@uuykusuzvedengesiz
|
Bir kum saatinin içinde, hep bir yerlere yetişmeye çalışan ufak kum tanelerinden rastgele birine benzetiyordum kendimi. Durmadan, sürekli bir yarış hâlinde, süratle ilerliyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bitirmeye yaklaşıyordum bu yolculuğu. Elimdeki kum saatini çevirip çalışma masamın üzerine bırakarak dikkatimi hızla akan kum tanelerine çevirdim yine. Birini göz hapsine alıp alta geçene kadar takip etmem imkânsız olduğundan bu sefer de alta çevirdim bakışlarımı. Kum tanelerinin her biri bir diğerini iterek alta geçmek için mücadele veriyor ve alta geçtiği gibi yerini alıyordu. Zaman su misali geçiyordu. Kendimi sorgulamam, düşünmem için bana olanak sağlıyor, verdiğim kararların ciddiyetini daha da iyi anlamamı ve bu kararların getirilerini daha rahat görmemi kolaylaştırıyordu. Alper göreve gideli tam dokuz gün olmuştu. Bu dokuz gün içinde attığım mesajların sadece birisine dönüş yapmış, onda da iyi olduğunu söylediği birkaç kelime ancak yazmıştı. Fakat o mesajın üstünden bile dört gün geçmişti. Tam dört gündür ondan haber alamıyordum. Nasıl, nerede, ne hâlde bilmiyordum. Aç mı tok mu bilmiyordum. Hayatta mı bilmiyordum. Sanki dört gündür yaşadığımız evrenler farklıydı. Dile kısa, kalbime uzun gelen bu vakit içinde sanki içimde binlerce kurtçuk oluşmuş, içimi kemirip durmuştu. Fakat insanoğlu, buna da alışmıştım. Mesela artık diken üstünde de olsa günlük haberleri izlemeye başlamıştım. Alper’in göreve gitmesinin ardından haber izlemeye karşı mesafeli bir tavır sergiliyordum çünkü istemsiz. Sonra, artık doyurabiliyordum karnımı. Yine yerken onun da yiyebiliyor olup olmadığını düşünüyordum her defasında ama yiyebiliyordum işte. Ayrıca isteme için belirlediğimiz gün de gelmiş geçmiş, kimse bu konuda tek bir kelime bile etmemişti. İki aile arasında sessiz bir anlaşma sağlanmış gibiydi. Ve bugün de, yine her gün olduğu gibi bir günün daha sonuna geldiğimizi belli eden sessizlik evin üzerine çökmüş, karanlık da bir örtü gibi serilerek sarmıştı her yanı. İç çekerek yatağımda yan dönerken izlediğim son iki dakikadan bir şey anlamadığım için videoyu geri sardım. Vakit geçirmek için yatağımın üstünde, uzanır vaziyette telefonumdan komik videolar izleyerek hem moralimi yüksek tutmaya hem de uykumun gelmesini sağlamaya çalışıyordum. Videonun aynı kısımlarını tekrar oynatmaya başladığımda yine aynı şeyin olmaması için telefona odaklanmaya çalıştım. Fakat devamını izlemek bir türlü mümkün değilmiş gibi, bu sefer de dışarıdan gelen tıkırtı seslerini duyduğum için videoyu durdurdum ve telefonumu komodinimin üzerine bıraktım. Derin bir nefes alarak biraz bekledim. İlk başta kedi olduğunu düşündüğümden kalkmaya yeltenmediysem bile, ses tekrarlandığında sesin cama atılan bir taşın sesi olduğunu fark ederek yattığım yerden doğruldum. Kaşlarım belirsizlikle çatılırken sağ elimi hızlanmaya başlayan kalbimin üzerine koydum. Usul usul pencereye yaklaşıp perdeyi araladığımda gözlerimi kısarak aşağıyı görmeye çalıştım. “Bu ne şimdi gece gece ?” Kısık sesli mırıldanmam sessiz odamda kaybolurken git gide daha da hızlanan nabzımı yavaşlatmaya çalışarak iç