Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm 🥕

@yagmurgns_37

Helöö bebiklerim nasılsınız?

Çok bekletmeden sizi bölümle baş başa bırakıyorum çünkü biraz olaylı bir bölüm. Besmele çekmeden başlamayın.

Bölüme oy vermeyi ve satır arası yorum yapmayı unutmayınn, hepinize öpücüklerr

🧡İyi okumalarr🧡

“Bu,” dedi. “Bu nasıl oldu?” deyince gülümseyerek karşısına çıktım. “Bir hafta boyunca bu odada işlerini yürüteceksin. Ve nasıl olduğu kısmına gelirsek, mükemmel olduğumu söylemiştim.”

Herkes -annem hariç- odada bana şaşkınlıkla bakıyordu.

“Ama bu, ama bu çok fazla.” dedi Serdar Bey.

“Emin misiniz?” diye kaşlarımı kaldırdım bu sefer. “Eşinize inanmadınız, onu suçladınız. Manipüle ettiniz…” dedim ve üzerine doğru yürüdüm. “Farkındaysanız siz boşanacaktınız. Olayın geldiği duruma bakın değil mi? Ve siz boşanmayı kabul edip bu odada sadece bir hafta işlerinizi yürütemem mi diyorsunuz? Peki öyle olsun.” deyip omuzumu silktim. Anneme döndüğümde gururlu bir şekilde bana baktığını gördüm.

“Be-ben şey-” diye konuşmaya başlayacakken lafını kestim.

“Siz ne?” dedim kaşlarımı kaldırarak. Sonra sustu, bir şey diyemedi, diyemezdi.

“Peki öyle olsun. Eğer Alya beni affedece-”

“Affedecekse değil, affettirecekseniz.” diye lafını düzelttim.

“Tamam.” dedi sadece. Bunun üzerine gülümseyerek ona baktım.

“Bir dakika bir dakika burada tam olarak ne oluyor?” diyen Barbaros’a döndüm. “Şu kızın babama yaptığını görmüyor musunuz? Ve bir şey demiyorsunuz!” diye bağırınca ona doğru ilerledim.

“Birincisi benim bir adım var…” diye başladım.

Ay ben bu madde sayma işini çok sevdim.

“İkincisi eğer kötü bir şey yapsaydım Serdar Bey zaten karşı çıkardı. Bunu hak ettiğini düşündüğü için kabul etti.” dememle susmuştu.

“Ve ayrıca benim canım portakal suyu çekti. Gidip bana portakal suyu yap.” dediğimde gözlerini devirerek yanımdan ayrılacaktı ki tekrar konuştum. “Bu seferkini de diğeri gibi yaparsan, düzgün yapana kadar portakal suyu yaptırırım ve ayrıca bana yaptıkların da israf olmasın diye hepsini sana içiririm. Son olarak sakın Hale ablaya yaptırma.” dememle ayaklarını yere vura vura gitmişti.

“Baba abim haklı. Ne hakla gelip böyle bi-” diye konuşmaya başlayan Civan’a döndüm.

“Sen ne hakla konuşuyorsun pardon? Daha demin ben burada açıklama yapmadım mı? Neyini anlamadın? O kadar tıp okumuş insansın ama geldiğimden beridir bir zeka kırıntısı göremedim.” dememle dişlerini gıcırdatmıştı.

Ne oldu zoruna mı gitti lan bebe?

“Sen de mutfağa git ve bana bu sefer kek yap. Havuçlu kek olsun lütfen ve dünkü pasta gibi Hale ablaya yaptırma.” dememle şaşırmıştı.

“S-sen nasıl anladın?” demesiyle gülümsedim oltaya düşmüştü.

“Aslında senin yapıp yapmadığından emin olmak istedim ve ortaya bir yem attım. Sen de yedin.” deyip gülümsedim.

“Oha!” diye tepki veren Batuş’a öpücük attım.

“Benim zekamla örtüşemezsin Civancığım.” dememle bana daha da kötü bakmaya başladı. Ne zannediyordu bu? Korkacağımı falan mı? Öyleyse çok beklerdi.

“Var mısın düellosuna?” dedi dişlerinin arasından.

“En son seni yenmiştim. Rövanş mı istiyorsun?” dememle başını hayır dercesine salladı.

“Dövüş değil. Zeka oyunu.” demesiyle gülümsedim. İlgi alanıma giriyordu çünkü.

“Ne oyunu?” dedim gözlerimi kısarak.

“Satranç.” demesiyle dudaklarım iki yana kıvrılmıştı.

