@uuykusuzvedengesiz
|
“Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde.” Elimde tuttuğum kartı kitaplığımın üst rafına, artık kuruyan çiçeklerimin durduğu kutunun yanına bıraktım. Gözlerim, kuruduğu için git gide rengi koyulaşan çiçeklerime değdiğinde, o çiçekleri her gördüğümde olduğu gibi yine yüzümde huzurlu bir tebessüm belirdi. Alper’in, yüzük taktığımız gece getirdiği şakayık buketinin üstünde bulduğum minik kartta yazılıydı bu şiir. Bu şiiri, veren kişiden sebep, iki gündür her gözüme çarptığında okuyordum. Hatta artık okuya okuya ezber ettiğimi bile söyleyebilirdim. Ruhum, o hayatıma girdiğinden beri karnaval yerinden farksızdı. Sürekli bir mutluluk hâli her yanımı sarmıştı. Yüzümü her seferinde güldüren bir adam vardı çünkü hayatımda. Her daim benim için detaylı düşünüyor ve bunu öyle de güzel belli ediyordu ki, o sevilmişliği en derinlerimde bile hissedebiliyordum. Sanki bu zamana kadar kalbim tamamlanmak için onun kalbini beklemişti. Odamdan tülbentimi alıp başıma taktıktan sonra mutfağa geri döndüm. Kahvaltı etmek için beni bekleyen aile üyelerime mahcup bir tebessüm sundum ve kendi sandalyeme oturdum. Benim gelmem ile kahvaltı etmeye başladığımızda masaya hoş bir sohbet hakimdi. Herkes masada keyifle kahvaltı yaparken Tuğrul derin bir iç çekerek tüm dikkatleri üzerine topladı. Yarım kalan konuşmaları umursamadan, parmağımdaki alyansa ters bir bakış atarak arkasına yaslandı ve ima dolu bir ifade ile söze girdi. “Vay be! Görüyor musun baba ? Senin biricik kızın seni bırakıp gidiyor artık! Senin evladın benim!” Gözlerimi devirerek sabır dilenircesine başımı yukarı doğru çevirip birkaç saniye öylece tavana baktım. Ardından derin bir nefes alıp başımı kardeşime doğru çevirdim. Saniyeler sonra ona cevap vermek için yeterince sakinleştiğime ancak kanaat getirdiğim sırada ise babam benden önce lafı aldı. “Niye oğlum ? Evlenince evlatlıktan veto mu yiyorsun ?” Tuğrul, bana sataşmak amacıyla aslında ortaya söylediği lafa babamdan karşılık alınca bir an afalladı. Birkaç saniye duraksadı ve bakışlarını babamdan çekip suratını astı. Babamın sorusuna bir cevap vermemeyi tercih ederek çayından son bir yudum aldı. Ardından, “Ben doydum, size afiyet olsun.” Diye mırıldandı ve zengin kalkışı yaparak masadan kalktı. Tuğrul’un arkasından sadece başımı hafifçe iki yana sallayarak bakmakla yetindim. Babam çatalını masaya bırakarak çıkarttığı ses ile dikkatimi üzerine çektiğinde ona döndüm. Çattığı kaşlarıyla bana bakmasını beklemediğimden ilk birkaç saniye ne olduğunu anlayamayarak boş boş suratına baktım. Sanırım gerçekten üstüme bir saflık çökmüştü benim. “O çocukta bir şey var! Onunla konuşmaya başlamadan önce o kadar kararlı oluyorum ki, diyorum tamam, bu sefer fikrimi değiştiremez. Ama oğlan bir konuşuyor, ben konuşma sonunda fikrimin tam zıttını kabullenmiş olarak buluyorum kendimi.” İşaret parmağını önünde sallayarak gözlerini daldığı yerden çekti. “Manipüle ediyor o oğlan beni.” Babamın sözlerine ithafen mesleğinin askerlik olduğunu söylemek dilimin ucuna geldi, fakat dudaklarımı birbirine bastırarak bunu engelledim. Adını her duyduğumda olduğu gibi dudaklarım yine kıvrılmak için de can atıyordu. Fakat ben bunu da engellemeye çalıştım, çünkü babam Alper’in onu manipüle ettiği hakkındaki tezine, Alper’in düğün için kendisini iki ay sonraya ikna etmesini bir sebep olarak sunuyor ve hiddetle tezini savunmaya devam ediyordu. Aslında mesele, babamın kendince yaptığı planına göre nişanı sonbaharda, düğünü de bir dahaki yaza yapmak olduğundan, daha uzun bir süre ayrılmayacağımızı kendine hatırlatarak dün