıp az önce yorgun argın yol alan ben değilmişim gibi hoplaya zıplaya önce banyoya, sonra da odama gittim. Üstümdekileri çıkarıp pijamalarımı giydikten sonra hevesle mutfağa geçtim. Büyük bir açlıkla yemekleri silip süpürdüğüm bir yemek faslından sonra annemle oturma odasına geçtiğimizde yayıldığım koltukta yan dönerek anneme baktım. "Anne ?" Annem televizyondaki gözlerini bana çevirdiğinde başını iki yana sallamakla yetindi. "Hı ?" Çok önemli bir şey olmadığını belli eder şekilde bende bakışlarımı televizyona çevirip öylesine sorduğumu kanıtlama çabasına girerek konuştum. "Hani teyzemin bir komşusu vardı ya Nesrin teyze," Annem, konu ilgisini çektiğinden olsa gerek bedenini tamamen bana döndürerek televizyonun sesini kıstı. "Ee ?" Önümdeki çaydan bir yudum alıp tekrar sehpaya bıraktım ve bende annem gibi ona döndüm. "Kızı benim öğrencim de, gidip gelirken öyle konuştuk bir iki." Annem başını sallayarak beklentiyle başını salladı. "Ee Bihter ?" diye mırıldanıp elindeki çay bardağını bıraktı ve yakasını çekeleyip sesli bir şekilde nefesini verdi. Her ne kadar ona gülmek istesem de bu kadar beklenti oluşturduğum için kafama yastık yemeyi göze alamadım. "Posta posta söyleyip duruyorsun, söylesene kızım şunu!" Ayaklarımı koltuktan sarkıtıp daha dik bir şekilde oturup dudaklarımı ıslattım. "Nesrin teyze bizim ev aradığımızı biliyormuş. İşte dedi ki, onların mahallede bir ev varmış. Teyzen bilir dedi, hem teyzenle de komşu olursunuz bir bakın isterseniz dedi." Annem kaşlarını hafifçe çatarak telefonunu eline alıp ayağa kalktı. "Dur ben bir teyzenle konuşayım bakayım." Annem sanki çok özel bir mesele hakkında konuşacaklarmış gibi yanımdan kalkıp başka odaya gittiğinde birkaç saniye arkasından baktım. Nefesimi sesli bir şekilde verip bakışlarımı boş odada gezdirdim. Kardeşim kuzeniyle ders çalışmak için teyzeme gittiğinden ev oldukça boş ve sessiz kalmıştı. Ben de canım sıkıldığı için televizyonu kapatmış ve telefonumu alıp odama geçmiştim. Odaya geçtikten sonra biraz telefonda oyalanıp belki de hiç yapmamam gerek bir şey yapmıştım. Sosyal medya hesabımdan kuzenimin takip ettiği kişilere bakmış ve çok kolay bir şekilde Ömer Bey'in hesabını bulmuştum. Parmağım birkaç saniye boyunca kararsızlıkla ekranın karşısında duraksasa bile dediğim gibi, bu yalnızca birkaç saniye sürmüştü. Ömer'in profiline girip sayılı fotoğrafına bakarken hepsini teker teker incelemeye başladım. İlk fotoğrafı belki de daha yirmili yaşlarının başındaydı. Futbol sahasında topluca çekilmiş bir fotoğrafı. Bu fotoğrafta biraz oyalanıp diğerine geçtiğimde bu seferki kucağında iki üç yaşlarında bir çocukla olan fotoğraftı. Fotoğrafı yakınlaştırdığımda çocuğun Ece olduğunu anlayarak gülümsedim. Sıra sıra her fotoğrafı açıp baktıktan sonra esnememle birlikte gözlerim ekranın köşesindeki saate kaydı. Gördüğüm saatle gözlerim irileşirken elimi ağzıma kapattım. Alt tarafı sekiz tane fotoğrafa bakmam yirmi dakika sürmüştü. Acele hareketlerle, bunu değiştirebilirmişim gibi, uygulamadan çıkarken ekranı kapattım ve komodinimin üzerine bıraktım. Yutkunarak bakışlarımı karanlık odada gezdirdiğimde yaptığımın doğru olmadığını