@veskerazem
|
22.Bölüm: “Enkaz”
Gökbaran’ın gidişinin ikinci haftasıydı. Üzerimdeki kırgınlığı atmaya çalışıyor, başaramıyordum. Kalbimde hissettiğim endişeler bazen önümü görmeme bazen de yaşadıklarımı algılamama engel oluyordu. Bu görevinin diğerlerinden daha ağır olduğunu bilmek, zihnimin içinde bir deprem başlatıyordu. Her saniye onu daha fazla özlüyordum. Onunla iletişime geçemiyordum. Her akşam, her uygun olduğum vakitte haberleri takip ediyor o can alıcı bilgilendirmeyi duymamak için dua ediyordum. Gökbaran Benazir, beni kendimden başkası için ölümüne korkacak bir hale getirmişti. Gökbaran Benazir, beni hiç tatmadığım duygulara itmişti. Gökbaran Benazir’i seviyordum. Gökbaran Benazir’i gerçekten seviyordum. Sayması saniyeler bile sürmeyen fotoğraflarımıza bakıyordum. Her bir karede onun yüzünü büyütüyor, gülümseyişine içim giderek bakıyordum. Ona gittikçe kapılıyordum, öyle ki yanımdan hiç ayırmak istemiyor bazı zamanlar askerliği bıraktığını bile düşünüyordum. Gökbaran için askerliği bırakmanın mümkün olmadığını biliyordum. Galeriden çıkıp son dakika haberlerine göz gezdirdim. Okumaktan korktuğum herhangi bir haber olmadığında rahatladığımı hissedip dolaptan bir içecek çıkardım, yudumlarken plandan yarınki derslerimi kontrol ettim ve odama gidip hazırlık yaptım. Salona dönerek televizyonu açtım ve velileri yarın toplantı yapacağım konusunda bilgilendirdim. Haber bülteninde durup izlemeye başladım. Yalnız yaşamanın zorluğunu hayatımın bu döneminde anlıyordum. Üniversite yıllarında endişelerim olmadan geçirdiğim dönemler sadece yüzümü güldürüyordu. Ağrı’da tek yaşamak zordu. Ailemin yanımda olmaması ve Gökbaran’ın görevde olması yalnızlık duygumu körüklüyor, korkularımı artırıyordu. Her an yanımda birisiyle yaşayamayacağımı biliyordum. Başıma gelen olaylardan sonra Ağrı sokaklarında tedirgince yürüyor, her alışverişimi online yapmaya çalışıyordum. Operasyonla ilgili haber verildiğinde istemsizce dikleştim. Spiker, güvenli bölgenin oluşturulduğunu söyleyip askerlerin durumundan bahsetmedi. Destek birlikleri yola çıkıyordu ve her anı takip ediliyordu. Bir nebze de olsa içimin ferahladığını hissederek elimi yüreğime bastırdım. İdil’i arayıp telefonu hoparlöre aldım. Sesini duyduğumda üzerimde buruk bir mutluluk vardı. “Nasılsın canımın içi?” Sorusuna “İyiyim kuşum, sen?” diye cevap verdim. “Bende iyiyim. Sen haberleri takip etmeye devam mı ediyorsun?” “Evet,” deyip içeceğimden bir yudum aldım. “Ne yapayım, başka hiçbir şey yapamıyorum. Elimde sadece bu imkân var.” “Biliyorum.” Bir süre sessiz kaldıktan sonra devam etti. “Hande, Gökbaran sana dönecek merak etme.” “İnşallah,” deyip iç çektim. “Çok özledim onu. Kim bilir ne halde şu an? Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde bekledim. “Üşüyor mudur acaba? Daha doğrusu nefes alıyor mudur?” “Alıyordur.” Hem beni hem kendini inandırmak istiyordu. “Merak etme o, hemen pes etmez. Sonuna kadar dayanacaktır.” “Biliyorum ama endişelenmeden de duramıyorum.” “Keşke yanında olsaydım,” diye söylendi. “Keşke o yanında olsaydı.” “Keşke!” Bunu her şeyden çok istiyordum. “Sen anlat bakalım, kafam dağılsın biraz.” “Tamam,” deyip konuşmaya başladı. “Bir avukatla tanıştım ve bilgi