geceye kadar kendini hep öyle avutmasıydı. Derdi ise bu avuntunun, Alper’in kendisiyle özel olarak konuşma isteğini kendisine söylemesine kadar sürmesiydi. Dün onayladığı kararların yeni yeni farkına varmanın sıkıntısını bugün çekiyordu. En sonunda babam söylenme faslını bitirerek kahvaltısını bitirip masadan kalktığında bizde annemle masayı toplayıp mutfaktaki işleri bitirdik. Yaklaşık yarım saatin sonunda mutfaktan yorgun bir hâlde çıktım ve salona geçtim. Tam koltuğa oturup biraz keyif yapmak için kendime zaman tanıyacak oldum ki, mutfaktan annemin sesi duyuldu. Hemen ardından da salona gelip beni yerimden kaldırmak suretiyle tüm hayallerimi suya düşürdü. “Hiç oturma kızım! Dün gece Ayla aradı, bir yerden başlamak lazım bugün alışverişe mi gitsek, dedi. Bugün alışverişe gidilecek yani, hadi kalk bakalım!” Ağzım şaşkınlıktan aralanırken annelerimizin bu kadar çabuk kaynaşmasına ve organize olmasına inanamadım. Sadece sorgulayarak başımı iki yana sallayabildim. “Benim neden son dakika haberim oluyor bu alışveriş mevzusundan pardon?!” Annem omuzlarını silkerek beni cevapladı. “Kızım ben anlamadım ki bu insanları. Her şeyleri bir anda oluyor. Biz de iyi hoş diyerek ayak uyduruyoruz.” Annemin cevabı tüm durumu açıkladığından ellerimi dizlerime vurdum ve oflaya puflaya, bir şey demeden odama gitmek için ayağa kalktım. Benim yerimden kalkmamı bekliyormuş gibi ben antreye girer girmez telefonumun sesi salondan duyulduğunda tüm aksiliğim ile ayaklarımı yere vura vura attığım birkaç adımlık mesafeyi de geri döndüm. Kısa bir arayışın ardından telefonu az önce kalktığım koltuğun kenarından çekip aldım. Telefonu elime alır almaz az önceki aksi ifademe tezat yüzümü heyecanlı bir sırıtış kapladı. Arayanı söylememe gerek bile yoktu. Zira yüz ifadem emindim ki tüm hislerimi ayan beyan eden cinstendi. “Efendim ?” diyerek konuşmayı başlatmamın ardından karşı taraftan önce yalnızca bir yutkunma sesi geldi. Arada birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu. Oluşan sessizlik şüpheyle telefonu kendimden uzaklaştırıp hâlâ hatta olup olmadığımızı kontrol etmeme sebep oldu. Fakat bir sorun yoktu, ikimizde hâlâ hattaydık ve her şey normal gözüküyordu. Boğazımı hafifçe temizleyip tekrar konuşmak için dudaklarımı araladığımda nihayet karşıdan beklediğim ses duyuldu. “Nasılsın Beyza ?” Arkamdaki masaya yaslanarak sekteye uğrayan tebessümümü büyüttüm ve kocaman gülümsedim. “İyiyim Alper. Sen nasılsın ?” Karşı tarafın ses tonu da tıpkı benim gibi gülümsediğini ele verirken iç çektim. Bir gün birisinin beni böylesine heyecanla iç çektireceği bugüne kadar aklımın ucundan bile geçmemişti. “İyiyim. Bugün alışverişe ben de gelmeyi düşünüyorum da. Dolayısıyla seni göreceğim için daha iyi olurum herhalde.” İyice eriyerek ‘Yaaa’ diye mırıldanmama ramak kala, salona giren babamla eğilip bükülen duruşumu hızla dikleştirdim. Boğazımı hafifçe temizleyerek görünüşümü hızlı bir şekilde toparlamaya çalıştım. Babam hâlimden ve tavrımdan memnun olmadığını saklama gereği duymadan ters bir bakış atarken aheste adımlarla televizyonun karşısındaki koltuğa geçip oturdu. “Peki, görüşürüz o zaman. Allah’a emanet ol.” Diyerek konuşmasına fırsat vermeden aceleyle telefonumu kapatıp gülümseyerek atlaya zıplaya babamın yanına gittim. Koltuğun boş tarafına oturup usulca babamın yamacına sokuldum. Babam, ben yanına geldiğim için televizyonu açmadığından annem bana seslenene dek muhabbet ettik. Annem bana seslendiğinde ise mızmızlanarak babamın yanından ayrıldım ve hazırlanmak için odama gittim. Odama girer girmez derin bir nefes alarak gardırobumun