Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm: "Yaralar İyileşirken Kaşınır"

@uuykusuzvedengesiz

Hayat... Bir doğum bir ölüm arası kısacık bir vakit. Bir nefes kadar, bir an kadar. Karanlık bir gecede, sabaha karşı bir tan vaktinde veyahut güpegündüz güneş tam tepedeyken... Ne zaman geleceğini, bizi bulacağını bilmediğimiz, ölüm bizi bulana dek yaşadığımız tüm serüven... Göz açıp kapayıncaya kadar hiç edilen, hiçbir şey anlamadan sonuna gelen ömürlerimizin tümü... Kimini bir gece ansızın yatağında bulan, kimini ise aydınlıklarda ateşin ortasında yakalayan ölümün gelişine kadar geçen süre...

Günlerdir, gecelerdir, aklımdan çıkmayan her vakitte bunu kendimce tarif etmeye, bir şekilde anlatmaya çalışmak için çabalıyordum. O korkunç sabahın üzerinden geçen iki haftanın her gününde, günün olabilecek her anı bir noktaya dalıyor ve bunu düşünmeye başlıyordum.

Ölüm neydi ? Peki ölümlere şahit olmak ne demekti ? Gözlerinin önünde birilerinin can verdiğini görmek, duymak, onlar için inanılmaz bir acı içinde kıvranmak... Elini uzatıp yardım etmeyi istemek fakat ulaşamamak.

Zihnimin bir köşesinde iyice yer eden bu sorular, bu aklımdan çıkmayan asıl gerçek, hayatı sorgulamamı sağlamıştı. Daha doğrusu, kendimi sorgulamamı sağlamıştı. Bu ne zaman bizi bulacağını bilmediğimiz asıl gerçeğe ben hazır mıydım ? Rabbim’in huzuruna her çıktığımda hazır olabilmek için O’na yalvarıyordum. Kendimi ölçüp tarttığım terazide benim bile bulduğum eksikler o kadar çoktu ki... Tüm bunlar için af dilemeye ilk günler yüz bile bulamayışım da bu yüzdendi. Lakin O’ndan başka sığınacak kimsemizde yoktu. O’ndan güzel merhamet gösteren, bizleri affetmek için huzuruna davet eden Rabbim’den başka kimsemiz yoktu.

Feza yaklaşık bir hafta önce kazandığı okulda görev almaya başlamıştı. Lakin tüm günleri dolu olmadığı için kendimize ayırabildiğimiz vakit ile yetinmekten başka çaremiz de yoktu.

Yine de hiç değilse artık hayatımız daha düzenliydi. Sabahları erkenden yaptığımız kahvaltı sonrası herkes kendi işine dağılırken şimdilik tek yaptığım evde hobilerim ile ilgilenmekti. Bazı günler güne resim yaparak başlarken, bazı günler ise yaptığım şey mutfakta yeni tarifler denemekten ibaret oluyordu. Sonraları ise Feza işten geliyor, birlikte biraz vakit geçiriyorduk. Ardından ise artık her güne belirlediğimiz saat olan akşam sekizde küçük odamızda Kur’an-ı Kerim okuyorduk. Bazı günler buna ek ibadetlerimizi kıldığımız nafile namazlar ile de taçlandırıyorduk. O günden sonra ikimizde sessiz bir anlaşma yapmış, ahiretimize yaptığımız hazırlıklarımızı daha çok arttırmaya başlamıştık. İkimizde bu durumdan memnun ve huzurluyduk. Ne zaman, ne şekilde ayrılacaktık bu dünyadan bilmiyorduk fakat tüm dileğimiz, çabamız ayrılana kadar gideceğimiz yeri biraz daha güzelleştirebilmekti. Bir de orada dahi ayrılmamak, sonsuz hayatta da onunla eş olabilmek...

Derin bir nefes alarak elimdeki malzemeleri önümdeki kabın içinde birleştirirken gülümsedim. Yaptığım yemeklerin hepsinin şifa olması için dua ederek yaptığım yemeği fırına attım. Ellerimi durulayıp havluya sildikten sonra aheste adımlarla mutfaktan çıktım. Feza’nın gelmesine daha yaklaşık yarım saat olduğundan masayı özenerek hazırlamak için hâlâ vaktim vardı. Artık bir şeyleri yapmak adına özel bir gün olmasını beklememeye karar vereli tam bir hafta oluyordu. Bu bir haftada Feza ile hayalini kurduğumuz fakat hep erteleyip durduğumuz bazı şeyleri yapmaya başlamıştık bile. Mesela gözlerinizden uyku akacak kadar yorgun olduğumuz bir günde bunu bile umursamayıp birlikte sabahlamıştık. Mesela birlikte ilk defa pikniğe gitmiş, ilk defa evimizde misafirlerimizi-karşı komşularımızın çocuklarını- ağırlamıştık. İlk defa birlikte sinemaya gidip uyuya kalmış, ilk defa birlikte saatlerce durmadan sohbet etmiştik. Çünkü hayat kısaydı, çünkü ömür bir göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi.

