Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2- TANIDIK

@viresso

Günler ayların, aylar da yılların içinde kayboluyordu.

Yedi sene geçmişti. O yedi sene içinde birçok şey yaşanmıştı. Khazar Krallığı, Sherix Krallığı ile olan antlaşmasını iptal edip arkasından çekilmişti. Böylece de Sherix Krallığının yaslanacak bir omzu kalmamıştı. O olaydan bir ya da iki sene sonra Khazar Krallığı Sherix'e savaş açmıştı. Bir yıl içinde Sherix Krallığını ele geçirerek kendi topraklarına kattı.

 

Fakat bir sorun vardı. Khazar Kralını huzursuz eden bir şey vardı. Ama bunun nedeni bilinmiyordu... Rüyalarında hep bir kız görüyordu. Hep gözleri kapalı bir şekilde sanki son günüymüş gibi hiç durmadan dans ediyordu. Dudaklarından o gülümsemesi ve mırıldanması asla eksik olmuyordu...

 

 

* * *

Kulağıma bir şarkının mırıldanması dolmuştu. Dengesiz sesteki mırıltılar sanki yardım ister gibi bağırıyordu. O kendini bilmez mırıldanış nedensizce çok hoşuma gitmişti.

 

Neden? Benim bölgeme nasıl gelmişti? Hiçbir şey bilmiyordum. Düşünmüyordum, düşünmek istemiyordum.

 

Gözlerim dans eden bedene ilişti. Dansı çok narin olsa da o mırıltı... Sanki her şeyden kaçmak istiyormuş gibiydi. Tahtımdan kalkıp dans eden bedene doğru yürümeye başladım. Her etrafında dönüşünde siyah elbisesi de onunla birlikte dönüyordu. Gözlerini hiç açmamıştı. Belki de göreceklerinden korkuyordu? Neler yaşadığını kim bilebilirdi ki?

 

Dönerken kendime doğru çektim. Bir elimi beliyle, diğer elimi de eliyle buluşturdum. Birlikte dans etmeye başlarken kafasını kaldırdı ve bana gülümsedi. "Neden gözlerini açmıyorsun?" Onu etrafından çevirdiğimde bir şey söylemek yerine gülümsemeye devam etti. Yanağıma bir öpücük kondurup benden uzaklaştığında sadece onu izliyordum. Sanki hareket edersem beni hissedecek gibiydi. Eğer beni hissederse korkacağını da biliyordum. Kırmızı dolunayın altında bana gülümsedi ve dediği şey "Teşekkür ederim." olmuştu.

 

Etrafa dağılan kırmızı parçalar sanki dolunay gibiydi. İkisi de kırmızıydı. Sanki birbirleri için yaratılmışlardı... Gecenin karanlığında ikisi de bir çiçek gibi parlıyordu. Tahtıma doğru yönelirken kulaklarımda hâlâ o mırıltı vardı.

 

 

Hızla gözlerimi açtım. Tekrar aynı rüyayı görmüştüm. Bu kaçıncı oluyordu, ben de bilemiyordum artık. Ama bu sefer tek farklı olan şey yanağımdan öpmüş olmasıydı. Daha önce onunla konuşmayı hiç denememiştim. Fakat o teşekkür ne içindi peki? Aklım çok karışmıştı.

 

Hizmetlime bağırdığımda, kapıya tıklatarak içeri girdi. "Buyurun majesteleri?" Sıkıntılı nefesim dudaklarımın arasından çıktığında, hizmetlim başını eğdi. "Hemen Sherix'e yola çıkıyoruz!" Bir şeyler söyleyip odamdan çıktıktan sonra, kıyafetlerimi çıkarıp küvetin içine girdim. Şu aralar her şeye sinirlerim bozuluyordu. O yüzden de her ihtimale karşı hiç kimsenin karşısına çıkmıyordum. "Kate!" İçeri elinde bornozla Kate girdiğinde, nedensizce huzursuz olmuştum.

