Yeni Üyelik
1.
Bölüm

MUHAFIZ

@werveturan

Keyifli okumalar!

🔥

Şarkılar: Tom odell - flying

Tom odell - heal

Sia - unstoppable

🔥

Özgürlüğün olmadığı bir yerde sorumluluk da yoktur.İ

İmanuel Kant

🔥

İlahi bakış açısı...

​​​​​​Daniel Carter...

🔥

Fedakarlık...

En büyük fedakarlığı yapan biriydi Daniel Carter. Belki de o zamanlar bedellerinin bu denli ağır olacağını bilseydi... Kendine bu soruyu binlerce kez sorsa da yine de cevabın değişmeyeceğini hissediyordu fakat asla bilemezdi çocuk Daniel 'ın bedelleri öğrendiğinde ne karar vereceğini.

Çok önemli bir eylemdir aslında fedakârlık. Birinin bizim için yaptığı fedakarlıkları asla küçümsememek gerekir. Aksine ne kadar önemli bir eyleme kalkışıldığını idrak edebilmek o fedakarlık bizim için yapıldığı anda görevimiz olmalıdır.

Çünkü fedakarlık, o kadar özel bir şeydir ki; hayatımızda önemi olan kişiler için yapılır. Değerli olanlar için. Bazen mutlu etmek için bazen sadece sevdiği kişinin iyiliği için bazen de korumak içindir.

Demiştim ya belki de dünya üzerinde ki en büyük fedakarlıkları yapan varlıklardan biriydi Daniel Carter.

Sol kaburgasının üst kısmında, kalbinin tam üstünde, köprücük kemiğinin hemen alt kısmına denk gelen bölgede ki boşluk o kadar canını acıtıyordu ki dişlerini sıkarak acının geçmesi için bekliyordu.

O boşluk doldurulmadığı takdirde acısının asla son bulamayacağını biliyor olsa da bunu bekliyordu. Yerde duvar kenarına oturmuş, sırtını duvara doğru iterek dişlerinin arasından kaçan inlemelerini kesmeye uğraşıyordu.

Çünkü ona bunu yaşatanların onun acı duyduğunu gördüğü an onların yüzündeki zevki görmek istemiyordu. Onlara bu zevki yaşatmak yerine içine doğru haykırmayı tercih ederdi.

Bulunduğu karanlık odanın içinde bir gölge gibiydi o anda. Yalnız bir silüetten oluşuyordu.

Ve o, yalnızlığı uğruna, acı çektiği her anda kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğu gerçeğini kabullenmek pahasına, çok büyük bir fedakârlık yapıp kendini bir sürgüne mahkûm etmişti âdeta.

O bu sürgüne gönüllü girmiş bir mahkûmdu.

Ama mutsuz değildi.

Korumayı başarmıştı. Onun için değerlisinin hâlâ yaşıyor oluşu bile pişmanlık duymasını engelliyordu. En umutsuz anında bile güç veren bir etkiydi bu onun için. Pişmanlık duyması imkânsızdı. Nasıl pişman olabilirdi ki? Kendisinin çektiklerini onun çektiğini düşünmek bile başına ağrılar girmesine neden oluyordu. Bazen düşünüyordu. Eğer kendini feda etmeseydi... Çifte acı çekmiş olacaktı.

Çok tuhaf değil mi? Bir ihtimalin gerçekleştiğini düşünmek bile beynini yiyen bir kurtçuk misali onu mahvedebilecek güçteydi.

Bunun yanısıra birde üstüne asılı kalan hüznü de kabuğun ardında tutmak için her zamankinden daha fazla uğraşmak zorunda kaldığının da farkındaydı. Bunun sebebi ise artık konseyin onu daha çok zorlamasından başka bir şey değildi.

Forza... Element güçlerine hâkim özellerin büyülü evreni.

Ateş, Su, Toprak ve Hava elementinden birine hükmedebilen özeller, topluluklarının yaşadığı bu evrenin yöneticileri olarak bilinen konseyin liderleri, kendi amaçları uğruna Daniel ve daha bir çok yetenekli özeli deforme ederek sonunda onlardan olağanüstü varlıklar yaratmak ümidiyle hareket ediyordu.

Bunu yaparken deneklerin ne durumda olduğu yada denek kurbanlarını güçlendirmek adına kimi kurban ettikleri bile önemsiz birer detay olarak kalıyordu onlar için.