kendime hatırlatarak nevresimin altına girdim. Nerede kalmıştı öğretmen veli mesafesi ? ••• Sabah ilginç bir şekilde dünkü gibi yine mutlu uyandığımda bunun farkına vardığım ilk an işaret ve orta parmağımın dışını komodine vurdum. Hemen sonra yatağımda kısa bir süre pinekledim ve alarmı kapatıp ayaklandım. Önce banyodaki işlerimi halledip daha sonra her zamanki gibi mutfağa bir şeyler atıştırmaya geçtim. Sabahları yeni uyanınca pek bir şey yiyemediğimden adam akıllı kahvaltıyı sadece hafta sonları yapabiliyordum. Ayak üstü atıştırmamın ardından odama gidip dolaptan ince, bebe mavisi etek gömlek takımımı alıp giydim ve şalımı yaptım. En son oyun hamurlarımı da alıp evden çıktım. Tam otobüse denk gelmemle birlikte katlanan mutluluğumla çabucak geçen bir yolculuktan sonra okula varmıştım. Okula girip önce Ayça ablaya selam verdim, sonra da çocuklarla yapacağımız etkinlik için hazırlık yapmaya başladım. Benim hazırlıklarımı bitirmeme yakın çocuklar da geldiğinde hepsiyle selamlaşıp derse başlamıştık. Herkes oyun hamurlarıyla bir şeyler yapmaya başladığında bende masaların etrafında dolaşıp ne yaptıklarını soruyor ve beğenimi dile getiriyorum. Hakan elindeki yeşil ince hamurun üzerine bıraktığı kahverengi-kırmızı renklerindeki hamuru bırakıp bana işaret etti. "Nasıl olmuş öğretmenim ?" Gülümseyerek yaptığı şahesere bakarken ne olduğunu anlayamadığım için içimden kendime kızıyordum. "Harika. Peki bu eserin adı ne ?" Sorum üzerine Hakan çok komik bir şey söylemişim gibi gülerek elini havada salladı. "Görmüyor musunuz öğretmenim ? Çiğköfte ya bu!" Kaşlarımı kaldırarak hamura tekrar baktım ve başımı salladım hızla. "Ya! Evet, çiğköfte." Hevesli çıkan sesime karşılık Hakan'ın hâlâ benden bir cevap beklediğini fark ederek tekrar gülümsedim. "Harika olmuş Hakan, bayıldım." Hakan aldığı onayla birlikte beni unutup yaptığını arkadaşlarına da gösterirken ben de çöktüğüm yerden kalktım ve bir diğer öğrencime baktım. "Ah ne kadar güzel olmuş bu, ellerine sağlık Serra." Benim utangaç kızım önüne gelen saçlarını çekingenlikle arkasına atıp tebessüm ederek bana baktı. "Beğendiniz mi gerçekten öğretmenim ?" Başımı hızla sallayarak önündeki mor küçük topları birleştirerek hamurdan yaptığı üzüme baktım. "Evet, çok beğendim. Çok güzel olmuş." Serra başını omzuna eğerek dişlerini alt dudağına bastırarak gülüşünü bastırmaya çalıştı. Onu daha fazla utandırmamak için saçlarını okşadım ve diğer öğrencime geçtim. Evet, sırada küçük çöpçatanım Ece vardı. Oturduğu sandalyenin yanına eğilip önündeki hamura bakarken minik halkaların ne olduğunu anlamaya çalıştım. "Ece, bunlar ne böyle ?" Önündeki sarı halkaları işaret ederek sorduğum soruya karşı başını omzuna doğru eğdi ve anlamazca bana baktı. "Nasıl yani, anlamadınız mı hâlâ ?" Alt dudağımı bükerek başımı umutsuzca iki yana salladığımda önüne döndü fakat açıklamayı ihmal etmedi. "Bunlar yüzük. Nişan yüzükleri." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken yutkundum. Artık sanıyordum ki bu çocuk beni kendine yenge yapmadan durmayacaktı. Alacağım cevaptan korkarak yine de sordum. "Kimin peki bunlar ?" Ece masanın üzerinde duran elimi alıp kendine çekerken yaptığı yüzüğün birini parmağıma geçirdi. Her ne kadar hamurdan olduğu için biraz eğilip bükülse de takmıştı yüzüğü parmağıma. Anne kızın elden gidiyor anne. Ece diğer yüzüğü kenara bırakıp geri kalan hamurun hepsini kabına doldurmaya başladı. Bende parmağımdaki yüzüğü çıkarmak için hareketlendim. Ece gözlerini büyüterek ellerini havaya kaldırdı. "Öğretmenim durun!" Yüksek çıkan sesine karşılık diğer çocukların da bize döndüğünü gördüğümde bir şey olmadığını ve herkesin oyununa devam etmesini söyleyerek derin bir nefes aldım. Tekrar Ece'ye döndüm. "Ama hamurlarını topluyorsun ya, o yüzden çıkaracaktım." Ece gözleri dolu dolu başını iki yana sallayarak iç çekti. Eğer beni bu halleriyle manipüle etmeye çalışıyorsa, çok iyi beceriyordu küçük hanım. "Hayır, bozmayın lütfen. O sizin." Yüzüğün diğerinin kime ait olduğunu sorma gereksinimi duymuyordum bile. Çünkü gayet açık ve seçikti. "Ama bunlarıda kutuya koymazsak kurur." Ece omuzlarını silkerek parmağımdaki hamuru biraz daha ileri iteledi. "Kalsın," Dudakları bükülmüş ve gözlerindeki yaşlar böyle parlarken zaten pekte bir şansım yok gibiydi. Omuzlarım çökerken başımla onu onayladım ve diğerlerinin de yaptıklarına hızlıca bakıp toplamalarını söyledim. Biraz daha etkinlik yaptıktan sonra ben namazı kılmak için sınıftan çıkarken çocuklar da öğle yemeğine oturuyorlardı. Öğlenden sonrası daha da hızlı geçen bugünün sonu elbet güne yakışır şekilde olmalıydı. Çocuklara sevdikleri bir şarkı açıp kenara çekilerek hoplayıp zıplamalarını izlemeye başladım. Ayça abla da benim gibi yorgunlukla yan tarafıma yığılırcasına otururken ikimizinde yüzünde tatlı birer gülümseme asılıydı. Çocuklar kalan belki de son enerjilerini dans ederek atarken çıkış saatin geldiğinin farkına bile Hale'yi almaya gelen annesiyle varmıştım. Onun peşinden diğer veliler de çocuklarını almaya gelirken hâlâ kapatmadığımız için arkada şarkı çalmaya devam ediyordu. Ece Hanım aheste aheste çantasını toplarken yanına vardım dağılan saçlarını arkasına aldım. "Ver bakalım tokanı, saçlarını toplayalım." Ece cebine sıkıştırdığı lastikli tokasını bana uzattığında kalan öğrencilerin de velileri çocuklarını alıp gitmişti. Balık sırtı ördüğüm incecik saçları okşayıp onu aynanın karşısına çekelerken gülümsedim ve bu sefer onay bekleyerek ben ona baktım. "Nasıl olmuş ?" Ece ellerini örülü saçlarında dolaştırdı ve mutlulukla gülümsedi. Beğendiğini gözlerinin içine baktığımda bile anlayabiliyordum fakat yine de cevap vermesini bekledim. "Çok beğendim öğretmenim!" Ece bana dönüp teşekkür ederken bakışları yan tarafa kaydı ve yerinde zıplayarak yönünü değiştirdi ve kapıya koştu. "Abim gelmiş!" Küçük hanımın sözleriyle bakışlarım direkt kapıya döndüğünde bakışları bende olan adamla duruşumu dikleştirdim. Fakat sonra Ece'nin çantasını masada bıraktığını görünce önce çantayı almak için o tarafa geçtim. Çantayı alıp nihayetinde kapıya vardığımda Ece'nin abisinin elini tuttuğunu fark ederek ne ile uğraştığını merakla izledim. Ece birkaç saniyelik bir uğraştan sonra kenara çekilirken Ömer'in parmağında gördüğüm yüzükle aklıma bana taktiği yüzük geldi. İrkilerek hâlâ parmağımda olan yüzüğe baktığımda her ne kadar saklamak istesem de Ömer'e döndüğümde zaten bakışlarının parmağımdaki yüzükte olduğunu görmüştüm. Artık saklamanın bir gereği kalmadığından Ece'nin çantasını yüzüğün durduğu elimle ona uzattım. Bu arada içeride çalan şarkı da değişmiş ve başka bir şarkı çalmaya başlamıştı. İrem Derici-Tektaş... Üst dudağımı dişlerimin arasına aldığımda bir yandan da evrenin bile Ece'ye yardım etmeye başladığını düşünüyordum. Ömer elimdeki çantayı yüzük olan eliyle aldığında mideme giren kramplara anlam veremeyerek hafifçe kaşlarımı çattım. Bakışlarımı ondan itinayla uzak tutma çabam nedendi bilmiyordum. Fakat ona döndüğüm o kısacık anda da kardeşine göz kırptığını görür gibi olmuştum. Tabii, dün gece yirmi dakika boyunca adamın fotoğraflarına bakan sen değilsin sonuçta. İçeriden gelen telefon sesiyle çantama ilerlediğimde annemin aradığını görerek telefonu açtım. Annemle kısa bir görüşmeden sonra rotamın değiştiğini öğrenmiştim. Telefonumu geri çantama koyup giyinerek çıktığımda ikilinin hâlâ gitmeyip kapıda olduğunu görünce hafifçe boğazımı temizledim. "Beni mi beklediniz ?" Eve hevesle olduğu yerde zıpladı ellerini birbirine vurarak beni cevapladı. "Evet, sizi bekledik öğretmenim." Ona gülümseyerek başımı salladım ve çantamı omzuma geçirdim. "Güzel, çünkü bende sizinle geliyorum." Ece nedenini sorgulama gereği durmadan durumu hemen kabullenerek abisini de tuttuğu elinden çekti ve hareket etmeye mecbur bıraktı. Ömer ise sessizliğini koruyarak kardeşine ayak uydurdu. Belki de Nesrin teyze onların mahalleden bir ev baktığımızdan bahsetmişti, bilmiyordum. Ece'nin hoplaya zıplaya gidişi yüzümdeki gülümsemenin büyümesini sağlarken saçma bir şekilde bende onlarla aynı hizada yürümeye başladım ve birlikte okuldan çıktık. Adımlarım onlarla uyumlu bir şekilde devam ederken, bugün diğer günlerin aksine o hep beklediğim otobüs durağını geçtim ve yola devam ettim. Üçümüz birlikte sessiz sakin yürürken yanımdaki adamın arada bana dönen yüzünden bir şeyler söylemek için kıvrandığını görmemek imkânsızdı. Fakat bunu fark etmemiş gibi yapmak işime geldiğinden ben önüme bakıyordum. En sonunda içinde yaşadığı ikilemi yenmiş olacak ki bu sefer bana döndüğünde dudaklarını araladı. "Bu arada bizde tanışamadık, Ömer ben." Başımı onu yeni fark ediyormuş gibi yüzüne çevirdiğimde birkaç saniye yüzüne baktım. Söylediklerini sonradan anladığımı düşündükçe düşen yüzüne karşı bir miktar içim burkulsa da ben bana karşı kurulan planlara pabuç bırakmazdım. "Ben de Bihter." Kısa cevabıma karşılık nefesini sesli bir şekilde verdiğinde boşta sol eliyle saçlarını karıştırdı. "Umarım etrafınızda bir Behlül yoktur." Kısık çıkan sesini belki de ben duymamam için kısık tutmuştu fakat ben duymuştum işte. Yüzümü buruşturarak gözlerine baktım. "Neden böyle bir temennide bulundunuz ? Siz Adnan Bey misiniz ?" Ömer ilk birkaç saniye onu duyduğumu sindirmekle uğraştı, hemen sonrasında da tebessüm etti. "Yok, dedim ya ben Ömer'im diye." dedi ve gözlerini gözlerime çevirip devam etti. "Zaten Behlül ve Bihter pek uyumlu değil gibiler. Bence kesinlikle Bihter ve Ömer daha uyumlu." Kaşlarım 'öyle