@uuykusuzvedengesiz
|
İkinci bölümle karşınızdayız efenim 🥳 Yorumlarınızı eksik etmeyin olur mu 💖 Evet, artık başlayalım bakalım. 𓃭
Mesleğe gerçekten ilk adımlarımı attığım anları hatırlıyordum. İlk silah tuttuğumda hissettiğim, benim için o eşsiz heyecanı... Sonrasında ilk göreve gittiğim anı, ilk baskına gittiğimiz günü de hatırlıyordum. Müthiş bir adrenalin patlaması yaşamıştım. Suç işleyen birilerinin hak ettiği cezayı almasını sağlamakta böyle büyük bir rol oynamak harika bir gurur kaynağıydı. Bu yolda ilerlerken bir sürü arkadaş edinmiş, dahası çoğuyla kardeş gibi olmuştum. Sonra onunla tanışmıştım. Pusat'la... Onunla tanışmam abim sayesinde olmuştu. Bir görev dönüşü bir arkadaşının da kendisiyle geleceğini söylemiş ve sadece bir kek yapmamı rica etmişti. O keki yaptığım günden beri, Pusat benim hayatımdaydı. Zamanla da hayatım olmuştu. Belki bu yola birlikte çıkmamıştık, iki beden, iki ruh, bu yolda karşılaşmıştık ama yolu yan yana yürüme kararı alarak kendimize yeni bir yol çizmiştik. İkimiz de aynı uğurda, birbirini tamamlayan birer yapboz parçası gibiydik. Bu güne kadar ikimiz de farklı farklı yüzlerce olaya tanıklık etmiş, yüzlerce vakayla karşı karşıya gelmiştik. Bazı olaylara zamanla alışmıştık. Hırsızlık yapanlara da, uyuşturucu satanlara da, kavga edip birbirine silah sıkanlara da... İnsan görünce her defasında bir iç çekiyordu, çoğu zaman içi acıyordu ama alışıyordu işte. Fakat bu, bugüne kadar alıştığımız bir şey değildi. Yani, birbirimiz hedef gösterilerek tehdit edilmek. Üzerine kanla tehdit mesajı yazılan bir duvar ile üstelik... O evden nasıl çıktık, Pusat'ı nasıl sakinleştirdik hatırlamak bile istemiyordum. Hem Pusat'ların ekip, hem bizim ekip gerekli kişilere ve yerlere bilgilendirmeleri yaptıkları için o adamın Tefo diye bahsettiği adam aranmaya başlamıştı bile. Fakat henüz hiçbir taraftan ses seda yoktu. Bu sessizlik her ne kadar can sıkıcı olsa da, daha çok beni korkutan şey bu sessizliğin fırtına öncesi olan sessizlik olma olasılığıydı. Aradan geçen iki günde, Pusat beni giriş saatinde karakola bırakıyor, çıkış saatinde de bizzat kendisi alıyordu. Bu aralıkta aklıma takılan iki şey vardı. Biri o akşam planladığımız fakat gümbürtüye giden resim sergisiydi. Her ne kadar ilk başta can sıkıntımı gidermek için istediysem de, sonradan çok içimde kalmıştı. Bu yüzden ben de bu akşam için olan farklı bir resim sergisine bilet almış, resimlerini de kocama fotoğraf olarak atmıştım. Henüz bir geri dönüş alamamıştım fakat zaten nasıl bir geri dönüş alacağımı az çok biliyordum. İlk başta kesinlikle itiraz edecekti. Başımızda daha ne idüğü belirsiz bir dert varken bunun gereksiz olduğunu savunacaktı. Fakat ben direnmekte kararlıydım. Aklıma takılan bir diğer şey ise... Pusat'ın şakayla karışık bahsettiği ihtimaldi. Hamile olduğumu düşünmüyordum fakat yine de bir yanım emin olmak istiyordu. Beklenmeyen bir hamilelik olsa bile ileride kendimi suçlamama sebep olacak şeyler yaşamak istemezdim. Bu yüzden sabah Pusat gider gitmez karakolun az ilerisindeki eczaneye gitmiş ve iki tane hamilelik testi almıştım. Ve şimdi de karakolun tuvaletinde o testlerin sonuçlarını bekliyordum. Ensemden akan soğuk terleri hissettiğimde derin bir nefes aldım ve önünü açtığım baş örtümü kenara itip ensemi sildim. Normalde su gibi