Daniel 'ın köprücük kemiğinin altındaki yaradan ateş özellerinin vücut sıvısı akıyordu. Kırmızı, ateş hareleri taşıyan bir kan... Özelleri yaratan büyülü ataları onları insan ırkından türemiş bir ırk olarak yarattığı için dış görünüşleri ve bir çok yönleri insanlar ile benzerlik gösteriyordu.

Su özellerinin kanlarının üstünde de mavi hareler olurdu. Toprak da kahverengi, Hava da da sarı hareler olduğu gibi. Yada Toprak elementine benzerliği ile bilinen doğa elementi özellerinin yeşil hareli kanı gibi.

Daniel 'ın acısı ise basit bir yaralanma değildi. Özellerin fiziksel darbe sonucunda derilerinin parçalanması insanlarda olduğu kadar kolay değildi. İnsanlardan kat be kat daha güçlü bir ırkın varlıklarıydı onlar. Ancak kendilerinin gücü birbirlerini tahrip etmelerine izin verirdi.

Bunu da çok iyi başarıyorlardı.

Daniel ölümsüzdü. Varlığının yirminci yılında ölümsüzlük taşı belirmiş ve varlığı boyunca 20 yaşındaki biri gibi görünecekti. Özellerin ne zaman ölümsüz olacağı belirli değildi. Belki 60 yaşında belki de 90 yaşında ölümsüz olurlardı. Bunu kestirmek imkansızdı. Ölümsüzlük taşının ne zaman vücutlarında belirivereceğini bilemezlerdi.

Güç taşları özellerin yaşamının ana kaynağı durumundaydı. Her özelin bulunduğu element topluluğuna ait bir ana element taşı bulunurdu. Bu ana element taşları özele kendi elementini yönetebilme gücünün yanı sıra hız, güç gibi özellikler de katıyordu.

Her özelin belirli bir hızı ve gücü olsa da ateş elementine hâkim olanlar diğer tüm özellerden daha hızlıdır. Ve Daniel 'ın da en hızlı olanlardan biri olduğu Forza 'da bir çok kişi tarafından bilinirdi.

Fakat kendisini bu berbat pozisyondan kurtarmayı başaramıyordu. Oradan uzaklaşmayı bile imkansız hâle getirmişlerdi onun için.

Uğruna kendisini feda ettikleri yanında yokken, yalnızlık adı verilen karanlıkta kaybolmuş durumdayken her gün her saat çektiği acının katlanılmaz oluşu da eklenince artık yok olmayı arzuladığı bir noktaya geldiğini hissediyordu.

Köprücük kemiğinin altındaki tırnağı boyundaki kare şeklinde ki iki santimlik oyuk kırmızı alev hareleri ile kaplı kanı yüzünden parlıyordu.

Daniel Carter eşsiz bir güce sahipti. Bir kişi ona kendi isteğiyle bir anısını anlattığı an o kişinin tüm anılarına erişebiliyordu. Geçmiş, şimdi ve gelecekte olmuş, olan ve olacak tüm anılara erişebilirdi.

Böylesine eşsiz bir gücün etkisini artırmak adına Konsey ona sürekli dokusuyla uyuşma ihtimali olan yeni taşlar takıyordu. Gücünün daha kudretli bir hâle gelmesini istiyorlardı. Dokusu yeni taşı kabul etmiyordu. Özellerin güç taşları bedenlerinde kendiliğinden oluşurdu ve sadece o özele mükemmel bir uyum sağlardı. Başka bir taşın o özele uyması milyonda yada milyarda bir olacak kadar imkansız bir ihtimaldi. Konseyin ilk dönemlerinde yetenekli özellerin gücünü artırmaktansa onların taşlarını alıp kendileri kullanmak istemişlerdi fakat işte; özellerin güç taşları sadece kendi vücutlarında kusursuz çalışırken bu fikirden vazgeçmeleri uzun sürmemişti. Buna rağmen hâlâ güçleri artırabilecek olduklarına inanıyorlardı. Daniel o kurbanlardan sadece biriydi.

Fakat konseyin umrunda olan bir konu değildi bu. Takılan taş doku uyumsuzluğu yüzünden özeli içten içe yiyen bir yapı haline geliyordu. Ve özel yavaş ve acılı bir şekilde adeta çürüme evresine giriyordu. Bu olduğunda ise sanki karşılarında cansız bir varlık varmışcasına özelden taşları söküyorlardı. Bu söz konusu özelin ölümüne neden olan bir işlemdi.