Oturma odasına geçip dolaptan masa örtüsünü aldım ve balkona geçtim. Masa örtüsünü masaya örttükten sonra mutfaktan gerekli diğer tüm malzemeleri masaya taşıdım. Özenle, dudaklarımdaki ufak tebessümümü bir an bile kaybetmeden hevesle masayı hazırladım. Mutfaktaki masanın üzerinden telefonumu da alarak ruhu okşayan hoş bir müzik açtım.

Kendi kendime o yarım saati de huzurla geçirip tükettiğimde nihayet kapı zili tüm evin içini doldurdu. İçimde aylardır onu ilk görüşümmüş gibi bitmek bilmeyen bir heyecanla atlaya zıplaya kapıya vardığımda sırf benim açmam için beklediğini biliyordum.

Kapıyı aralar aralamaz dudaklarındaki huzur bulan gülümsemesi ile kollarını belime doladığında sevgisinin keyfini sürerek başımı göğsüne gömdüm. Kısa bir süre olduğumuz pozisyonu bozmadan öylece özlemimizin biraz olsun dinmesini bekledikten sonra ilk geri çekilen ben oldum. Gün içinde ne yaptığımı onun gidişinden itibaren cıvıl cıvıl bir sesle hemen anlatmaya başlarken bir yandan da onu kollarından tutarak içeriye çekiyordum. Önce üstündeki kabanı çıkarttım, sonra gömleğinin kol düğmelerini açarak biraz olsun rahatlamasını sağladım. Hemen ardından onu ellerini yıkaması için lavaboya yollarken üstünü değiştirip balkona gelmesi için tembihledim. Ben ise balkona geçmeden mutfağa uğrayıp birkaç saat önce topladığım papatyaların durduğu vazoyu aldım ve nihayetinde balkona vardım. Elimdeki vazoyu masanın ortasına koyarak derin bir iç çektim. En sonunda istediğim gibi huzura kavuşmuştum.

Ellerimi sandalyenin başlığına koyup masaya oturmak için Feza’nın gelmesini beklerken, beni mutlu eden ve onu da mutlu edeceğinden emin olduğum haberi vermek için sabırsızdım. Neyse ki Feza da beni çok bekletmeden balkona geldi ve ilk iş kokumu içine çekerek boynumu öperek beni bir kez daha mest etti. Dudaklarım sanki tüm gün bu anı bekliyormuş gibi kocaman kıvrılırken kolları arasında daha da mayıştım. Hoş, beni gülümsetebilmek için bunların hiçbirini yapmasına gerek de yoktu. Zaten onun isminin geçtiği yerde benim dudaklarım kendiliğinden kıvrılıveriyordu.

“Evet, yine mükellef bir masa, güler yüzlü ve beni özlemiş bir eş, harika bir gün batımı...”

Alt dudağını dışa doğru kıvırdığını hissettim. “Sanırım huzurun tanımını yaptım biraz önce.” Sesindeki keyifli tını kolları arasında yönümü ona çevirmeme neden olurken sürprizimi söylemek adına hafifçe omuzlarımı silktim.

“Ve bende, bu huzurumuzu güzel bir haber ile taçlandırmak istiyorum.”

Kaşları merakla havalanırken bakışları beklenti ile yüzümde dolaşıyordu. “Annemler bizi ziyarete geliyor!” Bu haberi bekliyor muydu bilmiyordum fakat yüzü önce güldü, hemen sonra ise şaşkın bir ifadeye büründü. Bu defa benim kaşlarım şüphe ile kalkarken gözlerim de bu duruma uyarak kısılmıştı.

“Bir saniye, bu tepkilerin sıralamasında bir tuhaflık var sanki...”

