Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: "Kendini Tanımak"

@uuykusuzvedengesiz

Hiç heyecandan ne yapacağınızı bilemediğiniz anlar oldu mu ? Elinizi ayağınıza dolayan, hatta ellerinizi koyacak yer bile bulamamanıza sebep olacak kadar büyük bir heyecandan bahsediyorum. Benim oldu. Ben, bu adamın ne zaman karşısına geçsem, o bahsettiğim müthiş heyecanı yaşıyordum. Gerçi, bu daha ikinci buluşmamızdı. Fakat bendeki bu heyecan, ilk buluşmadakini bile sollardı. Belki de bunun sebebi, bu defa ne ile karşılaşacağımı bildiğimdendi. Evet, kalbimin bu hızla atışı da, sıklaşan nefeslerim de, titrediğinden dolayı masanın altına gizlediğim ellerim de hep bu sebeptendi.

Heyecanlı bakışlarım karşımdaki adamda dolanırken derin bir iç çektim. Yanımda oturan Helin birbirimize olan bakışlarımızı hafifçe öksürerek böldüğünde, bakışlarım mecburen yanımda oturan kuzenime döndü.

"Ben bir lavaboya gideyim."Helin'in kısık sesli mırıldanışına karşılık onu başımla onayladığımda Helin sırıtarak kalktı. Gidene kadar onu gözlerimle takip ettim ve gözden kaybolunca iç çekerek önüme döndüm. Artık baş başaydık ve yine o bilinmezlik hemen yanı başımda, kapıdaydı.

Bakışlarımı bundan başka seçeneğim yokmuş gibi en nihayetinde karşımdaki adama çevirdiğimde, bir an nefesim sekteye uğradı. Boğazımı hafifçe temizleyip tebessüm ettiğimde, ellerim kendine güç alacak bir şey arar gibi önümdeki kahve fincanına sarıldı. Önümüzdeki kahvelerin henüz dumanı üstündeydi. Fakat içimi ısıtan şey o kahveden çok Alper'in bakışları gibiydi. Geldiğimizden beri bilhassa benden uzaklaştırmadığı, beni o müthiş heyecanın kucağına atan bakışları...

"Görüşmeyeli nasılsın ?"

Nefesimi sesli bir şekilde vererek yutkundum. Bir insan evladı birisinden nasıl bu kadar çabuk etkilenebilirdi, anlayamamanın verdiği rahatsızlık aslında büyüktü. Yalnızca bir kez buluşmuş, bir kez böyle karşı karşıya oturmuştuk hepi topu. O buluşmadan sonra neredeyse geçen iki haftanın her günü de mesajlaşmış ve birkaç kez de olsa telefonda konuşmuştuk. Fakat ne o saatlerce süren konuşmalar, ne de sayfalarca süren o mesajlaşmalar onun yanına geldiğimde bocalamama engel olamamıştı işte. Sadece sesini duymak bile heyecandan kalbimin göğsümü sertçe dövmesine sebep olurken, yüz yüze olmak çok daha başka hissettiriyordu.

"İyiyim. Sen nasılsın ?"

Çok yüksek olmayan sesimin titremediğine şükrettim fakat yine de hafifçe boğazımı temizledim. İç çekerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Kahvemden bir yudum aldım. Geldiğimden beri aynı hareketi kaçıncı yapışımdı, sanırım ucunu kaçıracak kadar çoktu. Bu adam karşımdayken, vücudum benden bağımsızmış gibi farklı tepkiler veriyordu.

"Seni gördüm daha iyi oldum."

Verdiği cevaba gülümseyemeden, ve iltifatına teşekkür edemeden, cevabını duyduğum esnada yutmaya çalıştığım kahve boğazımda kaldı. Önce gözlerim irileşti, ardından yutkunamadım ve olduğum yerde öne doğru eğildim. Bir elimi yavaşça boğazımın alt tarafına doğru götürüp vurdum, fakat hiçbir işe yaramadı. Her şey saniyeler içinde gerçekleşti. Alper, git gide daha da kızaran yüzümden olsa gerek bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etti ve hızla sandalyesini geri iterek kalkarak benim olduğum tarafa geldi. Sırtıma birkaç defa hafifçe vurduğunda zorlukla yutkundum, ve kahveyi olması gerektiği gibi yuttum. Derin bir nefes alarak arkama yaslandığımda, gözlerimin nefes alamadığımdan kıpkırmızı olduğuna emindim. Bir süre öylece bekledim.

Nefeslerim o kısa sürede düzene girdi. Ve utanç duygusu yavaşça kendini belli etti. Gözlerimi yumarak bu utanç duygusunu savmaya çalıştım. Biliyordum çok normaldi, bir insanın tıkanması gayet doğaldı. Fakat bunu bilme yine de hissettiğim utanca engel olmuyordu. Normalde de sakinliğimi her zaman koruyamayan biri olmama karşın, sanki onun karşısında bunu hiç yapamıyordum. Çünkü elim ayağıma dolaşıyor, kalbim beni zorluyor ve uzuvlarım sanki bana ait değilmişçesine hareket ediyordu.

