@viresso
|
Komutan şövalyeleri eğitirken ben de onları balkonumdan izliyordum. Kapı çalınmadan açıldığında kaşlarım hızla çatıldı. "Majesteleri, çok özür dilerim fakat acil bir durum var." Kapıyı kapatmasını işaret ettim. Kapıyı kapatıp karşıma geçti. "Kızıl Cadı tekrar ortaya çıkmış! Yakınlardaki bir malikanede... Birileri tarafından esir alındığı ile ilgili bir söylenti yayılıyor." Hızla ayağa kalktım. Eğer Kızıl Cadı'nın tekrar ortaya çıktığı doğruysa, bu da her ülkenin onun peşine düşeceği anlamına geliyordu. Başkaları onu bulmadan önce ben bulmalıydım. Bunun için belki ondan yardım isteyebilirdim. Bana verdiği bilekliğe birkaç saniye baktım. Ardından ortasındaki Güneş simgesine iki kez dokundum. Biraz bekledikten sonra etrafıma bakındım. Fakat hiçbir şey olmamıştı. Belki gelir diye biraz daha bekledim fakat ne değişen bir şey ne de gelen birisi olmuştu. Beni kandırmış mıydı? Belki... Ya da bileklikte bir sorun vardır? Bunları boş verip askere döndüm. "Herkesi hazırla, Kızıl Cadıyı ilk önce biz bulacağız." Asker kafasını eğip "Emredersiniz, efendim!" deyip hızlıca odamdan çıktı.
* * * Atımın üzerinde yavaşça giderken haritaya bakıyordum, bir yandan da komutanlara pozisyonlar hakkında bilgi veriyordum. "Kızıl Cadı'yı ilk bulan bölüğün komutanı bana haber versin." Altı komutan bunu onayladığında karşımdaki malikaneye baktım. Özene bezene yapılmış bir malikaneydi. Burada oturan kişinin -yani Kızıl Cadı'nın- zevklerinin oldukça iyi olduğunu fark ettim. Komutanlara yerlerini almalarını söylediğimde, beş tanesi malikanenin etrafını sardı, biri de benimle kaldı. "Alex, bölüğünün yarısı seninle kalsın, yarısı da benimle gelsin." Alex, bölüğüne komut verdiğinde dediğim gibi yarısı arkama geçmişti. Atımdan inip malikaneye ilerlemeye başladım. "Herkes gözünü dört açsın! Eğer bir şey görürseniz bana haber verin!" Herkesi tekrar uyarıp malikaneye girdim. Elim kılıcımda hazır olarak beklerken etrafı incelemeyi de ihmal etmiyordum. Bir sürü tablo vardı. En çok dikkatimi çekense her tarafı kırmızı zincirlerin kuşattığı kelebekli bir tabloydu.
Nedensizce hoşuma gitmişti. Herkes bundan farklı bir anlam çıkarabilirdi. Sonuçta, herkesin fikri kendineydi, değil mi?
"Majesteleri!" Arkamı dönüp bana doğru gelen askere baktım. Yanında iki tane kız vardı. "İkisini banyoda saklanırken buldum." Yanıma vardıklarında kızları inceledim. İkisinin de çok korktuğu nereden baksam belli oluyordu. Birinin üstündeki kıyafetler kirliydi, diğerininse üstünde kıyafet olmadığı için pikeyle örtülmüştü. "Korkmayın, size bir zarar vermeyeceğiz. Sadece bütün bildiklerinizi anlatmanızı istiyorum." dedim. Ne olur ne olmaz, nazik olmak lazımdı. Eğer korkutursam yalan söylemeleri çok normaldi. O yüzden tedbiri elden bırakmamalıydım. Üstünde pike olan kız dudaklarını araladı: "Bir grup malikaneye saldırdı. Önüne kim çıkarsa çıksın herkesi öldürüyorlardı. Kızları sıkıştırıp taciz ettiler. Leydi Rachel bizi kurtarıp banyosuna gitmemizi söyledi. Sonrasını bilmiyoruz." Leydi Rachel mı? Daha önce hiç buralarda öyle birini duymamıştım. "Leydi Rachel şu an nerede, biliyor musunuz?" İkisi de başlarını 'hayır' anlamında salladılar. "Pekala, bana Leydi Rachel'ı tarif edebilir misiniz?" Bu sefer üzeri kirli olan kız konuştu. "Sarı saçlı, mavi gözlü, fiziği çok güzel birisidir." Kafamı sallayarak askeri yanıma çağırdım. Kulağına yaklaşarak, "İkisini buradan çıkarıp diğer askerlerin olduğu yere götür. Başlarına da birkaç asker dik," dedim. Ardından arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Sarı saçlı, mavi gözlü biri demek ha? Şu Leydi Rachel'ı çok merak ettim. Fiziğinin ne kadar güzel olduğunu ben de görmek istiyordum. Bileğimdeki ipe iki kez dokunup belki gelir diye tekrar bekledim, ama ne gelen ne de giden vardı.
