Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@uykuluhatun

Hikaye 2015 yılında geçiyor, bazı şeylere şaşırmayınız :)

Geçmiş.
Hayallerimin üzerini yağmur yağarken yaşadığımın zamanın adı geçmişti. Hayalperest bir şarkının yükselen noktalarında gizliydim. Zihnim, yer yer gökkuşağının renkleriyle ışıldarken, yer yer zifiri karanlığın koynundaydı. Ruhum kayıp değildi ama yerinde de değildi. Gülümsemelerim tam değildi ama yarım da değildi. Bir araf da kalan kızın adı, Efser Gece'ydi.

Efser Gece.

Hayalleri uğruna her şeyinden vazgeçebilecek kadar gözü kara bir kızın adıydı bu. Hayalperest bir dünyanın kapılarını aralayıp, o kapıdan içeri sızmayı başarabilen bir kızın. Notalarını başka insanlara duyurmaya çalışan. Ne çok acıklı, ne çok hareketli bir notanın kızıydı. Arada sıkışıp kalmış ne sesini duyurabilen ne bağırabilen bir kız.

Özgürlüğü adına savaşan kız bendim ya da özgürlüğü başka bir şey sanan..

Belki biraz da deli doluydum: Aklı başından gitmeye hazır, genellikle neşeli.

Her zamanki rutin diyaloglarımdan birini sevgili tavanımla gerçekleştirirken sayısız hayallerimin oynadığı sahneye yine sırt üstü uzanarak bakıyordum. Küçücük içi dolu turşucuk derler ya o bendim. Anım anıma tutmayan zaman zaman enerji patlaması yaşayan, geçmişi düşünerek kendine bugünü zehir eden.....

Aileme bile boyun eğmemiştim, burnumun dikine gitmiş bunun sonuçlarına katlanmıştım, benim hayallerime engelleyenlerdi ve ben bunun üstesinden gelmiştim..

" Tavan, aşkım nasılsın? " diyerek soluk, kireç rengi tavanı bakışlarımla dikizlerken iç geçirmeden de edemedim. Düşünceler vızır vızır zihnimden akıp giderken gözlerimi çok kısa bir anlığına yumdum ve bir kere daha iç geçirdim. " Hayallerimi film şeridi gibi bana izlettiğin gibi, biraz da konuşsan ya. " diyerek çemkirdim. Evet arkadaşlar, biraz önce tavana sinirlendim. Diyorum ya , deli doluyum, genellikle deliyim fakat sıkıntı yok!

Yatağımda uzanıp, kendi kendime konuşarak tam bir delilik belirtilerini gösterdiğimin farkındaydım elbette. " Tavanla gerçekleştirmiş olduğun o güzel sohbetinizi bırakıp, hatta trip atmayı bırakıp Selim'in yanına gitsen diyorum. " Bu ses Nur hanımdan başkasına ait olabilir miydi? Cık, cık, cık. Tabiki de olamazdı, " Geceeee! " diyerek baskın yaparmış gibi odama bodoslama dalması da cabasıydı.

" Kalksana kızım, illa terlik mi istiyorsun? " diye cırladı tepemde. Ellerini beline yerleştirerek gözlerini kısmış, bana bakıyordu.

" Tamam pes ediyorum ve kalkıyorum., " diyerek gözlerimi devirdim ve oflaya puflaya yatakta doğruldum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp zemine tabanlarımı dayarken Nur'a keskin olduğunu düşündüğüm ama başaramadığım bir bakış fırlattım. " Sırf senin zorunla bunlar, " diye başladım çemkirmeye. " Çocuk benim iki katım ulan! "

Sanki Nur'la değil de, duvarla konuşuyordum. Kızın söylediğim şeyleri umruna bile takmadığı ne kadar da belliydi. Nur belinde duran ellerini göğsünde kavuşturup bal rengi gözlerini yüzüme dikti. Mahkeme suratlıydı ama seviyordum bu kızı.

Ailemden uzaklaşıp, İstanbul'a yerleştiğimde kendime edindiğim yegane dostlarım onlardı. Yalnızlık tercih ettiğim bir şey değil de ama bir yanım hep yalnızdı.