“Abla bu sefer şansın yok bence.” diyen Batuhan’a döndüm.

“Niyeymiş o?”

“Çünkü Civan abim satrançta çok iyidir. Dedem bile onca sene satranç oynamasına rağmen abime hep yenilir.” dedi heyecanla. Bu sefer lafa Barlas abim atladı. “Evet, bu yönden şansın yok gibi gözüküyor.” Başımı salladım sadece. Öyleyse gösterelim bakalım kim iyi kim kötü.

Ve sakın konuşmaya başlama Altay. Sana söylediğim satranç olayı aramızda kalacak.

Evet, bunu Altay’a zihnimden söyledim çünkü eğer sesli konuşsaydım bir şey olduğunu anlarlardı.

“Eee, kabul etmiyor musun yoksa?” diyen Civan’a döndüm.

“Tabii ki kabul ediyorum. Peki sonunda ne kazanacağım?”

“Kazanacağına eminsin yani.” dediğinde omuzumu silktim.

“Ne istiyorsun?”

“Valla şu an yediğim önümde yemediğim arkamda. Çok şükür kölelerim de var. Bu yüzden ben bu hakkı eğer kazanırsam sonra kullanmak istiyorum.” dedim düz bir sesle.

“Tamam, ben kazanırsam benim iki hafta köleliğimi yapacaksın.” demesiyle başımı salladım.

“Kabul.”

“Abla yandın abla.” diyen Batuş’a öyle bir baktım ki susmak zorunda kalmıştı.

“Bence ablam kazanacak.” diyen Devrim’e de öpücük attım.

“Civan gidip havuçlu kekimi yap.” dedikten sonra Devrim’in yanına gittim.

“Devrim aşkoropellam.”

“Efendim ablaların gülü.” diye cevap vermesiyle kıkırdadım. “Önümüzdeki üç gün boyunca benimle yatar mısın yavrum?”

“Evet evet evet abla!” diye bağırmasıyla güldüm.

“Ama ben.” diye atlayan Batuhan’a döndüm.

“Sen ablanı korumadın. O yüzden yarışma gününe kadar senle I don’t muhattap.” dememle yavru köpek bakışı atmaya başladı.

“Ama be-”

“Sen bence hiç konuşma abi.” deyip çalışma odasından ayrılmıştım. Benim arkamdan herkes de gelmeye başlamıştı.

“Ben odama çekileceğim. Birkaç halletmem gereken şeyler var. Kekim hazır olunca bana haber verir misiniz?”

“Ben veririm ikiz.” diyen Altoş’a döndüm.

“Cansın.” deyip öpücük attım ve kendimi direkt odaya baktım. Açıkçası bugün çok yoğun bir gün olmuştu ve olaylar çok üst üste gelmişti ve bu yüzden mektupları okuyacak vakti bulamamıştım. İlerleyip yatağımın önünde bulunan kutuyu açtım ve içindeki mektupları aldım. İlk önce Kadir abiminkisini okuyacaktım.

Cimcimeme.

Zarfı açtım ve içindeki A4 kağıdını elime aldım.

Sevgili cimcimem,

Her ne kadar belli etmesen de içindeki yangınları, fırtınaları kısacası bütün doğa felaketlerini görebiliyorum, ama sen gene Alinliğini konuştaracak ve alaya alacaksın. Yalnız unuttuğu bir şey var: Abilerden duygular saklanmaz. Bana kendini saklama Alin, eğer bana kendini saklarsan sana ulaşamam. 17 yılının çöp olduğunu düşünmeni asla istemiyorum. Biliyorum, anne ve babanın yeri gibi olmaz ama sana elimden geldiğince babalık yapmaya çalıştım kızım. Umarım, sana layık bir baba, bir abi olmuşumdur çünkü sen, hayatıma girdiğin andan beri bana layık bir kız kardeş, bir evlat oldun.

Not: İnşallah çok duygusal yazdım diye kızmazsın ve bu bir veda mektubu değildi. Bu bir başlangıçtı. Bu, Alin’in tekrar doğumuydu.

Dipnot: Seni seviyorum kızım.

Gözlerimden akan yaşı elimin tersiyle sildim ve hafif bir tebessüm ettim mektubuna karşı, ve hemen telefonumu elime alıp Kadir abime mesaj yazmaya başladım.

