Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8."TEVECCÜH"

@veskerazem

 

 

8.Bölüm: “Teveccüh”

 

 

Gökbaran Benazir

 

Dün Dilhan Hande ile konuşmuştuk. İlk kez sohbet etmiştik.

 

Ekranımda onun aramasını gördüğümde oldukça şaşırmıştım. Neden aradığını anlayamasam da bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Direkt konuya girmesi ise daha da şaşırmama neden olmuştu. Benimle konuşmaktan hoşlanması düşündüğüm bir şeydi ama duymak güzel hissettirmişti.

 

Sanırım birbirimize karşı bir şeyler hissettiğimizi itiraf etmiştik.

 

Dilhan Hande’ye kendimi beğendirmek istiyordum. Çirkin bir insan olduğumu düşünmüyordum ama onun beni dış görünüşümden dolayı reddetme ihtimali beni tedirgin ediyordu. Uyanık olduğum her an fotoğraflarıma bakıp uygun profil yapmaya çalıştım. Hiçbiri tam olarak hoşuma gitmiyordu, hepsinde bir eksik buluyordum.

 

Üniformalı bir fotoğrafımı bulamadığımda ağabeyim Göktuğ’u aradım. Açtığında "Göktuğ," dedim. "Benim üniformalı bir fotoğrafım var mı sende? Bendekiler silinmiş.” Selam vermeden konuşmamı sevmiyordu ama şu an umurumda değildi.

 

“Hayırdır, niye istiyorsun?” diye sorduğunda ofladım.

 

“Lazım da… Var mı yok mu onu söyle sen.”

 

“Bakmam lazım,” dediğinde “Hemen bak,” diye seslendim. Annemin yanına gidip telefonu ona uzattım.”Anne söyle oğluna hemen baksın.”

 

Göktuğ, “Ben karışmam,” diyen annemi duyduktan sonra kahkaha attı. “Sende bir şeyler var ama hadi hayırlısı.”

 

“Kapatıyorum şimdi fotoğrafa hemen bakıp at bana.”

 

“Tamam.” Telefonu kapatıp bana bakan anneme baktım. “Üniformamı yanımda getirseydim keşke! Giyerdim ve burada çekerdik.”

 

“Abartma oğlum,” deyip dizime vurdu. “Ne bu fotoğraf sevdası, ne oldu?”

 

“İnsanlar kim olduğumu bilsin değil mi anne?” deyip göz kırptım. Tatmin olmamıştı ama daha fazla sorgulamamıştı. Göktuğ fotoğrafı attığında heyecanla uygulamaya girip baktım. Fotoğrafçı bir arkadaşıma yaptırdığım çekimi atmıştı. Arka arkaya birkaç fotoğraf daha geldiğinde elimi ısırdım. “Çok güzel olacak,” deyip içlerinden en beğendiğimi profil fotoğrafı yaptım. Dilhan Hande’nin bu halimi göreceğini düşünmek heyecanlandırıyordu. Bu halimi görmüştü evet ama konu bu değildi.

 

Ona mesaj atmak istiyordum ama nasıl bir giriş yapacağımı bilmiyordum. Ne ona gönderebileceğim bir fotoğraf kalmıştı ne de yeni bir kelime bulabilmiştim. Uzun bir süre düşünüp parmaklarımı klavyede gezdirdim ama hiçbir şey yazamadım. Düşünmeyi bırakmak için bahçeye çıkıp atların yanına gitmek için yürümeye başladım. Babamı Rüzgâr’ın yanında gördüğümde atları okşayarak yanına gittim. “Rüzgâr, oğlum.” Ses çıkarıp bacaklarını oynattığında yüzünü okşayıp “Oğlum nasıl baba?” diye sordum.

 

“Senin hergele âşık olmuş,” dediğinde Rüzgâr’ın gözlerine bakıp “Benim hergele âşık mı olmuş?” dedim.

 

“Yadigâr,” deyip Rüzgâr’a çok yakın bir yerde duran kahverengi atı gösterdi. “Sürekli onun yanına gidiyor. Birlikte karınlarını doyuruyorlar. Yakında bir yavruları bile olabilir.”

 

Kahkaha atıp “Yakışır baba olmak,” diye mırıldandım.