önüne geçtim. Kapakları açıp elimi kıyafetlerimin üzerinde varla yok arası bir şekilde dolaştırdım. Fazla düşünmeden bebe mavisi düz elbisemi gözüme gestirerek askısından çıkardım ve giydim. Ardından başıma kahve tonlarında bir şal takıp aynanın karşısına geçtim. Ufak birkaç düzeltmenin ardından aynadaki görüntümden memnun bir şekilde aynanın karşısından çekildim. Son olarak odadan çıkmadan şalımın tonlarında olan askılı çantamı da omzuma geçirdim ve odadan çıktım. Annem çoktan hazırlanmıştı ve kapı ağzında beni bekliyordu. Tek kaşını kaldırarak başını hafifçe salladığında, benden önce hazırlandığından beni geç kalmak ile itham edeceğinden emindim. Bunun için bir yandan ayakkabılarımı giymeye çalışırken bir yandan da boşta olan elimi havaya kaldırarak ondan önce söze girdim. “Biliyorum, benden önce hazırlandın. Çünkü ben yavaş bir insanım, sen hızlısın anne. Tebrik ederim.” Annem lafını söyleyemediğinden gözlerini devirdi ve sessiz kalarak başını iki yana sallamakla yetindi. Babam ise salon kapısının pervazına yaslanmış bir şekilde bizi izlerken dudaklarını araladı. “Biliyorum maddi durumları iyi ama ne kadar durumları iyi olsa da harcamalara biraz dikkat edin olur mu kızım ?” Babamı başımla onayladım ve bir şey demeden yanağına bir öpücük kondurarak aceleci adımlarla evden çıktım. Ben merdivenleri hızlı hızlı inip arabanın yanına anca vardığımda Ayla teyzeyi tıpkı benim gibi aceleci hareketler ile ön koltuktan inmeye çalışırken buldum. Saniyeler sonra Ayla teyze nihayet amacına ulaştı ve elindeki çantaları zar zor toparlayarak kendini ön koltuktan dışarıya attı. Elindeki çantaları bir koluna topladı ve boşa çıkardığı elini sırtıma koyarak beni kendine çekti. Eliyle birkaç defa sırtımı sıvazladı ve gülümseyerek geri çekildi. “Hoş geldin kızım! Nasılsın ?” Başımı omzuma doğru eğerek ben de gülümsedim. “İyiyim Ayla teyzeciğim. Sen nasılsın ?” Ayla teyze alınmış gibi kendini geri çekti, gözlerini kısarak alıngan bir tavırla bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Aşk olsun Beyza kızım! Ne teyzesi ? Ayla anne diyebilirsin artık.” Diyerek bunu istediğini belli etti fakat yine de kalbimi kırmak istemediğinden olsa gerek samimiyetle devam etti. “Tabii yine de sen bilirsin. Sen ne zaman söylemek istersen o zaman.” Ayla teyzeye tebessüm ederek kısık bir teşekkür mırıldandım ve iç çekerek arabanın arka kapısını açmak için kapıya uzandım. Ayla teyze, benim bu hareketimi elini kapıya koyarak hızla engellerken şaşkınlıkla yüzüne baktım. O ise bu şaşkınlığımın üzerinde durmadan elini havada sallayarak beni ön kapıya doğru bedeniyle hafifçe itti ve arka kapıya uzandı. “Benim yüzüme hep güneş vurdu kızım, ben arkada oturayım dünürümle. Sen Alper’in yanına geç olur mu ?” Ayla teyze ona bir cevap vermemi beklemeden kapıyı yüzüme kapattı, camın ardından bana döndü ve gülümseyerek el salladı. Ben de dudaklarıma zoraki bir tebessüm kondurarak elimi kaldırdığımda annem sırtıma dokunarak kaşlarıyla arabayı işaret etti. Heyecan ve utançtan pembeleştiğini hissettiğim yanaklarıma ellerimi bastırarak serinletmeye çalıştıktan sonra ben de annemin peşinden arabaya, ön koltuğa bindim. Arabaya biner binmez karşılaştığım kişi her zaman beni dudaklarındaki tebessüm ile karşılayan adamdı. Ben de ona aynı şekilde tebessüm edip önüme dönerken ona yandan bir bakış attım. Çaktırmamaya çalışarak iç çektim. Arka tarafa annem ve Ayla teyzenin kendi aralarındaki konuşmalarından oluşan bir uğultu hakim olurken Alper aramızda mesafe bırakarak başını bana doğru eğildi ve kısık sesle konuştu. “Hoş geldin güzelim.” Alper’den ilk defa duyduğum