Siz: Senden hiçbir şey saklamam abi, merak etme. Sadece bazen duygularımı gizlemek konusunda kendimi bile kandırabiliyorum. Bunun sebebini de en iyi sen biliyorsun :) Ayrıca 17 yılımın çöp olduğunu düşünen kim? Benim o 17 yılım harika bir abiyle, mükemmel iki arkadaşla geçti. Bana layık değilsin abi, bana sen fazlasın bile bu yüzden kendini yetersiz görme. Ayrıca, anne ve baba konusuna gelirsek sen bana mükemmel de bir baba oldun. Dediğim gibi, sen benim öz abimsin, her şeyimsin.

Not: Yazdığın mektup çok duygusal ve bir veda mektubu gibi gözüküyor. “…bir evlat olDUN.” ne demek ya? Ben hala senin kardeşinim, ve bunun için kızdım.

Dipnot: Bende seni seviyorum abilerin yahuşuklusuu.

Mesajı gönderdikten sonra telefonu elimle kapattım ve bu sefer diğer zarfı elime aldım.

Çillime.

Gülümseyerek zarfı açtım ve içinden A4 kağıdını çıkardım.

Sevgili çillim,

İnan şu an ne yazacağımı bilmiyorum. Bu kötülerde kötü olduğumu biliyorsun. Yazım da çirkinse affola. İlk başta şunu söylemeliyim ki, sen herkesin isteyebileceği bir arkadaşsın. (Yalnız seni kimseyle paylaşmam.) Benim hayatım, senden öncesi ve senden sonrası olarak ikiye ayrılıyor Alin. Senden önce it kopuk bir serseri, iğrenç bir herifin tekiydim, ama ne zaman sen geldin, ben yeniden doğmuş gibi oldum… Evet, doğru kelime bu: Yeniden doğmak. Senin sayende, daha güzel bir hayata sahip oldum. Bir evim oldu, o iğrenç bataklığı bıraktım ve daha iyi bir hayata başladım. İçinde, senin de olduğun. Sana ne kadar teşekkür etsem de biliyorum, asla ödeyemem. Ben ne kadar kurtulmak istemesem de sen benim üzerime o kadar da geldin. “Başaracaksın Mete’m.” dedin, bana umudu aşıladın. Bilmem kaç kez kırmışımdır o ponçik kalbini? Bilmem kaç kez korkutmuşumdur seni? Bilmem kaç kez bağırmışımdır sana. Bunlar için de ne kadar özür dilesem de az.

Alin, benim çillim, iyi ki hayat karşıma senin gibi birini çıkarmış. İyikimsin kızım, iyikimsin. Bu seninle geçirdiğimiz 12 sene. Yaklaşık bir iki ay sonra da 13. senemize basacağız. (Evet, günlerini tutuyorum ve buna sakın gülme.) Hayatının boşa geçirdiğini zannetme. Ben sana kardeş olmaya çalıştım, inşallah sana layık o mükemmel kardeş olmuşumdur çünkü sen benim için mükemmel o kardeş olmuştun.

İyi ki varsın çillim.

Not: Umarım çikolataları beğenirsin, valla paraya kıydım en iyisinden aldım. (Beğenmezsen bozuşuruz.)

Dipnot: Seni seviyorum ve bana Lina konusunda taktik ver plisss

Notu bitirdiğimde hem gülümsüyor hem de ağlıyordum. Burnumdan güldüm ve kendi kendime konuştum. “Salak çocuk ya. En sonda da benim taklidimi yapmış şerro.” Telefonumun ekranını açtım ve Mete’nin mesaj ekranına geldim ve parmaklarımı klavyenin üzerinde oynattım.

Siz: İlk önce benim gibi mükemmel bir insana yazacak bir şey bulamaman çok ayıplanacak bir davranış. Tıch, tıch, tıch. (ayıplama sesi.) Ayrıca kendine iğrenç neden diyorsun ki? Senin best friendin, yani ben, mükemmel birisiyse sen de öylesin. Ayrıca o teşekkürlerini bana tekrar çikileta alarak ödeyebilirsin çünkü gönderdiklerini iki güne bitiririm herhalde. (Olumlu) Bir diğer konuya gelirsek eğer ben senden asla korkmadım Mete. İlk önce bunu o kalın ve tatlış kafana sok. Senden ben asla korkmadım, korkmamda. Ayrıca kardeşler arasında kavgalar tabii ki olacak. Ben onları unuttum bile, ve sen de benim iyikimsin olum. Sen olmasaydın ben kiminle dedikodu yapacaktım? Biliyorsun dedikodu kırmızı çizgim. Ayrıca Mete Bey, hiç böyle romantik özelliklerinizin olduğunu bilmiyordum? Sen gardaşlığımızın gününü mü tutuyorsun? Vallahi I love you. Sen bana mükemmelliğin de ötesinde bir arkadaş oldun, her şeyim, zaafım oldun.