Nihayetinde Alper'in sesiyle yumduğum gözlerimi araladığımda, önüme itiklenen su şişesine karşılık tebessüm ettim. Bu sefer suyu uzatan ben değil, oydu. Suya uzanıp aldığımda, bu seferde su içerken tıkanmamayı dileyerek sudan birkaç yudum aldım. İçimdeki heyecanı biraz olsun almasını umarak içtiğim suyu kazasız belasız yuttuktan sonra şişeyi geri masanın üstüne bıraktığımda Alper masanın üzerinden eğilerek gözlerime baktı.

"Daha iyi misin ?"

Başımla onu onaylayıp arkama yaslandığımda o da masaya eğildiğini fark etmiş olacak ki bu defa o boğazını temizleyip geriledi. Dudaklarındaki tebessümle yüzüme baktığında gözlerimi kaçırarak etrafa bakındım. Bakma. Bakma yoksa ne söyleyeceğini kestiremiyorum.

İçimden kendi kendimi tembihlerken sesi yine kulaklarıma doldu.

"Okulunu bitirdikten sonra çalışmamışsın sanırım. Çalışmayı düşünüyor musun ?"

Sonunda bir konunun açılmasıyla biraz olsun rahatlarken tekrar başımla onu onayladım. Benimle ilgili şeyleri merak ediyor oluşu gülümsememe sebep oldu.

"Düşünüyorum tabii ki, ama okul oldukça yorucu bir süreçti. O yüzden kendime biraz izin verdim."

Alper başını aşağı yukarı sallayarak anladığını belli etti.

"Peki, başka bir soru. Buluşma fikrini gerçekten sadece ısrarları dindirmek için mi kabul ettin ?"

İlk buluşmada söylediğim söze ithafen bu soruyu sorduğunu anladığımda utanarak yerimde kıpırdandım. O sözlerin orada kalmayacağını, tekrar karşıma çıkacağını tahmin etmiş olmam gerekirdi. Fakat ne olursa olsun, dürüstlüğümden ödün vermemekte kararlıydım. Ve sebebimi açıkladığım takdirde, onun da bana hak vereceğini düşünüyordum.

"Doğruyu söylemek gerekirse evet. Biliyorsun, bizim toplumumuzda böyle bir algı var. Okul bitince evlenirsin."

Kendi sözlerime gözlerimi devirirken hararetle devam ettim. Bu sefer beni oldukça şikayetçi olduğum bir konudan yakaladığından, kendimi akışa kolayca kaptırdım. Kendimi kaptırınca daha çok rahatladım ve bu, o sessizlikte tavan yapan heyecanımın büyük ölçüde dinmesini sağladı. Sanırım, konuşacak bir konu bulduğumuz sürece iyi idare edebiliyordum.

"Bende en sonunda bunu duymaktan sıkıldım. Yani biriyle evlenmem için beni zorlamazlar. Yine de annem istediği olana kadar azimle çalışan bir kadın olduğundan, en sonunda ısrarla biriyle görüşmemin bana bir şey kaybettirmeyeceğini savunarak beni ikna etti. Ben de eğer beni görüştürmek için ailem uygun gördüyse de güvenilirdir diye düşündüm ve kabul ettim."

Tek seferde düşüncelerimi sıraladıktan sonra gözlerimi gözlerine diktim. Hani o koyu kahve olup beni kendine tekrar tekrar baktıran gözlerine... O gözler şimdi tam da ilgiyle benim gözlerimin içine bakıyor ve dikkatle her hareketimi inceliyordu. Bunu fark ettiğimde bir an irkildim ve konuşurken masaya doğru eğildiğimi gördüm. Doğrularak sırtımı sandalyeye yasladım.

"Bir de sürekli şu, 'o kişi karşına çıktığında anlayacaksın zaten' sözünün doğruluğuna inandığımdan herhalde, nasılsa evleneceğim adamsa eğer anlarım herhalde diye kabul ettim."

Alper birkaç saniye duraksadı ve yutkundu. Bir şey söylemek istiyor fakat kararsızlık yaşıyor gibiydi. Hatta, yüz ifadesinin netliğinden içine düştüğü ikilem açıkça beli oluyordu.

"Anladın mı peki ?"

Kaşlarım hafifçe çatıldığında, anlamadığımdan ilk birkaç saniye saf saf yüzüne baktım.

"Neyi anladım mı ?"

