@uykuluhatun
|
Günlük#
Zamanın alnıma çentik attığı yirminci yaşımın ağırladığı bedenimde sabaha tutunmuş bir yorgunluk vardı. Kafamın içindeki düşüncelerin filizlediği acının tohumları, ben doğduğumda zihnimin topraklarına atılmıştı. Çoktan uyanmış, gözlerimi evimizin eski tavanına dikerek o beton yığınını her zaman olduğu gibi bugün de seyretmeye başlamıştım. Aklımdaki düşünceler sadece bugünle kısıtlandırılamazdı, sadece şu ana özel değildi bu zihnimin canlılığına lanet ettiğim acının hükümranlığında, aklımdaki zehir sarkaçlarıyla bezeli düşünceler, dünüm, bugünüm ve yarınımla alakalıydı. Geçmişimden habersiz bir şekilde geleceğimin temelini atmaya çalışıyordum ya da çalışmaya çalışıyordum demek daha mantıklıydı. Bugün izinliydim, bugün zihnime de izin vermek istemiştim ama bir virüs gibi kafamın içine yayılan düşünceleri kontrol etmek sandığım kadar kolay olmuyordu. Bedenen olmasa da zihnen ciddi bir çöküş yaşayacağımdan neredeyse emindim. Babamın mezarlığına iki haftada bir gider dertleşirdim onunla ama babalar gününde olay daha farklıydı. Yolda babasıyla el ele tutuşan çocuklar, hediye verenler, 'baba' diye bağırarak babalarının boyunlarına sarılanlar varken bugünü babasız geçirmek çok zordu. Babasızlık çetin bir savaşın ortasında komutansız kalmak gibi birşeydi ve ben başımda bir komutan olmadan ne yapacağımı, nasıl hareket etmem gerektiğini bilmeyen bir asker gibiydim. Dilime sürekli dolanan 'baba' kelimesi dışarı çıkmayı başaramayan bir hitaptı kelime haznemde. Babamın yaşıyor olmasını ve ona 'Baba' diye seslenebilmeyi o kadar çok istiyordum ki. Lâkin zamanla anladığım şey şu olmuştu: Her şey istemekle gerçekleşmiyordu. Bazı şeyler hayalden ibaretti. Kimsesizlik damgam annemin rahmine düştüğüm an ruhuma basılmıştı. Ben hep babamın laneti olarak görmüştüm kendimi, ben, annemin rahmine tutunan bir tohumken henüz, bit trafik kazası sonucu babamı kaybetmiştim. Bazen bu yüzden, saatlerce ağladığımı biliyordum. Annem, babam uğruna bütün ailesini silmiş olan annem. Delicesine babama aşık olan annem... Kimsesizliğimi kabul eden,beni bağrına saklayıp, koruyucu bir melek gibi kanatlarını bedenime geren tek varlığımdı kendisi. Annemin hakkını ne yapsam ödeyemezdim. Benim tek yaşam kaynağım, bana hayat veren yaşam pınarımdı benim annem. Aysimam , adı gibi ay simalı annemdi o. Kapı tıkanınca yanaklarımın ıslaklığını hemen sildim ve gözlerimi yumarak uyuyormuş gibi yapmaya başladım. Annem ben ağlayınca daha da kahroluyordu, buna dayanamazdım. Acımı, acısına dolduramazdım. Acımı, acısına yükleyemezdim. " Mihrimah'ım, bebeğim?" 20 yaşındada olmuş olsam da annem hâlâ bana bebeğim diye seslenirdi. Başka birisinin yanında bebeğim diye seslendiğinde birazcık gurur kırıcı olsa da sesimi çıkartmazdım. O benim annemdi, benim idolumdü. " Hadi kızım, kalk mezarlığa gideceksin, uzun süredir temizlemedin mezarlığı. " derin bir nefes alıp gözlerimi yavaşça araladım ve usulca esneyerek uyanarak yatağımda gerindim. " Günaydın Aysima sultan! " dedim uyku mahmurluğuyla söylemiş olma izlenimi bırakmak adına arada esnerken. " Bugün fazla mı güzelsiniz acaba? " yeşil gözlerinin içi güldü. " Edepsize bak hele, " deyip totoma iki defa şaplak attı mahsusdan, " Ama