Not: Çikolataları beğendim, paraya da tabii kıracaksın! Gardaşına çikileta alıyorsun gavura değil.

Dipnot: Lina konusu bende yavrum, iki dakikalık iş o *kıpss

Mete’ye de mesajı gönderdikten sonra biraz soluklanmıştım. Yeminime kur’an elim kopmuştu. Destan yazmışım reşmen, destan.

Değerimi bil lan Meto!

Ellerimi iki yana salladım ve bu sefer Lina’mın zarfını elime aldım.

İdolüm, best kankam.

Bu zarfı da tıpkı diğerleri gibi açtım ve okumaya başladım.

Sevgili best kankama,

Seninle geç tanışmış olabiliriz ama sanki benim 17 yıllık dostumsun gibi geliyor. Sana da öyle geliyor mu? Bazen daha konuşmaya başlamadan, gözlerinden her şeyi okuyabiliyorum Alin. Acılarını görebiliyorum, sevincini görebiliyorum, kırgınlıklarını görebiliyorum… Sen bana her zaman bir arkadaştan öte bir kardeş oldun. Ailemin tek kızıydım, ailem zengindi, etrafımda bir sürü kişi vardı ama hepsi o kadar çok sahteydi ki. Bunu senin sayende fark etmiştim. O etrafımdaki aptal kalabalığı, sahte arkadaşlıkları… Sen bu tüm sahteliklerin içinde tek gerçektin. (Bir de Mete var tabii.) Hatırlıyor musun tanıştığımız günü? Benim hala dün gibi aklımda çünkü. “Aptalsın.” demiştin bana. “Etrafındakileri görmeyecek kadar aptalsın.” demiştin. İlk başta sana ne kadar kızsam da, sövsem de sana hak vermeye başlamıştım. Sana idolüm diyorum ya işte, bu yüzden diyorum çünkü sen bana kendi hayatımın başrolü olmayı öğretmiştin. Bana yol göstermiştin ve bunu yapmaktan bir an olsun bile çekinmemiştin ve zamanla kendi hayatımdaki yan karakter olmayı bırakıp başrol olmaya başlamıştım. Ne kadar teşekkür etsem de az. Velhasıl kelam, sen benim bir tek dostum değilsin. Kardeşimsin, sırdaşımsın, idolümsün, ablamsın… Her bir şeyimsin. Umarım, bu kısacık süre de olsa sana layık olmuşumdur çünkü sen bu Dünya’da herkesin sahip olmayı isteyebileceği türden bir arkadaşsın, sırdaşsın, kardeşsin ve ablasın.

Not: Ne yazacağımı bilmiyorum Mete’de görünce ondan geri kalmak istemedim.

Dipnot: Öpüldünn aşkomm.

Evet, bu sefer daha da çok ağlamıştım ve bunlara beni ağlattıkları için kızacaktım! Beni ağlatmaya ne hakkınız var karşim?

Telefonumu alıp gene aynı şekilde mesaj ekranını açtım ve yazmaya başladım.

Siz: Biliyor musun? Bana da öyle geliyor. Sanki seni 17 yıldır tanıyormuşum gibi geliyor. Her şeyini biliyormuşum gibi -ki biliyorum da zaten- ve aynı şekilde sende benim kız kardeşimsin, canımsın, ciğerimsin, gülümsün, her şeyimsin. Ve aptal olduğun konusuna gelirsek hala aynısın bebeğim. Alınmak yok. Gözünün önündeki şeyi görmüyorsun hala :)) Neyden bahsettiğimi adın kadar iyi biliyorsun ama şunu söylemem gerekiyor Lina, hayat çok kısa. İnsan sevdiğini söylemek için beklememeli. Ölüm var Lina, ölüm var. Ayrılıklar var, araya giren mesafeler var. Sevmek kötü bir şey değil ki. Sevmek çok güzel bir şey, sevmek utanılacak bir şey değil. Benim ne yaşadığımı sen gayet iyi biliyorsun. Ben onun mezarına gidip onu sevdiğimi söyledim. Çok geç kaldım, o da bana çok geç kaldı. Adını duymak bile beni krize sokuyor artık. Sizin bu hataya düşmenizi istemiyorum. Bana söylemedin, ama biliyorum seni, görüyorum bakışlarını, görüyorum bakışlarınızı. Sakın zaman kaybetme. Bu kadar duygusallık yeter, ve sen bana layıklardan da öte bir kardeşsin.

