@yarali_papatya14
|
'Kaçmak acizliktir, yüzleşmek ise büyük bir cesaret. Bu dünyada ise kaçanlar kurtuldu ve yüzleşenler ise bastırılarak ezildi.'
Tam da vazgeçtiğimde beni gerçeklere inandır..
Azalan zaman, düşüncelerle boğulan bir zihin, yaralı bir kalp ve kirli bir geçmiş. Bir insanın hayatı ve yaşamı sadece bunlardan ibaret olabilir miydi? O gün Emir'in yanından ayrıldıktan hemen sonra bir karar almıştım. Amacımdan sapmak ve kendimden fire vermek yoktu. İki ay sonra bu iş burada bitiyordu ve benim kaybedecek bir dakikam bile yoktu. Dün akşamdan beri hattıma ulaşan ses kayıtlarını ve aramaları dinliyordum ama elimde şu ana kadar kayde değer hiçbir şey yoktu. Telefonu sadece ailesi ile iletişimde kullandığı çok belliydi. Diğer telefonunu da muhtemelen görevlerde falan kullanıyordu. Bir şekilde ben malları teslim alırken kaç kişi geleceklerini, ne kadar cephe alacaklarını öğrenmeliydim. Bunların kayıtlı olduğu bir dosya mutlaka vardı ve ben de bulana kadar vazgeçmeyecektim. Uykusuz ve yorgun geçen iki gecenin ardından hızlıca bir duş aldım ve grinin koyu tonlarında, ayak bileğime gelen bir elbise giydim. Sade ve rahat bir şeydi. Bugün Selma hanımlara gideceğimden eşofman takımını tercih edemezdim. Aslında bu ziyaret tamamen plansız bir şekilde gerçekleşecekti çünkü Emir 'in bilgisayarına ihtiyacım vardı. Telefonunda benim işime yarayacak birşey olmasa da bilgisayarında en azından bir şeyler olduğuna inanıyordum. Selma hanımın seve seve beni kabul edeceğinden emindim. Kendisine haber vermek için aradığımda da bu teorim kendini kanıtladı. Selma hanım bana ev adresini attı ve akşam yemeğine de beklediğini söyledi. Önce, onu engellediğim için muhtemelen bana öfkeli olan Burak'ın yanına gidecektim. Ne kadar bana ulaşıp mesajlarıyla rahatsız etmese de ona asi davrandığım zamanlarda kullandığı bir taktiği sergilediğinin farkındaydım. Genelde bana karşı bunu kullanırdı ama bu sefer ben ağına düşmeyecektim. İnsan bir hatayı en fazla bir kere yapardı. Önce sessizliğini koruyarak beni kendimle baş başa bırakır, ardından da ilk tökezlediğim anda karşımda belirerek bana onsuz bir hiç olduğumu hatırlatırdı. Bunun beni güçsüz düşürmesi gerektiğinin farkındaydım. Gerçekten ondan başka kimsemin olmadığı doğruydu ama bu durum sadece benim öfkemi körükleyen bir yan etkiydi. Eğer ben yalnızsam, insanlar aileleriyle mutlu yaşayamazlardı. Eğer ben geçmişimle hala yüzleşiyorsam, onlara da geçmişte unutamayacakları anılar bırakırdım. Benim insanlar üzerinde uyguladığım düzenim buydu. Çünkü dünyanın bana kurduğu düzen berbattı. Arabamı şirketin önündeki valeye teslim ettiğimde bir süre bakışlarına maruz kaldım. Çünkü karşımda duran adam o gün elim kesildiğinde bana yardım etmek isteyen kişiydi ve şu anda da yeni kılığıyla gördüğü bu insanı muhtemelen tanıyamıyordu. Bir şey demeden hızlıca şirket binasına giriş yaptığımda arkadaşlarıma takılmadan hızlı bir şekilde Burak'a ulaşmayı planlıyordum. Hele ki Aslı'nın radarına takılan bir daha kurtulamıyordu. Bu yüzden yakalanmadığım için şanslıydım. Derin bir nefes aldım ve içimde bastırdığım korku ile kapısını iki kere tıkladım. Hiçbir zaman girmek için müsade etmesini beklemezdim bu yüzden direk içeriye daldığımda bakışları beni buldu. Bir şey demeden masasının yanındaki tekli deri koltuğa oturdum. Bir süre sert bakışlarıyla yüzümü inceledi. Benim kararlı bir şekilde sürdürdüğüm sessizliğin ardından ilk konuşan o oldu. "Neden geldin?" Karşımda sergilediği bu yüz