Bu sefer yerinde kıpırdanan o olurken oturuşunu dikleştirdi ve kollarını göğüs hizasında birbirine bağladı. Sırtını sandalyesine yasladı fakat duruşu o kadar eğreti duruyordu ki, bu sorgulayıcı hâli ciddi gözükmesi gereken yerde aksi gibi gözüme sevimli geldi.

"O kişi olup olmadığımı."

Sorusuna karşılık bir an boş bulunup saçma bir 'hee' sesi çıkardıktan sonra yutkunarak ellerimi birbirine bağladım. Bakışları ellerime kaydıktan sonra fazla oyalanmadan tekrar yüzüme çıktı. Şu an vereceğim cevabı alabilmek için ağzımın içine baktığı belliydi ve bu hoşuma gitti. Yine de gerginliğim azalmadı. Oluşan kısa süreli sessizliğin ardından Alper iç çekti ve dudaklarının kenarında ufak bir tebessüm yer edindi. Bununla birlikte kasılan bedenim gevşemeye başladı. O kısa süreli sessizliğimden hemen bir sonuca ulaşmış olabilir miydi ?

"Seni sorguya çekmedim Beyza, rahat ol. Sadece ne hissettiğini merak ettim. Hislerimiz karşılıklı mı bilmek istiyorum. Ben her zaman açık olmaktan yanayım."

Derin bir nefes alıp omuzlarımı silktim.

"Yani, hissettiklerimi adlandırmakta pek iyi değilim ben."

Kısık sesli mırıldanmamdan sonra tekrar bakışlarımızı birleştirdim. Ah, az önce çöken o sakinlik konu bize gelince yine hızla uzaklaşmıştı iyi mi ?

Aslında durum Alper'e söylediğim gibiydi fakat yine de deneyecektim. "Ben, senin yanındayken heyecandan kalbim oldukça hızlı atıyor. Ama bu heyecan seninle konuşmaya başladığımda, sesini duyduğumda yerine sakinliğe bırakmaya başlıyor. Yanındayken hem rahatım hem de rahatsız. Bedenim alışık olmadığım tepkiler veriyor, bu beni her ne kadar korkutsa da bir yandan da bu alışık olmadığım duyguları keşfetmeyi sevdim."

Uzun uzun ciddi bir şekilde tariflerimi sıralamamın ardından bu ciddiyetin beni gerdiğini fark ettim. O yüzden alaya vurmayı tercih ederek, beni bozmayacağından emin olarak devam ettim.

"Ee komutanım, ne oluyormuş bana ? Anlayabildiniz mi ?"

Ona olan hitap şeklimle birlikte gülümsedi ve tek gözünü kapatarak bakışlarını tekrar ellerime çevirdi. Derin bir iç çektikten sonra dudaklarını araladı. Duyduklarının hoşuna gittiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Zira sözlerimden sonra dudaklarındaki tebessümü büyümüş, serpilmiş ve güzel bir gülümseme hâlini almıştı.

"Aklıma bir şey geliyor ama..." İç çekti ve nefesini sesli bir şekilde üfleyerek verdi. "Senin yanındayken bende aynı şeyleri hissettiğimden aklımı değil kalbimi dinliyorum. O yüzden bu seferlik mantığımı bir kenara bırakıp sadece duygularımla cevaplayacağım."

Bedenimi, ikimiz söz konusu olduğunda hiç terk etmeyen heyecanımın yanaklarımı pembeleştirdiğini yanaklarıma yayılan ısıdan anlarken onu başımla onayladım. Beklentim içimi bir kurt gibi yemeye başlamıştı.

"Buna ne diyorlar bilmiyorum. Ama seni gördüğüm andan beri içimde bir ateş yandı, onu çok iyi biliyorum. Etrafına olan tavrın, saçtığın enerji, içi gülen gözlerin ve huzura erebilmem için sadece yanında olmamın bile yettiğini ve şu an tarif edemediğim birçok şeyi, hislerimi göz önünde bulundurarak, ben tamamım diyebiliyorum. Dediğin gibi nasıl bilmiyorum ama o kişinin sen olduğunu anlayabiliyorum."

Sözlerine karşılık iç çektiğimde bu adama tutulduğumu fark ederek tebessüm ettim. Hislerimin karşılığının olduğunu bilmek içimi rahatlattı. Bu rahatlamayla birlikte omuzlarım çöktü ve nefesimi yavaş yavaş verdim. Hislerimizi yeterince açık ifade ettiğimizi düşündüğümden, ve elbet bu heyecanımı daha fazla gözler önüne sermek istemediğimden saçma bir hızla konuyu değiştirdim. Zira daha fazla buna devam edersek yüreğimin kaldırabileceğinden şüpheliydim... Alper de benimle aynı fikirde olmuş olacak ki, veya sadece benim isteğim doğrultusunda, bana ayak uydurdu ve konuyu değiştirmeme ses etmeyerek yeni konuya direkt adapte oldu.

