Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10."DEVAM"

@veskerazem

 

 

10.Bölüm: “Devam”

 

Gece heyecandan pek uyuyamamış olsam da dinç ve mutlu uyanmıştım. Giyeceğim kıyafetleri ayarlayıp saçımı toplayarak odadan çıktım. Mutfağa gidip çay koydum ve evi gezip annemin uyuduğunu anladım. Babamın işe gittiğini biliyordum. Gökbaran’dan gelen günaydın mesajına cevap verip odamı toplamaya başladım. Düzenli bir insan olduğum için fazla uzun sürmemişti.

 

Mutfağa gidip çayı demledim ve kahvaltılıkları yenileyip masayı hazırladım. Annemin adım seslerini duyup arkama baktım. Ayağında benim terliklerimle mutfağa giriş yaptı. Ayaklarına bakıp güldüm ve “Günaydın!” diye bağırdım.

 

“Günaydın Dilhan Hanım da ne bu neşe sabah sabah?”

 

“Kahvaltıdan sonra Gökbaran’la buluşacağım!” Heyecanla konuşup annemin sandalyesini çektim. “Otur hadi.” Oturduğunda çayını doldurup karşısındaki sandalyeye oturdum. Yiyebileceğim miktarda kahvaltılığı tabağıma alıp çayımdan bir yudum alarak kahvaltımı yapmaya başladım. Annemin bana baktığını fark etsem de umursamayıp yemeye devam ettim. Doyduğumu hissettiğimde telefonumdan saate baktım, iki saatten az bir zaman kaldığını görüp ayağa kalktım. “Duş almam lazım,” diye söylendim. “Sonra hazırlanacağım, evden çıkacağım… Çok işim var!”

 

“Yap bakalım o çok işlerini,” diyerek dalga geçti. Telefonumu şarja takıp banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından odama geçip üzerime koyu gri tonundaki pantolonumu ve açık kahve, beyaz renkli kareli bluzumu giyindim. Saçlarımı kuruttuktan sonra şekil verdim. Boynuma küçük bir kolye takıp parmaklarıma yüzüklerimi geçirdim. Makyajımı az tutup aynanın karşısında kendime bakmaya başladım. Güzel görünüyordum.

 

Fotoğrafımı çekip saati kontrol ettim. On beş dakika kaldığını gördüğümde küçük siyah çantamı alıp hızla odadan çıktım. “Anne ben çıkıyorum!” diye bağırıp ayakkabımı giyindim. Annem yanıma gelip “Dikkatli ol,” dedikten sonra evden çıktım. Kapıyı ardımdan kapattığında heyecanımı yatıştırmaya çalışıp merdivenleri sırayla indim. Apartman kapısının camından kendime bakıp yürümeye başladım. İçim içime sığmıyorken bunu belli etmemeye çalışmak güçtü. İlk kez bir buluşmaya gidiyor gibiydim.

 

Parka yaklaştığımda kamerayı açıp saçımı ve makyajımı kontrol ettim. Çantamı sıkıca tutup yürümeye devam ettim. Bankta tek başına oturan bir adam görmemle kalbim hızlandı. Yaklaşıp yanında durdum. Kafamı eğip onu incelediğimde Gökbaran olduğunu anlayıp “Merhaba,” diye konuştum. Kafasını hemen çevirip yüzüme bakarak ayağa kalktı. “Merhaba. Hoş geldin.”

 

“Hoş buldum.” Saate bakıp on ikiyi sadece iki geçtiğini gördüm. “Çok mu beklettim?” diye sordum.

 

“Hayır, ben çok erken geldim. Saatler geçmiyor gibiydi, sabredemedim.”

 

“Anladım,” dediğimde gülüp yanıma yaklaştı. “Arabam şurada. Bir şeyler içmeye gidelim mi? Daha rahat konuşuruz.”

 

“Olur.” Gösterdiği yere doğru yan yana yürümeye başladık. İkimiz de heyecanlı olduğumuzu belli ediyorduk. Gri Passat’ın kapısını açıp binmemi bekledi. “Gitmek istediğin bir yer var mı?” diye sorduğunda bir müddet düşündüm.