" Çocuğun romantik olduğunu söyleyen sen değilmişsin gibi konuşma, " dedi tek kaşını kaldırarak. Lafı nereden sokacağını iyi biliyordu. Ellerimi teslim olmuşum gibi havaya kaldırdım.

" Tamam, tamam. " ayağa kalkıp Nur ile olan bakışmamızı hizaya soktum. " Özür dilerim iki güzel söze kandığım için." gözlerini devirip odadan çıktı. Kaçınılmaz sondu ayrılamamız ve bununla yüzleşmek zorundaydım.

Hava çoktan kararmış ve serinlemişti. ben de gardroba doğru yöneldim, odam da çok fazla eşya yoktu: bir çalışma masam, boydan bir ayna; elbiselerimi yerleştirdiğim büyük, boydan boya bir dolap, küçük, güzel bir pofuduk koltuk, tüylü bir halı ve tek kişilik beni taşımak zorunda olan yatağım, canım nasıl seviyorum seni. canım yatak...

Dolabın kapağını açıp elbiselerime göz gezdirirken, gözüme siyah, dar paça kotumu kestirdim. Üzerime soluk gri, kalçalarımı örten bir kazak ve siyah deri ceketimi aldım. Yavaşça kıyafetlerimi giyindim ve uzun, dalgalı saçlarımı ellerimle hafifçe kabarttım. Dudaklarıma nemlendirici sürdüm, gözlerime de kuyruklu bir eyeliner çektikten sonra rimelimi sürdüm, hazırdım. Evet, çocukla ayrılmaya giderken süslendim, malum biraz malım ben..

Deri ceketi kollarımdan geçirirken ayna da son kez kendime baktım, çantamı ve telefonumu da aldıktan sonra - tabi kullandığım takoza telefon denirse - odadan çıktım. İçeriye doğru, " Kızlaaaar! Ben çıkıyorum, kendinize cici bakın! " diye bağırmak zorunda kaldım.

" Geç kalmamaya bak, " diye uyardı beni Esra. " Şükran teyze, malum. "

" Bırak, Esra, geç kalsın. Şükran teyze onu tüfeğiyle vurur, biz de dağınık arkadaşımızdan kurtuluruz, " dedi Nur sesini yükselterek. " Ondan sonra, mutlu son. "

" Yalnız, ben hâlâ buradayım, Nur. Bari ben çıktıktan sonra konuş, " dediğimde, " Hadiii, naş kızım! " diye bağırdı arkamdan. Kapıyı sertçe kapatıp, ayakkabılarımı bir çırpıda giyindim. Merdivenleri olası bir kazaya davetiye çıkarırcasına hızlı inerken neyse ki, başıma bir iş gelmeden merdivenlerin sonuna varabilmiştim.

Esra en büyüğümüzdü. Nur'a ve bana oranla daha olgun ve daha sorumluluklarını bilen biriydi. Nur'la böyle kapışsakta birbirimizi çok sevdiğimiz su götürmez bir gerçekti. Gerçeği, o beni sevdiğini pek dile getirmezdi ya, neyse. Esra, fiziksel olarak en uzunumuzdu da aynı zamanda. Kumral saçları, koyu çikolata gözleri ve dolgun dudakları ile fazlasıyla güzel bir kızdı. Nur, ortancamız. Bal rengi gözleri ile "Ben buradayım, " diye bağıran çıtır Dil Anlatım öğretmeni oluyor kendisi. Ben, evin en küçüğü oluyorum. Üniversite çömezi. Yeşil gözlü, minyon tipli, fazla duygusal, şen şakrak ama biraz sakar... Tamam çok fazla sakar.. Aslında yalnızlığını bastırmaya çalışan o kız da benim. Belki de kendime bile itiraf edemediğim gerçeklerle hayata tutunmaya çalışan...

Güzel ve güneşli günleri severdim, ki hâlâ severim. Ama bu yıl kış gelmeyecek gibi görünüyordu. Kasım aylarının ortalarındaydık ve havalar hâlâ daha tam anlamıyla soğuk değildi. Akşamları serin oluyordu tabii. Cebimden telefonumu -artık bu takoza ne kadar telefon denirse - çıkardım ve Selim'in nerede buluşacağımızı yazdığı mesajı açıp bir kez daha adresi okudum. Gideceğim yer yarım saat kadar bir süre alıyordu bu yüzden yürümenin iyi geleceğini düşünerek olağan düzeyde ilerlemeye başladım. Rüzgarın saçlarımı dalgalandırmasına izin vererek sokakları karışlarken geçtiğim, hatta her santimetre karesini ezberlediğim bu sokakları izledim. Geçtiğim binaları, ardımda bıraktığım sokakları, bahçeleri, etrafta oyun oynayan çocukları...