çektim. Karanlıktan hiçbir şey belli olmuyordu. Bu yüzden yutkunarak sesi yanlış anladığıma kendimi ikna edip perdeyi kapattım ve yatağıma geri dönmek için cama baka baka zaten cama yakın olan yatağıma geçtim. Tam yatağıma geri dönüp yerime geçecektim ki, bu sefer atılan taşı aralı kalan perdeden gayet net gördüm. Az önce duyduğum ses tekrar yankılanırken, taş camdan sekip yere düştü. Hızlı hareketlerle yatağıma yasladığım bacağımı çekip aceleci bir şekilde yatağımın üstünden tülbentimi başıma attım. İyice hızlanan kalp atışlarım vücudumdaki adrenalin oranını yükseltip gecenin bir saati bana eğlence çıkarırken uzanıp camı açtım. Evin bu odası arka tarafta kaldığı için uzaktan yansıyan sokak lambası yolu çok az aydınlatıyordu. Bu yüzden aşağıyı daha iyi görmek için pencerenin çerçevesine yaslandım ve sarkabildiğim kadar camdan sarktım. Camdan sarkmamla alnıma gelen taş acıyla inleyerek geri çekilmeme sebep olurken gözlerim hissettiğim sızıyla kapandı. Bir elim alnımın acıyan yerine gitti ve orayı sıvazladı. “Beyza ? Sana mı geldi ? Çok mu acıdı ?!” Benim inlememin ardından tıkırtılar çoğalırken saniyeler içinde duyduğum sesi nihayet algıladım ve şaşkınlıkla ileri atıldım. Hatta öyle ki, alnımın acısını falan da unuttum. Kalbim çılgınca bir hızla atmaya devam ederken heyecanla tekrar camdan sarktım. Gördüğüm çehre, dudaklarımın iki yandan çekiliyormuş gibi kocaman gülümsememe sebep olurken yutkunamadım. “Alper!” Heyecanla ismini mırıldanırken onu böyle sağlam görmek derince iç çekmeme sebep oldu. Kavurucu bir yaz sıcağında, içime soğuk sular serpilmiş kadar rahatladım. Omuzlarım onu karşımda görmenin rahatlığıyla çökerken, içimden onu sağ salim bana gösterdiği için Allah’a şükürler ettim. Alper sesimdeki heyecanı fark etmiş olacak ki benim gibi kocaman gülümsedi ve biraz daha geri çekildi. Sokak lambasının ışığı şimdi yüzünü daha iyi aydınlatıyordu. “Beyza ?” İsmimi tekrar ağzından duyduğumda alık alık ‘Hıı ?’ diye mırıldanmamak için kendimi zor tutarken biraz olsun kendime gelebilmek için hafifçe boğazımı temizledim ve biraz olsun duruşumu dikleştirdim. Görünüşte bir sıkıntı olmamasının yanında gerek mesafe, gerekse ışık faktöründen dolayı net bir kanıya varamadığımdan merakla konuştum. “Şükür geldin! İyisin değil mi ?” Alper başını önüne eğip gülümsedikten sonra tekrar bana baktı ve gülümsemesini bana da sunarak başını aşağı yukarı salladı. “Seni görüp kötü kalma ihtimalim var mı hiç ?” Ben aldığım iltifatın emarelerini pembeleşen yanaklarımda taşırken yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ne yapsam bunu engelleyemiyordum. Normal şartlarda bunu çok önemsemezdim belki ama karşımdaki oydu. Fakat neyseki, etrafın karanlığı yanaklarımın kızarıklığını da örtüyordu. “Ayla teyze sen gelince söyleyecekti bana ? Bir şey demedi ama unuttu mu acaba ?” Konuyu değiştirme çabam işe yaramış olacak ki Alper gözlerini etrafta gezdirip biraz bekledikten sonra az önceye nazaran daha kısık bir sesle cevap verdi. “Yok. Onların daha haberi yok geldiğimden. İlk senin yanına geldim. Sürpriz yapmak istedim.” Sağ elimi yine ve yine kalbimin üzerine götürürken derince iç çektim. Artık emindim, bu