mi' der gibi havalandığında içime derin bir nefes çektim. Anlaşılan bu bücür ne yapıp edip abisinin aklına bu fikri sokmuştu. Hoş, benim de aklıma sokmadığı pek söylenemezdi ya... Ece aramızda geçen bu saçma diyoloğu neşeli sesiyle bölerken büyük ihtimal abisini düşürdüğü durumdan bir haberdi. "Öğretmenim biliyor musunuz, abim dün akşam sizin fotoğraflarınıza baktı." dedi ve abisinin başını önünden kaldıramadığına aldırmadan elini göğsüne koyarak gururla devam etti. "Hatta ben gösterdim." Ece, abin yine iyi, sen göstermişsin. Ben bizzat kendim baktım yavrum. Ömer, sanırım battı balık yan gider diyerek, başını kaldırıp derin bir nefes aldı. "Merak etmeyin çok bakmadım, sapık değilim yani." Ama ben yirmi dakika baktım. Ben sapık mıyım Ömer ? Yutkunarak dudaklarımı aralamıştım ki aceleyle devam etti. "Zaten bir fotoğrafınıza bakınca ışığınızdan gözlerim kamaştı. Diğerlerine çok bakamadım." Yanaklarımın pembeleştiğine emin bir şekilde bakışlarımı ikiliden çektiğimde yutkundum. Adam hâlâ hem resmi konuşuyordu hem de yürümeyi bırakmış koşuyordu. "Aman aman Ömer Bey, neler söylüyorsunuz ?" Adeta bir Türk filminden fırlamış gibi olan cümlem ağzımdan çıkar çıkmaz daha düzgün bir şey söylemediğim için pişman olacaktım ki Ömer sesli bir şekilde güldü ve yüzüme bir bakış atıp önüne döndü. "Burası Begonvil Sokağı." Kesinlikle halimi gördüğü için konuyu bir anda değiştirmişti, bunu anlayabiliyordum. Fakat iyi ki de değiştirmişti zira o konuşmanın devamında kim bilir daha nasıl saçmalayabilirdim. Sözleriyle birlikte olduğumuz sokağa bakmak yeni aklıma gelirken bakışlarımı etrafa çevirdim. Tam da ismini yansıtacak bir sokaktaydık. Neredeyse önünden geçtiğimiz tüm evlerin önünde bağ şeklinde begonviller vardı. Kimi pembe, kimi şerabi, kimi mor renk ve hatta daha birçok tonda begonvil süslemişti sokağı. Kaşlarımı kaldırarak hayranlıkla etrafı inceledim ve bunu sokağın sonuna yaklaşırken fark ettiğim için bir miktar üzüldüm. Biten begonvil sokağı ile başka bir sokağa girdiğimizde karşıya geçtik ve çok ilerlemeden annemleri görüş açıma girdi. Açık pembe bir evin önünde annem, teyzem ve Nesrin teyze ayakta konuşuyorlardı. Yaklaşık bir dakika içinde onların yanına vardığımızda hepimiz selam verdik. Annem bize gülümsedikten sonra Ece ile konuşmak için eğildi ve birkaç kelime ettikten sonra kısa bir süre duraksayıp tekrar doğruldu. Bakışları parmağımdaki yüzüğü işaret edip dudaklarını araladığında etrafta kum olmasını diledim. Kafamı gömmek için. "Hayırdır kızım, yüzük takmışsın." Benim parmağından hemen sonra bakışları bu sefer aynı yüzüğü taşıyan Ömer'in parmağına takıldığında kaşları hafifçe çatıldı. "Takmışsın-ız." Ece yerinde zıplayarak bilmiş bilmiş güldü ve ikimize birden bakıp sonra anneme döndü. "Onlar değil ki ben taktım ikisine de," Çocuksu bir tınıyla kıkırdayarak başını omzuna eğdi. "Çünkü evlenecek kız ve erkek aynı yüzükten takar." Herkes şokla bize bakarken Ömer ve benim bakışlarımız da kesişmişti. Bir insan bir şeyi kırk defa söylerse gerçek olur sözünü anımsadım. Ece, sen kaçıncıya söylüyordun yavrum ?
-Bölüm Sonu- Lütfen destekleri burada da eksik etmeyeliiiiim :) 🌺
|
0% |