hitap şekli, bir anda aldığım nefesi yutmama sebep oldu. Akabinde tükürüğüm boğazıma kaçtı ve ben kısa bir an için boğulma tehlikesi atlatarak koltukta sarsıldım. Öksürük seslerim arabaya hakim olup tüm sesleri bastırırken annem hızla arkadan uzandı ve sırtıma vurmaya başladı. Bir yandan Alper su uzattı, bir yandan ise Ayla teyze endişeyle nasıl olduğumu sorup durdu. En nihayetinde saniyeler sonra öksürüklerim dindiğinde, bu kısa süreli panik dalgasının üzerine yalnızca su içtim ve arabanın sessizlik içinde kalmasını umursamadan hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim. Fakat herkes benden iyi olduğumu duymayı bekliyormuş gibi sessizliği sürdürdüğünde, herkese doğru tek tek döndüm ve gülümsememi bozmadan iyi olduğumu söylemeye başladım. En son sıra Alper’e geldiğinde, bakışlarının zaten üstümde olduğunu fark ederek gerildim. Diğerlerinin yüzüne bakarak söylediğim iki çift lafı ona bakışlarımı kaçırarak anca söyleyebildim. Alper utandığımı anında fark etti, bundan mütevellit gülümseyerek önüne döndü ve hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdı. Evin önünde atlattığımız badire hariç oldukça sakin geçen kısa bir yolculuğun ardından sıra sıra mobilyacıların olduğu bir sokakta durduk. Annem ve Ayla teyze önde olmak üzere arabadan indik ve hep birlikte etrafa bakına bakına mobilyacıya girdik. Sanki başka seçeneğimiz yokmuş gibi önce oturma odası, sonra da misafir odası için gerekli mobilyaları sırayla, Alper’in bizzat ürünleri test etmesi üzerine ilk girdiğimiz mağazadan seçtik. Görünen oydu ki Alper’de, ben de oldukça kararlı insanlardık. Sıra en son yatak odası için mobilya bakmaya geldiğinde Alper bir çocuk gibi, ileride duran, ilk gözüne kestirdiği yatağa zıplayarak atladı ve oturdu. Elleriyle yatağı birkaç kez bastırdı. Yumuşak olduğuna kanaat getirmiş olacak ki dudağı memnuniyetle kıvrılırken bana döndü. “Baksana Beyza, o kadar atladım ettim gıcırdamadı bile. Yumuşacık yatak.” Dedi ve sanki annemler yokmuş gibi, tıpkı diğer mobilyaları almadan önce denerken yaptığı gibi beni de davet etti. “Gelsene sende.” Bu seferki davetini gözlerimi irice açmış bir halde reddederken, o söylediklerinin ne kadar yanlış anlaşılmaya açık şeyler olduğunu yeni fark ediyormuş gibi duraksadı. Önce bana, sonra da annemlerin olduğu yöne yan bir bakış attı. Annemlerse sanki başka şeylerle ilgileniyormuş gibi, veya gerçekten bizimle ilgilenmiyordular, bir şeyler konuşuyordular. “Alper sen gelsen daha mı iyi sanki.” Diye kısık sesle mırıldandım ve köşeden dik dik bize bakan görevliyi kaşlarımla işaret ettim. Alper ise bundan zerre etkilenmeden açık bir şekilde görevliye döndü. Utançla kafamı yan tarafa çevirip gözlerimi yumarken derin bir nefes aldım. Olduğum yerde on yıl yaşlanmıştım gamsızlığı sayesinde. Alper, en sonunda görevlinin ters bakışları eşliğinde yataktan kalkabildiğinde, ilk iş elini öne doğru uzatarak yol önceliğini bana verdi ve bir yandan da beni yönlendirmiş oldu. Ardından hemen yanıma gelip adımlarını adımlarıma uydurdu. Koskoca mağazada başka görevli yokmuş gibi, dakikalardır bizi bakışlarıyla kınayan görevliye doğru ilerlerken kadının ters bir şey söylememesi için içimden güzel dileklerde bulundum. Zira mağazaya geldiğimizden beri sadece gezmiş olmama rağmen oldukça yorulmuştum ve bu yüzden kimseyi alttan alacak bir durumda değildim. Sallana sallana gittiğimiz, aslında kısacık olan yolu dakikalar içinde kat ettiğimizde neyseki korktuğum şey olmadı, mobilyaları denerken bize kınayarak bakan görevli o değilmiş gibi bizi gülümseyerek karşıladı. Birlikte deneyerek onay verdiğimiz