adamın benim canıma kastı vardı! Zira böylesi bir ilgi, böylesi bir heyecan yaşatmak yalnızca mutlu etmek için olamazdı... Ben ne diyeceğimi bilemeden öylece yüzüne bakarken, Alper neyseki utandığımı anladı ve üstüme gelmek yerine konuyu kapattı. Aradan geçen sessiz birkaç saniyenin ardından minnetle ona minik bir gülümseme verdim. Gecenin karanlığına eşlik eden sessizliğimiz git gide uzamaya başladığında Alper hafifçe boğazını temizlediği ve tam konuşmaya niyetlendiği vakit odamın kapısı tıklatılmadan açıldı. İrileşen gözlerimle hızla cama arkamı dönüp kimin geldiğine bakarken babam odamın ışığını açıp karanlık odamı aydınlattı. Anlamsızca bakışları önce odamda dolaştı, hemen sonra o bakışlar beni buldu. Boğazımı temizleyip sadece saçma bir tebessüm ettiğimde iç çektim. Elimden dahası gelmedi ve ben öylece durdum. “Kapını tıklattım ama duymadın galiba. Ne yapıyorsun kızım bu karanlıkta camda ?” İlk birkaç saniye mel mel babamın suratına baktıktan sonra elimin tekini pencerenin çerçevesinden çektim ve havada salladım. “Hiç. Hava alıyordum öyle.” Sunduğum sebep babama saçma gelmiş olacak ki tek kaşını kaldırarak, yüzü buruşmuş bir ifadeyle konuştu. “Bu saatte mi ?” Başımla onu onayladığımda çok üstünde durmayarak başını salladı. Derin bir nefes alarak hissettiğim rahatlamayla gülümsediğimde babam göremeyecek olsa bile Tuğrul’un yandaki odasının olduğu yöne bakıp işaret parmağıyla o tarafı gösterdi. “Dışardan tıkırtılar duymuş da Tuğrul, sana da bir sorayım dedim.” Tekrar başımı sallayıp babamı onaylarken pencerenin çerçevesinde duran elimi camdan çıkarıp Alper ‘e doğru sallayarak gitmesi işaret ettim. İçimden ne demek istediğimi görüyor ve anlıyor olmasını dilerken hayretli bir ifadeyle lafa girdim. “Evet evet, bende duydum.” Dedim ve aceleyle devam ettim. “Ama bence kedidir o kedi. Bu saatte başka ne olacak ?” Babam başını omzuna eğip kıstığı gözleriyle cama doğru yaklaşırken içimden Alper’in gitmiş olması için artık dua etmeye başladım. Babamın tepkisinden çok, onlardan gizli saklı iş çevirdiğimi düşünmelerinden korkuyordum. “Olsun ben yine de bir bakayım şu kediye.” Babam yanıma varana kadar ellerimi saçma bir heyecanla sallayıp durdum. Sesimin normal ses tonuma nazaran daha yüksek bir ton çıktığını ise ancak sesim kulaklarıma dolduğunda fark edebildiğimden bunu da kontrol edemiyordum. “Kedi! Kedi git gece gece başımıza iş çıkarma! Lütfen kedi, hadi kedi!” Babam tuhaf tuhaf diye tarif edebileceğim türde bakışlarını yüzüme çevirip kısa bir süre öylece durarak beni izledi. Ardından bazı şeyleri anlamlandırma çabasının boşa olduğuna kanaat getirmiş olacak ki beni boş verip yanıma geldi. Bedenimi tutup camın önünden kenara doğru usulca çekti ve pencereden sarkarak etrafa bakındı. O sırada bir kedi cırlayarak evin yan tarafından yola doğru fırladı. Babam kediyi gördükten sonra rahatlayarak camı kapatıp başını iki yana sallayarak nefesini sesli bir şekilde verdi. Yanaklarımdan öpüp iyi geceler diledi ve yatarken camın kapalı olmasına dikkat etmeme dair beni tembihleyerek yapıp odadan çıktı. Babam odadan çıkar çıkmaz omuzlarım yaşadığım rahatlamayla çökerken rahat bir nefes