Masanın altında gizlediğim ellerimi en sonunda masanın üzerine çıkardım, ve havadan sudan sohbet ediyormuş gibi sordum. "Ee, işler nasıl ? Dağlar falan çok soğuk oluyor mu ?"

"Ee, işler nasıl ? Dağlar falan çok soğuk oluyor mu ?"

                                              ❦


Etrafta merakla dolanan bakışlarım yanımdaki adamın hafifçe öksürmesiyle ona dönerken, hayranlığımın yüz ifademe yansıdığına emindim. Olduğumuz yer öylesine güzeldi ki, tam olarak kafa dinlemelik diye tabir edilen o yerlerdendi. Yeşil ve mavinin birleştiği, gölün etrafını sarmış bolca ağacın olduğu bir doğal harikanın ortasındaydık.

"Çok beğendin sanırım ?"

Başımı hızla aşağı yukarı salladım ve bakışlarımı diktiğim manzaradan çekmeden, ellerim ile az ilerimizdeki güneşin yansımasını üstünde taşıyan gölü gösterdim.

"Yaşadığım şehirde böyle bir yer olduğunu bilmiyordum bile. Ama bayıldım!"

Gülümseyerek bakışlarını göle çevirdi, onun da keyifli olduğu ses tonundan bile belliydi. Fakat zaten burası öyle güzeldi ki, insan kendini hiçbir çaba harcamadan huzurun kollarına bırakıveriyordu. Alper, bakışlarını gölün üzerinde çok fazla tutmayıp tekrar bana döndüğünde iç çekerek başını sağ omzuna doğru eğdi.

"Belli, geldiğimizden beri tüm ilgin etrafta."

Memnuniyetsizlik dolu ifadesi, sesindeki o keyifli tınıya tamamen zıttı. Bu sebepten tüm bu sahte söylenmelerini kâle almadım ve başımı önüme eğerek onun gibi gülümsemekle yetindim. O böyle konuştukça, ben kanatlanıp uçacakmış gibi hissediyordum ve bu muazzam bir histi. Kısa süre önce kavuştuğum, fakat kolay kolay vazgeçemeyeceğimi artık bildiğim bir his...

"Bundan hoşlanmadım. İlginin bende olmasını tercih ederim."

Kısa bir es vermesinin ardından, küçük bir çocuk gibi tüm ilgiyi üstüne istemesine karşın başımı iki yana salladım. Böyle anlarda kendimi onun bir asker olduğuna inandırmam çok daha zor oluyordu. Çünkü, her ne kadar henüz gerçeğini görmek nasip olmamış olsa bile, her seferinde gözümün önüne o üniformalı fotoğrafı geliyordu ve ben istemsizce gülmek istiyordum.

Başımı kaldırıp bakışlarımı yüzüne çevirirken yavaş yavaş ilerleyen adımlarım duraksadı. Benimle birlikte o da durdu ve bedenini bana doğru çevirdi. Büyük ihtimal neden durduğumu anlamamıştı. Beklenti dolu bakışlarını yüzümde gezdirdi. Ben kendi içimde iki kelimeyi bir araya getirmeye çalışırken, o bu birkaç saniyede bir şeylere karar vermiş olacak ki yutkundu ve dudaklarını araladı.

"Sanırım, neden durduğumuzla ilgili bir şeyler soracaktım ama, şu an aklımda ondan çok daha önemli bir soru belirdi."

Tüm cümlelerimi yutup başımı iki yana salladım. Doğrusu, o bana böyle bakarken zaten bende o kurmaya çalıştığım cümleleri toparlamayı başaramamıştım. Zira bakışları öyle dikkatle yüzümde dolanıyordu ki, an geliyordu tek düşüncem yüzümde bir şeyin olup olmadığını merak etmek oluyordu.

Boğazımı temizledim, kendime gelme çabam nihayet bir nebze olsun sonuç verdi ve doğru soruyu sorabildim.

"Neymiş o ?"

"Beyza,"

İç çekti, birkaç kez dudaklarını aralayıp tekrar birbirine bastırdı. O, genelde konuşurken gayet kendinden emin olurdu. Fakat bu sefer, o da aklındaki dile getirmekte zorlanıyor gibi gözüküyordu. Bu yüzden içimdeki merak iyice beni talan etti. Sessiz kalarak beklentiyle yüzüne bakmaya devam ettim.

"Hı ?"

Dudaklarındaki hoş tebessümü safça verdiğim tepkiyle git gide büyüdü ve beni de beraberinde bir trans hâline soktu sanki. Acaba ben anlamadan, psikolojimi etkileyecek şeyler yapıyor olabilir miydi ? Nihayetinde bir askerdi, ve psikoloji konusunda benden çok daha fazla şey bildiğine emindim. Ve bu kapılmışlığın, başka ne gibi bir sebebi olabilirdi bilemiyordum.