 

Bornozu bir yere bıraktıktan sonra arkama geçti. Eline lif alıp her yerimi ovalamaya başladıktan sonra, kafamı geri yaslayıp gözlerimi kapattım. Sherix Krallığı'nı yeneli çok oluyordu, fakat o saraya her girişimde beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Normalde hiçbir şeyden rahatsız olmayan ben, o saraya girdiğim andan itibaren her gün bir şeyi iki kez kontrol eder hâle gelmiştim.

 

Lifin karnımdan aşağıya doğru kaydığını hissettiğimde daha da rahatsız oldum. Kaşlarım kendiliğinden çatılırken dudaklarım aralandı. "O elini sonsuza dek kaybetmek istemiyorsan hemen çek!" Elini çektiği anda ayağa kalkıp küvetten çıktım. Bornozumu uzattığında elinden sert bir şekilde alıp "Kendine başka bir iş bul. Bu saraya adımını bile atmayı düşünme!" dedim. En nefret ettiğim şey kadınların bana kendi zevkleri için yanaşmalarıydı. Bakmayın böyle olduğuma. Onlar hak ettikleri yerde duracaklardı. Onların olması gereken yer orasıydı. Bu sarayın dışı beni ilgilendirmezdi. İsteyen istediği gibi yaşayabilirdi. Fakat sarayın içi olduğunda işler değişirdi. Çünkü yaptıkları her şeyi görürdüm ve bilirdim. Her yerde kulağım vardı diyebiliriz.

 

Giysi dolabına yönelip giyeceğim kıyafetleri çıkardım. "Alex!" Kapı birkaç saniye sonra tıklatılıp açıldı. "Buyurun majesteleri?" Önümde eğilip söyleyeceğim şeyi bekliyordu. "Bana bir araba hazırla. Bugün Sherix'e yola çıkacağım." "Emredersiniz majesteleri." Deyip odamdan çıktığında derin bir nefes verdim. Konuşma bitene kadar kıyafetimi giymiştim. Kılıcımı kınına sokup odadan çıktım. Merdivenlerden giriş katına inerken kendi kendime de plan yapmayı ihmal etmiyordum. Saraydan çıktığımda karşımdaki hazır olan at arabasına bindim. Araba hareket etmeye başlayınca kafamı cama yaslayıp dışarısını izlemeye başladım.

 

 

* * *

Sherix Sarayı'na vardığımda, girmeden önce etrafıma bir göz gezdirdim. Bu krallığın kökünü kazımıştım, fakat hâlâ bir şeyleri elde etmemişim gibi hissediyordum. Gözlerimi sıkıca kapatıp işime odaklanmaya çalıştım. Şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Saraya doğru yürümeye başladığımda, herkes saygıyla eğilip beni selamladı. Sherix sarayındaki kraliyet ailesinin cehennemi yaşarkenki acı içindeki çığlıkları...

 

Öyle zevk vericiydi ki! Huzur, bu krallığın bir yalanıydı. Toplum bilmese de, kraliyet ailesi bunu saklamakla yükümlüydü. Eninde sonunda bu yalan bir gün ortaya çıkacaktı, fakat ne zaman çıkacağı meçhuldü. Aynı bir insanın dış görünüşünden iyi olduğunu düşünsek de, içeriden aynı olmadığı gibiydi. Kimse bilemezdi. Bunu sadece davranışlarından ve nasıl konuştuğundan anlardık. Fakat insanlık bunu bile anlamayacak dereceye gelmişti. Yazık...

 

Fark edebilme kapasitesine sahip olmayan bir toplum neyi başarabilirdi ki? Benim görüşüme göre, hiçbir şeyi başaramazdı.

 

 

* * *

Kafamı kağıt işlerinden dolayı kaldıramıyordum. Ne zaman bir düzine kağıdı bitirsem yenisi geliyordu. İşleri çok boşlamış gibiydim bura-

Kulaklarıma dolan o mırıldanma sesiyle hemen kafamı kaldırdım. Hiç kimse yoktu. Mırıldanma sesi tekrar gelince koltuğumdan kalkıp odadan çıktım. Sesin geldiği yönü takip ettiğimde baloların yapıldığı salona gelmiştim. Kapıyı yavaşça açıp içeriye baktım. Bir kızın dans ettiğini gördüm. Gidip tahtıma oturdum ve onu izlemeye başladım.