çok acıdı, Ayların Şahı, " derken dudaklarımı küçük bir kız çocuğu gibi bükmüştüm. "Allah'ım sen bana sabır ver! " şakayla karışık bir sinirlilikle. " Bedeni 20, ruhu hâlâ 5 yaşında! " sabır çekerek başını yukarı kaldırdı ve avuçlarını gök kubbeye doğru açarak başını sağa sola umutsuz bir vakayla karşı karşıyaymış gibi salladı. Ardından kolumdan yakaladığı gibi odadan sürüklemeye başladı... " Senin evlendiğin gün taş yağar başımıza vallahi. " Beni nazikçe iterken birden duraksadım ve tatlı tatlı anneme baktım. " Anniş öyle şeyler denilir mi hiç? Hem evlenip ne yapacağım? Hangi manyak beni sever ki? " Ters bakış atıp banyoya girdim. " Boşver, evlenme," dedi annem ben banyoya girerken. " Ben sana ömür boyu bakarım, evladım. " annem o kadar mükemmel bir anneydi ki, ona hayırlı bir evlat olamamaktan ölümüne korkuyordum. Şu an annemin yanaklarını şiddetle ısırasım geliyordu. " Üzgünüm, " dedim omuzlarımı görmese de yukarı kaldırıp indirirken. " Uzun süre başına belayım. " diye bağırdığımda kıkırdama sesi geldi, dudaklarıma tatlı bir gülümseme yerleşirken elimi yüzümü yavaşça yıkadım, dişlerimi de fırçaladım, yemek yemeden önce dış fırçaliyorum çok zekiyim.(!) Ben kahvaltımı ederken annem odasında bir yerleri karıştırıyordu. Annem yokken annemin odasına girmem kesinlikle yasaktı ve eşyalarını karıştırmak... Annemin elinden ölmek için fazlasıyla güzel ve gençtim! " Anne yardım ister misin? " diye sordum anneme. " Hayır kızım, Halime abla örnek istedi onu arıyorum belki oya yaptırır, acelem var benim, konuşturma beni." Sırıttım, rahat olmamız için didinip dururdu. O yüzden çalıştığım paranın bir miktarını ona verirdim. Hepsini bırak, yarısını bile vermeme kızardı. Maaşının yarısı bankada, yarısının yarısı annemde diğerleri de bazamın altındaki kavanozdaydı. Annem yazmasını önünden bağlayıp yanıma geldi. Yüzümü avuçlarının içine aldı. " Bana bak, minik fare, ağlamak yok, koskoca kız oldun. " şimdi bile ağlama hissi dolmuşken kafamı olumlu bir şekilde sallamakla yetindim. " Annem benim, " diye fısıldadım usulca. " Hayatta bir tek sana güveniyorum, sığındığım bir liman gibisin, iyi ki varsın. " dediğimde gözlerini kaçırdı, sanırım o da, tıpkı benim gibi duygusala bağlamıştı. " Allah'a emanet ol, minik fare. " dediğinde birlikte sırıttık, çantayla birlikte yanımdan hızlıca uzaklaştı. Demir kapının kapanma sesini duyunca kahvaltımı bitirip masayı toplamaya başladım. Saat 12'ye geliyordu. Abdestimi alıp bazanın altındaki kavanozu gün yüzüne çıkardım. Bir miktar parayı yanıma aldım. Saçımı topuz yapıp annemin ayırdığı şalı almak için odasına gittim. Kapıyı yavaşça açtım, etrafa bakınırken annemin her zaman kitli bıraktığı sandığın açık olduğunu görmek beni fazlasıyla şaşırtmıştı. O sandık her ne olursa olsun, muhakkak kapalı kalırdı. Fazlasıyla acele etmiş ve etrafı karıştırmıştı, bunu anlamak mümkündü. Sandığı tam kapatacakken, eski, deri kaplı bir ajanda gözüme çarptı, nefsime yenilip ajandaya uyandım ve defteri elime aldım. Bu bir günlüktü, annemin günlüğü. Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı, annem günlük tutuyordu. Bayağı kalındı ve eski bir günlüktü. Günlüğün yavaşça kapağını araladım. Ve satırlar gözlerime tutundu.