ifadesinden nefret ediyordum. Bana kendimi güçsüz hissettiriyordu. Yine de içimdeki duyguları bastırarak başımı dik tuttum ve çenemi dikleştirdim. "Dönüştürdüğün insana bakmanı istedim." Yüzünde hiç bir duygu emaresi yoktu. Yıllardır kullandığı insana böyle değer veriyordu işte. "Eğer boş laflar için geldiysen, geldiğin gibi geri git. Vaktim yok." "Bana yüklediğin işten sonra aslında gayette boş gözüküyorsun Burak." Elindeki kalemi masaya bıraktı ve parmaklarını birbirine kenetledi. "Eğer iki gün önce sana ulaşmamı kısıtlamasaydın seninlede ilgileniyordum. " Burnumdan nefes vererek güldüm. Elbette ki derdi buydu. Onu kısıtlamamı asla hazmedemez, bunu kabullenemezdi. Ben onun için bir kuklaydım yalnızca. Bu yüzden yönetimin tamamen kendisinde olmasını severdi. "İlgilenmekten kastın boş mesajlarla sinirimi bozmaksa, evet ilgileniyordun." Başını olumsuzca salladı ve ayağa kalkarak karşımda durdu. Onun kalkmasıyla otomatikmen ben de ayaklanmıştım. "Şu haline bak." Dedi tiksinir gibi. "Aynı baban gibisin. Babanın anneni yönettiği gibi Emir de seni elinin altına almış gibi. Bu ikinci kez bu kılıkla gelişin ve bundan hoşlanmadığımı biliyorsun." "Bunu bana yaptıran sensin!" Diyerek çıkıştım. Kollarını göğsünde bağlayarak çok rahat bir tavırla, "Ama buraya böyle gelmen senin tercihin." Dedi. Sinirle dişlerimi sıksamda bir an için duraksadım. Karşısında bir şekilde hep güçsüz olan bendim. Hep hatalı olan bendim. Yanlış olan hep bendim. "Buradan sonra evlerine uğrayacaktım." Kendimi açıklama yapmaya zorunlu bırakmaktan nefret ederdim. Normalde kendimi ifade etmek için uğraşan bir tip değildim. Ama karşımdaki Burak olunca ben bile kendim olamıyordum. "Eğer benimsemiş olmasan üzerindekileri görev dışında asla giyinmez, karşımda bu şekilde durmazdın." "Böyle giyinmem seni neden rahatsız ediyor?" Ağzımdan bir an için düşünmeden çıkan bu sözleri yeniden almak ve buradan defolup gitmek istiyordum. Sinirden alnındaki damarların belirdiğini ve bana karşı öfkesini bastırmaya çalıştığının farkındaydım. Yavaş yavaş konuştu. Bir defa söylediğini bir daha tekrar etmezdi Burak. Zihnim onun elindeydi ve yönetim sadece ondaydı. "Baban anneni böyle manipüle etti ve annenin ölümüne sebep oldu." Gözlerini bir anlığına yumdu ve yutkunduğunda adem elması belirginleşti. Geçmişim ne kadar bana acı veriyorsa, ona da bir şeyler hatırlattığı belliydi. Gözlerini gözlerime kitledi ve yavaş ve kesin ir tınıyla konuşmaya başladı. "Bu görevin üstesinden gelebilecek tek kişi sensin Rüya. Hiç kimse senin gibi sabırlı değil. Bunun sebebini biliyorsun, çünkü seni ben eğittim." Zihnim ve bedenimin yönetimi bir anda sanki yine ele almıştı. İçimdeki ses benden bağımsızca konuştu; Seni o eğitti. Ona itaat et. "Annen bir hata yaptı ve ben onu kurtarmak için geç kaldım. Bir hata iki kere tekrarlanmaz. Seni onların eline bırakmayacağım Rüya." Bir hata iki kere yapılmaz. "Evet, seni belki onların arasına göndererek buna başta ben sebep oldum. Ama sen de bu sebepleri bahane ederek bu hayatı çok sevdin. Sen kim olduğunu unuttun Rüya. Özünü görmezden gelerek unutmayı seçtin." Kim olduğumu unuttum. Peki benim özüm ney? "Sen bir hiçsin. Seni o hiçlikten çıkaran ise benim." Ben bir hiçim. Ve beni bu hiçlikten çıkaran sensin. "Bana borcun var Rüya. Ve bu borç hiçbir zaman kapanmayacak. Sen, benim sana öfkemi yaşattığımı düşünürsün ama aslında bu öfkemin kaynağı zaten sensin Rüya. Benim öfkem, senin karakterin, düşüncelerin ve zihnindeki hatıralarda