"Benimle evlenir misin ?"

Saniyeler önce girdiğim o trans hâlinden, Alper'in sorusuyla irkilerek çıktım ve gerçek hayata hızlı bir dönüş yaptım. Ne sormuştu o öyle ? Onunla evlenip evlenemeyeceğimi mi sormuştu ? Yoksa ben gerçekten bir hayal alemine mi sıkışıp kalmıştım ? Bu yaşadığım an, ne kadar gerçek, ne kadar hayal olabilirdi ? Bu adam kafayı mı yemişti ? Daha tanışalı iki ay olmuştu. Bir insanla evlenmek için iki ayı yeterli mi görmüştü gerçekten ?

"Ne ?"

Dudaklarımın arasından yalnızca bu soru ifadesi çıktığında, Alper geldiğimiz yönde, ileride oturan ailelerimize bir bakış atıp tekrar bana döndü.

"Çok mu ani oldu ?"

Elini ensesine atarak birkaç saniye öylece durdu. Sanıyordum ki kendi içinde bir değerlendirme yapıyordu. Sonra yüz ifadesindeki o bocalama kayboldu ve yüz ifadesini ustaca toparlayarak az önceki normal ifadesine geri döndü.

"Haklısın. Hiç sormadım farz edelim o zaman. Boşver."

Yüz ifadesini toplamıştı ama, sesindeki o kırıklığı gizleyememişti. Bunu anlar anlamaz, kalbimde bir sancı hissettim. Kalbim, onunkine eş gibi kırılırken, iç çekerek bu sefer cesur davranmaya karar verdim. O, bu kırıklığı hak etmiyordu. Ve ben de. Fakat bu, evlilik için daha erken olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu.

"Alper, hemen evlenme gibi bir planım yok ama, eğer birisiyle evleneceksem de, o adam sen olursun."

Cümlelerimi bitirir bitirmez, etrafta dolaştırdığı gözleri beni buldu. Yüzündeki o bocalama geri geldi, ve ardından o mükemmel gülümseme tekrar dudaklarını istila etti. Omuzları yaşadığı rahatlamayla birlikte çökerken, ensesindeki elini indirdi.

"Sen nasıl istersen, ben beklerim."

Onun kırıklığını hızla onarmanın verdiği keyifle bende sırıtarak bakışlarımı kaçırdım. İstemediğim şeyleri yapmayacağına dair en ufak bir şüphem olmadığından, verdiğim sözün mutluluğunun beni kuşatmasına izin verdim. Ben, anlamıştım. Hayatımın geri kalanında bana eş olacak olan adamın Alper olduğunu anlamıştım. Ve onun da anladığından böyle bir teklifle geldiğini bildiğimden, bu sözü vermekte bir sakınca görmemiştim. Ben, bu adamla mutluydum ve emindim ki daha çok mutlu olacaktım.

                                              ❦

Gözlerimi kapattığım an önümde beliren karanlık değil bir çift koyu kahve gözdü bir süredir. Sürekli konuştuğumuz için kulaklarımda sürekli sesi vardı. Sürekli görüntülü konuştuğumuzdan gözümün önünde sureti vardı. Ve sürekli ben ne yaparsam acaba o ne yapıyor diye düşünmekten ara ara daldığımın bile irkilerek ben farkına varıyordum bu ara. Ve şimdiden, belki de bunların getirisi, hayatı iki kişilik yaşıyormuşum hissi beni çepeçevre sarmaya başlamıştı.

İlk tanıştığımız günün dönüşünde anneme, annemi şaşırtacak bir cevap vermiş ve iyi geçtiğini, olabileceğini söylemiştim. İkinci görüşmedeyse her şey biraz daha netletmişti kafamda. Zaten kartları birbirimize açık oynadığımızdan, her şey içime daha çok siniyordu. Sadece biraz daha vakit geçirerek tam olarak emin olmak istiyordum. Bir evliliği sürdürebileceğimize karşın kafamda tek bir şüphe kalmasın istiyordum. Üçüncü görüşmeyse, ailelerimizin de kaynaşması için birlikte pikniğe gittiğimiz, ve benim ani bir evlenme teklifi aldığım andı. O günde söylediğim gibi, ben hâlâ biraz daha vakit geçsin istiyordum. Fakat duyduklarıma göre, karşı taraf benimle pek de aynı fikirde değildi. Zira o teklifin üzerinden geçen zamanlarda yaptığımız konuşmalardan birinde, 'Tanışalı da baya oldu, geriye dönüp bakınca tam iki ay geçmiş.' deme gafletinde bulunmuştum. O an bunu öylesine söylemiş, açıkçası çok da üstünde durmamıştım. Fakat Alper tüm umutlarını bu cümleye bağlamış gibi hızla annesine haber vermiş, Alper'in annesinin annemi aramasına ve ne zaman yüzük takmak için gelebileceklerini sormasına sebep olmuştu. Bense bunun için biraz daha beklemek istediğimi söyleyip biraz daha vakit geçmesini istediğimi söylemiştim.