1992, 27 Ağustos günü. Güneş benim için doğdu ve dünyam, o güne dek hiç görmediğim bir aydınlıkla ışıklandı. Bu, sayfanın, hatta babam hakkında öğreneceğim satırlarında ki ilk cümleydi. Okumak ve okumamak arasında kaldım. Babamdan söz etmiş olmasını diledim, çünkü babam hakkında bana hiçbir şey anlatmıyordu. Ben babamı özlüyordum, ölen ve hiç görmediğim. Bana birazcık da olsa ondan bahsedemez miydi? Derin bir nefes aldım ve ilk sayfayı okumaya devam ettim. Bu yaptığım çok saygısızcaydı, farkındaydım. Ama onun haberi olmadan yerine koyacaktım, ruhu bile duymayacaktı. Sadece bir kaç satır okumanın ne zararı vardı ki? Gözlerim satırların arasına lacivert mürekkeple yazılmış cümlelerin üzerinde turladı. Aşk yoldaşım, Sana, onu anlatmaya ilk olarak bu şekilde başlamak istiyorum sen benim aşık olduğum adamı benim için bir kapağın ardına, bu satırların arasına gizleyeceksin. Ben de sana içimi dökeceğim ve sayfalarını içimde yaşayan bu aşkın tatlı ağrısıyla süsleyeceğim. Ailemden beni çiftliğe yolladıkları için nefret ediyordum ama şu an burada olmaktan o kadar mutluyum ki. Allah'a şükrediyorum burada olduğum için, yoksa onunla tanışamazdım. Ona gönlümü bağlayamazdım. Güneşim'le. 15 yaşında olmama rağmen at yarışlarında iki altın madalyam vardı ama o gün aileme kızdığım için zihnime bir dalgınlık hakim olmuştu ve atım Yadigar yılandan korkup şaha kalkmıştı. Ardından atın yularına sıkıca tutunamadığım için de attan düşmüştüm... Yakıcı güneş yüzüme vururken sırtımın ağrısından inliyordum. O sırada yüzümü kavuran güneşin önünde bir gölgelik oluştu. Gözlerimi açtığımda gerçek Güneş'i, benim Güneş'imi gördüm, kalbimde oluşan kor bütün bedenimi ele geçirdi. Elini uzatıp, " İyi misiniz küçük bayan? " diye seslendi, düşünebiliyor musun, Aşk Yoldaşım, bana küçük dedi!15 yaşında olduğumu bilmeden! Ama o kadar yakışıklıydı ki küçük demesi umrumda bile değildi. Siyah saçlar belirgin elmacık kemikleri, hafiften kepçe olan kulakları bile çekici gelmişti gözüme. Ben evlilikten nefret eden kız, iki gündür aklımdan çıkmıyordu. İki gün dayandım, ona karşı içimde yeşeren bu duyguları buradaki çalışanlara anlatamazdım. Anında Nigar Sultana, yani anneme ispiyonlarlardı. Çok mutluyum, Aşk Yoldaşım, bana at binmeyi öğretebileceğini söyledi. Ben madalyalar kazandığım halde bilmiyormuş gibi yaptım ve teklifi kabul ettim. İki günlük işi olduğunu, sonra derslere başlayabileceğini söyledi... Aşk yoldaşım, artık geç oldu, yarın malum iki günlük süre doluyor, erken kalkmam lazım! Ah, ah, Güneş Sonay, bana ne yaptın? Bu şekilde son vermişti günlüğüne. Bana babamın soyadının Diyar olduğunu demişti. Tabii ya Firuze cadalozu yüzünden soy isimini değiştirmişti. Günlüğü kapatıp dışını incelemeye başladım, sayfalar çok yıpranmıştı. Parmaklarım sayfaların üzerinde usulca turladı, siyah bir kısım dikkatimi çektiğinde kaşlarım otomatik olarak çatılmıştı. Sayfayı ayırıp açtığım zaman sayfa tamamen siyaha boyanmıştı. Siyah rengi görünce içimde nedensizce bir huzursuzluk oluşmuştu. 