 

“Ağrı’yı pek bilmiyorum açıkçası. Sen nereye gitmek istiyorsan orası uygun benim için.”

 

“Okullar açılınca mı geldin?”

 

“Okullar açılmadan bir ay önce geldim. İki aydır buradayım yani. Daha önce İstanbul’daydım. Sen?” diye sorup ona baktım.

 

“On yıldır buradayım desem?” dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

 

“Nasıl?”

 

“Askerliğimi burada yaptım sonra da dilekçe verip işlemleri tamamladım ve asker olarak çalışmaya başladım, görev yerimi değiştirmediler.”

 

“Anladım,” deyip önüme baktım. “Askerliği on sekiz de yaptıysan yirmi sekiz yaşındasındır,” diye kendi kendime hesap yaptım. “Yoksa daha mı büyüksün?”

 

“Hayır, yirmi sekiz yaşındayım.”

 

“Bende yirmi üç yaşındayım.” Güzel bir kafenin önünde durduğumuzda arabayı park etti. Arabadan inip yanıma gelmesini bekledim. İlerlemeye başladığımızda limon satıcısını görerek içeceğimi seçmiş oldum. Cam kenarına oturduğumuzda garson yanımıza geldi. “Ne istersiniz?” diye sorduğunda “Limonata,” cevabını verdim.

 

Gökbaran da “Bende limonata alayım,” dediğinde ellerimi yüzümün altında birleştirip ona bakmaya başladım. Daha sonra etrafı inceleyip “Güzelmiş burası,” diyerek düşüncemi belirttim.

 

“Çok sık gelemesem de her iznimde mutlaka buraya uğrarım.”

 

“Ne güzel,” diye fısıldamamla limonatalarımız gelmişti. Bardağımı önüme çekip bir yudum aldıktan sonra sordum. “Bana kendinden bahseder misin?”

 

“Bahsedeyim,” deyip sandalyesini düzeltti. “Doksan dört doğumluyum,” dediğinde “Doğum günün ne zaman?” diye sordum.

 

“On üç Temmuz.” Konuşmadığımda devam etti. “Yirmi sekiz yaşındayım. Subayım. Bursalıyım. Başka söyleyebileceğim bir şey yok sanırım. Sorarsan cevap verebilirim, aklıma gelmiyor.”

 

“Bursa’da görev yapamazsın,” diye konuştum. “Tayinin çıktığı zaman nerede yapacaksın?”

 

“Bursa’ya yakın bir şehre isteyeceğim. Neresi olur bilemiyorum.”

 

“Anladım.”

 

“Sen anlat bakalım,” dediğinde gülümsedim. “Doksan dokuzluyum,” deyip ekledim. “On yedi Eylül doğumluyum. Ankaralıyım.”

 

“Baban mı Ankaralı yoksa orada mı doğdun?”

 

“Babam Niğdeli,” cevabını verdim. “Oradaki görevi sırasında dünyaya gelmişim.”

 

“Başka?”

 

Gülerek “Öğretmenim,” diye cevap verdim. “Ailem burada olduğu için atamamın buraya çıkması için çok çabaladım.”

 

“Hande,” deyip sustu.

 

“Gökbaran,” dediğimde devam etti.

 

“Açık konuşacağım, bir askerim, biliyorsun.” Kafamı salladım. “Sana her an dönemeyebilirim. Her anlamda dönemeyebilirim. Göreve gidip aylarca gelemeyebilirim, aradığında açamayabilir ve mesaj attığında günlerce ya da haftalarca cevap veremeyebilirim. Eğer bunların senin için sorun olacağını düşünüyorsan ilerlemeyelim.”

 

“Benim için sorun değil,” dediğimde limonatasından bir yudum aldı. “Seni anlıyorum ve seni bekleyebilirim Gökbaran. Her anlamda bekleyebilirim.”

 

“Açık konuşmaya devam edeceğim o halde,” dediğinde yine kafamı salladım. “Önceki kız arkadaşım beni bu yüzden terk etti.” Duyduklarıma inanamaz bir halde ona bakakaldım. “Evet, ona geç döndüğüm için, yanında olamadığım için sıkıldığını söyleyip ayrıldı benden. Ben hayatımda görünmez bir adam istemiyorum demişti.”