Not: Bende ne yazacağımı bilmiyorum herkese yazdım sana da yazayım.

Dipnot: Öpüldün gülüm.

Sonra mesaj sayfasından çıkıp gruba girdim ve büyük harflerle yazı yazdım.

Siz: BENİ AĞLATTINIZ YA PÜÜ SİZE KAHROLASICALAR! İNŞALLAH KURU ÇORAPLARINIZLA YERLERE BASARSINIZ! O ZAMAN ANLARSANIZ BİR ALİN YALÇINKAYA’YI AĞLAMAK NE DEMEKMİŞ DİYE.

Odamın kapısı tıklandığında içeri gelmesi için konuşmamla içeriye ikizim girmişt..

“Kekin hazır güzelim. Hem abim satranç için seni de çağırdı.” dediğinde başımı salladım ve Altay’ın koluna girerek odadan çıktım.

“Ağlamışsın.” dediğinde sesindeki merakı gizlemiyordu. “Hım, hım.” diye mırıldandım onaylarcasına. “Mutluluktan ağladım ama, mektuplarını okudum.” dediğimde başını salladı.

“Onlara çok değer veriyorsun.”

“Onlar benim bu hayatta tek sahip olduğum insanlardı. Tabii, sizden önce. Mete, yeri geldiğinde abim, yeri geldiğinde dedikodu yaptığım o arkadaşım, yeri geldiğinde kardeşim oldu. Kadir abim, bana hem abi, hem baba oldu. Lina, hem kız kardeşim, hem sırdaşım, hem de ablam oldu. Kısacası ailem oldu.” dedim lafımı bitirerek. Sonra ekledim. “Hiçbirinin hakkını ödeyemem.”

“Bizimle de böyle olur musun?” diye masumca sorduğu soruya karşı adımlarımı durdurdum ve onlara döndüm. “Ben zaten sizinle de böyleyim. Belki farkında değilsin Altay ama sizin içinizden birinin başına bir şey gelse, burayı yıkarım, eğer size böyle hissettirdiys-”

“Y-yok, öyle hissettirmedin.” diye aniden çıkışınca gülümsedim. “Öyle hissettirmişim ki gelip bana o cümleyi kurdun Altay, ama bilmen gereken bir şey var. Ben sevdiğimi, iyi zamanda belli etmem. Mesela, ben size gelip Mete’ye değer verdiğimi söylüyorum ama bunu Mete’ye her zaman söylemiyorum. Kendini kötü hissettiğinde söylüyorum. Her zaman belli eden bir mizacım yok.”

“Nasıl yani şimdi sen onlara b-bizi mi anlatıyorsun?” diye şaşkınca gözlerini kırpıştırınca gülümsedim. O sırada çoktan salona gelmiştik zaten.

“Buyur havuçlu kekin.” diye yanıma gelen Civan’a gülümsedim ve elindeki tabağı aldım.

“Ben yiyemeyeceğim ama, yemek fazla yedim herhalde.” dedim ciddi bir ses tonuyla. “Siz yiyin lütfen.” dediğimde Civan sert bir şekilde çıkıştı. “Dalga mı geçiyorsun kızım sen benimle? Havuçlu kek yap dedin, yaptık şimdi de yemek istemiyorsun! Yok öyle ya ma, yiyeceksin.” dediğinde başımı salladım. Yapacak bir şeyim yoktu da zaten.

“Portakal suyum hazır mı?” diye Barbaros’a seslendiğimde ayak seslerini duydum. “Buyur!” diye önüme koyduğunda gözlerimi devirerek elinden aldım ve koltuğa, Barlas abimin yanına geçtim ve portakal suyundan bir yudum aldım.

“Mmm, çok güzel olmuş. Ellerine sağlık, teşekkür ederim.” dedim kibar bir şekilde. Sonra önümdeki keke baktım.

Belki az yersem bir şey olmaz, diye düşündüm.

“Altoş, gel la sen de ye.” dememle başını iki yana salladı. “Benim havuca karşı alerjim var, ve ölümcül.” dediğinde başımı salladım. ‘Benim de alerjim var.’ diyemedim.

Elimi çatala götürdüm ve kekin bir kısmını bölüm ısırdım.

“Bu da çok güzel olmuş Civan. Teşekkür ederim ellerine sağlık, ve eğer hazırsan satranç oynayamaya başlayalım.” dedim hafif alaycı bir tonla.