akıp giden zaman, yaklaşık iki dakikadır koca bir kum saatine yayılmış gibi geçmek bilmiyordu sanki. "Hadi, hadi." Kendi kendime kısık sesli mırıldanışlarım benden başka kimse olmadığından oldukça sessiz olan tuvalette yankılanırken tekrar kolumdaki saate baktım. Kaç saat olmuştu, geçen vakit sadece üç dakika mıydı yani ? Tuvaletin sessizliğini telefonuma gelen bildirim sesi bir bıçak gibi böldüğünde gözlerimi devirerek başımı önümdeki testlerden kaldırdım ve cebimdeki telefonu çıkardım. Ekranı aydınlatıp kimden bildirim geldiğine baktığımda kocamın ismini görmemle derin bir nefes aldım. Attığım biletlerin ekran fotoğrafını görmüştü ve ona cevap vermişti. Pusat Karaaslan: Ciddi misin ? Tek derdimiz resim sergisi mi yani ? İç çekerek mesaj kısmına dokundum ve kaç türlü cevap yazdım, fakat hepsini sildim. En sonunda yazacak en makul tek bir kelime bulabildim. 'Evet.' Cevabım kısa ve netti. Aslında kafamızın biraz olsun dağılması ve rahatlaması için ikimize de böyle keyfi etkinlikler iyi gelecekti. Bunun benim kadar o da farkındaydı. Fakat ben dört yıllık kocamı tanıyordum. Bir gerçeği bilmesi, maalesef ki ikna olmasına yetmiyordu. Biraz ısrar etmeden kabul edeceği falan yoktu. Elimdeki telefonu avcuma vurmaya, ekrana düşen yeni bir bildirimle bıraktım. Pusat Karaaslan: Rica ediyorum tartışmayalım. Güzel güzel, sakin sakin evimizde vakit geçirelim. Lütfen. Bir kez, sadece bir kez olsun beni şaşırtmıyordu. Ben artık bu adamın ciğerini biliyordum. 'Çok para verdim. Gitmek zorundayız.' Aslında bir sergi bileti için o kadar da fahiş bir fiyat ödememiştim. Fakat yine de az sayılmazdı. Bu yüzden sözlerim yalan da değildi hani. Oradan oraya dolaşarak Pusat'tan bir cevap beklerken kaç tür attım bilemiyordum. En sonunda nihayet cevap geldiğinde hemen ekrana odaklandım. Pusat Karaaslan: Bakarız. Tek kelimelik cevabının, beni çileden çıkarmak, tahrik etmek için olduğunu öyle iyi biliyordum ki... Bu yüzden sadece derin bir nefes aldım ve kendi kendimi sakinleştirdim. Sıkıntıyla telefonumun ekranını kapatıp cebime geri koyduğumda bir süredir ekrana bakmamdan mütevellit eğik duran başımı kaldırdım. Başımı kaldırdığım an karşımdaki çıkıntıda duran testleri fark ettiğimde Pusat ile mesajlaşırken onları unuttuğumu fark ettim. Gözlerim ilk iş kolumdaki saate kaydığında kalbim apansız bir heyecana tutuldu. Saniyelerini sayacak hâle geldiğim dakikalar, Pusat ile mesajlaşırken su gibi akıp geçmişti. Ve beklemem gereken süre de çoktan geçmişti. Sağ elimi kalbimin üzerine koyarak iki adımda testlere yaklaştığımda bakışlarım ilgiyle iki küçük çubukta gezindi. İlk test. Tek çizgi. Negatif. Bakışlarım hemen yanındaki testi buldu. İkinci test. O da tek çizgi. Negatif. Derin bir nefes alarak başımı testlerden kaldırdım ve aynadan kendime baktım. Çökmüş omuzlarıma, düzleşmiş surat ifademe ve dolmuş gözlerime. Hayır, çocuk için delirdiğim yoktu. Hatta ciddi bir şekilde böyle bir isteğim olup olmadığını sorgulamamıştım bile. Fakat şimdi, sanki o testler pozitif çıksa yine de mutlu olurmuşum gibi hissediyordum. Saçma bir hüzün omuzlarıma çökmüştü ve var gücüyle bastırıyordu. Aynadaki suretimde olan bakışlarımı saniyeler sonra nihayet sonlandırdığımda mantıklı yanım bunun daha iyi olduğunun gayet farkındaydı. Böyle bir tehlikenin içinde, bir de anne