aldım. Birkaç gündür yanına gidiyorum. Öğrenmem gereken çok fazla şey varmış aslında. Tecrübe gerektiren bir işmiş.” Gülerek konuştum. “Hemen atansan iyi olur, ya da kendine büro aç. Furkan’dan kurtar beni!” Güldü. “O iş bende, rahat ol!” biraz daha konuştuktan sonra kapattık. Mutfağa gidip yemek hazırlamaya başladım. Annemin yemeklerini özlemiştim. Aperatif bir şeyler hazırlayıp masaya oturdum ve bir video açtım. İştahsızca yedikten sonra küçük bir temizlik yapıp mutfaktan çıktım. Farklı bir haber kanalına geçip izlemeye başladım. Haberi izlerken bir yandan da annemle mesajlaşıyordum. Annemle vedalaşıp umutla Gökbaran’ı aradım. Ulaşılamıyor dediğinde kızgınlık ve kırgınlıkla aramayı sonlandırdım. Telefonumu da yanıma alarak odama gittim ve bir kitap seçip salona geri döndüm. Televizyonu kapatıp kitabı okumaya başladım. Beğendiğim cümlelerin altını çizdim ve bazılarının fotoğrafını çektim. Zaten ince olan kitabı yarıladığımda uykumun geldiğini hissettim. Ayracı kaldığım yere koyup kendime kahve yaptım. Kitaba devam etmek istemediğimde gündemi kontrol edip bilgisayarımdan bir video seçtim. İzlemeye başladığımda kısa bir süre odak sorunu yaşadım ardından arkama yaslanarak rahatça izlemeye devam ettim. Video bittiğinde devamı açtım ve onu izlerken kendime bir meyve tabağı hazırladım. Meyveleri yerken aklıma Gökbaran geldi. Zihnimde yaralı yüzü canlanırken yaptıklarıma baktım. Şu an onu unutmuş keyif yapıyordum. Yediklerim boğazımda kalırken bu defa ağlamamı durdurmadım. Zar zor yutkunup su içtim. “Gökbaran,” ona söylüyormuş gibi sessizce konuşmaya başladım. “Neden senden bir haber alamıyorum? Seni çok özlüyorum. Hayatımı böyle kısıtlamamam lazım ama yapamıyorum. Sensiz mutlu olmak istemiyorum ama hayatın böyle gitmeyeceğini de biliyorum. Seni bekliyorum ama dönemeyeceğinden de korkuyorum.” “Beni duyuyorsun biliyorum. Belki duymuyorsundur ama düşünüyorsundur. Düşünüyorsundur değil mi, Gökbaran? Düşünmemen senin yararınadır, vatanın yararınadır… Umarım düşünmüyorsundur o zaman.” Ne konuştuğumu bilmiyordum. Gözyaşlarımın aktığı yanağımın ısındığını hissediyordum. Ateşimi ölçtüğümde otuz sekiz olduğunu gördüm. “Toparlan Hande,” diye mırıldanıp ayağa kalktım. Kısa bir duş alıp ilaç içtim. Yatağıma yattığımda telefonu komodinin üzerine koydum. Gözlerim kapanırken direnemedim. Gece yarısı uyandığımda boğazımdaki kuruluğu gidermek için su içtim. Bildirimleri ve gündemi kontrol edip başka bir şey yapamadım. Gözlerim yeniden kapandı. Yoğun bir baş ağrısıyla uyanıp hastaneye gitmek için hazırlanmaya başladım. Okul müdürünü arayıp durumumu haber verdim ve veli grubuna mesaj attım. Bir taksi çağırıp beklemeye başladım. Taksi geldiğinde binip hastaneye gideceğimizi söyledim. Ücreti ödeyip indim ve acil kısmına yöneldim. Bir iğne yapıp ilaç yazdılar. İlaçlarımı ve iki günü kapsayan raporumu alıp taksiyle eve döndüm. Gökbaran’ı düşünerek kendimi harap etmiştim. Hastalandığımı duyunca kendini suçlayacaktı. O gelmeden önce iyileşmek istiyordum. Bir süreliğine onu unutmaya karar verdim çünkü onu ve ihtimalleri düşündükçe harap olmaya devam edecektim. Karnımı doyurup ilacımı içtim televizyonun karşısına uzanıp gelen mesajları cevapladım. Annem aradığında aramayı