İstanbul'da artık benim bir parçam olmuştu sanki, trafiğinden ve kalabalığından ne kadar nefret etsem de..

Selim, tamı tamına beş ay boyunca peşimde koşturmuştu ve beni ikna edene kadar kırk takla atmıştı diyebilirim. Beni artık rahatsız ettiği ve Nur'un gazıyla çocuğun teklifini kabul etmiştim, hayır hangi hakla yaptım inanın bilmiyorum. çocuk başlarda dudak uçuklatır cinsten romantikti. Teklifini kabul ettiğim ve çıkmaya başladığımız günlerin ardından çocuğun içerisinde ikamet eden dağ ayısı resmen sahneyi devralmıştı. Bu arada iki haftadır çıkıyoruz ne kadar çıkmak denirse, çocuğu gördüğümde yolumu değiştiriyordum.. İlk zamanlarda tanıdığım Selim ile, ilerleyen zamanlarda karşılaştığım Selim arasında uçurumlar kadar fark vardı. Bu olay iki hafta içinde gerçekleşti sanki peşimde koştuğu zamanlarını acısını çıkartıyordu. Arkadaş ortamlarına sokup ben dünden razıymışım gibi anlatıyordu elimi ne kadar tutmaya çalışsa ondan kaçıyordum en sonunda - ki bu olaya 10 gün dayanabildim- konuşmak istediğimi dile getirdim umarım neden konuşmak istediğimin farkındadır! Kabul ederek büyük hata yapmıştım bunu çok sonra anlamıştım.. Yalnız şu an düşünüyorum da çocuk takıntılı manyakmış..

1.98 boyuyla karşıma dikildiğinde boynumu kıracağım düşünce ile azıcık tırsmadım da değildi hani. Ben 1.55 boyunda, ufak tefek bir kızdım. Çocuğu gibi duruyordum onun yanında. Ne yapayım yani? Big boy sevdamız var da bu kadar da değil be canım. Kaf dağıyla da sevgili olmak istmiyorum açıkcası.

Kafamda dolanıp duran düşünceler sayesinde çoktan sahile gelmiştim. Adımlarımı yavaşlatıp, tatlı tatlı esen rüzgarın yanaklarıma ısırıklar kondurmasına müsaade ederken yanımdan geçen ve birbirine koala gibi sarılan çifte imrenerek baktım. Uzun zamandır birine karşı gerçek bir duygu hissetmediğim için kıskanıyorum ne yapayım! böyle karnımda kelebekler uçuşsun, mide de mi uçuyordu o kelebekler yoksa of, işte o kadar uzağım o histen ama işte aşk.. anlatılmaz o muazzam his..

" Siz çok tatlısınız, keşke , " diyerek son sözümü yuttum gözlerimi devirdim. Tamam, anladık, sevgilisiniz. Tamam, aşıksınız birbirinize. Ama bizi de düşünün canım, olan var, olmayan var abi.

Çifte imrene imrene bakmayı sürdürürken önüme bakmayıp ilerledim ve adım atmamla bir şeye çarpmam bir oldu. Bakışlarım önümde duran, hoş kokuların burnuma dolmasına sebep olan şeye döndüğünde neredeyse küçük dilimi yutuyordum. Az önce, karşımda duran şu meteor kılıklı adama şey mi demiştim? Sözümü geri alıyorum! Bu adam Biscolata Erkeklerine bile taş çıkartır, vay insafsız! Ah kalbim, içinde eriyen çikolata ne?