karnındaki bir bebeği korumak bizi çok daha büyük endişelere iterdi. Bu yüzden derin bir nefes aldım. Bu beklendik sonuca sevinmedim ama üzülmedim de. İlk iş elimi yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra testleri alıp çöpe atmak oldu. Ardından tekrar ellerimi yıkadım ve aheste aheste tuvaletten çıktım. Bir an saf saf etrafıma ne yapacağımı bilemeyerek bakındım fakat arkamdan ismimi seslenen kadınla birlikte bu bilinmezlik kayboldu. Ebrar, iki adımda yanıma gelerek koluma girdi ve bir süredir iz sürdüğümüz bir vakanın üzerinde düşünmek ve değerlendirme yapmak amacıyla beni de beraberinde toplantı odasına sürükledi. Kendimi akışa bıraktığımda kapılmam çok zor olmadı. Gün, genelde olduğu gibi inanılmaz bir hızla geçip giderken akşamı çabuk ettim. Akşam çıkış saati geldiğinde üzerimi değiştirerek hızlı adımlarla otoparka yürüdüm. Pusat, beni çok bekletmeden beş dakika içinde otoparkta az ilerimde arabayı durdurduğunda ön kapıyı açtım ve yorgun bir şekilde kendimi koltuğa bıraktım. "Ah, benim sanat sevdalısı karım da geldi." Bakışlarını üzerimden bir lahza çekmeden bana bakmaya devam etti. "Nasılsın hayatım ?" Sahte samimiyetine göz devirerek arkama yaslandım. Omuzlarımı silktim, yalnızca kısık bir "İyi." çıkabildi dudaklarımdan. Pusat arabayı çalıştırmak yerine oturduğu yerde biraz önce doğru eğildi ve yüzümü görmeye çalıştı. Yüzümü kaldırıp ona bakmadığımı fark ettiğinde ise koltuğunda yan dönüp elini çeneme yasladı. Yumuşak bir hareketle yüzümü kendine çevirdiğinde dolan gözlerimi fark etmemesi için yüzümü elinden çekmeye çalıştım. "Baksana sen bana bir. Ne oldu ?" Çatılmış kaşları, yumuşayan ses tonu içimi daha fena bir hâle getirirken yutkunmaya çalıştım. Sanki boğazımda koca bir yumru vardı ve yutkunmak bile zordu. Ağzımı açacağım an ağlayacağımı biliyordum ama kocam da hâlâ benden bir cevap beklediğinden kendimi tutmak için zorladım. "Hani şu Tefo mudur nedir, bir bela çıktı ya başımıza," Andığım isim Pusat'ın kaşlarının daha çok çatılmasına ve öfkeyle dişlerini sıkmasına sebep oldu. "Sen de geçen gün öyle şakayla karışık hamile olmayasın falan demiştin ya, ben de öyle içimde şüphe kalmasın diye gittim hamilelik testi yaptım." Çatlayan sesime aldırmadan konuşmaya devam etmiştim fakat boğazım git gide daha çok acıdı. Bu yüzden Pusat'ın bunu hiç beklemediğini apaçık belli eden şaşkın yüz ifadesine gülemedim bile. "Yani ? Hamile miymişsin ?" Bocaladığını, tereddüt eder gibi tekrar ettiği hecelerden rahatça anlayabiliyordum. Bu yaptığıma o kadar hazırlıksız yakalanmıştı ki, başka zaman olsa bu hâline kahkahalarla gülmemem imkânsız olurdu. "Değilmişim." En sonunda tutamadığım gözyaşlarım sicim gibi yanaklarıma akarken Pusat ne yapacağını bilemeyerek birkaç saniye boş boş yüzüme baktı. Hemen ardından kendini toparladı ve boğazını temizleyerek çenemdeki elini yanağıma kaydırdı. "Ben, anlamadım. Sen hamile olmayı mı isterdin ?" Kararsızca sorduğu sorusuna cevaben başımı iki yana salladım. Buna neden bu kadar içerlediğimi kendim bile bilmiyordum ki ona açıklayabileyim. Belki de korkuyordum. Pusat bu dengesiz ruh hâlime yabancı olmadığından kısa bir süre içinde benimle daha normal bir şekilde iletişim kurmayı başardı. "O zaman sorun ne ? Neden ağlıyorsun canımın içi ?" Yanağımı avcuna bastırıp omuzlarımı