saklı. Ben izin vermediğim sürece geçmişini hatırlamayacaksın. Geçmişin sana bana karşı bir ihanet getirir. Ama eğer bir geleceğin varsa bu da benim sayemde olduğundan geleceğine sadık kal. Ve sadece itaat et." Geleceğine sadık kal. Ve sadece itaat et. "Tamam mı?" Düşünmekten yoksun kalan beynim ile bir an için başımı onaylayarak salladım ve daha fazla bir şey demeden hızlıca binadan ayrıldım. Bana ne yaptığını bilmiyordum. Neden susup dinlediğimi ve sadece itaat ettiğimi bilmiyordum. Bir şekilde düşüncelerimi sözleriyle manipüle ediyor ve ne zaman karşısına cesaret bulup çıksam beni susturuyor ve onu dinlememi sağlıyordu. Giriş kata geldiğimde bir ara Cem'in bana seslendiğini duymuştum ama duramazdım. Yine başım ağrımaya başlıyordu işte. Vale arabamı getirdiğinde hızlıca bindim ama bir süre süremedim. Başımda buluna dehşet bir ağrıyla yine karşı karşıyaydım. Ve aynı şeyler yine oluyordu. Burak ne zaman benimle böyle konuşsa zihnim benimle oyun oynuyordu ama kalbim hep bu oyuna itiraz ettiğinden çaresizce ilaç alıyor ve susturuyordum ikisinide. Daha fazla vakit kaybetmeden arabanın torpido kısmından hıclıca ilacı ve suyumu çıkardım. Hiç düşünmeden beyaz küçük hapı mideme su ile gönderdim ve vakit kaybetmeden gazlayarak buradan uzaklaştım. Hızlı sürdüğüm araba, başımdaki ağrının hafiflemesi ile yavaşladı ve sakinleştim. Hiçbirşey düşünemiyordum. Duygusuz bir robot gibiydim böyle zamanlarda. Bana ne söylenirse yerine getiriyor ve ilaç aldığım için hiç sorgulamadan görevime devam edebiliyordum. Sessiz kaldığında zihnin seninle oyun oynar ve konuşur ruhun ile. Gerçekler aslında çok yakın, ama sen uzaksın gerçeklere.. Sanki bir oyunun içinde olduğumu fark etmeden yarışıyordum. Ama kurallar neydi, ve ben niye oynuyordum? Cevaplar aslında yakın ama ulaşımı zordu. Benim geçmişimi tek bilen ve onu da silen Burak' tı. Çözüm ondaydı ama o düğümlemeyi seçiyordu. Selma hanımın attığı konuma yaklaşırken bu yollar tanıdık geldi. Çünkü üç hafta önce burada, ilk görevimin yerini teyit etmiştim ve demek oluyorduki o gün geç saatte ışığı açık olan ev gerçekten Emir' in eviydi. Evin önünde uygun bir yerde arabamı park ettim ve telefonumun ekranından başörtümü kontrol edip tatmin olduktan sonra arabamdan indim ve kilitleyerek giriş kapısına yöneldim. Dört katlı bir binaydı burası. Dış cephesi beyaz ama balkonları ise turuncuydu. Pek de yeni bir yapı gibi durmuyordu ama eski olmadığı da belliydi. Zillerde isim yazdığından girişim zor olmadı. Ama hala babalarının ismi yazması ise güzel ve hoş bir detaydı bence. Murat Taşkın Aldığım bilgilerle şehit olduğunu biliyordum. Şehitlik makamının ne kadar değerli olduğunu da annem sayesinde bilirdim. Kendisi şehit olmayı çok isterdi ve bana küçükken yatmadan önce savaşta şehit düşen askerleri anlatırdı. Ve tabiki onların cennetteki yerlerini.. Annemin hatıralarını ve kişiliğinin büyük bir parçasını hatıralarımdan aldı Burak. Ne yazık ki hatırlamıyordum nasıl ve neden öldürüldüğünü. Belki de çok istediği şehitlik makamını kazanmıştı ama yinede annem benim için büyük bir soru işaretiydi. Babamın ise kaçıp gittiğini ve belkide hala hayatta olduğunu anımsıyordum. Yada Burak küçükken kulağıma buna benzer şeyler fısıldamıştı. Bunu asla bilemezdim ama yinede ne olursa olsun yanımda değil, sadece uzağımdaydı. Bu yüzden tamamen silinmişti işte benim için. Üçüncü kata çıktığımda evlerinin iki katlı olduğunu anladım. Ama sonradan birleştirilmiş gibiydi çünkü ayrı zillere