Omuzları hafifçe çöküp bakışları gözlerimden çekilirken nefesini ağırca bıraktı. Alt dudağı yakalanmanın verdiği mahcubiyet ile dışa doğru kıvrılırken bu kadar çabuk açık vermeyi kendi de beklemiyor gibiydi. Pek tabii bu, birbirimizi okumaya bu kadar çabuk ayak uydurabileceğimizi bizim bile beklemediğimizden kaynaklı da olabilirdi.

“Sen planladın, sen çağırdın zaten onları değil mi ?” Bir keşif yapmışçasına büyülü çıkan sesim mahçup ifadesini daha da pekiştirdi. Omuzlarını silkti, başını hafifçe omzuna doğru eğdi ve kendini açıklamaya girişti.

“Ama senin bunu anlamaman gerekiyordu.” Bakışlarını etrafta dolaştırmaya bir son verip nihayet gözlerime baktı. “Böyle de sürprizin bir anlamı kalmadı pek.”

Muzır bir ifade ile omuzlarımı silkerken konuştum. Biraz kendimi övmekten zarar gelmezdi. “Ne yapayım ama ? Zeki olmak suç mu ?”

Feza sesli bir şekilde gülerken birkaç saniye süren o burnu havada rolüm de sonlanmıştı. Zira onun gülüşü beni de güldürmüştü.

Gülüşlerimiz dinmeden, hoş sohbet eşliğinde yemeklerimiz yemiş,i yemeğin hemen ardından kısa bir süre içinde de masayı birlikte toplamıştık. Ben her ne kadar gün içinde onun yorulduğunu ve içeriye geçip dinlenmesini söylesem de, o benim de evde birçok iş ile meşgul olduğumu söylemiş ve mutfakta bulaşıkları toplamama da yardım etmişti.

Mutfaktaki işimiz beş dakika içinde biterken gecenin geri kalanı için bir plan yapmadığımdan oturma odasındaki koltuğa kendimi bıraktıktan hemen sonra Feza’ya döndüm. Zaten hâli hazırda bende bulunan bakışları benim ona dönmemle birlikte hoş bir gülümseme ile taçlanırken bende gülümsedim. Acaba bir zamanlar yüzümü hep güldüren bir aşk için dua etmiştim de ben mi hatırlamıyordum ? Ya da belki benim bile yapıp unuttuğum bir iyiliğin karşılığıydı. Zira bu kadar gülümseyebiliyor olmak kesinlikle bir ödüldü.

“Ne yapalım istersin ? Yapmak istediğin bir şey var mı ?”

Bakışlarım kısa bir an saate kaydı. Saat henüz erkendi, istesek dışarıya çıkabilirdik. Bunun için vaktimiz vardı fakat Feza tüm gün çalışmıştı. İnsanlarla iç içe olan her meslek çok zorken o, tam ergenliğe geçiş döneminde olan otuza yakın gençle saatlerce uğraşmıştı ve emindim ki çok yorulmuştu. Dışarıya çıkmak istediğim takdirde beni geri çevirmeyeceğini biliyordum fakat dinlenmek için uyku harici elinde yalnızca birkaç saat varken o birkaç saati de yollarda geçirmeyi istemek içimden gelmiyordu.

Alt dudağım bilinmezlik içinde dışarı doğru kıvrılırken hafifçe omuzlarımı silktim. “Bilmem, özellikle yapmayı istediğim bir şey yok sanırım.” Cümlemi bitirir bitirmez zihnime düşen fikir ile yüzüm aydınlanırken bu ifademi anında fark etti. “Buldum!” diye heyecan içinde yüksek tondan konuştum. O ise bu heyecanımı daha sakin bir tavırla karşılıyordu.

“Hani bana bir şiir sözün vardı. Hatırladın mı ?” Bir çocuk gibi heyecanla alkış tuttum. “Hadi bana bir şiir oku.”

Kolumdan tutup bedenimi kendine doğru çekerek aramızdaki mesafeyi kapattı. Bu hareketini bir onay olarak kabul ettim ve keyifle başımı dizine yaslayıp bedenine daha çok sokuldum. Bir eli usulca saçlarımı bulurken önce derin bir nefes alıp verdi. Çok geçmedi, saniyeler sonra o güzel sesi kulaklarıma doldu.

 

“Sen varken zaman ne de hızlı

Geceler sen varken aydınlık

Sen varken her şey tastamam

Yüzüm gülüyor birden

Şarkı söylemek istiyorum”

 

Yıldırım Can Atila’nın ruhu okşayan dizelerini onun sesinden dinlemek kalbimi öyle güzel bir huzur ile sarıp sarmalıyordu ki, Feza’nın okuduğu her dizenin içinde bizden bir parça bana göz kırpıyordu. Onu gördüğüm ilk andan itibaren birlikte biriktirdiğimiz yüzlerce anı zihnimde kendine yer bulurken son mısranın ikimize de aynı anıları anımsattığına emindim. Yiğit abinin kafesinde, mikrofonun hemen arkasında, gözlerimin içine bakarak şarkılarını tekrar söyledi sanki olduğumuz anda.