 

Merakıma yenilerek “Ayrılalı ne kadar oldu?” diye sordum.

 

Gülerek “İki yıl oldu,” diye cevap verdi. “Rütbem değişmişti ve sorumluluklarım artmıştı. İzin kullanamıyordum.”

 

“Anladım,” dediğimde konuşmamı bekledi. “Eski sevgilin gibi bir insan değilim. Babam da eve sık gelemezdi, bu konuda sabretmeyi öğrendim.”

 

“Biliyorum.” Susup biraz bekledi. “Senin son ilişkin ne zaman bitti?” bu soru onu zorlamış gibiydi.

 

“Yeni aslında,” diye mırıldamamla birlikte yutkunduğunu gördüm. “Buraya gelmeden önce bitirdim.”

 

“Nedenini sorabilir miyim?”

 

“Bana ve kararlarıma saygı duymadı. Ağrı’da görev yapmamı istemedi ve kavga ettik.”

 

“Hâlâ onu mu seviyorsun?” sorusunu ise birçok defa yutkunarak sordu.

 

“Hayır. Ona olan sevgim ilişkimizden önce bitti.”

 

“Sevindim,” dediğinde gözlerine bakarak hareketsizce durdum. “Yani, sevmediğin biriyle devam etmemene sevindim.”

 

“Bende öyle.” Garson içeceklerimizi tazelediğinde “O zaman bende açık konuşacağım,” diyerek söze girdim.

 

“Lütfen,” dediğinde konuşmaya başladım.

 

“Seni ilk gördüğümde beni etkiledin, inkâr etmeyeceğim. Çok gizemli görünüyordun ve sert bakıyordun.”

 

“Üniformanın içinde hep öyleyim.”

 

Güldüm. “İlk zamanlar bana mesaj attığında sadece vicdanını rahatlatmak için yazdığını düşündüm ve bu beni sinirlendirdi.”

 

“Hiçbir zaman sana o amaçla yazmadım. Başlarda sadece durumunu merak ediyordum ama zaman ilerledikçe bu merak tüm hayatını ele aldı.”

 

“İnsanlara karşı net olmaya çalışıyorum ve bunu seviyorum. Uzatmak bana mantıksız geliyor.”

 

“Haklısın. Her saniye kıymetliyken uzatmanın bir anlamı yok.” Kafeden çıkıp yürümeye başladık. Kollarımız birbirine değiyor, kalabalık birbirimize çarpmamıza neden oluyordu. Çiçekçinin önünden geçerken Gökbaran beklememi söyleyip içeri girdi ve beyaz gül demetiyle yanıma geldi. Koklayıp gülümsedim. “Çok güzeller. Teşekkür ederim.”

 

Biraz daha yürüyüp arabanın yanında durduk. İkimiz aynı anda bindiğimizde Gökbaran kucağımdaki güllere bakıp güldükten sonra arabayı çalıştırıp yola koyuldu. “Güzel bir gündü,” diyerek itirafta bulundum.

 

“Evet, bizim için güzel bir gün oldu.” Sola döndüğünde ekledi. “Belki de daha güzel günlerimiz olur.”

 

“Belki de.” Kafamı çevirip yüzünün sağ tarafını büyük bir dikkatle inceledim. Güzel görünen bir burnu, özenle baktığı belli olan kirli sakalları vardı. Sakallarının arkasına gizlenen gamzesini gördüğümde “Neden gülüyorsun?” diye sordum.

 

“Böyle dikkatle incelemen hoşuma gitti,” dediğinde hafifçe gülümseyip kafamı çevirerek önüme baktım. “Eğer duruyor olsaydık bende seni böyle dikkatle incelerdim.”

 

“Ama şu an hareket ediyoruz,” dememle “Maalesef,” diye hayıflandı. Tepkisine gülüp yolu izlemeye başladım.

 

Bir süre konuşmadık. Kaçamak bakışlarla onu incelediğim sırada konuşmaya başladı. “Seni evine mi bırakayım parka mı?” diye sordu oturduğum mahalleye yaklaşınca. “Parka,” cevabını verip çantamı ve güllerimi aldım. İkimiz de arabadan indiğimizde birbirimize bakmaya başladık. “Geldiğin için teşekkür ederim,” deyip gülümsedi.