Bakışlarım, çekik, kahvenin en güzel tonuna sahip gözleri bulduğunda ayaklarımın bir an zemini kaybedip kaydığını hisseder gibi oldum ama tutun ey insalık düşüyorum, ne pis bir iç sesim varmış benim be! Zihnimde ki düşünceleri karşımda ki bey son vermişti. " Dikkatli ol ufaklık, milleti keseceğine önüne bak. " sözleri olmuştu. Göz kırpıp yanımdan sıyrıldı ve yavaşça ilerlemeye devam etti. Adama o kadar çok takılmıştım ki, yanındaki iki arkadaşını daha yeni fark ediyordum. Nefesimi kestiği yetmediği gibi, bir de bana laf çarptı, üstüne bir de lafları ağzıma tıkayıp öyle tin tin tin yanımdan uzaklaştı.

Ukala dümbeliği! Ne olacak! Yakışıklı salak!
Hayır, yakışıksız salak. Salak oğlu salak. Ulan babasının suçu ne? Dur biraz, devreler yandı yine.

İçimdeki aptal ses susmayı başarbildiğinde iki metre açılan ağzımı yavaşça kapattım ve önüme döndüm. dediklerimi yutatak adım atacakken yerde bir kimlik buldum ve eğilip elime aldım. Az önce çarpışmış olduğum şu hükümet gibi adamın kimliğiydi. Adı ve Soyadı bölümünde, " Deniz Güney. " yazıyordu ve ben de bunu yüksek sesle okumuştum. Sosyal medya hesabından ulaşırım ona, diye geçirdim içimden ve kimliği arka cebime sıkıştırdım. Hem, belki tekrar görüşme imkanımız olurdu, kim bilir? Neden böyle bir şey yaptım derseniz, adam çok yakışıklıydı ve kalbim.. Kalbim onu huzuruna davet etmek istiyordu. Tekrar görebilmek için düşünmeden ve hızlıca kimliği almıştım. Arkama bile bakmadım bakarsam ağzımın suyunun aktığını fark ederdi. Size de olmuyor muydu dolmuş aşkı metro aşkı? Bir daha göremeyeceğiniz o yakışıklı erkekleri düşünüp mutlu olmuyor musunuz? Benim bir kaç defa olmuştu ama bir daha görememiştim ben kim şans kimdi ? O yüzden elimde ki fırsatı değerlendiriyordum. Ne olmuş belki bir dahakine ciğere bakan kedi değilde konuşma yetkimi devreye sokarım. Omuzlarımı yukarı kaldırarak yürümeye devam ettim. Arkasından gidip vermek yerine sonra vererek görme şansı elde ederdim. Ne olmuş canım gözlerimiz bayram etmesin mi? İçimde yaşayan 50 yaşındakş teyze azgınlı vardı kabul.

Şu geveze iç sesimin bitmek tükenmek bilmeyen sesini benim şaşkınlığım böldü. Selim, hemen karşımda, bir balıkçının taburesine çöreklenmiş, oturuyordu. Önünde mezeler ve iki adet bitmiş rakı şişesi vardı. Beni görünce ayaklandı ama ani hareketiyle neredeyse masanın üzerine yığılacaktı.

Kütük gibi sarhoş olmuştu. Burnunun ucu kırmızı, gözleri kan çanağı olmuştu gözlerimi devirerek yürümeye devam ettim. Denizin tuzlu ve rahatlatıcı kokusu ciğerlerime misafir olurken Selim bana çoktan yaklaşmış, aramızdaki mesafeyi birkaç adıma indirmişti.

Denizin rahatlatıcı kokusunu özlemle ciğerlerime alırken, denizi ne kadar özlediğimi düşündüm. Evet, denize girmek isterdim ama eğer korkmuyor olsaydım. Küçükken geçirdiğim boğulma tehlikesinden sonra bir daha denize girmeye tövbe etmiştim.

" Efser! " dediğnde gözlerimi göğe kaldırarak ona baktım. " Efendim, Selim?" diye soludum bıkkınca. Ah, Nur, başıma ne püsküller doluyorsun sen! Gaza gelip kabul etmeseydin diyen iç sesime göz devirerek sohbete döndüm. Yürüyerek deniz kenarına yaklaştık.

" Neden bana böyle davranıyorsun? Neden yakın değilsin bana? " diye sordu, elimi soğuk avuçları ile kafeslediğinde nefesindeki alkolün yoğun ve hırpalayıcı kokusu ciğerlerimi esir aldı. Leş gibi alkol kokuyordu. " Ben yapamıyorum, Selim " dedim o an ne diyeceğimi bilemeyerek.