Saçlarımı aheste hareketler ile okşarken gözlerimi kapattım. Açık olan camdan esen rüzgar incecik olan tülü havalandırıyor ve bize kadar ulaşıyordu.

“Yollar sen varken kısa

Sen varken toprak daha bir sıcak

Gözlerim sen varken uğramaz yasa

Yüreğim kanatlanır birden

Şarkı söylemek istiyorum”

 

Bir beşliği daha okuduktan sonra kısa bir es verdi. Dudaklarını tüy kadar hafif bir şekilde kapalı olan göz kapaklarıma dokundurdu. Sanırım bu, yüreğini kanatlandıranın ben olduğumu söylemenin beden dilinde zarif bir ifadesiydi.

 

“Güneş sen varken iniyor bahçeye

Yıldızlar sen varken parlıyor

Sen varken hayat yerli yerinde

Dilim çözülüyor birden

Şarkı söylemek istiyorum...”

 

Güneş, güne veda ederken kızıl-turuncu renklerindeki son ışıklarını salonumuza dek ulaştırıyordu. Bir yandan yüzümde rüzgârın o usul dokunuşu devam ederken bir yandan da sevdiğim adamın sesinden en sevdiğim şiirlerden birini dinliyordum. Başım hâlâ dizindeydi. Elleri ise saçlarımdaki yerini koruyordu.

Ne diyecekti bilemiyordum fakat dudakları tam bir şey söylemek için aralanmıştı ki, evi dolduran zil sesi ile susmak zorunda kaldı. Kaşlarım hafifçe çatılırken sorgu dolu bakışlarım Feza'yı buldu fakat onun da yüzü merak doluydu. "Birini mi bekliyorduk?" diye sorarken bir yandan da olduğum yerde toparlanıp ayağa kalkıyordum. Bu beklenmedik misafir, her kimse, bir anlığına kalbimin sıkışmasına neden oldu fakat birkaç telkin ile kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Feza da arkamdan geliyordu. Kapının önüne gelip gözümü kapı deliğine denk getirerek geleni görmeye çalıştım fakat görünürde kimse yoktu.

"E burada kimse yok ki?" Tedirgin çıkan sesim Feza'nın bir adım önüme geçip kolu ile beni de bir adım arkasına sebep oldu. "Sen bir dur bakayım arkamda," diyerek bir de o baktı kapı deliğinden. Hemen sonra temkinli bir şekilde kapıyı aralarken, ben de merakla arkasından kapının önünü görecek kadar kafamı çıkardım. Ve gördüğüm suret kısık bir çığlık atmama ve hızla Feza'nın arkasından çıkarak abimin boynuna atlamamı sağladı.

"Abi!"

Ömrümde ilk defa görüyormuşum gibi bir heyecanla hitap ettiğimi gören abim sesli bir şekilde gülerken mutluluktan gözlerim doldu. Bir gün abimi gördüğüme bu denli sevineceğimi daha düşündüğüm olmamıştı fakat şimdi fark ediyordum ki, onunla olan tartışmalarımızı dahi çok özlemiştim. Onunla oturmayı, sohbet etmeyi, birlikte film izlemeyi, başımı omzuna yaslayıp dertleşmeyi...

Annem abimin hemen arkasından tıpkı benim gibi gözleri dolu dolu bizi izlerken daha fazla onu bekletmeye de gönlüm razı gelmedi. Zaten abim de sırayı vermesi gerektiğine kanaat getirmiş olacaktı ki ben herhangi bir ayrılma belirtisi göstermeden sırtımı sıvazlayarak benden birkaç adım uzaklaştı.