yanıtladım. “Kızım, hasta olmuşsun!” “Evet, ama iyiyim şimdi.” “Keşke yanında kalsaydım,” dediğinde sinirlendim. “Sen yanımda olduğunda da hastalanabilirim anne. Senin suçun değil, ben kendime dikkat etmedim.” “Hande, Gökbaran’a çok takılıyorsun. Evet, zor bir durum, biliyorum. Hayat devam ediyor, kızım. Onu bekleme demiyorum sana, onu beklerken kendini ihmal etme diyorum.” “Ben anlıyorum, anneciğim. Hatamı da anladım. Kısa sürede iyileşmek için her şeyi yapacağım, merak etme sen.” “Tamam canım.” “Babam nasıl?” “Çok iyi. Emniyete gitti. Bende komşularla tanışıyorum. Bir tanesinin senden iki yaş büyük oğlu var, tıp okuyor son sınıfmış.” “İyi,” diye mırıldandım. “Evet, bir komşumun da torunu doğdu dün.” Sessiz kaldığında konunun nereye gideceğini anladım. “Benim ne zaman torunum olacak Hande? Arkadaşlarımın torunlarına hediye almaktan yoruldum. Artık kendi torunuma almak istiyorum.” Utanarak “Allah bilir,” deyip konuyu kapatmaya çalıştım. “Utandın, biliyorum ben seni!” Gülerek “Utandığımı biliyorsan niye söylüyorsun?” diye sitem ettim. “Kafan dağılsın diye öyle söyledim. Ben kapatayım sende uyu dinlen tamam mı kızım?” “Tamam anne.” “Kendine dikkat et.” “Sizde kendinize dikkat edin.” Aramayı sonlandırdım ve uyumadan önce haberleri kontrol etmek istedim. Televizyonu açıp bir kanaldan haberleri izlemeye başladım. Gökbaran’ın gittiği operasyonun ismi göründüğünde dikleşip sesini yükselttim. “Operasyon bölgesinde teröristlerle çıkan çatışmada on üç kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, beş kahraman silah arkadaşımız da yaralanmış ve Şırnak Devlet Hastanesine sevk edilerek tedavilerine başlanmıştır.” Yüreğim ağzıma gelirken sessizce dinlemeye devam ettim. “Milli Savunma Bakanı taziye mesajlarında bulunurken yaralılar için de Allah’tan şifa diledi. Yaralanan askerlerden ikisinin durumunun ağır olduğu öğrendiğimiz bilgiler arasında. Milli Savunma Bakanı, operasyonun devam ettiğini ve ilerleme kat edildiğini bildirdi.” Sessizce Gökbaran’ın içlerinden birisi olmaması için dua ediyordum. “Yaralı askerlerden sadece birisinin kimliği tespit edildi. Hastane yönetimi Astsubay Üstçavuş Gökbaran Benazir için 0 Rh+ kana ihtiyaç olduğunu bildirdi.” Ekranda Gökbaran’ın üniformalı fotoğrafını gördüğümde yerin ayaklarımın altında kaydığını hissettim. Adını fısıldayarak dizlerimin üzerine düştüm. Yüzümü ellerimin arasına aldım ve içli içli ağlamaya başladım. Depremden kalan enkazın kırıntıları kalbimi acıtıyordu. Canım yanıyordu. Bir göçük altında kalmışım gibi nefes alamıyordum. Telefonumun çaldığını duydum, Feride’nin aradığını gördüm ama açamadım. “Ne demek ağır yaralı!” İnanamayarak tekrar ettim. “Ya ona bir şey olursa? Ya sağ çıkamazsa o hastaneden?” Zihnimdeki sorular beynimi kemiriyordu. Saçlarımı çekiştirip “Ah!” diye inleyerek kafamı yere bastırdım. Gözyaşlarımdan önümü göremiyordum. Boğazımın ve başımın ağrısıyla saçlarımı çekiştirmeye devam ettim. Kapımın çalındığını hissettim. Ayağa kalktım ama yürüyemedim, bedenim yere düşerken sadece kafamı koruyabildim. Gözlerim kapanırken aklımda haber spikerinin konuşması vardı. Gözlerimi kapadığımda biri adımı söylüyordu. Gökbaran’ın görüntüsü zihnimde canlandığında bilincimi yitirdim.
|
0% |