Ayağım sıvı bir şeye bastığında gözlerim hemen yeri bulmuştu. Yer kan gölüne dönmüş ve sanki birini sürüklemişler gibiydi. Kan izini takip edip nereye gittiğine baktım. Arka çıkışa gidiyordu. Hızla atıma doğru koştum. "Alex! Bölüğünle beraber beni takip et!" Hızla atımı arka kapıya sürdüm. Kan izini gösterip, "Herkes yerde kan izi arasın! Herhangi bir şey bulursanız bana haber verin!" Herkes aramaya koyulduğunda ben de kan izinin nereye gittiğini takip ettim. İzler kısa bir süre sonra kesildiğinde dikkatli davrandıklarını anlamıştım. Her yeri dikkatlice aramaya başladığımda yapraklarla kaplı bir yer olduğunu fark ettim. Bölükten çok uzaklaşmıştım, fakat şu an umurumda değildi. Atımı ağaca bağlayıp yaprakların yanına çöktüm. Altında taştan bir şey olduğunu fark ettim. Yaprakları elimle itekleyip taşa iyice baktım. Bu büyüyle mühürlenmiş bir taştı.
"Kendinizi çok akıllı zannediyor olmalısınız." Büyüyü elime yönlendirdim. Elimi yumruk yapıp yukarı kaldırdım. "Hepinize teşekkür ederim. Sizi kolayca bulabilmemi sağladığınız için." Hızla mühürlü taşa vurduğumda taş parçalara ayrılıp aşağı düştü. Ben de düşen parçaların ardından atlayıp ilk gördüğüm şey zincirlenmiş biriydi. Onun karşısında da biri duruyordu. Hızla üzerine atlayıp kafasını yere vurdum. Hareket edip etmediğini kontrol ettim. Etmiyordu. Arkamı döndüğümde bunun gerçek olmamasını dilemiştim. Zincirlenmiş ve berbat haldeydi. Ben ona zarar vermeye kıyamazken, o güzel yüzünü ne hale getirmişlerdi.
Bütün gücümle ona doğru koştum. Büyü gücünü hiç hissetmiyordum. Düşündüğüm şeyin olmaması için içimden binlerce kez dua ediyordum Tanrı'ya. Zincirlerin hepsini büyüyle kırıp, küçük bedenini kucağıma aldım. Bazı yerleri deşilmişti, birkaç uzvu yoktu, bazı yerlerinde ise neredeyse kemiği görünüyordu.
"Hayır, hayır, hayır! Lütfen ölme..." Tanrım, lütfen düşündüğüm şey olmasın! Yalvarırım... Avucumu kalbine gelecek şekilde tuttum. Gözlerim buğulanırken dudaklarım aralandı, "Acı içinde kıvranan ruh. Yardım bekleyen elini uzat bana, sesimi duy." Uyan artık! "Yalvarırım uyan!" Gözümden akan yaşlar yüzüne damlıyordu. "Sen çok güçlü bir kızsın... Uyan! Ne olur uyan!" Bağıra bağıra ağlıyordum. Tek istediğim bir yaşam belirtisiydi. "Ölümle burun buruna gelen, acıyla kıvranan ruh! Tut elimi, geri dön bu sükûnet içindeki bedenine..." Büyü gücümü arttırıp kalbine vurdum. Bedenini kendime çekip sarıldım. Tek yapabildiğim sarılmaktı.
"Bırak..." Sessizce fısıldadığında hızla yüzüne baktım. Doğru duyduğumdan emin olmak için yüzüne dikkat kesilmiştim. Öksürdüğünde ağzından kan geldi. "Yaşıyorsun!" Yaşıyor! Şükürler olsun! Teşekkürler Tanrım! Gözlerini yavaşça açtığında dudaklarını tekrar araladı. "Öldüm mü?" Gülümsedim. "Hayır, seni kurtarmaya geldim." Gözleri dolduğunda ne yapacağımı şaşırdım. "Az kalsın ölüyordum..." Sakinleştirmeye çalıştım. "Şşşt! Artık hepsi geçti. Korkma, artık ben yanındayım, tamam mı?" Kafasını sallayıp bana sarıldığında ben de ona sarıldım. Üstümdeki paltoyu çıkarıp üstünü örttüm. "Hadi artık eve dönelim." |
0% |