Bir özelin taşının sökülmesi demek onun ölümü demektir.

Acıya katlanılması çok zordur.

Daniel o anda köprücük kemiğinin altındaki boşluktan tüm bedenine yayılan acıya karşı dişlerini sıkıyor ve hafif hafif inlemelerine engel olamıyordu.

Karanlık odanın içine cansız, cılız bir ışık huzmesinin vurması ile başını küçük bir açıda oynatarak mahzenin dışarıya açılan küçük bir kutu büyüklüğündeki , duvarın en üst kısmında bulunan ızgarasına doğru baktı.

Ne olduğunu anladığı an kaşları şaşkınlıkla havalandı. Bir yıldız yağmuruna benzetilmesi çok olağan olabilirdi ancak Daniel da diğer tüm özeller gibi bunun ne olduğunun gayet farkındaydı. Toprak elementi için kahverengi, doğa için yeşil, ateş elementi için kırmızı, Su elementi için mavi, Hava elementi için sarı renkte binlerce belki de milyonlarca taş havada süzülüyordu.

Daniel 'ın şaşkınlığı acısının bir kısmını uyuşturacak kadar kuvvetli bir şekilde artarak büyürken birde küçücük bir umudun içinde filizlendiğini hissediyordu.

Fırsat diye düşündü. Kurtuluşa erişmesini sağlayacak bir fırsattı bu onun için.

Yüzyılda bir olan bu olayın Forza da büyük yankı uyandırdığı sır değildi. Taşlar gökyüzünden Forza 'ya iner ve gizli mağaralarına yada taş madenlerine giderdi. Bunu yaratanlarımızın yaptığına inanıyorduk. Taşlar bir süre sonra, artık Forza 'ya iyice yaklaştıktan sonra görünmez oluyorlardı. Ama mutlaka yolunu kaybeden taşlar olurdu. Belki beş tane belki on tane. Çok az olduğu bilinse de ilgi çekerlerdi. Taş avcıları bu olayın üstüne aç vahşiler gibi atlamaktan geri durmazdı.

Konsey de o vahşiler tanımının içinde epey önemli bir rol oynadığı için Daniel bunu bir şekilde değerlendirmek zorundaydı. Şu anda yapmazsa hiç bir zaman yapamazdı. Taş yağmurunun telaşı ile bazı açıklar oluşacağına emin olduğu kadar bu açıkları hemen kapatıp tekrar organize olacaklarına yüzde yüz emindi.

Yerinden kalkması gerekiyordu fakat bunu yapması, olanaksızdı. Vücudundaki boşluk ona hareket etme imkânı vermiyordu. Birinin gelmesini beklemek zorundaydı. Tüm uzuvları felçli gibiydi.

Tahminlerine göre zaten onun ölmemesi için görevli olan ateş gardiyanı da çok geçmeden gelmek zorundaydı. Özellikle de son gerçekleştirdiği eylemden sonra...

Tam da o anda düşüncelerine bir cevap niteliğinde kapı savrularak açıldı. İri cüssesi ve uzun boyu ile kapıdan içeriye giren ışığın önünde dev gibi duran Jonathan içeriye giriş yaptı.

Kapıyı kapatma gereği duymadan dudaklarında pis bir sırıtma ile Daniel 'a acıyan bakışlar atarak gözlerini onun yarasında gezdirdi. Siyahi olduğu için sırıtan dudakları bile siyahtı.

"Birde senin için zeki derler Dany... Oysa konseyin ateş lideri olmak için eğitilen biri olmana rağmen kendini öldürmeye çalışman epey acınası bir durumdu."

Evet, acının Katlanılmaz oluşu dayanılması güç bir durum olsa da Daniel 'ın sebepleri başkaydı. Son takılan taş da Daniel 'a uyumsuzdu. Fakat Daniel uyumsuz taşın acısının olabildiğince saklayıp onlara işe yaradığı izlenimi vermişti. Taş onu da öldürecekti fakat konseyin bir gün başarılı olma ihtimali göz önünde bulundurulunca kendi gücünü yok etmek istemişti. Kaleden çıkma olasılığı çok düşüktü. O zamanlar bir umuda tutunması zordu ve uzun zamandır kötü bir psikolojinin esiri olduğu için kendini yok etmek istediği doğruydu fakat fark edilmişti işte.