Annem sabırsızlıkla abimin bıraktığı boşluğu doldurup kollarını bedenime dolarken gözlerim kalbimdeki sızıyla birlikte kapandı. Her birini öyle özlemiştim ve her birini görmeye o kadar ihtiyacım vardı ki burnumdaki sızı hâlâ daha dinmemişti. Fakat tüm bunların yanında anneme olan muhtaçlığım bu özlemlerin de üzerindeydi. Zira iki kişilik ailemiz ile geçirdiğimiz ve çok da geride kalmayan o zor günlerde en çok anneme ihtiyaç duymuştum. Ben henüz bir anne değildim, annelik nasıl bir duygu bilmiyordum fakat bir evlat olarak annemin koynunda dinlenmek, teselli bulmak ve dahası varlığını hissetmek istemiştim. Yaşadığımız hayatın koşulları gereği bu ana dek bu çok da mümkün olmamıştı. Ki annem o anlarda yanımda olsaydı o duygu seli emindim ki şu anda da devam ediyor olacaktı. Çünkü annem Feza kadar dirayetli duramayacak, benim gibi tüm duygusallığını yaşayacak ve bunu yansıtacaktı. Yine de, annemi görür görmez omzunda ağlama isteğim tekrar nüksetmişti işte. Ve şimdi, geçen zamanda yavaş yavaş atlattığımı sandığım o travmayı da aslında zaten atlatamadığımı fark ediyordum.

Bizim hasret gidermemizi daha fazla beklemek istemeyen babam, bunu annemin sırtını sıvazlayarak artık ayrılmamızı istediğini yeterince belli ederken annem yarı ağlar yarı güler bir ifade ile geri çekildi. Şakacı bir tavırla babama döndü ve ona takılmaktan geri durmadı. "Aman göremiyor ya iki haftadır kızını, evde döndü döndü seni andı. Sarıl da rahatla hadi."

Babam anneme hiç aldırmadan sıkıca bana sarılırken daha ilk andan itibaren ruhum onun güçlü gölgesinde dinlenmeye başladı. Verdiği huzur bambaşkaydı. Hissettirdiği güveni verebilecek tek kişi ise sadece kendisi, karşıma dağlar çıksa aşmak için elinden gelen her şeyi yapacağını bildiğimden durup bekleyeceğim babamdı.

İki haftadır düştüğüm yerden kalkmaya mecalim yoktu ve yaşadığım korkular hissettiğim güzel hisleri hep gölgede bırakıyordu. Beni mutlu etmek için etrafımda pervane olan kocamla geçirdiğimiz tüm güzel anlarımızda dahi peşimi bırakmayan bu huzursuzluk hissini görmezden gelmeye çalışmak daha kolaydı çünkü. Zira durup o anları hatırlamak, zihninde hep aynı sahnenin oynamasına engel olamamak ve bunun getirisi içinde hep o korkuyu ve kaygıyı taşımak... Olur olmadık birçok anda sürekli aklına gelmesi... O an yaşadığın mutluluktan bile suçluluk duymak... Bunlara sebep olan şeyle yüzleşmek, tüm bunlara katlanmaktan daha zor gibi geliyordu. Çünkü buna sebep olan şeyin üzerine gitmek, gecelerce hep aynı kabusu görmek, kan ter içinde uykulardan uyanmak, gün içinde hiç bir iş yapmadan uyanmak, gün içinde hiç bir iş yapmadan hep o anı düşünmek, delirecek gibi olmak demekti. En azından ben şu an böyle hissediyordum.

"Kapıda kaldınız böyle, içeriye geçin lütfen."

Feza, benim anın heyecanı ile düşünemediğim inceliği gösterirken annem ve abim onunla selamlaşarak içeriye geçti. Saniyeler sonra babam da benden ayrılırken hiç geri çekilmek istemedim ama mecburiyetten dolayı surat da asmadım. Onca yoldan gelmiştiler, emindim ki yorgundular da. Hem ailemi evimde ilk kez misafir ediyordum, elbette anlayışlı bir kadın olacak ve sırf nazım geçiyor diye sarılırken geri çekilmesinden ötürü babama trip atmayacaktım.

Saniyeler sonra babam da annemlerin ardından içeriye geçerken, gözlerimi kıstım. Dudaklarımı birbirine bastırarak bilmiş bir ifade ile kocama döndüm. "Sürpriz ailemin gelmesi değildi değil mi?" dedim. "Bu akşam gelmeleriydi." Feza memnun bir yüz ifadesi ile omuzlarını silkerken yüzünde asılı olan gülümsemesi hayran olunasıydı.

"Sen annemleri çok özledim deyince, geleceklerini bil istedim. Bunu bilmenin bile seni mutlu edeceğini biliyordum çünkü." Başını hafifçe sağ omzuna doğru eğdi. "Ama ufak bir sürpriz de yapmak istiyordum. En son böylesine karar verdim."