silktim. "Bilmiyorum. Sadece o tek çizgiyi görünce zoruma gitti." Pusat mantıklı bir sebebimin olmadığını anlayarak başımı omzuna yasladığında iç çekerek boynuna doğru daha çok sokuldum. Elini yumuşak hareketlerle sırtımda dolaştırırken derin bir nefes aldım. Zamanla ağlayışım küçük iç çekişlerle birlikte son bulduğunda yavaşça başımı kaldırdım. Islak kirpiklerimin arasından gözlerine bakarken hiç de kibar olmayan bir şekilde burnumi çektim. Pusat bu hâlime gülümsediğinde rahatlayarak ben de güldüm. Kendimi tam olarak geri çekmeden önce boynuna kokusunu içime çekerek bir öpücük bıraktım. Ardından geri çekilerek hevesle, hiç dert tasa sahibi olmayan gamsız biri gibi ellerimi birbirine vurdum. "Hadi gidip biraz sanatla alâkadar olalım." Pusat konunun dönüp dolaşıp yine aynı yere bağlanmasına karşılık gözlerini devirdi. "İlla sanat eseri mi görmek istiyorsun ?" diye mırıldandığında büyük bir kararlılıkla başımı aşağı yukarı salladım. Pusat nefesini sesli bir şekilde vererek benim önüme doğru uzandı ve güneşliği açarak karşıma çıkan küçük aynayı işaret etti. "Görüp görebileceğin en güzel sanat eseri." Ne demek istediğini anlar anlamaz sırıtarak ona döndüğümde aynı sırıtıştan onun da yüzünde olduğunu gördüm. Aldığım iltifata karşılık kaşlarımı kaldırarak başımı yana eğdim. "Bir teşekkür öpücüğünü hak ettin." Yüzündeki gülümseme büyüdüğünde sözlerimin bunu bozacağını bilsem de susamadım. "Yine de bu sergiye gitmeyeceğimiz anlamına gelmez." Tam tahmin ettiğim gibi oldu. Önce sırıtışı silikleşti, sonra başını hafif geri attı ve en son da nefesi sesli bir şekilde vererek arkasına yasladı. "Kaçışımız yok yani ?" diye bir taraftan söylenirken bir taraftan da arabayı çalıştırdı. Başımı iki yana sallayarak sessizce onu cevapladığımda yolculuğumuzun geri kalanını günümüzün nasıl geçtiğini birbirimize anlatarak geçirdik. Uzun sayılmayacak bir vaktin ardından serginin olduğu Kültür Merkezi'ne vardığımızda arabadan indik. Uyumlu hareketlerle binaya giriş yaptığımızda ikimiz de ilk önce etrafı incelemeye başladık. Koridorda gördüğümüz bir görevliye ise serginin olduğu yeri sorduk. Görevli, bizi koridorun sonundaki salona yönlendirdiğinde ise nihayet serginin olduğu alana varabildik. Birleşik duran ellerimizi bir avantaj olarak kullanarak Pusat'ı en baştaki tablonun olduğu kısma çekeledim. Hevesli olmadığı aşikârdı fakat yine de ortam onun da ilgisini çekmiş gibiydi. En azından, etrafta gezdirdiği bakışlarını buna yordum. Duvarda asılı ilk tablonun önüne geldiğimizde heyecanla iç çekerek tabloyu incelemeye başladım. Bir sürü at vardı. Siyah beyaz resmedilmiş, birlikte koşan bir sürü at. Tabloya baktığım an, aklıma gelen ilk şey özgürlüktü. Bakışlarımı yanımda dikilen kocama çevirip gözlerimle tabloyu işaret ettim. "Tabloda ne görüyorsun ?" diye sadece onun duyabileceği bir tonla konuştuğumda bakışlarını tabloda gezdirdi. "At ?" Basit cevabına karşılık gözlerimi devirmeden önce derin bir nefes aldım. Belki de soruyu yanlış sormuştum. "Peki sana ne çağrıştırıyor ? Yani resmi gördüğünde aklına ilk gelen şey ne ?" Beklentiyle bakışlarımı üzerinde tuttuğumu fark ettiğinde ondan ciddi bir cevap beklediğimi fark etti ve tıpkı benim gibi derin bir nefes aldı. Her ne kadar memnuniyetsiz gibi dursa da, keyifli hâlini bilecek kadar tanıyordum