" Neden? Neden yapamıyorsun? " diye bağırdı güçlükle, aldığı alkol kelimeleri doğru telaffuz etmesine engel oluyordu.

" Olmuyor işte, yani başından beri bu ilişkiyi istemedim ama o kadar ısrar ettin ki." dememle birlikte elimi elinden hışımla çektim.

" Ne yanisi ulan! Benden ayrılamazsın! " kolumu hızla yakaladı. Öyle bir sıkıyordu ki bir ara cidden kolumdan ümidimi kesmiştim.

" Bırak! Bırak beni! " diye bağırırken parmakları etime gömülmüştü. İstemsizce yüzümü acıyla buruşturdum. " İstemiyorum dedikçe daha hırs yaptın, hayırın ne demek olduğunu anlamadığın için kabul ettim ama artık seninle yan yana olmayı geç yüzünü görmek istemiyorum!"

" Lan ben seni deli gibi istiyorum sen ne diyorsun! " deyip kollarımdan çekerek beni kendine yakınlaştırdı. Dudaklarını dudaklarıma değdiğinde kollarında çırpındım ve yanağına hakikatli bir tokat indirdim. Sinirim parmaklarıma öyle bir güç aşılamıştı ki, tenin tene çarpma sesi sahilin dört bir yanında çağladı. Evet arkadaşlar buradan alacağınız ders asla bu kadar ısrarcı birini hayatınıza almamanız!

Selim alev saçan gözleri ile bana baktığında dudaklarım bir şeyler söylemek adına aralandı, " Ben- " diye söze başladım fakat Selim lafımı tamamlamama fırsat dâhi vermeden beni denize doğru itti. Evet, beni seven deli gibi isteyen adam ilk fırsatta bana zarar vermişti! Yüzemediğimi ve denizden korktuğumu biliyordu üstelik!

Kollarım refleks olarak açılırken sırt üstü soğuk suyun kucağına, denizin karanlık sularına gömüldüm. Su, iliklerimi kurutacak kadar çok soğuktu, yukarı çıkmaya çalışsam da aşırı paniğe kapılmıştım. Ve ben panikledikçe su beni aşağı çekiyordu, yukarıya doğru ilerlememe izin vermiyor, beni tekrar dibe çekiyordu. Yukarıya ulaşan ellerim, ben daha yüzümü sudan dışarı çıkarmadan aşağı batıyordu.Bu sırada ayağıma giren kramp son nefesim ile çığlığı bastım. Selim'e savurduğum küfürler ve yardım çığlıklarıyla bedenim yorgun düşmüştü.

Ben, bir dağ gibi zorlukların önünde dikilmeyi göze alırken, denizin hırçın dalgalarıyla baş edememiştim.

Kızlara karşı dileyebileceğim tüm özürler harflerin bir araya gelmesiyle zihnimde yükseldi, harfler birleşti ve birer kelime haline geldi, ardından bu cümleler kuruldu.

Pes ettim, boyun eğdim.

Suyun dibine doğru çekilirken ciğerlerim oksijen için delirse de artık çok geçti. Bilincim puslanırken denizin karartısında ufak bir ışık çaktı sanki. Ardından gözlerim, karanlığa teslim oldu. Ölmek miydi bu? Yaşama arzum bu kadar fazla iken ölüme mi sarılmıştım?

⚡⚡⚡

Ağzıma üflenen havayla yuttuğum suları öksürerek dışarı çıkardım.dudaklarımda oluşan sıcaklık ile ne kadar üşüdüğümü fark ettim. Oturur pozisyona geldiğim de titremeye başlamıştım, bedenim elektrik akımına kapılmışım gibi tir tir titrerken şiddetli öksürüklerin bedenimde bıraktığı hasarlar, korkularımın bıraktığı hasardan çok daha azdı. Suda boğulmaktan ölmediysem bile soğuktan ölebilirdim. Bulanık bakışlarım çerçevesini omuzlarıma deri bir ceket yerleştiren adama doğrulttuğunda şaşkınlığım boğazımı tıkadı. Dizlerinin üzerine çöktü ve çekik gözler gözlerimi hedef aldı.

Deniz Güney?