Tüm aileme sıradan sarılma faslına Feza'yı da dahil ettim. Salondaki ailemin bizi göremeyeceğini bilerek evin içine girdim ve bu defa kollarımı kocamın boynuna doladım. İçimdeki çocukça sevinçle dudaklarımı peş peşe defalarca yanaklarına bastırdım.

"Çok teşekkür ederim." diye mırıldandım. "Seni seviyorum."

Dünyanın en güzel iltifatını almışçasına kocaman gülümsedi fakat asıl bu gülüş bana en güzel iltifatıydı.

"Ben de seni çok seviyorum canım karım."

Yanaklarımı benim aksime ufak birkaç öpücükle taçlandırdıktan sonra elini belime koyarak beni yönlendirdi. Kapıyı kapatıp benim bir adım arkamda olacak şekilde peşime takıldı. Birlikte salona girdiğimizde annem ve babam yan yana ikili koltuğa oturduğundan usulca abimin yanına sokuldum. Feza alt dudağını bükerek pabucunun dama atıldığını kabullenmeye çalışırken sessizce camın önündeki tekli koltuğa oturdu. Abim ise benim bu seçimimden memnun bir şekilde keyifle beni sinesine kabul etti.

Ortama uyumlu bir sessiz hâkim olurken herkesin kendi içinde beni düşündüğünün farkındaydım. Kendilerince benim hâlimi tavrımı tartıyor ve yaşadığım travmanın bende ne kadar büyük bir hasar bıraktığı konusunda tahmin yürütmeye çalışıyorlardı. Ki zaten, ne kadar uzak olursak olalım eğer böyle elim bir olay yaşanmasaydı emindim ki daha birkaç haftalık evli bir çiftin evine yatılı olarak misafirliğe gitmeyi düşünmezlerdi bile. Hatta bunu Feza teklif etmiş olmasaydı, tüm endişe ve kaygılarını kendilerine saklayıp, günü birlik gelip gitmekle yetineceklerini de biliyordum.

"Özlemişim kardeşimi," abim başını başımın üzerine yasladı. Sesinden gülümsediği anlaşılıyordu. Bu yüzden peşinden muzip, ima dolu bir cümle bekledim fakat gelmedi. Sanırım abim beni tahmin ettiğimden de çok özlemişti. "Evin sesi, neşesi senmişsin meğer." Cümlesinin devamı duygusal bir hâle bürünmeme sebep olurken, abim dertli bir nefes verdi ve Feza'ya döndü. "Kardeşimi giderken götürebilir miyim?"

Abimin sorusu Feza'nın anında kaşlarını kaldırmasıyla direkt bir şekilde yanıt bulurken abim bir de şansını, "Tamam hadi, sen de gelebilirsin." diyerek denedi. Bu defa ben de Feza'ya katılıp gülerken başımı hafifçe kaldırarak abimin yüzünü görmeye çalıştım.

"Çok iyisin abi, teşekkür ederiz."

Annem ve babam sessiz bir şekilde, yüzlerindeki tebessümle bizi dinlemekle yetinip sohbete katılmamayı tercih ettiler.

Önümüzdeki saatlerde hep birlikte çaylarımızı içtik, Feza'nın işten gelirken aldığı tatlılarımızı yedik. Hatta bir ara sessiz sinema bile oynadık. Bu defa annem ve babam da bize katılmıştı üstelik. Nihayet yatma vakti geldiğinde, yol yorgunu olmalarına rağmen özlem giderelim diye diye insanları saatlerdir tutan ben değilmişim gibi herkesi birlikte açtığımız yataklarınada ben yatırdım. Benliğim bir ev sahibi olmanın sorumluluğu ile dolmuşken birinci vazifem kesinlikle evimden ayrılırken memnun bir şekilde ayrılmalarıydı. Bu sebepten yatak odamıza geçtiğimiz gibi ilk işim telefonumun alarmını bir saat daha erkene almak oldu. Feza'ya kahvaltı hazırlamak için yedi gibi zaten kalkıyordum fakat misafirlerime güzel bir masa hazırlamak istediğim için bu süre yetersizdi. Annem ve babam zaten en geç sekizde ayakta olurlardı. Kesinlikle geç saatlere kadar uyuma alışkanlıkları olmadığından evet, hafta sonu olmasına rağmen uyanmak için saat erken değildi.