“Ben hazırım ama hava çok sıcak. Balkonda ve ya verandada oynayalım. Ayrıca o kek bitecek.” dediğinde kurtuluşumun olmayacağını anladım. “Veranda olur.” O da beni onaylandığında hep birlikte verandaya doğru ilerledik, ve elimdeki o havuçlu kekle. Arkamızdan, Barlas abim, Devrim, Batuhan ve ikizim de geliyordu. Bir anda başımın dönmesiyle yerimde sendeledim.

“İyi misin?” Barlas abimin tedirginlikle sorduğu soruya tebessüm ettim. “İyiyim, iyiyim merak etme.”

Verandaya geldiğimizde herkes bir köşeye oturdu. Görünüşe göre, Civan daha önceden tahmin etmiş ve burayı hazırlamıştı. Civan’ın karşısına geçtiğimde onun alaylı yüz ifadesiyle karşılaştım.

“Yenilmeye hazır ol.” dediğinde ben de ona aynı şekilde karşılık verdim.

“Göreceğiz, göreceğiz.”

“Siyah mı beyaz mı?”

“Siyah.” dediğimde önümüzdeki tahtayı çevirdi ve bana siyah taşların olduğu kısmı verdi.

“Buyur, başla.” dedim tebessüm ederek ve o da oyuna başladı. Oyuna başladığımızda her ne kadar başım çok fazla dönse de belli etmemeye çalıştım. Taşları oynattım, kendi bulduğum bir taktikle onu yenecektim. Oyunun başında beni gene kolay biri olarak görmüş ve Çoban Matı’nı uygulamaya çalışmıştı ama ben onun hamlesini engellemiştim. Şu an ben önde gidiyordum ama başımın dönmesiyle çok fazla da odaklanamıyordum.

“Alin.” diye ses gelmesiyle başımı iki yana salladım.

“Efendim.”

“Sana tam beş keredir sesleniyorum. İyi misin?” dediğinde başımı salladım.

“İyiyim ne oldu?” dedim Barlas abime.

“Telefonun çaldı. Kadir abin arıyor.” dediğinde başımı salladım ve telefonu elime aldım. Başımın tekrar dönmesiyle kısık bir inilti çıktı ağzımdan, ama telefonu açabilmiştim.

“Alin, nasılsın güzelim?” dediğinde konuşmak için ağzımı açtım ama ağır baş dönmesiyle konuşamamıştım.

“Alin, neden telefonu sallıyorsun?” dediğinde benim suratımı görmüş olacaktı ki bir küfür savurmuştu.

“Siktir Alin! Ne oldu sana?” dediğinde gene bir şey diyemedim. Diğerlerinin ise ne yaptığını kestiremiyordum.

“Kahretsin havuç mu yedin sen?” dediğinde başımı salladım ama ne kadar anladı bilemiyordum. Ağzımı tekrar konuşmak için açacaktım ama kafamın yere düşmesiyle bir şey yapamamıştım.

İLAHİ BAKIŞ AÇISI

Alin’in kafasının yere düşmesiyle etrafında büyük bir hareketlilik meydana gelmişti. Civan, ilk başta bunun bir oyun olduğunu zannetse de Alin’in yüzündeki kızarıklar iyi bir şey olmadığını belli ediyordu. Barlas ise hemen Alin’in telefonunu almış ve Kadir’e dönmüştü.

“Barlas Alin havuç mu yedi?” diye sordu telaşla Kadir.

“Havuçlu kek yedi.” deyince Kadir tekrar küfür savurdu. “Kahretsin! Barlas hemen onu hastaneye götürün. Havuca karşı güçlü bir alerjisi var, onu öldürebilir.” demesiyle Barlas yerinden sıçramıştı. Hızlı bir şekilde kardeşini kucakladı ve verandadan çıktı.

Batuhan, Devrim ve Altay olaylar karşısında şoke olmuşlardı. Oldukları yerden kıpırdayamıyorlar şaşkın ve korku dolu bir ifadeyle birbirlerine bakıyorlardı. Civan ise hızlı bir şekilde Barlas’ın arkasından gitmişti. Bunun üzerine diğer çocuklar da hızlıca abilerinin peşinden ilerlediler.

“ANNE!” diye bağırmıştı Barlas. Öyle bir bağırmıştı ki herkes onun bu sesiyle ilk defa tanışıyordu. Oturdukları ev inlemişti.

“Ne oldu oğlum?” diye telaşla gelen kadın, oğlunun kucağında kızını görmesiyle ağzından bir şaşkınlık nidasını döktü.