 

Dans hareketleri aynı rüyamdaki gibiydi. Yüzündeki maskeden dolayı sadece gözlerini görebiliyordum fakat mırıldandığı şeyleri duyabiliyordum.

 

 

"Kızıl dolunayın altında,

Suyun üstünde kılıçlarımızla,

Dans edelim adımlarımızla,

Durmak bilmeden bu savaşta.

 

Kanlarımız gölü kızıla boyasın,

Gözyaşlarımız aksın sonsuzluğa,

Bu bilinmezliklerin sonu,

Varacaktır elbet bir karara.

 

Aldanma benim güler yüzlülüğüme,

Kanarsak ikimiz birbirimize,

Heba oluruz, etme

Bu güzel gönlüne.

 

Kader bir savaş gibidir,

Nereden çıkacağı belli olmaz.

Bir bakmışsın kılıcımı çekmiş,

Bekliyorum senin arkanda..."

 

 

Ellerimi birbirine vurarak alkışlamaya başladım. "Bravo!" Bana baktığında kısılan gözlerinden gülümsediğini anladım. "Eğer gösterin bittiyse sana birkaç sorum olacak." Bana doğru yürümeye başladı. Her ihtimale karşı hançerim yanımdaydı. Yanıma gelip tahtımın kenarına yaslandığında, bu kadar rahat olması beni şaşırtmıştı.

 

"Bakıyorum da çok rahatsın. Sana bir şey yapmamdan korkmuyor musun?" Kafasını hızlıca iki yana salladı. Elimi tutup kendine doğru çektiğinde avuç içime bir şeyler çizmeye başladı.

 

(Senden uzun zaman önce korkmayı bıraktım.)

 

Bu ne demek oluyordu? Uzun zaman önce biz tanışıyor muyduk? Bu kız kimdi? Aklımda binbir türlü soru dolaşıyordu.

 

(Zamanı gelince kim olduğumu öğreneceksin.)

 

Eli yanağıma gittiğinde aniden kapının açılmasıyla ortadan kayboldu. Muhafızlardan biri içeriye girdiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Tam da zamanında girin zaten (!) Bir kere girmeseler şaşardım. Neyse...

 

"Majesteleri, başka bir ses duydum da, herhangi bir sorun yok değil mi?" Gözlerim sadece duvarı izliyordu. Şu dört haftam çok garip geçiyordu. Tanımadığım bir kız gelip rüyalarıma giriyor ve sonra da onunla karşılaşıyordum. İlginçti, hem de çok ilginç.

 

Muhafızın sorusunu cevapsız bırakarak salondan çıktım. Buna bir çözüm bulmam gerekiyordu yoksa beni etkileyecekti. İşlerime odaklanıp bunu düşünmemem gerekiyordu. Odama gidene kadar savaş planını aklımda tamamlayabilmiştim. Odama girdiğimde tekrar masama dönüp kağıt işlerine devam ettim.

 

 

 

* * *

Sherix Krallığı... Artık Khazar Krallığı'na bağlı olsa da yine de benim yerimdi. Yeni kralı kim olursa olsun beni ilgilendirmezdi. Fakat saygımı korumayı tercih ederdim.

 

Yüzüme sadece gözlerimi kapatan bir maske taktım. Bugün kralla karşılaşmayı planlıyordum. Kolundaki ipe birkaç saniye bakıp hareketlendi ve evden çıktı. Bugünün inanılmaz geçeceğine adı kadar emindi.

 

* * *

Güneş batmaya başlıyordu. Manzara çok güzeldi fakat kağıt işlerinden bakmaya bile fırsatım olmamıştı. Sırtımı koltuğa yaslayıp kağıtlara baktım. Birkaç düzine kağıt vardı, çabuk bitireceğimi düşünüyordum ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Hepsini bugün bitirmem iyi olmuştu. Çünkü uzun bir süre buraya gelmeyecektim. Bu sarayın itibarı yerle bir olmuş olsa da tekrar ayağa kaldırmayı başarmıştım. Bu güzeldi fakat bir şeyi gözden kaçırmışım gibi geliyordu. Neyi gözden kaçırmış olabilirdim ki?

