@uykuluhatun
|
15 HAZİRAN 2014 Baba. Bebekken küçük, bakire bir ağzın yuvasındaki dilimize düşen ilk kelimeydi. Küçük adımlarla, büyük mutlulukların kapıları aralanırken, mahrum kaldığım sevginin kalbimde açtığı yarayı daha da deşerek her yıl olduğu gibi bugün de babamın mezarının başındaydım. Bugün günlerden babalar günüydü. Benim babam, ilk kez baba deyişimi duymamıştı. Kaç yaşında emeklemeye başladığımı, kaç yaşında yürümeye başladığımı bilmiyordu. İlk karnemi aldığımda pekiyi aldığımı bilmiyordu, okuldaki çocuklar babasının avuçlarında duran elleriyle yanıma geldiklerinde babamı ne denli özlediğimi, boşluğunu ne denli hissettiğimi bilmiyordu. Babam onu özlediğimi bilmiyordu. Babam büyüdüğümü bilmiyordu, acı çektiğimi bilmiyordu; ona ihtiyaç duyduğumu bilmiyordu, onsuz kendi kırgınlıklarımın içinde kanadığımı bilmiyordu. Bayram sabahı elini öpebileceğim bir babam da olmamıştı hiç. Dizinde oturup, sırtımı sıvazlayan bir babam olmadı, bana masal anlatan bir babam olmadı, beni hoppalıklarıyla kızlara sataşan erkeklerden koruyacak bir babam olmadı. Ama onu, sol yanımda, kalbimin en tatlı, en güzel yerinde yaşatıyordum. Yine de bu benim için hiçbir zaman yeterli olmuyordu. Her yıl bu işkenceyi görüyordum. Bazıları için bayram olan bugün, benim için ıstırap verici bir gündü. Her zaman ki gibi abdest, mezarlık ziyareti, mezarı temizlemek, saatlerce babamla konuşmak, son olarak eve gelip ağlama krizlerine girmek... Hiç değişmeyen bir gelenek haline gelmişti bende. Babasız olmak, kırılmış ve onarılması imkansız bir kanatla uçmaya çalışan bir kuş olmak gibiydi. Babamı bir trafik kazası sonucu kaybetmiştim. Onu hiç tanımıyor olmak, belki hayatın bana attığı en acı verici tokattı. Ona dair bir anım yoktu. Bir yaşanmışlık yoktu. Annemin, babamsız geçirdiği bu 20 yıllık zamana rağmen babamın sevdasına hiçbir şekilde ihanet etmeyen annemin çektiği acılara da şahit oluyordum. Lâkin gün geldi, bir başka babalar günün ardından eve geldim. Gözlerim şişene, nefesim kesilene dek ağladığım bir zamanın takvim yaprağı zihnimde işaretlendiğinde annemin evden acil bir işi sebebiyle çıkması sonucu daha korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalacağımdan habersizdim. Benim hikayemin giriş kısmı, annemin günlüğünü bulmamla başlamıştı. * Genç kız yatağında boylu boyunca, yüz üstü uzanmış ağlıyordu. Annesi onun ağladığını bilmiyordu, belki de biliyordu. Sadece onu evde yalnız bırakmak ve ağlayacaksa bunu rahatça yapması için onu acısıyla başbaşa bırakmak istiyordu. Bu bilinemezdi elbet. Genç kız, kuruyan dudaklarını ıslatmak adına mutfağa doğru ilerlemek suretiyle odasından ayrıldı. Hemen karşıda annesinin odası vardı ve odanın her daim kapalı olan kapısı bu defa açıktı. Genç kız, kaderine doğru adım adım ilerlerken annesinin kesin olarak kilitli kalan sandığınında bu defa kilidi dantelli bir örtüyle örtülü olan sandığın üzerinde durması onu şaşırtmıştı. Genç kız, merakın kamçıladığı duygularla sandığa doğru yürümeyi sürdürdü. Sandığın önüne çöktü. Sandığı açtı. Sandığa kısaca baktı. İçinde eski, deri kaplı bir defter vardı ve birkaç tane de çeyizlik eşyalar bulunuyordu sandıkta. Defteri usulca eline aldı. Defterin kapağını açtı. Defterin kapağı aralandı ve genç kız, kaderini çizebileceği bir gerçeğin kapılarına da tutunduğunun farkında olmadan elindeki defteri okumaya başladı. Bu annesinin günlüğüydü.
|
0% |