Feza uslu bir şekilde kendi tarafına oturmuş, sırtını yatak başlığına yaslamış hâlde yanına gitmemi bekliyordu. Ben ise kafamdaki hesapları ancak bitirip telefonumu şifonyerin üzerine bırakabilmiştim. Heyecanlı adımlarla yatağa oturup tıpkı onun gibi sırtımı yatak başlığına yaslarken bakışlarımı güzel yüzüne çevirdim. Emindim ki heyecanımı yüzümden, beden dilimden okuyabiliyordu fakat ben yine de dile getirme ihtiyacı ile dolup taştığımdan dakikalarca, aynı yerde değilmişiz gibi geçirdiğimiz vakti kendi gözümden anlatıp durdum. Feza ise çıtını bile çıkarmadan yalnızca yüzündeki gülümsemesi ile beni dinledi. Yer yer bana kafa hareketleri, jest-mimikleri ile eşlik etti ama son söylediğim cümleye karşı sessiz kalamadı.

"Ben kalabalık aileleri sevdiğimi fark ettim. Böyle, ileride bizimde kalabalık bir ailemiz olsun olur mu? O kahvaltı masalarına hep böyle kalabalık oturalım."

Önce dudaklarındaki tebessümü büyüdü, dolu dolu kocaman bir gülümsemeye dönüştü. İşaret parmağı ile dudağının köşesine birkaç defa dokundu. Aslında istediğim şey bir hayalimi dile getirmekti fakat görüyordum ki bunun fikri bile Feza'yı heyecanlandırmış ve mutlu etmişti.

"Çocuklarımız olsun istersin yani? İleride, kalabalık bir aile olmak istediğimize karar verdiğimizde."

Başımı sallayarak onu onayladığımda beni kendine çekerek başımı göğsüne yasladı. Ritimli kalp atışları kulağımın altından duyuluyordu ve bu bedenimi de ruhumu da dinlendiriyordu. Varlığına bir kez daha şükür ederek olduğum yere iyice yerleşirken, Feza bu hayal çok hoşuna gitmiş olacak ki bu kadarla kalmasına gönlü razı gelemedi.

"Buradaki görevim biterse o zaman dek, başka bir şehirde, belki daha büyük, bahçeli bir eve taşınırız ne dersin ? Bahçesine meyve ağaçları ekleriz. Çocuklarla birlikte ağaçlar da büyür."

Hayal etmesi o kadar huzur verdi ki yeni bir hayal daha kurmamak işten değildi.

"Bahçeye uzun da bir masa kurarız. Abimle Elif'te evlenmiş olur belki o zamana, hatta belki diğerleri de evlenip çocuk sahibi olmayı isterler. Düsünsene, o uzun masada hep birlikte kahvaltı yapıyoruz. Çocuklar bahçede koşturup oyunlar oynuyor."

Dudaklarından sesli bir gülüş firar etti. "Fırat kesin çocuğuna ağaca çıkması için direktifler verir."

"Elif'te kesin çocuğuna ağaca çıkmamasını söylerken Sanem o sırada çocuğa yardım ediyor olur."

Farkındalıkla gözlerim irice açıldı. Bir elim kalbimin üzerine giderken başımı hafifçe kaldırdım. "İnanmıyorum, ben hala olmuş olacağım!" Feza tepkime gülerken bu fikri oldukça çabuk benimsedim.

"Ah ben ona neler neler alırım! Böyle minik minik patikler, yelekler, çoraplar..." Sevgiden dişlerimin kamaştığını hissettim. "Bir de tombiş bir şey olursa, nasıl ısıra ısıra severim var ya!"

Feza bu hâlimle eğlenmekte bir beis görmeyerek güldü ve tekrar başımı göğsüne yaslarken konuştu. "Daha annesi ve babası evli dahi olmayan bir bebeği sevmekten bahsederken kendinden geçtin resmen."

Omuzlarımı silkerek buna takılmadığımı söylerken sanki sohbetimize sessiz bir son getirdik. Olduğumuz yerden hafifçe kayarak uyku pozisyonuna geçerken yalnızca birbirimize iyi geceler dileğinde bulunduk. Bir ara Feza'nın dudaklarını saçlarımda hissettim fakat uyumaya o kadar yakındım ki gerçek olup olmadığını ayırt edemedim. Bu denli güzel geçen bir akşamın ardından güzel bir uyku çekmek bünyeme çok iyi gelecekti.

Ne zaman uykuya daldığımı bilmiyordum. Buraya nasıl geldim, neredeyim hiçbirini bilmiyordum.