 

Hava almak için koltuktan kalkıp balkona doğru ilerledim. Bugünüm çok sıkıcı geçmişti. Ancak balkona çıkmak iyi gelmişti diyebilirim. En azından kağıt görmüyordum. 'Klik' diye bir ses gelince gözlerim ağacı buldu. Ağacın dalında oturmuş sigara içiyordu. Bu sefer ağzını değil gözlerini kapatan bir maske takmıştı. Maskenin ardındaki gözleri direkt olarak bana bakıyordu. "Neden buradasın?" Soruma cevap vermeden önce sigarasından derince içine çekip bekledi. Ardından dudaklarını araladı "Size bakmaya geldim majesteleri." Sigarasını tekrar dudaklarına götürdü. "Kim olduğumu çok merak ediyorsunuz, değil mi?" Evet, gerçekten de merak ediyordum. "Kimsin?" Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Size hiç birini anımsatmıyor muyum?" Bileğini yavaşça kaldırdı "Bu size herhangi bir şey anımsatmıyor mu?" Bileğindeki ipliği gösterdiğinde gözlerim ipliğe kaydı. Bu... Oydu. Neden bir şeylerin eksik olduğunu artık anlayabiliyordum.

 

Bu kızı koruması için ona o küçük ipi vermiştim. Peki neden uzun zaman sonra karşıma çıkıyordu? "Neden şimdi?" Maskesini tutup yavaşça çıkardığında mavi gözlerindeki kırgınlığı, üzüntüyü görebiliyordum. Kim bilir neler yaşamıştı burada? O mavi gözleri her an ağlayacakmış gibi duruyordu.

 

"Beni hatırladığınıza sevindim. Bu sarayda beni tanıyan birinin olması iyi bir şey." Kapı çaldığında hızlıca arkama döndüm. İçeriye Komutan Alex girip kapıyı kapattı. Başıyla bana selam verdikten sonra "Majesteleri, muhafızların bazıları ne yapacaklarını hiç bilmiyor. Ne yapmamızı istersiniz?" Soğuk bakışlarımı onun üzerine diktim. "Senin işin onları eğitmek değil mi? Neden bana soruyorsun?!" Önümde eğilip "Haklısınız majesteleri, kusura bakmayın." Arkasını dönüp odadan çıktığında neden böyle yaptığını anlamıştım. Herhangi bir sorun var mı diye bakmıştı. Tekrar arkamı dönüp ağaca baktım fakat orada yoktu. Omzuma değen ellerle yanıma döndüm. "Demek ki askerlerinde senden şüphelenebiliyormuş." Maskesini tekrar takmıştı. Fakat maskesiz daha güzeldi. "Maskeyi neden tekrar taktın?" Sorumla beraber afalladığını hissettim. "Sizinle beraberken takmamamı mı istiyorsunuz?" Elim maskeye gittiğinde tutup çıkardım.

 

Bir şeyler vardı... Onda bir şeyler vardı. Beni kendine çekiyordu ve sebepsizce etkileniyordum. "Sen ölmüştün." Hançerimi çıkarıp hızlıca kalbine sapladığımda yok oldu. "Misafirinize böyle davranmanız çok ayıp bir şey değil mi?" Ağacın dalında aynı yerde sigarasını içiyordu. Maskenin ardındaki gözlerinde üzüntü daha da gözle görülür olmuştu. Bu davranışım onu kırmış mıydı? "Görüyorum ki bu konuşmanın sonuna gelmişiz... Herhangi söyleyeceğiniz veya isteyeceğiniz bir şey var mı majesteleri?" Aramızda bir sessizlik oluştuğunda gülümsedi ve ayağa kalktı. Gideceğini anladığımda sonunda dudaklarımı aralayabildim. "Bir daha gelecek misin?" Sigarası dudaklarının arasındayken konuştu. "Neden? Gelmemi bu kadar çok mu istiyorsunuz?" Elim enseme gidip kaşındığında sorusuna cevap verdim. "Sadece hakkında merak ettiğim bazı gerçekler var. Onları konuşmak istiyorum." Kafasını sallayarak onayladı. Yavaşça kaybolurken tekrar konuştu. "Gelmemi istediğiniz zaman sadece bu bilekliğe iki kez dokunun." Bana doğru bir bileklik attığında, attığı bilekliği havada yakaladım. Bilekliğin üzerinde obsidyenden yapılma bir güneş simgesi vardı. Dudaklarımın kenarı hafifçe istemsiz kıvrıldığında bilekliği koluma taktım. İlk defa biri bana bir şey vermişti desem inanır mıydınız? Bu bana ilk verilen şeydi. Bence hediye olarak da sayabilirdik.