1 Aralık. Kara Günden 2 gün sonra. Onsuz olalı sadece 48 saat geçmişti ve ben 48 saat bile zor dayanmıştım, bundan sonra onsuz nasıl dayanacaktım? O benim nefesim olmuştu. Gidişim boğazıma saldıran eller gibi nefesimi kesmişti. Ben o olmadan nasıl nefes alacaktım? Bugün bebeğim tam bir buçuk aylık oldu. Ona hamileyim bile diyemedim, ilk bebeğimizi kucağına veremedim, ikimiz de kahrolmuştuk. Ama bundan haberi bile yok. Affet beni Güneş'im. Senden kaçmak zorunda kaldım. Döndüğünde o iftiralarla yüzüne bakamazdım. Firuze Hanım. Elbet birgün intikamı mı senden alacağım. Affet beni bebeğim, babanı ölü olarak bileceğin için beni affet. Babanı senden koparan ben değilim ama bu acıyı sana yaşatacak bir diğer kişi de ben olacağım için lütfen beni affet. Kalbim sıkıştı, yatağın kenarına korkunç bir sızıyla bedenimi bıraktım. Elimdeki günlük parmaklarımın arasından kayarak pat sesiyle birlikte yere düştü. Babam ölmemiş miydi? 20 yıldır babamı öldü bilirken, babasızlık çekerken, babasızlığın ruhumda bıraktığı yaraları acımla doldururken babam yaşıyor muydu? Bana piç dedikleri zaman, sokaktaki çocuklar benimle dalga geçtikleri zaman boşuna mı ağlamıştım geceler boyu? Anne nasıl yaptın bunu bana? Kızına? Mihrimah'ına? Elimi saçlarıma geçirdim, doğru olamazdı! Doğru olamazdı, babam yaşıyor olamazdı! Annem bana yalan söylemiş olamazdı. Benim dünyada en güvendiğim insan annemdi ve annem bana yalan söylemiş olamazdı! Transa geçmiş gibiydim, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, sanki göğsümü bir el yarmış, kaburgalarımı kırarak kalbime ulaşmıştı ve o el kalbimi olduğu yerden söküp alıyordu. Vücuduma derin kesikler atıp o kesikleri canlı canlı, bedenimi uyuşturmadan dikiyorlardı. Demir kapının kapanma sesiyle kendime geldiğimde bakışlarım mekanik bir şekilde kapıya doğruldu. Annem şok olmuş gözlerle bana bakıyordu. Yeşil gözleri kızarmış, hatta boncuk boncuk göz yaşı dolgun dudaklarına kadar inmişti. "Mihrimah, " diye güçsüzce fısıldadı. Bakışları yere düşen defterine kaydığında gözlerindeki korkunun büyüdüğünü görmüştüm, bakışları tekrar bana doğruldu. " Senin bu odada ne işin var! " dedi korkunç bir ifadeyle. Şaşkındı, korkmuştu. Lâkin ben ona oranla parçalarına ayrılmış bir vazodan farksızdım. Dediklerini yok sayıp karyolanın önüne oturdum ve dizlerimi karnıma çekerek kollarımı bacaklarıma sardım. Ardından usulca öne ve arkaya sallanmaya başladım. " Ölmemiş, ölmemiş, ölmemiş. " annem bana doğru atıldı ve önüme diz çöküp kollarımdan tuttu. Bana nazik olmaktan uzak bir şiddetle sarstı. Ama hâlâ cevap veremiyordum. " Babam ölmemiş, " dedim sesi kısılmış bir radyodan yükselen o ince, hüzne boğulmuş şarkının tınısıyla. Tıpkı o radyodan yükselen şarkının üzerine tükeyen o cızırtı tonunda. " Ölmemiş ölmemiş. " " Mihrimah! Korkuyorum, kızım. " hâlâ hareket edemiyor, bir deli gibi durmadan babamın ölmediğini fısıldıyordum. Yanağımda patlayan tokadın etkisiyle başım yana savruldu, o zaman gerçek dünyaya dönmüştüm. Yanağımı kaplayan yakıcı bir acı, kalbimin atışlarına dolandı, annem bana tokat atmıştı. " Ben, özür dilerim, sen öyle olunca... " annemin de gözyaşları durmuyordu. " Anne, " dedim sesim bir hıçkırık yutmaya çabalayan dudaklarımdan dolayı titremişti. " Babam ölmemiş mi? " ***
|
0% |