aldım. An be an takip ettiğim bir maçı izliyormuş gibi heyecan dolu birkaç dakika geçirmiştim. Pencerenin önünden geçip aheste adımlarla yatağıma vardım ve kendimi atar gibi yatağa bıraktım. Fakat aklıma Alper gelir gelmez uzandığım yataktan apar topar kalktım ve saniyeler öncesindeki aheste hareketlerime göre alelacele bir şekilde kalkıp camı açarak etrafa bakındım. “Pişt!” diye mırıldanıp bir süre ses var mı diye bekledim. Otuz saniye kadar bekleyip ses gelmediğine ikna olunca da camı kapatıp perdeyi çektim. Anlaşılan kedi sözümü dinlemiş, bir sorun çıkmadan ortadan kaybolmayı da başarmıştı. Bu defa artık uyuma niyetiyle tekrar yatağıma uzanırken yüzümde keyifli bir gülümseme vardı. Bu adam benim aynı düzlükte ilerleyen hayatıma renk katmış, artık varlığını unutmaya yüz tuttuğum hisleri gün yüzüne çıkarmıştı. Gözlerimi kapatarak yatağımda rahat bir pozisyon aldım ve iç çekerek, gözlerimi kapatsam bile zihnimden bir türlü gitmeyen adamı düşünmeye devam ettim. Yatmanın ardından geçen vakitte, göz kapaklarımın git gide ağırlaştığı anlarda kulaklarıma dolan mesaj sesiyle zar zor gözlerimi araladım. Birkaç saniye gözlerimin bulanıklığının geçmesini bekledim. Ardından komodinimin üzerine bıraktığım telefonuma uzandım. Ekranda gördüğüm isim, beni uykumdan koparmasına rağmen kızamayacağım sayılı insandan olan birine aitti. Alper mesaj atmıştı. “Şu isteme işini yarın halledelim diyorum. Ne dersin ? Uygun mudur ?” ❦ “Kızım, ne demek bu akşam yüzük takmak için gelmek istiyorlar ?!” Annem, kendini sakinleştirmek için derin nefesler alıp verirken yalnızca omuzlarımı silkmekle yetindim. Ne cevap verirsem vereyim söylenmeye devam edecekti, biliyordum. Fakat yine de cevap vermeden duramadım. “Anne ben ne yapabilirim pardon ? Yarın uygun mu dedi, ben de annem ile konuşur haber veririm dedim. Sen Ayla teyze arayınca, tamam ben Ferdi ile konuşurum haber veririm dedin! Demedin mi ?” Annem bana ters bir bakış atıp leğendeki hamuru agresif hareketlerle böldü ve şekil vermeye başlarken söylenmeye devam etti. “Kadın emrivaki yaptı bildiğin, ben ne yapayım peki ? Akşam gelelim diyoruz, dedi! Gelmeyin diyemedim direkt bende.” Anneme ‘yaa’ der gibi başımı aşağı yukarı aheste aheste sallarken önümdeki börekleri sarmaya devam ettim. “İşte öyle deyince insan hayır diyemiyormuş değil mi ? Madem biliyorsun bana neden söyleniyorsun ?” “Dur ben bir babanı arayayım.” Annem sorumu es geçip başka bir noktaya değinmeyi tercih ederken bende onun takıldığı yere takılmam gerektiğini fark ettim. Dudaklarımı ısırıp sıkıntıyla başımı sallayarak annemi onayladım. Annem şekil verdiği poğaçaları fırına atmam için masaya bırakarak mutfaktan çıktı. Annemin ardından börekleri yarım bırakarak ayaklandım ve önce poğaçaları fırına attım. Ara ara mutfak kapısından başımı uzatarak annemin gelip gelmediğine baksam da, annem ben tatlıları yapmaya başlayana kadar gelmedi. Geldiğinde ise babamın bu fikri sakince kabullendiğine dair birkaç cümle söylemekle yetindi. Malzemelerini önceden hazırladığım tatlının malzemelerini dolaptan bir kap alıp içinde karıştırdım. Her ne kadar babamın bu kadar çabuk kabullenmesi garibime gitse de, rızasının