 

İçeri geçip koltuğuma oturduğumda bir türlü gülümsememe engel olamıyordum. Balkona doğru dönüp güneşin batışını izlemeye başladım.

 

 

* * *

Geri ışınlandığımda elimin kasıldığını fark ettim. Geçmişimin bana bıraktığı şeylerden nefret ediyordum. Babam... Babam dediğim adam bana çok şey yaşatmıştı fakat ölümü de benim elimden olmuştu. Üzülüyor muyum diye merak ediyorsanız eğer, bunun cevabı net olarak "hayır"dı.

 

Krallığımıza saldırdıklarında ben de bu kargaşadan faydalanarak babamın odasına gitmiştim. Babam, telaş içinde komutanlarla beraber plan yapmaya çalışıyordu. Beni gördüğünde odama gitmemi söylese de ben gitmemiştim. Onun bana verdiği bilekliği koparıp yere attığımda kaşlarının çatıldığını çok iyi bir şekilde hatırlıyorum. Hatta "Ne halt ediyorsun?" dediğini de unutmamıştım. Sadece tek bir parmağımı hareket ettirmem ile komutanların yere yığıldığını gören babamın gözlerinde sadece korku vardı. O gözlerindeki korkuyu görmek o kadar hoşuma gitmişti ki anlatamam!

 

Korku, benim arkadaşım gibiydi. Babamın korkmuş halini göreceğim asla aklımın ucundan geçmezdi. Fakat bana yaşattıklarını hep onun da yaşamasını isterdim.

Masanın etrafından dolaşıp onun karşısına geçtim.

"Yaptığını beğendin mi?" Sorumu cevaplamadan yüzüme bir tokat yediğimde, işaret parmağımla yeri gösterdiğim anda dizlerinin üzerine çöktü. Bacağından 'Çatırt' diye bir ses çıkmıştı. Büyük ihtimalle bacağı kırılmıştı. Çünkü çok sert bir şekilde dizlerinin üzerine çökmüştü. Fakat bu benim umurumda değildi. Bana yaşattığı onca şeyden sonra bununla da yetinebilirdi bence.

 

"Lanet olası psikopat! Ben senin babanım. Ne hakla bana böyle bir şeyi yaparsın?!" Kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattım. "Babam mısın? O zaman ben de senin soruna karşılık olarak ailevi ilişkilerimle kendimi savunsam... Ben de senin kızınım. Ne hakla böyle bir şey yaparsın?" Susmuştu. Bir şey diyemezdi çünkü benim haklı olduğumu biliyordu. "Ben sadece mutlu bir ailem, huzurlu bir hayatım, sarılabileceğim bir babam ve annem olmasını istemiştim. Ben sana ne yaptım?.." Kafasını yere eğmiş sadece duruyordu. "Keşke doğmasaydın. Seni doğmana izin vermek büyük bir hataydı." Onun bu sözlerine zıt bir şekilde gülümsedim. "Bunu demen hata..." Gözümden bir yaş düştüğünde kılıcım havada süzülerek onun boğazını kesti. Yüzüme sıçrayan kanlarla can çekişen bedenine bile bakmadan odadan yavaşça çıktım.

 

 

O gün yaşananları hâlâ dün gibi hatırlıyordum. Tek istediğim sevgi görmekti. Fakat onu da göremeden dünya beni karanlığıyla boğmayı başarmıştı. Ancak severdim karanlığı, onun içindeki çırpınışları. Gül koysalar önüme kara delik gibi yutardı onun rengini, geriye sadece kararmış bir kalp kalırdı...

 

 

Loading...
0%