" Yarım saat önce dikkatli ol demiştim Allah'tan, " dedi sırıtarak." Birazdan ambulans burada olur. Ne olur ne olmaz hastaneye git."

Bir insan bu kadar mi güzel güler? Gülerken kısılan gözlerinden bahsetmiyorum bile... " Teşekkür ederim, hayatımı kurtardın, " demekle yetindim, o kadar şaşkın ve korkmuştum ki, vereceğim tepkiyi bile vermekte kararsız kalmıştım. Kalktı, dizlerini temizledi, onun da soğuktan donmak üzere olduğu her halinden belliydi. " Ceketin, " diyebildim, bu ses bana ait olamazdı, bu kadar narin ve kırılgan ses bana ait olmazdı. "Sende kalsın. İçimden bir ses yine karşılaşacağımızı söylüyor ve lütfen o şahıstan şikayetçi ol. " dedi alaylı bir şekilde. Arkasını dönüp arkadaşlarının yanına gitti. Yok, ulan, bunlar grup olarak taş gibiydi. Birisi mavi gözlüydü, geniş omuzlu, uzun boyluydu. Hoş, Deniz de 1.90 vardı. Kafamı çevirdiğimde Selim'i gördüm kaşı ve gözü patlamıştı. Kim yaptıysa, Allah razı olsun valla, burda olsa alnından öperdim. Hızlı bir şekilde ayağı kalktım yanına kadar hızlı adımlarla gittim, bir yandan ceketi tutmaya çalışıyordum.

"Ben özür dilerim Gece seni- " devamını dinleyemezdim. Bacak arasına sağlam bir tekme geçirdim o acıyla inlerken dizlerinin üstüne çöktü. Kısasa kısas, bebeğim, deyip ayağımla beni ittiği gibi, onu denize ittim. Cebimden çıkardığım takozu, artık sulu takozdu orası ayrı, " Bu telefonu al... lazım olur. Bir daha bana yaklaşayım deme!" diye bağırdım ve telefonu kafasına firlattım. Yüzmeyi çok iyi bildiği için arkama bile bakmaya tenezzül etmedim. Zaferle sırıttırken istem dışı olarak soluma döndüm. Bana bakıp gülen Deniz'i gördükten sonra ben de gülümsedim ama dudaklarım soğuktan titriyordu. Başımızda toplanan insanların arasından ambulans doktoru geldi.

Olanları anlattığım ilk yardım hayatımı kurtarmıştı ama müşade altına almaları gerektiğini söylemişlerdi. Bir kaç saat hastanede kalkdıktan sonra hastane polisine olayı bildirdim, Selim'den şikayetçi oldum.Titiriyordum ama artık üşümüyordum. Omuzlarıma bırakılan deri ceketi sıkıca kavrarken yavaşça adımlarımı düzüne soktum karşıdan karşıya geçerken bir taksi korna çaldı, kaşlarımı çatarak baktım üstümde o kadar para yoktu yürümek daha iyi bir seçenekti. " Hanımefendi, az ilerideki beyefendi taksi ile gitmenizi istedi parasınıda verdi. " Kim?" dedim kaşlarımı çatarak."

" Hayatınızı kurtaran, böyle söylememi iletti." kafamı çevirdiğimde kimseyi görmemiştim.. Karanlık her yeri ele geçirmişti.. Gülümsedim ve taksiye bindim." Abi özür dilerim koltuklar mahvoldu." dedim birden. Gece vakti ve telefonsuz taksiye binmek korkutsa da içimden bildiğim duaları okumuştum.

" önemli değil kardeşim, klimayı da açarım şimdi, üşüme de." dedi adam benden abi lafı duyunca ve bastı gaza. İstanbul'da kötü insanlar olduğu kadar iyi insanlar da vardı.

İşte bugün, o klasik çarpışmanın etkisi altında, bir rüyayla kıyaslanabilecek kadar tatlı hislerle dolmuştu içim. Dışarıdan klasik bir hikaye gibi gözükse de ilerleyen zamanlar böyle olmayacağını çok iyi anlamıştım.

İşte bugün, benim hikâyemin başladığı o gündü.

 

 

Göz bebeğimi de buraya saldım, bu hikaye size emanet.. Ona iyi bakınn bol oy verip yorum yaparsınız diye düşünüyorum :)

 

Loading...
0%