 

“Bu güzel gün için ben teşekkür ederim.” Yan yana yürüyüp banka oturduk. Hava yavaşça kararıyordu, park boştu. Bizden başka kimsenin olmadığını bildiğimden bedenimi yan döndürüp yüzünün tamamına bakabilmemi sağladım. “Gökbaran,” dediğimde duruşunu dikleştirip konuşmamı bekledi. “Sanırım yanından ayrılmak istemiyorum.” Dudaklarında can bulan tebessüme bakıp nefes aldım. “Günlerdir öyle olaylar yaşandı ki… Bugün bana çok iyi geldi.”

 

Cümleme karşılık “Sen bana iyi geliyorsun,” diyerek kalbimin atışlarının yavaşlamasına neden oldu. “Karşılaşmamızdan bugüne kadar, hayatımda olduğun her günü iyileştirdin.” Duygulandığımda gözlerimi kapayıp sakinleşmeye çalışarak ayağa kalktım. “Gideyim artık.”

 

“Git bakalım,” diye fısıldadığında ona yaklaştım. Ani bir cesaretle parmak uçlarımda hafifçe yükselip dudaklarımı yanağına bastırdım.

 

Onu öptüm.

 

İkimizde donakaldığımızda kendine gelen ilk ben oldum. “Görüşürüz,” diye kısık sesle konuşup yanından geçerek uzaklaşmaya başladım. Parkın çıkışına yaklaştığımda arkama dönüp hâlâ bana bakan adama el salladım. El sallayarak karşılık verdiğinde göremeyeceğini bilsem de gülümseyerek önüme döndüm ve yürümeye devam ettim. Kapıyı anahtarımla açtığımda içeri girip salona ilerledim. Annem geldiğimi görüp ayağa kalktı ve yanıma geldi. “Nasıldı?” diye sorduğunda etrafa bakıp babamın olmadığına emin oldum. “Çok güzeldi,” deyip çiçeklerimi gösterdim.

 

“Güzel güller,” dedikten sonra eline alıp kokladı. “Babana söyleyecek misin?” diye sordu.

 

“Şimdi söylemeyeceğim. İleride söylerim.”

 

Gülleri annemden alıp odama yürüdüm. Işığı yakıp perdeleri kapattıktan sonra gülleri masanın üzerine bıraktım. Telefonumu masaya bırakıp üzerimi çıkarmaya başladım. Makyajımı temizlerken çiçeklere bakarak gülüyordum. İçimdeki mutluluğu gülümseyerek atıyordum. Telefonumdan gelen bildirim sesi dikkatimi dağıttı. Telefonumu elime alıp gelen mesajı okudum.

 

Asker Gökbaran Benazir: Sakallarımın arasında dudaklarının izi var.

 

Asker Gökbaran Benazir: Şimdi kesmeye nasıl kıyacağım?

 

Öylece ekrana bakakaldım. Verecek cevap bulamadığımdan sadece bekledim. Bir süre sonra yeniden yazmaya başladı.

 

Asker Gökbaran Benazir: Heyecandan parmakların hareket edemiyor mu yoksa?

Evet.

 

Beni heyecanlandırdın.

 

Asker Gökbaran Benazir: Sende beni heyecanlandırdın. Üstelik sadece parmaklarım değil tüm bedenim hareket edememişti. Hatırlarsın ;)

 

Asker Gökbaran Benazir: Ben sadece durumu eşitlemek istedim.

 

Merak etme. Eşitledin.

 

Kollarımı kaşıyıp tenimdeki ürpertinin geçmesini diledim. Yeniden yazdığında hemen mesajına baktım.

 

Asker Gökbaran Benazir: Bir soru soracağım.

Sor.

 

Asker Gökbaran Benazir: Tamam mı devam mı?

 

Sorusunun ne anlama geldiğini biliyordum. Devam, yazıp gönderdim. Artık Gökbaran benim için sıradan birisi değildi. Gökbaran Benazir ilk görüşümde beni etkilemiş birisiydi. Tavırları ve cümleleriyle beni kendine daha fazla bağlamış birisiydi. En önemlisi hoşlandığım kişiydi.

 

 

Loading...
0%