Jonathan Daniel 'ın önünde ayakta dururken Daniel kafasını kaldırıp ona bakma zahmetine bile girmemişti. Daniel ayakta durduğunda Jonathan dan çok daha uzundu. Jonathan daha iri olsa da ikisi arasında ki fark yan yana durduklarında bariz bir şekilde belli oluyordu. Daniel uzun boyuna rağmen geniş cüsseli değildi. Aksine ince yapılı, kaslı fit bir vücudu vardı ancak yürüyen kas yığını Jonathan dan daha güçlü olduğunu konuşmadan haykıran biriydi.

"İnsanların bir sözü var Jonathan bilmem bilir misin? Yedinde ne isen yetmişinde de osun."

Jonathan kaşlarını çatıp Daniel 'ın suratına bakarken hâlâ önünde dimdik dikiliyordu ve Daniel hâlâ ona bakmıyordu.

"Anlamadığını biliyorum aptal! Kıskanç olduğun kadar salak olduğunu çocukluğundan biliyorum. O zamanda böyleydin. Oturduğum zaman yanıma gelip dimdik dururdun ama ayakta olduğum zaman yanımda durmaktan bile çekinirdin... Çünkü benden aşağı kaldığını yüzüne vuran her andan kaçardın. Şimdi de bu yüzden buradasın. Sıkıysa ben ayaktayken, şu siktiğimin boşluğu bedenimde olmadan da yanıma uğra. O zaman da şu cümleleri kur benim yüzüme!"

Jonathan 'ın yüz hatları gerilirken çenesi kasılmıştı ışık hızıyla. Gözleri saf öfke ile dolmuş vaziyette ayaklarının yarım metre ötesinde duram Daniel 'ın üstünde dururken siyahi teninden bir öfke dalgası geçip gitti. Gözleri nefretle kararıyordu.

Sonunda eğilip cebinden ipek bir kese çıkardı ve içinden çıkardığı taşı Daniel 'ın gözlerinin önünde tuttu. Daniel 'ın taşıydı. Başka bir yerden gelmiş olan taşlardan değildi. Ona ait olan, onun bedeninin parçası olandı.

"Asıl aptal olanın sen olduğunun farkında olmayışın inanılmaz Dany. Senden nefret eden bir kadına sırf annen olduğu için yardım ettin ve karşılığında seni burda bıraktı. Ne hikâye ama... Senin ona sevgin kendini feda etmene neden oldu. Ama kadının umrunda bile değilsin. Kocası ve çocukları ile birlikte buradan çıktı gitti. Oysa konsey kardeşlerini de istemişti fakat o onları kurtarırken seni bırakmayı seçti. Söylesene yoksa sen onun oğlu değil misin? Nasıl vazgeçti senden bu kadar kolay?"

Jonathan onu öfkelendirmek için bu sözleri sarf ediyordu. Daniel 'ın onun gözlerine yerleştirdiği öfke tohumunu oda Daniel 'ın gözlerinin içinde görmek istiyordu.

Daniel dişlerini sıktı. Duyduğu cümleler ağırdı. Jonathan başarılı olmuş ve onun da öfke ile dolmasına neden olmuştu. Fakat Daniel 'ın zekâsı her zaman, her durumda en akıllıca yolu bulurdu. Hamlelerinin zamanlamasını en doğru şekilde ayarlamayı çok iyi bilirdi.

Jonathan taşı siyah parmakları içine aldığında Daniel onun siyahi tenine kıyasla beyaz olan elinin içine baktı. Henüz küçük birer çocuk oldukları zamanlarda konseyde eğitim alan diğer çocuklar Jonathan ile ellerinin içinin beyaz olması yüzünden alay ettiklerinde Daniel Jonathan 'ı korumuştu.

İşte tam da bu kısım da ayrılıyordu ikisininde karakteri. Jonathan kime ateş ettiğini umursamıyorken Daniel ateşini dokunduracağı kişiye göre harlardı. Kimseye hakkından fazla, kaldıramayacağı bir acı vermek istemezdi. Kime ateş ettiğine dikkat ederdi. Jonathan ise vefasızlık konusunda doktora yapabilirdi.