Tam olarak Feza ile hayal kurduğumuz gibi bir bahçede, güneş tam tepede iken yemyeşil çimenlerin üzerinde yürüyordum. Huzurlu olduğumu hissediyordum. Yüzümde güzel bir gülümseme asılıydı. Üzerimde uçuş uçuş beyaz bir elbise, elimde ise hasır bir sepet vardı.

​​​Acaba piknik yapmak için mi gelmiştik buraya ?

Gözlerim Feza'yı aradı fakat ortalarda görünmüyordu. Buna takılmadım. Koskocaman bahçede yalnızdım fakat gariptir ki hiç korkmuyordum da.

Cırcır böceklerinin sesleri eşliğinde bahçede etrafa bakınarak ilerlemeye devam ettim. Bakışlarım rengarenk ağaçların üzerinde dolaşırken sakin adımlarım usulca yavaşlamaya başladı. Kaşlarım hafifçe çatıldı fakat moralimi bozmadım. Geriye dönüp baktığımda tam mevsiminde olan meyveler yerli yerinde duruyordu. Birkaç metre mesafede nasıl olurdu da çürümeye dönmüş hâle gelebilirdi ki ?

İçimdeki huzur yavaşça silinerek benden uzaklaşırken kendimi ilerlemekten alıkoyamadım. Henüz birkaç adım atmıştım ki gözüm, hemen sağımda kalan, dallarındaki meyveleri çürümüş ağaç dalına takıldı. Burnuma pis bir koku geldi. Çürük kokusu... Duyduğum koku ile birlikte yüzüm ekşirken buna eş midem de bulanmaya başladı. Adımlarım artık durmuş, geri dönmek için yönümü arkama dahi çevirmiştim. Fakat arkama döndüğümde gördüğüm şey capcanlı meyve ağaçları değildi zira onlar da tıpkı arkamda kalan ağaçlar gibi çürük meyvelerle doluydu.

Bakışlarım kaygı ile tekrar etrafta dolandı. Hava ne ara bu kadar kararmıştı ? Peki Feza nerede kalmıştı ? Yaşadığım huzursuzluk karnıma ağrılar saplanmasına neden olmaya başladı. Etraf git gide daha mı çok karanlık olmaya başlamıştı ? Fakat ben karanlıktan korkardım. Feza nerede kalmıştı ?

Cılız bir ses duyuldu ama ne olduğunu anlayamadım. Zaten tekrarı olmadığı için bunun için çabalayamadım da. Bu sırada etrafa iyice karanlık çöktü. Kalbim korkudan endişe ile sıkışırken biraz ilerideki ağacın tam üzerine şimşek düştü. Olduğum yerde kalakalmışken, karanlığı aydınlatan tek şey o şimşeğin ışığıydı. Yaşadığım korkuyu iliklerime kadar hissederken dudaklarımdan acı bir çığlık koptu. Yardım istemek istedim. Bağıra çağıra birinin bana yardım etmesini ve elimden tutarak beni buradan çıkarmasını... Fakat gömüldüğüm karanlık öyle derindi ki, bu bahçeye gelmek bile bir hataydı belki.

"Ecmel, aç güzelim gözlerini. Buradayım ben."

Duyduğum ses bir nebze içime su serperken yapabildiğim tek şey tutunacak bir yer aramaktı. Zira kendime gelip de yaşadığım anın farkına vardığımda, ellerim büyük bir acıyı dindirmek ister gibi kasıklarıma bastırılmış bir hâlde, hıçkırıklarım ise odayı inletir vaziyetteydi.

 

-Bölüm Sonu-

Yazmasından yayımlamasına o kadaaar zor bir bölüm oldu ki... Uzun bir aradan sonra yazmaya çalıştığım için çok zor adapte oldum. Mental olarak da duyguları geçireyim derken biraz bana geçmiş gibi oldu galiba. Bunun yanında, bu uygulamanın cilvesi, yazdıklarımızı kopyalayamıyormuşuz sanırım, ya da ben beceremedim emin değilim, bölümün belki üçte birini sayfa sayfa okutup yapıştırmak zorunda kaldım. O da oldukça uğraştırıcıydı 🥲 Velhasıl kelam, kolay olmadı, fakat benim kadar bölüme emek veren biri varsa da benim tüm meşgalelerime rağmen bölümü beklemekten vazgeçmeyen o okuyucumdur. Buradan ona çok çok sevgilerimi yollayarak e artık bölümü bitiriyorum.

Desteklerinizi eksik etmeyiniz 🤲🏻

Allah'a emanet olunuz!

 

Loading...
0%