onu. "Özgürlük." Mırıldandığı tek kelime, mutlulukla ona gülümsememe sebep olduğunda bakışlarını tablodan çekip gülüşüme dikti. "Benim de aklıma ilk gelen bu olmuştu." diye sessizce konuştuğumda dudaklarında minik bir tebessüm yer buldu. "Sana birbirimizin yansıması olduğumuzu söylemiştim." Ara ara tekrarladığı cümlesini duyduğumda gülümsemem büyüdü fakat sessiz kaldım. Tuttuğum elinden çekerek bir sonraki tablonun önüne doğru onu sürüklerken de bana hiç zorluk çıkarmadı ve uyum sağladı. "Peki bu tablo sana ne çağrıştırıyor ?" Önümüzdeki tabloya bakışlarını dikip bir sürece sessizlik içinde öylece tabloyu inceledi. Hatta öyle ki, bir süre sonra kolunu dürtme ihtiyacı hissederek koluna dokundum. Pusat dokunuşumla irkilerek kolunu benden uzaklaştırırken anlamayarak ona baktım. Ne olduğu anlaması sadece birkaç saniye sürdü. "Giray'ı." Tek kelime ile tüm derdini açık ettiğinde yutkunarak tabloya baktım. Ve o an tabloya silik bir karanfil resmi çizilmiş olduğunu fark ettim. "Ben, fark etmemiştim." Tebessüm ederek elini belime attı ve beni kendine çekti. Bu anı bekliyormuş gibi başımı anında omzuna yaslarken iç çektim. Bazı yaralar kapansa bile yerleri hep belli olur, izi hep orada kalırdı. Ve o ize her dokunduğunda, o yaranın ilk açıldığında yaşadığın acıyı duyumsardın. Aynısı olmazdı belki ama, o duyumsadığın hâli bile yakardı canını. Giray bizim için tam olarak öyleydi. Hiç unutmadığımız, ara ara andığımız, her anışımızda da büyük bir saygı ve sevgiyle ardından dualar ettiğimiz şehidimizdi. Geçen yıl, Pusat'ların timinin operasyon sonunda hain bir teröristin silahından çıkan kurşunla bize veda eden şehidimiz, canımız ciğerimizdi. "Allah yerinde dinlendirsin." kısık çıkan sesiyle konuştuğunda, "Amin." diyerek eşlik ettim. Sonrasında birkaç tabloya daha baktık fakat ikimiz de sergi gezecek kadar keyifli olmadığımızdan daha fazla durmadan çıktık. Sanırım bizim ruhumuz halihazırda sanata doymuş durumdaydı. Aheste aheste arabaya doğru yürüdük. Arabanın yanına geldiğimizde Pusat'ın elini bırakarak avcumu açtım ve ona uzattım. "Ben kendi anahtarımı diğer çantamda unutmuşum. Seninkini verir misin ? Ben kullanmak istiyorum." Pusat isteğimi ikiletmeden anahtarı cebinden çıkarıp bana uzattığında anahtarı aldım ve şoför koltuğuna geçerek yerleştim. Ben ehliyet kemerimi takarken Pusat da etrafı kolaçan ederek arabaya binip yan koltuğa oturduğunda arabayı çalıştırdım. Pusat'ın park ettiği yerden çıkıp eve doğru sürmeye başladım. Radyodan rast gele, hareketli olmayan, kısık sesli ve bizi rahatsız etmeyecek bir müzik açtım. Aradan geçen beş dakikadır, Kültür Merkezi'nden çıktığımızdan beri arabanın aynasından gördüğüm araç benim sağa sapmamın ardından arkada göründüğünde derin bir nefes aldım. Pusat bendeki hareketliliği fark ederek bana döndü ve müziği tamamen kapatarak "Fark ettin mi ?" diye mırıldandı. Sorusuna cevaben başımı aşağı yukarı salladığımda oturduğu koltukta duruşunu dikleştirerek biraz cama doğru döndü. "Atlatabilir misin ?" Duyduğum sorunun ciddi olup olmadığını gerçekten anlamak için kaşlarımı çatarak kocama döndüm. Ciddi miydi ? Dört yıllık karısıydım ben onun. "Teessüf ederim." Kendimden emin duruşumun hoşuna gittiğini biliyordum. Zira dudaklarında peyda olan sırıtışın sebebi de emindim ki buydu. Vitesi önce dörde, sonra beşe takarak git gide hızı arttırdım. Arkamızda ki araba fark edildiğini bile bile peşimizden ayrılmayarak tıpkı bizim gibi hızını arttırırken gülümsedim. Anlaşılan şoför iyiydi, fakat bilmedikleri bir şey vardı, burası benim çöplüğümdü. Bir yandan arkadaki arabayı gözetleyip bir yandan hızımı azaltmadan ara sokaklara saparken bir müddet sonra Pusat'ın usulca kapıyı tutuşunu tesadüfen gördüm. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken aniden direksiyonu kırmamla araba sarsıldı ve Pusat az önce usulca tutunduğu kapıya sertçe çarpmış bulundu. Gözlerini irice açarak bana döndüğünde bakışlarımı ondan çekip arkamızı kontrol ettim. "Ne ?" Pusat başını iki yana sallayarak düşük bir ritim tutarak ellerini birbirine vurdu. "Orhan abi, ekip arabasını bir kez kullandıktan sonra daha da sana kullandırmak istemediğini söylediğinde abarttığını düşünmüştüm." Ara sokaklardan çıkarak kalabalık trafiğe karıştığımızda iç çekerek kocama döndüm. "Sonuç olarak bizim meslekte hız, hayat kurtarır." Pusat bilmiş sözlerime istinaden gözlerini devirerek artık bir kağnı arabası gibi ilerlememize sebep olan trafiğe döndü yüzünü. Dalgın bir hâlde "Haklısın," diye mırıldanıp bu sabahki karşılaşmamıza değindi. "Ama ya bir dahakine yanında ben olmazsam ? O zaman ne olacak ?" İleriye odaklı bakışlarını bana çevirerek, yüzünden okunan tüm endişesiyle yutkundu. "Ben sana geç kalmaktan korkuyorum." İçim tanıdık o kaybetme korkusuyla yanarken gözlerimi kaçırdım. Bu korkuyu ikimiz de birbirimiz için hep yaşıyor, hep o endişeyi yüreklerimizde taşıyorduk. Fakat şimdi tehlike bu kadar belirginken, bu endişeyi bastırmak, görmeden gelmek her zamankinden daha zor geliyordu. Benim, kendi adıma bir korkum yoktu gerçi. Ama yine de, Pusat'ın bunu hissediyor olması beni de bu hisse sürüklüyordu. "Korkunun ecele faydası yok derler. Ecel geldikten sonra hangimiz karşısında durabiliriz ki ?" Elimi, dizinin üzerinde duran eline uzatarak parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Sıkıca elini tutup gülümseyerek biraz olsun yüreğindeki o endişeyi hafifletebilmeyi istedim. "Hem, sen karına güvenmiyor musun ? Ben kendimi korurum. Ayrıca gelip beni tebrik edeceğine neler söylüyorsun ?" Pusat, konuyu dağıtmak istediğimi anlayarak tebessüm etti ve iç çekerek bana uydurdu. Her ne yapıp o pisliğin canını yaktıysa pişman olmadığına adım gibi emindim fakat bunun bana yansıyor oluşundandı derdi, onu da biliyordum. Ve sanırım bendeki bu salmışlığın bir nedeni de her günü monotonlukla geçen, masa başı bir meslek icra etmediğimden bunu çabuk kabulleniyor oluşumdu. "Tebrik ederim Aylin Hanım, şerefsizleri harika atlattınız." Bir çocukla anlaşmak için tane tane konuşur gibi devam etti. "Alkış da ister misiniz ?" Bu sefer gözlerini deviren ben olurken trafik akmaya başladı ve saniyeler sonra ileriden sağdan döndüm. "Aman istemez, kalsın." Kocama ters bir bakış atıp moralimi düşürmesine istinaden tavırla söylendim. "Geliş yolundaki teşekkür öpücüğünü de iptal ediyorum!" Pusat tek kaşını kaldırarak meydan okuyan bir ifadeyle bana döndüğünde bir anlığına ona çevirdiğim bakışlarımı tekrar önüme diktim. "Sence benim seni, senin beni öpmek için teşekküre ihtiyacımız mı var ?" Kaşlarımın hafifçe havalanmasının akabinde başımı iki yana oynattım. Sevgisini böyle güzel