Jonathan aşağılayıcı bakışlarını Daniel 'ın üstünde tutarak taşı köprücük kemiğinin altındaki boşluğa doğru yaklaştırdı. Taş minik oyukta kayarken Daniel 'ın içinde yerli yerine oturan duygular duyularını açmaya başladı. Bedeni tamamlanmış hissetmeye başlıyordu, bu sayede de vücudu iyileşiyordu.

Ve Jonathan bundan habersizdi.

Daniel 'ın köprücük kemiğinin altındaki boşluk dolduğu anda sanki bir dalga vurmuştu bedenine. Aldığı nefesin bile farklılaşmaya başladığını hissediyordu. Eski haline, gücüne kavuşurken görüşünün bile daha net olduğunun farkına varıyordu.

Daniel 'ın uzuvları hızla canlanırken Jonathan ayağa kalkıp ellerini kırmızı pelerin ceplerine soktu. Konsey de herkes bulunduğu topluluğu ait pelerinler takmak zorundaydı. Sanki göz renkleri bunu yeterince belli etmiyormuş gibi. Jonathan kafasını mahzenin parmaklıklı penceresine doğru çevirince içeriye giren cılız ışık hüzmesi yüzünü aydınlattı.

Kırmızı gözleri parladı.

Jonathan konsey liderlerinden olan ateş lordunun sağ koluydu. Ve pelerini konseyde ki diğer ateşe hâkim olanlara göre daha koyu kırmızıydı. Ateş liderinin pelerinine göre rengi soluk kalsa da yine de rütbesini belli eden bir tondaydı pelerini.

Jonathan kafasını daha fazla kaldırıp rahat bir şekilde pencere oyuğuna yaklaşırken arkasında yerde oturan Daniel 'ın ayağa kalkmak üzere olduğundan habersizdi.

Yüzünde düşünceli bir ifadeyle dışarıya açılan ızgaraya doğru acelesiz adımlar atarken kısık sesle konuşmaya başladı. Daniel 'ın her şekilde duyacağından emindi.

"Aslında haklısın biliyor musun? Eğitim alırken bile, çocukluğumuzdan beri içimde sana karşı bir kıskançlık var. Ben de liderlik için eğitiliyordum fakat o zaman bile biliyordum beni senin yedeğin olarak yetiştirdiklerini. Bilmiyorum... O zamandan beri hırs yaptım sanırım senden üstün olmak ve bunu onlara kanıtlamak istiyordum..."

Jonathan kısa bir ara verip hafızasında tazelenen anılarının içine daldı kısa bir süreliğine. Pencerenin olduğu duvarda iyice yaklaşmış ve Daniel 'a sırtını dönmüştü. Sözlerine devam ederken dudaklarında bir tebessüm oluştu. Sanki içinde kötü duygularını barındıran biri değilmiş gibi masum bir tebessüm. Oysa Jonathan o çocuksu masum tebessümü yüzünde ağırlamak için bile fazla kirli bir adam olmayı seçmişti yıllar önce.

"Her şeyde iyi olma gibi bir hırs vardı içimde. Eğitimlerde senden iyi olmaktan bile öte olmuştu bu durum. Sanki her hareketin bana batıyor gibiydi. Birlikte dövüştüğümüz eğitimlerde amacımın tekniğini geliştirmek değil sana zarar vermek olduğunu fark etmiştim bir süre sonra... Sana ilgi gösteren, ağzına düşecek gibi duran kızlara bile takmıştım kafayı."

Jonathan son cümlesini kısık sesli Bir kahkaha ile sarf ederken bir anda dudaklarında ki gülümsemeyi yok edip kafasını kaldırdı. Bakışları pencereden dışarıya odaklandı.

"Gerçi sen çocukluk aşkına kafayı taktığın için gözün kimseyi görmediği için diğerlerini tavlamak kolay oluyordu... Her şeyde işte."

Sesi yine karanlık tonuna bürünürken göz bebeklerinin içine gökyüzünden düşen taşların görüntüsü yansıdı.

Düşen taşların büyüsüne öylesine kapılmıştı ki kapıyı açık bıraktığın yada Daniel 'ın kısa bir süre içinde toparlanacak olduğunu aklından çıkarmıştı.

"Liderlerin yanına gitmeliyim." Diye sesli bir şekilde kendi kendine konuşurken hızlı bir şekilde oradan ayrılmak için arkasını döndüğünde göz bebekleri büyüdü.