 

“Sana da yakışır,” dediğinde tebessüm edip omuz silktim. “Yadigâr’ı senin eşine hediye etmeye karar verdim. İkisi asla ayrılmıyor, sizde ayrılmayasınız.”

 

“Çok benimsemişsin, yavrularına kendi adını koymazsın değil mi baba?” dediğimde enseme vurup “Bu da benim hergele işte,” diyerek Rüzgâr’a yakındı. “Atsan atılmıyor, satsan satılmıyor.”

 

“Sağ olasın baba.” Omuzlarımı sıkıp “Sen sağ ol yeter,” dedi. Elini öpüp alnıma bastırdım. Ağıldan çıkıp bahçede yürümeye başladık. “Ağabeyin de burada olsaydı keşke,” diyerek ellerini belinde birleştirdi.

 

“Planlasaydık burada olabilirdi.”

 

“Bir sonraki gelmenize plan yaparsınız. İki evladımı da yanımda görmek istiyorum.”

 

“Olur, baba.” Eve girip annemin yanına gittik. Yemeği hazırlamış, çayı demlemişti. Yaptığı tüm süt ürünlerini ise bir köşeye koymuştu. “Onların hepsi yenecek Gökbaran,” dediğinde anneme baktım. “Nasıl yiyeyim hepsini?”

 

“Güçlendirecek onlar seni. Özlemedin mi yoksa?” Üzülerek sorduğunda gülümsedim ve yanağını öptüm. “Özlemez olur muyum? Hepsinden yerim tamam.” Gülüp yemeğini yemeye başladı. Keyifli bir sohbet eşliğinde yemeğimizi bitirdiğimizde babamla birlikte anneme yardım edip çaylarımızı alarak televizyonun karşısına oturduk. Büyük yudumlarla çayımı içerken yüksek sesle gelen bildirim sesi anne ve babamın bakışlarının bana dönmesine neden oldu.

 

Mesaj, Dilhan Hande’dendi.

 

Öğretmen Hanım: Nasılsın? 22.03

 

Gülümseyerek ekrana bakıp isim kısmına göz attım. Hâlâ ilk kaydettiğim şekilde duruyordu ve bu moralimi bozmuştu. Hemen adını değiştirip mesajına cevap verdim.

 

İyiyim sen? 22.05

 

Dilhan Hande: Bende iyiyim. Yazmayınca merak ettim. 22.05

 

Beni merak etmesi içimi ısıtırken dudaklarımdaki tebessümü ailemden gizlemedim.

 

Seni rahatsız etmek istemedim. 22.06

 

Dilhan Hande: Beni rahatsız etmiyorsun. 22.07

 

Cevap vermeyip bir süre beklediğimde yeniden yazdı.

 

Dilhan Hande: Neler yapıyorsun, ailen nasıl? 22.09

 

Dilhan Hande: Ben seninle sohbet etmekten zevk alıyorum. Fazla sohbet etmiş olmasak da, bunu ilerletmek istiyorum. Açıkçası konuşabileceğimiz başka bir konu bulamadım L 22.09

 

Bende seninle sohbet etmekten zevk alıyorum. Fazla sohbet etmiş olmasak da, bunu ilerletmek istiyorum. 22.10

 

Cümlesinin aynısını yazdığımda nasıl cevap vereceğini merak ediyordum. “Ne oldu?” diye soran babama cevap vermedim. Veremedim. “Önemli değil,” diye geçiştirdim fakat zihnim önemli değil cümlesini kabul etmedi.

 

Dilhan Hande: Her yazacak bir şey bulamadığında kopyacılığa mı başvurursun? 22.11

 

Dilhan Hande: Yoksa her şeyi benden mi bekliyorsun? J 22.12

 

Oyunbozan bir tavırla gülümsediğini düşündüm. Bunu düşünmek yüzümdeki gülümsemeyi büyüttü.