hissettirebildiği, belli ettiği için senelerdir ona minnettardım. Çünkü insan sevildiğini bilmekten çok, hissetmeyi ister. Başına göre sakin tamamladığımız yolculuğumuz dakikalar sonra sona erdiğinde, ikimizde o adamın gerçekten bize taktığının biraz daha farkına varmış bir hâlde arabadan indik. Aheste aheste, az önce biz takip edilen biz değilmişiz gibi bir rahatlıkla eve girdikten sonra ilk iş kendimi salondaki köşe koltuğa bıraktım. Pusat elindeki telefonla oyalanarak birkaç dakika sonra gelip yanıma çöktüğünde bir kedi gibi koynuna sokuldum. Bunu bekliyormuş gibi beni sinesine daha çok çekip sararken başımın üzerine bir öpücük bıraktı. "Bizimkilere plakayı attım. Bulduklarında haber verecekler." Sessiz kalarak bir süre sadece nefes seslerimizi dinledik. Ardından Pusat geri çekilerek benden uzaklaştı, ayağa kalktı ve elini bana uzatarak gözleriyle de elini işaret etti. "Hadi, gel biraz pratik yapalım." Ne demek istediğini hemen anlayarak eline uzandım ve ondan güç alarak ayağa kalktım. "Üstüme daha rahat bir şeyler giyip geliyorum." diye mırıldanarak sağ yanağından öptüm ve yatak odasına geçtim. Pusat beni beklemeden koridorun sonuna doğru giderken, dolaptan siyah bir eşofman altı, üstüne de beyaz bir tişört çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Üstümü değiştirdikten sonra saçlarımı topuz yaparak topladım. Işıkları kapatıp ben de koridorun sonuna doğru ilerlerken camdan bahçenin görünen kısımlarına göz atıp odaya öyle girdim. Bir duvarı kaplayan kitaplığın sağ kapağını boydan boya açıp rafların olduğu iç kapağı da araladım. Kamufle etmek için kitaplığın malzemesinden yapılan kapıyı da son olarak iterek açtıktan sonra arkamdan kapıyı tekrar iterek kapattım. Bir mahzeni andıran kısa merdivenleri ezbere indim. Işık düğmesine basarak önümdeki koridoru aydınlattıktan sonra ise koridoru hızlı adımlarla aşıp ışıkları kapatarak kapıyı açtım ve içeriye süzüldüm. Pusat çıkan kapı sesiyle başını kaldırıp bana bakarken elindeki silahı ilk bakışta tanıdım. Geçen seneki doğum gününde aldığım silahtı. "Baya olmuştu," silahının ucunu bir kovboy edasıyla havaya kaldırıp üfledi ve bana göz kırptı. Bu hâllerine bayıldığım bir gerçekti fakat şu an sadece gülümsemekle yetindim. "Ne dersin ? Var mısın yarışa ?" Bulunduğum poligonda yapmayı en sevdiğim aktiviteyi teklif ediyordu, reddetmemin imkânı yoktu. Yanına doğru ilerleyip ortak oluşturduğumuz silah dolabından rastgele bir tabanca alıp dolabın cam kapağını kapattım. Atış yerine geçtiğimde Pusat önce gerekli ayarlamaları yaparak hedefi yerine gönderdi, sonra da hemen arkama geçerek nişan almamı izledi. Derin bir nefes alıp tek gözümü kapattım ve içimden gez-göz-arpacık üçlüsünü sıralayıp tetiğe bastım. Belki saçmaydı ama, talim yaparken bunu söylemeyi ilk silah tuttuğum günden beri bırakamamıştım. Art arda kurşunları hedefe sıralarken şarjör boşalana dek durmadım. En nihayetinde şarjörde tek bir mermi bile kalmadığında, Pusat başımın üzerinden öptü ve bir düğmeye basarak hedef tahtasının bize doğru gelmesini sağladı. Burası için kendi çapımızda küçük bir servet ödemiştik fakat değerdi. Zira Pusat'ın da, benim de evin en sevdiğimiz yeri burasıydı. Bu konuda burayı yaptırdığımızdan beri hemfikirdik. Pusat önümüze gelen hedef tahtasına doğru yaklaşıp parmaklarıyla hedefi