Daniel altında sadece siyah bir pantolon ve çıplak heybetli vücudu ile adeta ölümü çağrıştıran bir enerji ile karşısında duruyordu.

"Merak ediyorum bana çok mu güveniyorsun da taşımı taktıktan sonra yanımda durabiliyorsun?"

Daniel bu sözleri söyledikten sonra karşısındaki adama cevap verme şansı vermeden elini kaldırdı. Eli ateşler içinde yanarken Jonathan 'ın az önce söyledikleri kafasının içinde film şeridi gibi tekrar tekrar oynamaya başlarken Jonathan ve daha bir çok kişinin o güne kadar sarf ettiği tüm sesler onu delirtircesine yankılanmaya başlamıştı çoktan.

Yıllardır kontrolsüzlük yapmamak adına sindirmek zorunda kaldığı, gücünü tam çalışmadığını için tepki bile veremediği zamanların hayaletleri o andan zihninin kuytu köşelerinden çıkıp ona varlıklarını hatırlatmaya başlamıştı. Daniel 'ın yakut rengi gözleri damarlarında dışavurumu bekleyen gücünün etkisiyle parlarken Jonathan 'ın gözünde korkuyu görmüştü.

Jonathan ise kendi yaptığı hatanın yüzünden pişmanlık ve korku içindeydi. Başına gelecekler ile ilgili Bir kaç fikir canlanıyordu kafasının içinde. Karşı koymak zorundaydı. Denemek zorundaydı.

Jonathan da gücüne erişmiş ve Daniel 'a saldırmak için harekete geçmişti ki Daniel buna izin vermeden elini onuz hizasında kaldırdı ve elinin iç yüzünü kendisine bakacak şekilde çevirdiğinde kendi önüne ateşten bir kalkan çekmişti. Kalkanın ardında kalan Jonathan 'a bakıp ondan tiksindiğini saklama gereği duymayan bir bakışla ona bakmaya başladı.

"Benim kalkanımın nasıl çalıştığını bilirsin değil mi Jonathan?"

Daniel 'ın aşağılayıcı sorusu ve bakışları karşısında Jonathan korkuyla nefesini bıraktı. Biliyordu.

Daniel sahte bir gülümseme ile başını hafifçe aşağı yukarı salladı. Bir yandan da Jonathan dan hemen kurtulup burdan çıkmak zorunda olduğunun farkındaydı.

"Evet Jonathan, beni herşeyden korur kalkanım. Ama benden başka herkes için de son olur."

Daniel 'ın öfkesi ve sabırsızlığı o kadar uç bir noktadaydı ki yıllarca konseyin özellere verdiği duygu kontörlü derslerine rağmen o anda dünya üzerinde ki tüm volkanları patlatacak kadar büyük bir öfkeyi içinde tutmaya çalıştığının farkındaydı.

Ama kendini kontrol etmeyi çok iyi bilirdi. En azından öfkesini sadece masumlardan uzak tutması gerektiğinin de farkındaydı. Sırf bu yüzden, gereksiz zarar vermemek adına tüm öfkesini tek noktada toplamayı çok iyi bilirdi.

O kişi o anda Jonathan dan başkası değildi.

Elini kaldırdı. Elinin iç tarafı kendi yüzüne doğru bakarken kalkan onun üstünde olurdu. elini yavaşça çevirip elinin iç tarafını Jonathan 'a doğru tuttu.

"Bugün de senin ölümün oldum Jonathan." Sözleri Jonathan 'ın artık bir ölü olduğunu duyurur nitelikteydi.

Jonathan 'ın acı çığlıkları içinde bulunduğu kalkan tarafından yutulurken yada kalkanın içinde çırpınırken Daniel 'ın kemikli yüzünde hiç bir ifade oynamadı.

Daniel her bayıldığında suyun onu daha kötü bir hâle soktuğunu umursamadan bir kova buz dolu suyu kafasından aşağı döken Jonathan 'a bakarken pencereden içeri giren hafif rüzgar kumral saçlarının içine girdi.

Bu Daniel için bir uyarı olmuştu. Arkasını dönüp Jonathan dan uzaklaştı. Kapıdan çıkmadan karanlıkta bekleyip eski işlevlerini görmeye başlayan duyularını iyice açarak uzak menzilde ki sesleri dinlemeye başladı. Koridor onun gibi tutsak olan özeller dışında boştu. O kapılar da kapalı olmalıydı. Hızlıca koridordan çıkmak için hızına ihtiyacı vardı. Kapı pervazından geçtiği anda özgürlüğe ilk adımını attığını hissetti.