olduğunu bilmek beni rahatlattığından daha fazla kurcalamadım. Kafama takılan en büyük engel de annemin babam ile konuşmasından sonra ortadan kalktığı için, bedenimi saf bir heyecan sardı. O heyecanla ne ara yoğurduğumu bile anlamadığım hamuru beklemesi için dolaba attıktan sonrası ise heyecanımı yatıştırmak için tamamen kendimi ev işine vermem ile sonuçlandı. Saatler sonra yemek işini bitirdiğimizde, babam eve daha yeni geliyordu. Babam içeriye girdiğinde önce etraftaki hengameye şöyle bir göz gezdirdi. O ara “Hoş geldin babacığım.” Diye mırıldanıp tebessüm etmekten başka ne yapacağımı bilemedim. Garip bir şekilde, babama karşı kendimi mahcup hissediyordum. Babam, başını bir kez eğip benim gibi tebessüm ederek içeriye geçmekle yetinirken, iç çekerek bakışlarımı artık babamın olmadığı mutfak kapısından çekip anneme çevirdim. Babamın sessizliği annemle aramızda kısa bir bakışma geçmesine sebep olurken, annem olduğu yerde duramadan babamın peşinden salona gitmek üzere mutfaktan çıktı. Selamlaşma faslını dahi atlayarak direkt neden bu kadar sakin karşıladığını sordu. İkisinin de sesleri git gide uzaklaşırken ben de tıpkı annem gibi yerimde duramayarak yerimden kalktım. Ellerimi yıkayıp yarım yamalak kuruladıktan sonra sessiz adımlarla salonun kapısına kadar gittim. Yaşadığım bu farklı hislere alışık olmayan bedenim, tepkisini ellerimin titremesiyle dışa vuruyordu. Ellerimi sıkarak yumruk haline getirip yumruklarımı da hırkamın ceplerine sokarken beklentiyle babamın ağzından çıkacak sözcükleri bekledim. “Alper oğlum aradı rızamı aldı zaten. Haberim vardı.” Annem, babamın sözleri üzerine yüzüne gururlu bir ifade yerleştirerek Alper’in ne kadar düşünceli, ne kadar efendi olduğunu söylerken daha fazla onları dinlemek yerine kapıdan uzaklaştım ve yönümü odama çevirdim. Uzun koridoru geçip odama girdim ve kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp gözlerimi kapattığımda yüzümde huzurlu bir gülümseme oluştu. Bu düşünceli davranışları, nazikliği ile yüzümdeki gülümsemenin nedeni yine oydu. Tatlıyı hazırlamamın haricinde odamda geçirdiğim yaklaşık iki saatin ardından, saat nihayet altıya geldiğinde yatağımdan kalktım ve krem rengi gardırobumun önüne geçtim. İki ay önce kuzenimin düğünü için aldığım, fakat sonradan çıkan sınavım dolayısıyla düğüne gidemediğim için hiç giyemediğim elbisemi elime aldım. Bol, önü tüllü, mor elbisemi askısından çıkarıp hevesle giydim. Üstüne, elbisemin renginden bir ton koyu renk olan şalımı takıp altına da siyah, kısa topuklu ev ayakkabılarımı giydim. Makyaj yapmayacağım için her şeyimin tamam olduğuna kanaat getirdiğim vakit kapının yanında kalan aynalı dolabımın önüne geçtim. Nasıl göründüğüme aynadan da bakıp hazır olduğuma emin olduktan sonra iç çekerek ellerimi yanaklarıma yasladım. Yanaklarım heyecandan kızarmıştı ve zaten allık sürülmüş gibi gözüküyordu. İki dakika kadar kendi kendime konuşarak kendimi sakinleştirmeye çalışmamın ardından artık odamdan çıkabileceğime karar verdim. Odamın kapısını açar açmaz yeni düzene soktuğum nefeslerim, odamın karşı duvarına yaslanmış dik dik bana bakan kardeşim yüzünden anlık bir korkuyla tekrar