yokladı. Kurşunları saydı ve hepsinin tam ortada olmasa da, ortanın etrafında olduğunu mırıldanarak hedefi değiştirdi. Bu defa ben geriye giderek ona müsaade ettiğimde Pusat tüm ciddiyetiyle hedefin yerini almasını bekledi. Hedef yerini aldıktan sonra silahının son ayarlamalarını yaptı ve nişan aldı. Ben ise inat yapar gibi işaret parmağımı kaldırıp sırtına dokundurdum. Küçük bir kız çocuğu kadar haylaz olmak, en çok onun yanındayken güzeldi. Dokunuşumla birlikte Pusat'ın sırt kasları gerildi, yine de yalnızca boğazını temizlemekle yetindi. Bu bir uyarıydı. Dur uyarısı. Fakat bazen, kurallara uymamak normalde olduğundan daha çekicidir. Ne söylenirse tam tersini yapmak, ne tepki vereceğini deli gibi merak etmek... Bu defa parmağımı, ısrarla çekmediğim sırtında gezdirerek bir şeyler yazmaya başladım. O ise ona rahat vermeyeceğimi anlamış olacak ki sakince yaptığım haylazlığın bitmesini bekledi. 'Ateş et.' Pusat yazdığım kelimeleri anlar anlamaz silahını ateşlediğinde hevesle yana kayıp hedefi görmeye çalıştım. Pusat hiddetle şarjörü boşaltana kadar ateş ettikten sonra düğmeye bastı. Hedef tahtası git gide bize yaklaşırken sabırsızlıkla parmaklarımı yaslandığım kasaya sırayla vurmaya başladım. Nihayet önümüze geldiğindeyse bakışlarımı aceleyle hedef tahtasına diktim. Gördüğüm manzara, balon gibi şişen hevesimi o balona bir iğne batırılmış gibi söndürürken yüzüm düştü. "Nasıl ya ?" diye mırıldanarak parmaklarımı yaslandığım yerden çekip hedefin üstünde dolaştırdım. Dikkati dağınıkken bu kadar iyi nişan almış olması ne kadar mümkündü ki ? Kaşlarımı çatarak başımı kocama doğru çevirdiğimde yüzündeki hain sırıtışla zaten hâli hazırda beni izlediğini fark ettim. Bozulduğumu anlamamış olması imkânsızdı. Fakat yine de, bunu itiraf edecek değildim. "Ne dedin hayatım ? Tam anlayamadım." Alay dolu tınısını saklama gereği bile duymaması sinirlerimi bozduğunda gülümsedim. Dilimi dişlerimin üzerinde gezdirerek kaşlarımı kaldırdım. "Dedim ki, aksi zaten sana yakışmazdı." Bakışlarımı ondan çekerken ekledim. "Hayatım." Pusat en sonunda kendini tutamayarak sesli bir şekilde güldüğünde elimdeki silahı ona doğru salladım. "Sus, gülme!" Pusat elindeki silahı önümüzdeki çıkıntıya bırakıp kollarını belime dolarken başımı omzuma doğru eğerek ona, bana yaklaşması için müsaade ettim. Keyifle bu isteğime boyun eğerek başını boyun girintime yasladığında gülümsedim. Ve tam da o an da, burada kırk yılda bir düzgün çeken telefona bildirim geldi. Pusat cebinden telefonunu çıkararak önüne, dolayısıyla benim önüme doğru, tuttuğunda ekrana iki kez dokunarak ekranı aydınlattı. Mesaj Pusat'ların timden Gökhan'dandı. 'Bir ipucu bulduk abi.' Sanırım artık kuyuya inme zamanıydı. Kollarının arasında dönerek Pusat'la yüz yüze geldiğimde çatık kaşlarıyla hâlâ ekrana baktığını gördüm. Fakat zaten benim bakmama gerek bile yoktu. Çünkü ben bu ifadeyi biliyordum. Tanıyordum. Aklında kırk tane tilki dolanıyor, kırkının da kuyruğu birbirine temas etmiyordu. Ben bu ifadeyi biliyordum. Bir şeyleri çözmeye çalışıyor, anlamlandıramadığı meseleler üzerinde binbir teori yürütüyordu. Çünkü Pusat böyle bir adamdı, en az bedeniyle çalıştığı kadar aklı da hızla çalışırdı. Ben ise... Ben ise onu bir kitap gibi okur, ona hep böyle bakardım. Hayranlık ve aşk ile. ~Paydos!~ |
0% |