“N-ne oldu oğlum?” dedi dolu gözlerle kadın. Barlas ise kimseyi duymuyormuş gibiydi. Bahçeye çoktan çıkmış arabanın arkasına Alin’i yatırmıştı. Ev halkı ise Barlas’ı takip ediyordu.

“Ne oluyor Barlas?!” diye bağıran Serdar Bey, sorusunun yanıtı alamamıştı çünkü Barlas, çılgına dönmüştü. Yıllar sonra kavuştuğu kardeşinin ölmesine izin vermeyecekti. Barlas arabayı çalıştırdı ve evden ayrıldı. Evdekiler ise hala olayın şokunu atlatamamış bir şekilde arabanın gittiği yöne bakıyordu.

İlk şoku atlatan Civan’dı.

“Çabuk diğer arabaya. Ben kullanacağım. Anne, baba siz benimle geliyorsunuz! Abi, sende çocukları al arkamızdan gel! Hızlı olun bizim hastaneye gidiyoruz.” deyip hızlı bir şekilde arabaya binip hastaneye yol almışlardı.

İstanbul’da olan Kadir ise çılgına dönmüştü. Kardeşini o halde görmek onun çaresizliğini anlatıyordu. Buradaydı, kardeşi ise orada. Hiçbir şey yapamıyordu. Telefonu Barlas aldıktan sonra, Alin’in alerjisinin olduğunu öğrenmişti ve öğrendiği gibi de telefonu kapatmıştı. Bu bile Kadir’i çılgın etmeye değerdi.

“Yok.” dedi ellerini saçlarının arasına geçirerek. “Ben daha fazla burada kalamam.” Hızlıca ilk olarak telefonundan Mete’yi aradı. Aynı evde kaldıklarından dolayı ona haber vermesi gerekiyordu. Mete’ye gideceğini söylediği an Mete’de kendisinin gideceğini aksi taktirde asla Kadir’le konuşmayacağını söylemişti. Bu yüzden Kadir, hem kendisine hem de Mete’ye bir saat sonra Ankara’ya kalkacak olan uçaktan bilet aldı.

***

Barlas, kardeşini hızlı bir şekilde hastanenin içerisine sokmuş ve bağırarak yardım istemişti. Civan’ın arabasında gelen Alya Hanım, ağlıyor, Serdar Bey ise korkuyordu. Yeni kavuşmuş olduğu kızını kaybetmekten korkuyordu. Civan ise kendini suçluyordu. “Ben zorladım onu, ben ona yemesi için direttim. Allah benim belamı versin!” diye kendini içten içe yıpratıyordu. Barbaros’un arabasında duran çocuklarda da durum aynıydı. Batuhan, korkuyordu, ablasının ölmesini istemiyordu. Devrim’in gözleri yaşlıydı. Altay ise… Altay da kendini Civan gibi suçluyordu. “Nasıl ikizim ben? Nasıl hissedemem?” diye kendine lanetler yağdırıyordu. Barbaros ise… Barbaros ilk defa korkuyordu. İlk defa, bir kız kardeş sıcaklığını hissetmişti Alin’den ama önyargıları onun hep önüne geçmişti. Önyargıları onu yanıltmıştı. Bugün Alin’in getirdiği parfümü bile, hiç üstüne sıkmasa bile sonsuza kadar saklayacağını söylemişti kendisine. Odasındaki kasaya koymuştu o parfümü ve şimdi o da diğerleri gibi lanet okuyordu kendisine. Alin’e yaptıkları için, Alin’e söylediği onca şey için ve en önemlisi Alin’e söyleyemedikleri için.

Yalçınkaya ailesi bu kısa sürede bile hemen dağılmıştı. Doktorlar, Alin’i bir odaya almış mide yıkama işlerini başlatmışlardı. Civan’da o doktorların arasındaydı tabii ki. Hepsi hastanede oturuyor, kardeşlerinin, kızlarının iyi olmasını bekliyorlardı.

“Doktor Bey.” demişti hemşire Civan’a bakarak. “Hastanın nabzı azalıyor.” dediğinde Civan daha da çok korkmaya başladı, ama belli etmedi.

“Defibrilatörü getirin!” dedi sert bir şekilde. O sırada ise gittikçe düşen nabzını, kalp masajıyla arttırmaya çalışıyordu. Makine geldiğinde konuştu “1,2,3.” dedi ve yapıştırdı Alin’in göğsüne. Kalp ritminde bir değişiklik olmayınca Civan, şokun arttırılmasını söyledi.