hızlandı. Baş parmağımla damağımı yukarı iterek elimi hızlanan kalbimin üzerine koydum. Dümdüz bir surat ifadesiyle yüzüne baktım. “Allah seni kahretmesin! Ödüm koptu! İnsan bir ses verir!” Tuğrul iç çekerek başını havaya kaldırdı ve bakışlarını üzerimde dolaştırıp memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzünü hafifçe buruşturarak konuştu. “Seni üzer ise büyük falan dinlemem, karşısında beni bulur. Söylemen yeter biliyorsun değil mi ?” Sözleriyle surat ifadem bir an da yumuşadığında hareketlenerek yanaklarına birer öpücük kondurdum. Ellerimi yanaklarına yaslayarak hafifçe sıktım. “Bilmem mi hiç! Her zaman için biliyorum.” Dedim ve kaşlarımı oynatarak sırıttım. Oyunbaz bir ifadeyle devam ettim. “Ama sen yine de adamı karşına almamaya çalış bence. Adamın arkasında ciddi manada bir ordu olabilir çünkü.” Tuğrul sözlerime karşılık gözlerini devirip ellerimi yanaklarından itti ve “Sana iyilik yapanda kabahat zaten.” Diye mırıldanarak hiddetle yanımdan geçti. Ben de gülerek arkasından ilerlemeye başladım. Fakat ben daha salona giremeden kapı çaldı ve ben ne yapacağımı bilemeyerek birkaç saniye öylece olduğum yerde kalakaldım. Yüreğim heyecanla pır pır ederken nefeslerim bir mum alevi kadar titrekti. Ellerimi yumruk yapıp açarken en sonunda hareketlendim ve kapının dibine kadar girdim. Kapıyı açıp herkesle selamlaşarak herkesin içeriye geçmesine vesile oldum. En sonunda ise yine en sona kalmış, usulca sırasını bekleyen adamla göz göze geldim. Yüzünü görene kadar bir rüyanın içinde gibi hissetmeme sebep olan etrafın bulanıklığı geçti. Uzun süredir suyun altında nefesimi tutuyormuşum da, onu görünce suyun yüzeyine çıkmışım gibi rahatlatıcı bir his çepeçevre beni sardı. Bakışlarımız heyecanla birbirimizin üzerinde kısa bir tur attıktan sonra, Alper yeni hatırlamış gibi bakışlarını elindeki çiçeklere çevirdi. Hemen sonra tekrar bana bakarak geçen sefer aldığı çiçeklerin aynısı gibi olan pembe şakayık buketini ve aynı tonlarda bir paket ile sarılmış dikdörtgen çikolata kutusunu bana uzattı. İkimizde dilimizi yutmuş gibi davrandığımız için bir an sadece prosedürleri uygulamaya odaklı birer kukla misali hissettim. Bu his tüm rahatsız ediciliği ile kısa sürede beni esir alırken oluşan sessizliği bozmak için hafifçe boğazımı temizledim ve çiçek buketi ile birlikte çikolata kutusunu aldım. Akabinde ise aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Hoş geldin.” Alper başını bir kez eğip sessiz bir şekilde karşılık verdikten sonra bir an irkilir gibi oldu. Kaşları çatıldı ve yüzü ciddiyetle kasıldı. Bakışları alnıma kaydı. Gözleri alnımda bir şey arıyormuş gibi kısa bir süre boyunca alnımı turladı. O kısa sürenin ardından en nihayetinde aradığını bulamadı ve bundan vazgeçti. “Taş nerene geldi ? İz falan da yok ?” Alper’in sorusundan sonra elim bir an alnımda oluşan küçük morluğa gidecek gibi oldu. Fakat neyse ki, elimi yüzüme götürmeden bu hareketimi engelleyebildim ve refleksle elimi arkama sakladım. Morluğu kapatmayı akıl edebilmeme şükür ederken elimi arkamdan çektim ve havada salladım. “Boş ver. Önemli bir şey yok gördüğün gibi.” Alper ilk bakışta durumu garipsedi, fakat