 

Senden beklediğim şeyler de var elbet ;) 22.13

 

Dilhan Hande: Mesela? 22.15

 

Buna cevap vermeyeceğim. 22.15

 

Dilhan Hande: Peki… Sen bilirsin. 22.16

 

Dilhan Hande: Kaç gün daha orada kalacaksın? 22.16

 

Bir haftalık iznim var sanırım üç gün daha duracağım, sonra yola çıkarım. 22.17

 

“Gökbaran!” diye bağıran annemi duyup irkilerek kafamı telefondan kaldırdım. “Komutanınla ya da askerlerinle bu kadar gülerek konuşacağını düşünmüyorum,” diyen babama ise hâlâ anlamsız bakışlar atıyordum. “Umarım öyle değildir, küçük oğlum.”

 

“Kiminle konuşuyorsun sen bakayım?” Annem yanıma oturup telefonuma doğru eğildi. “Hasan Efendi, oğlun bir hanımla konuşuyor!” Gözlerimi devirdim ve Dilhan Hande’yi ondan saklamaya çalıştım. “Dur kapatma, göster şu hanım kızımı.” Fotoğrafına bakıp “Pekte güzelmiş,” dedi. Babam da yanımıza geldiğinde fotoğrafa baktı ve “Öyleymiş,” dedi. “Nasıl tanıştınız?”

 

“Tanışmak için konuşuyoruz,” diye cevap verdim. O esnada mesaj geldi.

 

Dilhan Hande: Dersimin olmadığı ve izninin bitmediği bir gün konuşalım mı? 22.20

 

“Şimdi desen atlar gelirim de işte, neyse!” diye mırıldanıp sert gözlerle bana bakan babama baktım. “Duydun mu?” diye sorduğumda kafasını salladı. “Cevap ver, bekletme.”

 

Yüz yüze mi konuşacağız? 22.20

 

Dilhan Hande: Evet. 22.21

 

Dilhan Hande: Eğer sende istersen. 22.21

 

“Yüz yüze konuşacakmışız!” diyerek heyecanla anneme baktım.

 

İsterim. 22.22

 

Yarının cumartesi olduğunu hatırladığımda “Bugün mü yola çıksam acaba?” diye kendi kendime mırıldandım.

 

Dilhan Hande: Haberleşiriz o zaman… İyi geceler J 22.23

 

Evet, ben sana haber veririm. İyi geceler, Dilhan Hande J 22.24

 

“Bu hafta fazla kalamayacağım yanınızda, kusura bakmayın.” Aileme hitaben konuştuğumda annem anlayışla kafasını salladı. Babam ise bacağımı sıktı. “Bu zamana kadar çok fazla kız arkadaşın oldu, sana hiç karışmadım. Sende söylediklerimi yerine getirdin. Ümit verip yarı yolda bırakma. K-onun sınırlarına saygı duy ve olabilecek ihtimalleri en başında belirt.”

 

“Baba, şimdi bunları konuşmak için çok erken. Yeni konuşmaya başlıyoruz. Kendi hislerimden ve onun hislerinden emin olursam, bu dediklerini yapacağım.” Bacağıma üç defa vurup koltuğa yaslandı.

 

“Kim bu hanım kız?” Annemin sorusuna gülüp Dilhan Hande’nin fotoğrafını açtım.

 

“Öğretmen. Okula ziyarete gittiğimizde karşılaştık. Benim bir hatam yüzünden kötü bir duruma düştü. İlk gördüğümde de ilgimi çekmişti ama konuşmaya başladığımızda daha çok ilgimi çekmeye başladı.”

 

“Hayırlısı olsun oğlum.”

 

“Âmin.” Annemin koluna alnımı bastırdım. Babam koltuktan kalkıp yürümeye başladığında annem yanımızda kimse olmamasına rağmen kulağıma doğru eğilerek “Sen bu hanım kıza teveccüh mü gösteriyorsun?” diye sordu.

 

“Sanırım,” dedikten sonra kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Abartma Gökbaran, diyorum ama söz geçiremiyorum kendime. Sürekli onu merak ediyorum. Her fırsatta ona yazmak istiyorum.”

 

“Sen, ona teveccüh gösteriyorsun.” Saçlarımı dağıttı ve düzeltti. “Teveccühün ne olduğunu biliyor musun?”

 

“Biliyorum,” dedim.

 

Teveccüh göstermek; hoşlanmak, yakınlık duymak demekti.