Eve geldikten kısa bir süre sonra Alper'in annesi, annemi aramış ve ne zaman yüzük takmak için gelebileceklerini sormuştu. Bense bunun için biraz(!) erken olduğunu söyleyip biraz vakit geçmesini istediğimi söylemiştim.

Şuanda da, annemle birlikte yemek yapıyorduk. Ailecek bizi ziyarete gelecekleri için...

Annem ve Alper'in annesi Ayla teyze konuşmuş, annem zar zor yüzük takmak için erken olduğuna Ayla teyzeyi ikna edebilmişti. Fakat yine ailelerin tam manasıyla tanışması için bir görüşme ayarlanmasından vazgeçirememişti.

Her şey o kadar çabuk olmaya başlamıştı ki, ben bir an durup tekrar düşünmeye fırsat bulamaz hâle gelmiştim. Fakat içimdeki hisler pişman olmayacağımı fısıldıyordu, ve bende bunun için dua ederek akışa ayak uyduruyordum.

Ben elimdeki masa örtüsünü masaya örterken salonun kapısında beliren babam bana memnuniyetsiz bir bakış atarak söylene söylene salona girdi. Zira her şeyin hızlı ilerlediğini iddia edenlerin başını kendisi çekiyordu. Ve bu durumdan doğan memnuniyetsizliğini dışa yansıtmakta kesinlikle geri durmuyordu.

"Ne bu şimdi ? Yangından mal mı kaçırıyorlar ? Ne gerek var yani bu kadar aceleye ?"

Ben sessiz kalma hakkımı kullanarak işime devam etmeye çalışırken, annem de babamın peşinden salona geldi ve babama cevap verdi.

"Daha kaç kere söylemem gerek Ferdi ? Çocuk göreve gidecekmiş."

Babam oturduğu koltuğa iyice yayıldı ve burun kıvırarak kumandaya uzanıp televizyonu açtı. Her ne kadar izliyor gibi gözükse de, ikide bir gözü daldığından yaptığım işi bir kenara bırakıp usulca babamın yanına kıvrıldım. Babam gelişimi sessiz bir şekilde kabullendi ve direkt beni kolunun altına aldı. İşte bunu çok seviyordum. Her daim, her gelişimde geri çevrilmeyeceğimi bilmek çok çok güzeldi. İç çekerek bir elimi babamın beline atıp diğer elimi de göğsüne koydum.

"İyi misin babacığım, biraz dalgın gibi duruyorsun ?"

Babam, tahminimi doğru çıkaracak nitelikte sözlerimle irkildi ve saniyeler içinde gözlerini daldığı yerden çekip bana çevirdi. Düşünceli ifadesi, oldukça ciddi bir şeyler söyleyeceğini düşündürüyordu.

"Acaba iç güveyisi mi alsak ?"

Ben babamın sorusuyla olduğum yerde kalırken annem babamın sorusundan habersiz taşıdığı tabakları masaya bırakıp bize yan bir bakış atarak alayla söylendi.

"Neyse, sen gidince kocam bana kalır bari. Adama sarılmaya bana da sıra gelir belki böylelikle. "

Annemin sözlerinden sonra babamla göz göze geldiğimizde ben gülmemek için kendimi sıkarken babam gayet rahat bir ifadeyle anneme döndü. Yüz ifadesinden anneme zıt bir şey söyleyeceği belliydi.

"Bende tam diyordum ki, benim kızım gitmesin, biz damadı yanımıza alalım."

Annem şokla babama döndüğünde film izler gibi önümdeki ikiliyi izlemeye başladım. Birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından annem sesini biraz yükselterek babamın fikrini değiştirebileceğini düşüyor olacak ki, bu yönteme başvurarak konuştu.

"Saçmalama Ferdi, sen benim babamın evine mi yerleştin de damadından isteyeceksin ?"

Babam annemin sorusuna karşı bir süre sessiz kalsa da sonradan söyleyecek bir şey bulamamış olacak ki cevap vermekten vazgeçip yine burun kıvırarak televizyona döndü. Bende kalan eksiklikleri tamamlamak için babamın yamacından ayrıldım ve annemin peşine takıldım.