koltuk takımları başta olmak üzere, Alper’in tek başına deneyip onayladığı yatak odası takımını ve gerekli diğer mobilyalarında siparişini vererek etrafa bakına bakına annemlerin yanına geçtik. Bir süre daha mağazanın içinde dolanıp ihtiyaç duyduğumuz başka bir şey olup olmadığını tartışarak yaklaşık bir yarım saat daha geçirdik. En sonunda ek olarak başka bir şey almamaya karar verdik ve gezmekten yorularak mağazadan çıkıp söylene söylene arabaya geçtik. Omuzlarım yorgunlukla çökmüş, gözlerim artık kapanmak için fırsat kolluyordu. Hafiften başım da ağrımaya başladığı için gelirken olan heyecanım da yatışmış durumdaydı. Başımı sol omzuma doğru eğip biraz olsun rahatlamaya çalışırken her yanımın ayrı sızladığı gerçeği ile yüzleşmek doğrusu acı bir durumdu. Yan tarafımdan gelen derin bir iç çekişin ardından Alper’in kısık sesi kulaklarıma dolduğunda bana dönük bir şekilde gülümsediğini fark ettim. Sanırım yine, izlendiğimi anlayamadan kendimle boğuşurken yakalanmıştım. “Çok mu yoruldun ?” Başımı aşağı yukarı sallayarak onu cevapladığım sıra bende bedenimi biraz ona doğru çevirip göz kontağı kurdum. “Baya yorulmuşum hem de. Ama sen pek yorgun gibi değilsin sanki ?” Sesimdeki hafif şaşkın tını gülümsemesini büyütürken omuzlarını silkti. Başını tıpkı benim gibi omzuna eğerken yüzünde merhamet dolu bir ifade vardı. “Daha zor şartlara alışkın olduğumu söyleyebilirim.” Fısıldayarak devam etti. “Ama itiraf ediyorum, koltuk takımı beni bir tık zorladı. Onda bende yoruldum.” Sözlerindeki hafif alaylı tınısı beni güldürürken bu defa sessiz kaldım. Bakışlarımı ondan çektim, o önüne döndükten sonra ben de önüme döndüm. Kim bilir ne şartlarda neler yaşamış, nasıl yorgunluklara rağmen devam etmişti. Tüm bunları bilemez, tahminden öteye giden sözler edemezdim ama benim yorgunluktan pert olduğum koşulların onu pek etkilemediği açıktı. Bu yüzden uzatmadım, kısa bir gülüşün ardından sessizce yolculuğun bitmesini bekledim. Yaklaşık on beş dakika sonra araba evin önünde durduğunda, kapıda sohbet eden babam ve Ahmet amcanın gözleri bize döndü. Bizi görünce sohbetlerini yarım bıraktılar, sabırla arabadan inmemizi ve yanlarına varmamızı beklediler. Alper babalarımızın yanlarına varır varmaz selam vererek önce ikisine de halini hatırını sordu, sonra da ayak üstü muhabbeti birlikte devam ettirmeye başladılar. Konu, dün akşamki derbiden geçen gün vefat eden Ekrem amcaya, ondan çarşıda olan büyük kavgaya ve oradan da nasıl olduysa dakikalar içinde aylar sonrası için planlanan düğüne geldi. Alper, ağzının içinde, babalarımızdan birkaç adım uzakta olmamızı fırsat bilerek düğün gününün çok uzak bir tarihte olmasındansa biraz daha erken olmasına dair isteğini dile getirirken, gözlerimi irileştirerek ona döndüm. Zira takribi belirlenen tarihin çok uzak bir tarih olmaması ile birlikte, zaten olayların hızına ayak uydurmakta zorlanan ailemin yanında bir de bunu söylemek benim nezdimde bir cesaret örneğiydi. Derin bir nefes alarak birinin duymuş olma endişesi ile etrafa bakınırken, hafifçe ve çok olağan bir şekilde Alper’in omzuna vurdum. Hareketimin çok hızlı olmamasına rağmen hemen yanımdan kısık bir inilti yükseldiğinde gözlerimi kısarak bakışlarımı Alper’e çevirdim. Gözlerim bununla birlikte hızla yüz ifadesinde dolandı, acı çektiğine emin oldum ve hızla değişen yüz ifademe yansıyan merakla tekrar omzuna uzandım. Alper’in inlemesi ile sessizliğe bürünen ortam benim sorgulayıcı ve korku dolu sesim ile tekrar canlanırken bakışlarımı Alper’in yüzünden ayırmadım. “Senin omzuna ne oldu Alper ?” ••••• Burada da destekleri bekliyoruuuuum 🦋 |
0% |