 

“Güzel hisler bunlar,” deyip sustu. “Ben hâlâ babana karşı hissediyorum. Hasan Efendi, benim kalbimin ilk çarpıntısı. Gözümü açtım, onu gördüm. Yıllarımızı birlikte geçirdik, geçiriyoruz. Ömürlerimizi birbirimize adadık. Velhasıl kelam, bu hisler karşılıklı olunca en güzeldir.”

 

“Biliyorum,” dediğimde koltuktan kalktı. “Ben babanın yanına gideyim. Allah rahatlık versin, oğlum.”

 

“Size de.” Tamamen yalnız kaldığımda gözlerim etrafı taradı. İznimin ne zaman bittiğini hesaplayıp ne zaman gideceğime karar verdim. Odama yürüdüğümde saat geç olmasa da yorulduğumu fark ettim. Üzerimi değiştirip ışığı kapattıktan sonra soğuk yatağıma girdim. Dilhan Hande’yle buluştuğumda ne konuşacağımı düşünerek gözlerimi kapattım.

 

Haber bülteninin sesiyle uyandığımda buradaki günlerimi özlediğimi fark ettim. Babam güne haber izleyerek başlıyordu ve evde olduğu her anı böyle geçiriyordu.

 

Lavaboya gidip işlerimi halledip odama döndüm ve üzerimi giyindim. Telefonumu şarja takıp odamdan çıkarak mutfağa yöneldim. Annemin elindeki tepsiyi alıp oturma odasına yöneldim, tepsiyi yere bırakıp oturdum.

 

Annem çaylarımızı doldurup ekmeklerimizi böldüğünde yemeye sebzelerden başladım. Onlara görevdeki bazı anılarımı anlattığımda gülüp dikkatle dinlemeye devam ettiler. Kahvaltı bitiminde anneme yardım ettikten sonra babamın çayını tazeleyerek yanına oturdum. “Hikmet dayının torunu evleniyor bu akşam. Düğüne gideceğiz, sende gel.”

 

“Gelirim.”

 

“Milletin torunu evleniyor ben daha oğlumu evlendiremedim,” diye yakındı.

 

“Ben daha gencim baba,” dediğimde “28 yaşındasın,” diye karşı çıktı. “Ben senin yaşındayken Göktuğ sekiz, sen dört yaşındaydın.”

 

“Oğlumu sıkma Hasan Efendi!” Annem konuya dâhil olduğunda ona minnettar bakışlar gönderdim. “Göktuğ’da yirmi altı yaşında evlendi. İki yıl sonra da Ada doğdu.”

 

“Ölmeden torunumu görseydim…” dediğinde annem “Öyle söyleme,” diye kızdı. “Onun da evleneceği vakit bellidir elbet.”

 

“Destek timi olarak Göktuğ’u arıyorum,” dedim ve hemen aramaya başladım. Açmadığında tekrar denedim ve tekrar denedim. İkisi de endişeyle bana bakarken Feride’yi arayıp beklemeye başladım. Telefonu açtığında iç çekişleri kulağımıza doldu. “Yenge, Göktuğ’u aradım ama açmadı. Telefonu mu kapalı?”

 

Konuşmayıp ağlamaya devam ettiğinde annem telaşla konuştu. “Kızım söylesene, bir şey mi oldu?”

 

“Göktuğ’un çalıştığı hastaneye saldırı olmuş. Ne halde bilmiyorum. Haber bekliyorum bende.”

 

Babamla karşılıklı bakıştığımızda hemen ayağa kalktık. “Sen sakin kalmaya çalış yenge. Biz geliyoruz.”

 

“Ne olur oğluma bir şey olmasın!” diye dua eden annemi alarak evden çıktık. Babam kâhyayı arayıp durumdan haberdar etti. Arabaya bindiğimizde yanımıza ne aldığımızı bilmiyordum. Tek isteğim bir an önce Ağrı’ya gitmek ve ailemin yanında olmaktı.

 

“Hızlı ve dikkatli ol Gökbaran,” diyen babama kafamı salladım.

 

“Merak etme, baba. En kısa sürede orada olacağız.” Telsizimi kullanıp haber almaya çalıştım.

 

“Hastanede patlama olmuş,” dediklerinde annemin ve babamın bakışları telsizi buldu. “Çok sayıda ölü var. Henüz kimlikleri belirlenemedi.”

Loading...
0%