Annemin peşine takılmamın ardından annemle birlikte önce yemekleri tamamen hâllettik. Günlük temizliğimizi yaptık. İkramlarımızı hazırladık. Velhasıl işlerimizin hepsini el birliği ile yaklaşık iki saatte bitirdik. Ev ahalisi kendi hâlinde misafirlerimizi beklerken dört bir yana dağılırken, herkes kendine meşgaleleler bulma derdindeydi. Çünkü hepimiz, üzerimizdeki stresi bir şekilde dağıtmaya çalışıyorduk. Bu sebepten annem son rötuşları yapmak için mutfakta vakit geçirirken, babam ve kardeşim salonda televizyon izliyor, ben ise nasıl gözüktüğüme aynada son bir kez göz atıyordum.

Asker yeşili uzun elbisemin eteklerini ellerimle düzeltip aynada kendimi görebileceğim kadar görmeye çalıştım. Hiçbir sorun gözükmüyordu. Elbisemde bir sorun olmadığına kanaat getirdikten sonra bu sefer başıma taktığım siyah şalıma odaklandım. Gözükmemesi gereken yerlerin kapalı olduğuna da emin olduktan sonra tam aynanın karşısından çekiliyorum ki çalan kapıyla birlikte heyecanla hareketlendim ve odamdan çıkıp giriş kısmına geldim. Sanki kapının ardından beni göreceklermiş gibi bir kez de girişteki aynadan üstüme başıma son bir kez göz attıktan sonra elimi kapının kulpuna uzatıp kapıdan beni izleyen annem ve babama döndüm. Heyecanla dudaklarımı hareket ettirerek anneme "Açayım mı ?" diye sorduktan sonra annemin göz devirerek "Açsana kızım insanları kapıda diktin!" diye azarlamasıyla kulpa asıldım. Ben kapıyı açarken annem bir taraftan hızlı hızlı konuşarak babamı uyarıyor ve bir pot kırmaması için onu ikna etmeye çalışıyordu.

"Ferdi, sakın durduk yere çocuğa ters bir şey söyleme!"

"Bakarız."

Babam ağzının içinde annemi cevaplarken yüzüne babacan bir tebessüm yerleştirdi. Elleri iki yanında sallanıyordu fakat sık aralıklarla ellerini yumruk yapıp tekrar açıyordu. Ve babam bu hareketi stresli olduğunda farkında olmadan yapardı.

Kapıyı açar açmaz ben de yüzüme sahici bir tebessüm kondurup misafirlerimizi içeriye buyur ederken, herkes birbiriyle selamlaşarak bir yandan salona geçmeye başladı. Alper en son kaldığından, o girene kadar annem ve babam da misafirlerin arkasından içeriye girdiğinden, koridordaki kişi sayısı oldukça azaldı. Fakat biz, hâlâ yalnız değildik. Zira kapıda dikilip Alper'e ve bana dik dik bakan kardeşim bizi yalnız bırakmamaya yemin etmiş gibi olduğu yerden ayrılmıyordu. Gözlerimle Tuğrul'a içeriyi işaret ederek sessiz bir komut verirken, üstüne bir de hafifçe boğazımı temizledim. Fakat kardeşim, söylemek istediğim şeyi anladığı hâlde omuzlarını silkti ve hâlâ bize bakmaya devam etti. En sonunda onu boş verip gözlerimi devirdim ve kendi hâline bırakmaya karar vererek Alper'e döndüm.

"Hoş geldiniz. "

Yüzünden o eksik etmediği gülümsemesi yine güzel yüzünü süslerken bakışlarını yüzümde çok tutmadan cevap verdi.

"Hoş bulduk." 

Alper eğilip ayakkabılarını çıkardıktan sonra tekrar doğrulduğunda, sağ elindeki pembe şakayıkları bana uzatırken sol eliyle de ensesini ovdu.

"Bunlar senin için."

Ben heyecanla çiçekleri kucaklayıp kısık bir teşekkür mırıldanarak çiçekleri suya koyacağımı söyleyince Alper de daha fazla oyalanmadı ve gülümseyerek içeriye geçti. Gözlerim Alper'in salona geçmesine rağmen hâlâ daha kapının önünden bana bakan kardeşime takıldığında başımı iki yana sallayarak konuştum.

"Ne var ?"

Tuğrul gözlerini kısıp bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibi bana bakmaya devam etti. Fakat beni cevaplamayı da ihmal etmedi.

"Anlamaya çalışıyorum."

Kaşlarımı çatıp bu sefer ben anlamaya çalışır gibi baktım. Neyden bahsediyordu ?

"Neyi anlamaya çalışıyorsun ?"

Tuğrul söylediği şeyden hoşlanmadığı açık bir şekilde yüzünü buruşturarak ters ters cevap verdi.

"Kaç zamandır ağzın kulaklarında gezmene sebep olan lavuk bu mu ?"

Söylediğiyle yanından geçerken koluna bir tane vurup öyle geçtim.

"Lavuk demesene adama! Düzgün konuş."