Koridoru ışık hızıyla geçerken kulakları hâlâ en ufak sesi bile duymak için tKoridoru ışık hızıyla geçerken kulakları hâlâ en ufak sesi bile duymak için tetikteydi. koridorun sonunda durup aynı şeyi tekrar yaptı. Bu katta ki tüm koridorlar bej renginde duvarlar, taban ve tavandan oluşuyordu. Bu seferki koridor boş değildi. Sesin yükseldiği yer odaların içinden olamazdı daha yakındı. Koridorun içinde biri vardı fakat gardiyan olmadığını düşünüyordu. Yine de dikkatli olmak zorundaydı.

Duyduğu ses bir kadına ait olmalıydı. Duyduğu acı dolu inlemeler içinde koruma içgüdüsü ile beraber dakikalar önceki kendi acıdan inleyen halinin anısını uyandırırken kafasını koridora doğru uzatıp koridorun ortasında uzanan kızı gördü. Omzunu tutuyordu ve vücudunun o kısmında mavi hareler taşıyan kanı birikmiş haldeydi. Gözlerini kapatmış kızıl saçları ile yüzünü kapatmıştı.

Bir Su elementi özeliydi.

Kızın kızıl saçları ona kendi kardeşi Amy 'nin anısını hatırlatırken kıza karşı koruma içgüdüsü devreye girdi. Kız kafasını kaldırıp acı içinde gözlerini açınca gördüğü mavi renk... O kadar tanıdık bir tondaydı ki.

Aklına çocukluğunun en masum anısını getiriyordu o gözler. Öyle bir tondu ki bu. Daniel 'ı anıların içine sürükleyecek kadar mükemmel bir ton... Daniel 'ın kaşları çatılırken bakışları kızın omzuna kaydı. Omzunda ki ana element taşını gördüğü an beyninden vurulmuşa döndü.

"Onun taşı." Diye soludu Daniel. İçinde tarifi imkansız bir acı peyda olurken o taşın çocukluğunun masumiyetin den başka kimseye ait olamayacağının farkındaydı. O taşı ilk gördüğünde de farklı olduğunu anlamıştı. Hiç bir Su özelinin öyle bir taşı olamayacağının farkındaydı. Onun taşını mı sökmüşlerdi? Onun taşını bu kıza mı takmışlardı?

Onun taşı.

Onun.

Ona ait olan.

Ona.

Bu demek oluyordu ki...

Kıza karşı, konseye karşı herkese karşı içimde öyle bir öfke patladı ki nasıl yapacağını umursamadan kıza doğru harekete geçti. Onun taşı o kızın vücudunda olamazdı. O taş...

Boğazının düğümlendiğini hissederken onu kaybetmiş olma korkusu içine yayıldı. Yok edilmiş olabilir miydi gerçekten.

Ağlama hissi hiç bu kadar baskın olmamıştı Daniel için.

Tam da o anda arkasından gelen adım sesleri yüzünden durmak zorunda kaldı. Koridorun sağ tarafından dönen bir grup özel yüzünden adımları durdu. Ateş özelleri koridoru ışık hızıyla katederek ilerlerken Daniel 'ın gözleri onların hızını takip etmekte zorlanmıyordu.

Kıza son bir kez düşman bakışlar atıp saklanmak için duvarın arkasına geçti. Fark edilmesi ihtimaline karşı tedbir olması için önüne kalkanını çekip duvara iyice yaslandı.

Bir süre nefes almadan orada bekledi. Adım seslerini üç koridor kadar uzaklaştığını duyduğu anda kalkanı üstünden kaldırmadan duvardan temkinle uzaklaştı. Kızı gördüğü koridora doğru yönelirken artık onun kısık inlemelerinin kulağına gelmiyor olduğunu fark etti. Az önce tehlikeye o kadar odaklanmıştı ki kızı tamamen duyularının körelmesini dışında tutmuştu.

Kızı bulamadı.

Daniel o gün konsey kalesinden çıkarken kendine varlığı boyunca yetecek kadar acı sırtlanmıştı.

🔥

Bölüm bitti...

Loading...
0%