üstünde durmamış olacak ki kısa bir bakışmanın ardından tebessüm ederek içeriye girdi. Bende hemen ardından salona girdiğimde bakışlar bir an için ikimizin arasında gidip geldi. Fakat saniyeler içinde büyükler, biz gelene kadar başladıkları ve adapte oldukları sohbete devam ettiler. Muhabbet iyice ilerleyip git gide koyulaşırken, Alper de ben de sohbeti dinlemekten yana olduğumuz için genel olarak sessizdik. Bir süre sonra annemin kaşlarıyla mutfağı işaret etmesiyle ise kuzenimle birlikte kalkıp mutfağa geçtik. İçerideki sohbeti dinlerken yatışan heyecanım tekrar gün yüzüne çıkıp elimi ayağıma dolarken, elimden geldiğince sakin olmaya çalışarak kahve yapmaya koyuldum. Dolaptan bir cezve alıp cezveye kişi sayısının yarısı kadar kaşık kahve koydum ve üstüne suyunu ilave ettim. Ardından bir cezve daha çıkarıp tekrar kişi sayısının yarısı kadar kaşık kahve koyup, yarısı kadar da şeker koydum. Peşinden suyu da ekledikten sonra tezgaha yan bir şekilde yaslanarak beklemeye başladım. Kahveler pişene kadar Helin ile biraz laflarken, kahvelerin köpürmeye başlaması ile dikkatimi Helin’den çekip kahvelerin köpüklerini bardaklara bölüştürmeye başladım. Köpüklerini aldıktan sonra kahveleri de pay ettim. Helin’in ben kahveleri yaparken doldurduğu suları da fincanlar ile birlikte tepsiye yerleştirdim ve tepsiyi almak için ellerimi tepsinin iki yanına yerleştirdim. Helin, kaşları çatık bir şekilde bakışlarını yüzüme çevirdiğinde ne olduğunu anlamayarak başımı iki yana salladım. “Ne oldu ?” Helin eliyle tezgahın üzerinde duran cam tuzluğu işaret etti. “E hani tuz ? Tuz koymadın ?” dedi şaşkınlıkla. Helin’e karşı gözlerimi devirip omuzlarımı silkerken, “İstemediğine konuluyormuş ya tuz. E ben istiyorum.” Diyerek sorusunu cevapladım. Helin başını iki yana sallayarak sessiz kaldığında, “Hadi sende çikolataları al gel peşimden.” Diyerek devam ettim. Helin arkamdan hâlâ tuz koymadığım için söylene söylene gelirken, ben onun sözlerini umursamadan salona girdim. Önce büyükler olmak üzere tüm kahveleri sırayla dağıttım ve en son Alper’e de kahvesini verip yerime geçtim. Herkes bakışlarını büyük bir merakla Alper’e diktiğinde, Alper bir dikişte kahveyi içip fincanı sehpanın üzerindeki fincan altlığının üzerine bıraktı. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmaması, babamın burun kıvırarak önüne dönmesine sebep olurken, Ahmet amca da beklediği tepkiyi alamadığından olsa gerek zoraki bir şekilde tebessüm ederek kahvesini içmeye devam etti. Bu duruma her ne kadar gülmek istesem de, Alper’in bana gülümseyerek bakması buna engel oldu. Elimi kalbime götürmemek için, bu gece birçok defa yaptığım gibi elimi yine yumruk yaptım. Gülmeseydi işte şöyle! Dolamasaydı elimi ayağımı birbirine olmuyor muydu ? Tuğrul’un kısık öksürük sesi Alper ile bakışlarımızın birbirinden ayrılmasına sebep olurken Ahmet amca kahvesini bitirerek yerinde kıpırdandı ve artık konuya gireceğini belli etti. Babam isteksizce ona doğru döndü. “Ee, Ferdi Beyciğim, kahveleri de içtiğimize göre bu sefer gerçekten sadede geliyorum.” Babam yüzüne zoraki, ufak bir tebessüm yerleştirdiğinde başıyla onayladı Ahmet amcayı. Yüzünde ekşi