Kardeşim şaşkın bir şekilde bir 'hah' sesi çıkarıp söylene söylene de olsa sonunda içeriye girdi. Bense aldığım ilk çiçekleri özenle cam vazoya yerleştirip içerideki masaya bıraktım ve ortada dönen muhabbeti bilmek istemediğim için sessizce kapının yanına koyduğumuz sandalyeye oturdum. Büyükler zaten ortak tanıdıkları olduğundan, uzaktan da olsa tanıştıkları için kolayca ortak paydalarda buluşmuş ve kendi aralarında sohbete başlamışlardı bile. Biz ise Alper'le arada bir göz göze geliyor, gerektiği yerde sohbete ortak oluyorduk. Biraz sonra Ayla teyze yüzündeki hoş gülümsemesiyle bana döndüğünde bende tebessümle karşılık verdim.

"Sen nasılsın Beyza kızım ?"

Oturduğum yerde sırtımı dikleştirip tüm nezaketimi kullanarak cevap vermeye çalıştım. "İyiyim Ayla teyzeciğim. Siz nasılsınız ?"

Ayla teyze Alper'e yandan bir bakış atıp tekrar gülerek bana döndü. "İyiyiz çok şükür kızım."diye bana cevap verip Alper'i kolundan dürttü.

"Ay vallahi turnayı gözünden vurdun oğlum!"

Alper bana bir bakış atıp annesini onaylayan birkaç kelime söyleyip sustuğunda babamın gözlerinin Alper'in üstünde olduğunu fark ettim. Koskoca adam sırf babam var diye birkaç kelimeyi zor edebilmişti.

Büyükler sohbet ederken ben annemle hazırladığımız ikramları servis etmek için bir ara kalktım, ikramları çayla servis ettiğim için kalkmalarına yakın da kahve yapıp kahveleri dağıttım. Alper'in babası Ahmet amca kahvesini de içince fincanı orta sehpaya bırakıp arkasına yaslandı.

"Ee, Ferdi beyciğim, kahveleri de içtiğimize göre sadede gelelim."

Babam bu girişi bir yerden tanıyor olacak ki irileşen gözlerini hızla anneme çevirdi. Annem hiçbir şeyden haberi olmadığını belli etmek için başını iki yana salladığında babam sıkıntıyla Ahmet amcaya döndü.

"Hani sadece tanışacaktık ?"

Ahmet amca babamın tepkisine gülerken ben ne sorgu dolu bakışlarımı Alper'e çevirdim. Alper boynundaki kravatını biraz gevşetmenin derdine düştüğü sırada benim ona olan bakışlarımı fark etti ve başını iki yana sallayarak beni sessiz bir şekilde cevapladı.

Ahmet amca kısa bir vakitten sonra nihayet gülüşünü durdurabildiğinde, elini havada bir kez salladı ve sehpadaki suyuna uzanıp suyunu aldı.

"Tamam tamam. Sadece şansımı denedim."

Alper'in kime çektiği ortadaydı.

Ayla teyze bir an heveslenmiş olacak ki bir 'tüh' sesi çıkardı, sonra da geri sessizliğe gömüldü. Annem tepkisizce odadakileri izlerken, Tuğrul Alper'in üstüne atlamaya fırsat kollar gibiydi. Ben ise utançtan yerin dibinde girmek üzereydim.

Babam hiç gülmediği bu şaka sonrasında Ahmet amcanın 'İstemeye ne zaman gelelim ?' sorularını elinden geldiğince geçiştirmeye çalıştı, fakat en sonunda isteme ve nişan için haftaya cumartesi günü belirlendi. Düğün tarihi henüz belli değildi fakat biz de dahil herkes ilişkinin resmiyete taşınmasında hemfikir olduğundan, yüzük takmak için artık çok da erken gelmiyordu. En sonunda Alper ve ailesi gitmek için ayaklandığında önden büyükler çıktı. Onlar kapı önünde bu seferde bir veda konuşması yaparken, ben Alper'in ne ara bana bu kadar yaklaştığını fark edemediğimden dip dibe bir hâlde kulağıma doğru eğilmesine izin vermiş bulundum.

"Dört tane." 

Ben neyin dört tane olduğunu anlayamadan ona bakarken, o anlamadığımı fark etti ve gülümsedi. Ben onun gülüşüne takılı kalıp iç çekerek onu izlerken ise ayakkabılarını giydi ve kapının önüne çıktı.

Ve tam o sırada neyin dört tane olabileceği aklıma geldi. İlk buluşmamızda konuştuklarımız aklıma üşüştü ve neyden bahsettiğine emin oldum. Dört tane çocuk...

Demek istediği şeyi anladığımda yanaklarım pembeleşti. Bakışlarımı ondan çektiğimdeyse kastettiği şeyin ne olduğunu anladığımı anladı ve gülümsemesini büyüterek ailesinin yanına adımladı.

Dört çocuk... 

Yok artık. 

                                             •••••

Loading...
0%