“Bir, iki, üç.” dedi ve tekrar yapıştırdı, ama nabız düşmeye devam etti. İçinden Alin’e seslendi. “Hadi Alin, dayan. Sen benim gördüğüm en güçlü kadınsın kızım, dayan.” dedi ve tekrar yükledi.

Altay korkmaya başladı, belki de hissetti bütün bu olanları. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Alya Hanım ise, çok fazla ağlayıp bağırdığından sakinleştirici ile uyutmuşlardı. Bütün herkes büyük bir ümitle bekliyordu Alin’in uyanmasını, ama Altay’ın neden kalbi acıyordu? Neden kötü bir şeyler olacakmış gibi geliyordu?

Kadir ile Mete hızlı bir şekilde havaalanına yetiştikleri için, diğer biletlerini iptal etmişler ve daha erken bir uçağa aldırmışlardı. Yolculuklarında ikisi de öfkeli ve üzgündü. Korkuyorlardı. Yolcuklarını bitirmişler ve hızlı bir şekilde hastaneye ulaşmışlardı. Bu ne kadar sürelerini aldı, onu bile hatırlamıyorlardı çünkü zaman kavramını yitirmişlerdi. Tek dertleri onların Alin’iydi.

Hastaneye geldiklerinde girişe hemen hasta adını sormuşlar ve yerini öğrenmişlerdi. Yukarı kata çıktıklarında sadece Yalçınkaya ailesinin burada olduklarını gördüler, çünkü Yalçınkaya ailesi hastanenin bu kısmını kapatmışlardı. Kadir hızlıca Barlas’ın yanına doğru ilerledi. Barlas ise Kadir’i ve Mete’yi burada görmeyi asla beklemiyorlardı.

“Ne oldu? Durumu nasıl?” diye sordu Kadir korka korka. Barlas ise nefesini sıkıntılı bir şekilde dışarıya verdi. “Bilmiyorum! Kahretsin ki bilmiyorum. Abim daha içeride. Alin’le o ilgileniyor.”

“Alerjisini bile bile neden o keki yedi?” diye sordu Kadir şüpheli bir şekilde. “Alin, ölümcül derecede havuca karşı alerjisinin olduğunu biliyordu.”

“Bilmiyorum.” dedi Barlas ama nedenini biliyordu. Abisi ona yemesi konusunda ısrar ettiği için yemişti ama bir konuyu hala anlamıyordu: Alin neden alerjisi olduğunu bile bile havuçlu kek yaptırmıştı? Ona hala şüpheyle bakan Kadir’i fark edince konuşmaya devam etti.

“Alin, abimden kendisine havuçlu kek yapmasını söyledi, ama daha sonrasında da yemek istemediğini söyledi. Sonra abim de ‘Yaptırdıysan yemek zorundasın.’ deyince Alin kabul etti, ama benim anlamadığım Alin, bize alerjisinden hiç bahsetmedi ve havuçlu keki yapmasını abimden kendisi istedi.” dedi bir çırpıda.

“Alin’in havuca karşı alerjisi sonradan gelişti. Doktor travma kaynaklı demişti. Bu yüzden havuçlu şeylere karşı bir tiki var. Bahsetti bana, ona ‘havuç kafa’ diyormuşsun, ama ona havuçla alakalı bir şey deme.” dedi Kadir daha ılımlı yaklaşarak.

“Neden?” diye soru sorduğunda Kadir başını iki yana salladı.

“Bunun cevabı Alin’de. O anlatmak isteseydi eğer anlatırdı.” dedi ve sessizliğe büründü.

Mete, ise Altay’ın yanındaydı. Hiçbir şey demiyordu, tek bir noktaya odaklanmış sadece o kapıdan gelecek güzel haberleri duymak istiyordu.

Altay’ın gözleri kıpkırmızıydı, hala kendini suçluyordu. Devrim ve Batuhan korkuyorlardı, Serdar Bey, Alya Hanım’ın yanında olsa da aklı biricik kızındaydı. Barbaros ise büyük bir suçlulukla bekliyordu.

Civan… Civan hala nabzın atmasını sağlıyordu. İçinden binlerce kez dua etmişti. Şoku tekrar Alin’in göğsüne doğru tekrar bastırdı. Ardından kalbin ritminin durduğunu gösteren cihazın sesiyle irkildi.

“Hocam, hastanın kalbi durdu.”

Bölüm Sonu✨

Beni seviyorsunuz biliyorum, bende sizi çok seviyorum aşkologalarımm 🫶🏻

Bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım?

⭐OY VERMEYİ UNUTMAYALIM...⭐

Loading...
0%