yemiş gibi bir ifade vardı. Fakat bu kesinlikle Ahmet amcayı durdurmadı. Ahmet amca, yıllardır bu anı bekliyormuşçasına bir hevesle lafa girdi. “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli ile, kızınız Beyza’yı oğlumuz Alper’e istiyoruz! Oh be!” Babam oturuşunu dikleştirerek Ahmet amcaya yandan bir bakış atıp hemen sonrasında bakışlarını Alper’e çevirdi. “Benim bir tanecik kızım var. Bu yaşına kadar bir kere benim yüzümü yere eğdirmedi, ben de onu elimden geldiğince el üstünde tutmaya çalıştım. Alper oğlumuzun da bunu yapacağına ikna olmasam, zaten işlerin buraya kadar gelmesine izin vermezdim inanın. O yüzden ben kızımı vermiyorum. Önce her zamanki gibi Allah’a, sonra da Alper oğluma emanet ediyorum.” Babamın duygu yüklü sözleri gözlerimin dolmasına sebep olurken ağlamamaya çalışarak zorlukla yutkundum. Fakat neyse ki, Ayla teyze bu duygusallığın sürüp gitmesine tüm neşesi ile engel oldu ve ortam tekrar o samimi havasına geri döndü. Herkesin herkes ile görüştüğü, çıktığımız yolun hayırlı olması ile ilgili dile getirilen temennilerin havada uçuşması ve güzel duaların bizim için edildiği yoğun bir fasılın ardından kendimi attığım mutfakta tabak hazırlıyordum şimdi. Helin’in başka bir işi olduğundan dolayı tek başıma mutfakta tatlıları hazırlarken kapı tarafından gelen tıkırtılar ile kapıya döndüm. Alper, kapı pervazına yaslanmış gülümseyerek bana bakıyordu. Benim onu fark ettiğimi görmesi ile yaslandığı yerden ayrılıp bana doğru adımladı. Elleriyle ceketinin önünü düzeltmeye çalıştı. “Su almak için gelmiştim.” Açıklamasının ardından onu başımla onayladığımda önümden eğilip bardaklıktaki bardaklardan birine uzandı ve bardağı aldı. Ardından çeşmeye uzandı, suyunu doldurup önümden çekildi ve sandalyeye oturup suyunu içti. Suyunu içtikten sonra bardağı tekrar tezgaha bıraktı ve hazırladığım tabakalardan ikisine uzanarak eline aldı. Ben şaşkınlıkla ne yaptığına bakarken, o gayet rahat bir hâlde kapıya doğru ilerledi. “Ya ben götürecektim onları. Gerek yok gerçekten.” Diyerek onun durmasını sağladığımda hareketlendim ve yanına kadar giderek tabakları almak için eline uzandım. Gözüm anlık elindeki çiziklere gittiğinde, kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. “Bu, ellerindeki çizikler ne ?” Alper omuzlarını silkip sorumu cevapsız bıraktığında aklıma düşen düşünceyle yüzüne ‘yok artık’ dercesine şaşkınlıkla baktım. “Bu izler o kediyi yakalamaya çalışırken olmadı, değil mi Alper ?” Alper gözlerini kaçırıp omuzlarını silkerek beni tekrar cevapsız bıraktı ve sessizce kapıya doğru yöneldi. Bana arkası dönük bir şekilde ilerlerken gayet de bana söylenebiliyordu. “Başımıza bela açma kedi dedin ne yapayım ?” Ben verdiği cevaba gülümserken Alper kapıdan çıkmadan önce bana döndü. Bakışları gülüşüme değdi. Gülüşümün bir benzeri onun da yüzünde peyda olduğunda, “Gül sen gül. Ödeşiriz nasıl olsa bir gün.” Diyerek devam etti. Sözleri ardından gülüşümün küçülmesini görmedi bile. Söylediğini söyledi ve salona geri gitti. Ben ise arkasından öylece bakakaldım. Ödeşiriz nasıl olsa bir gün de ne demekti şimdi ? ••••• Yorumları ve oyları burada da eksik etmeyin olur mu ? 🥺🦋 |
0% |