sahipti. Kapı tokmağına iki kere vurdum ve omzumdan astığım bel çantasının kulpuna asıldım. Kısa süre sonra neşe saçan gülümsemesi ile Ecrin kapıyı açtı. "Hoşgeldin Rüya! Buyur lütfen." Abisinin aksine sarı ve dalgalı olan saçları beline geliyordu ve önlerini arkadan kıskaçlı bir toka ile tutturmuştu. Kısa boyu ve çilli bembeyaz yüzüyle Ecrin çok güzel bir kızdı. İçide güzelliği gibiydi sanki. Küçüklüğünden beri dininden haberdar olması, başörtüsünü bir uzvu gibi benimsemesi ve gördüğüm kadarıyla kendisini dışarıda da, içeride de haramlardan sakınması onu tertemiz kılıyordu. Ben ise onun tam tersiydim. Bir kere kirliydim ben. Ellerimde insanların kanı vardı, kanımda zaman zaman kullandığım maddeler, içki ve haram olan neredeyse her şey bulunuyordu. Ben bunları isteyerek yapmamıştım. Buna mecbur bırakılmıştım. Ecrin'nin aksine daha hafif kaçan bir tebessüm ile, "Hoşbulduk." Dedim ve ayakkabılarımı çıkararak içeriye girdim. Feracemi çıkartmak için davranmıştım ki bir anda üzerindeki kırmızı önlükle, elindeki havluya ıslak ellerini kurulayan Selma hanım beni karşıladı. "Hoşgeldin güzel kızım. Halimi mazur gör. Biraz elim ayağım karıştı." "Estağfirullah Selma hanım. Biraz da benim yüzümden oldu herhalde. Geç haber verdim size. Keşke bir daha uğraşmasaydınız." Gözlerini kıstı ve gücenir gibi baktı. "Aaa olurmu öyle şey kızım. Hem Emir de yok. Güzel güzel yemeğimizi yiyeceğiz. Hem ne iyi ettin de geldin. Bize de şenlik oldu. Ana kız sıkıldıkça birbirimize sarıyoruz Ecrin ile." Ecrin artık bıktığını belli eden bir tavırla, "Aslında ben sarmıyorum anneme. Annem sıkıldıkça temizlik yapıyor, beraberinde beni de sürüklüyor. Daha dün abim gider gitmez bir anda halı yıkaması tuttu. Karşı binada oturanlar yokken rahat rahat yaparız diye gecenin on ikisinde ampül çekip terasta halı yıkadık. Sen düşün. " Ecrin Selma hanımın bakışlarından habersiz olsada ben çok net bir şekilde görebiliyordum. Adeta Ecrin' e bakışlarıyla sus diyordu. Bir Ecrin' e bir Selma hanıma baktım ve kısa süren sessizliği bozmak adına, "Dışarıdan geldim ya, ben bir ellerimi yıkayayım müsaitse. " dedim. Ecrin, "Tabii." Diyerek bana lavabonun yerini gösterdiğinde feracemi çıkardım ve gösterdiği kapıya yöneldim. Ellerimi yıkadıktan sonra aynadaki görüntümden tatmin olduktan sonra yanlarına gittim. Ecrin masaya tabakları diziyor, Selma hanım da salatayı karıştırıyordu. Masadan sandalye çekip oturduğumda Ecrin, "İşlerin nasıl gidiyor Rüya? Kafenin İkinci şubesi ne durumda?" Diye sordu. "Baya yoğun çalışıyoruz, hem kafenin ustaları hemde menüsü için aşçım ve çalışanlarımla. Biraz çalışan eksiğimiz var ama biraz daha inşaat ilerledikten sonra alacağız. Onun haricinde bugün mutfak dolapları ölçüsü almaya gelecekler bende akşam onları teyit etmek için gideceğim." "Hmm," Ecrin biraz düşünceli bir tavırla bana baktığında ağzındaki baklayı çıkarmasını bekledim. "İstersen ben de gelebilirim seninle. Geçenlerde yeni şubeni tesadüfen gördüm ve içini çok merak ettim." Yüzüme biraz zoraki bir tebessüm yerleştirdim. Ecrin asla kafeye gelmemeliydi, çünkü buradan çıkışta Kaan ile buluşup beraber dolap ölçülerini verecektik ve Kaan yarı ödemesini yapacaktı. Ecrin'i orada hayal bile edemiyordum. "Bugün pek durmayacağım orada. Dediğim gibi sadece dolap ölçüsü alınacak ve ben teyit için orada olacağım ama istersen yarın seni geçerken alırım ve gündüz gözü ile daha iyi görüp bir müşteri gibi eksiklerimizi söylersin." "Bana uyar. Evinden çıkarken haber verirsen ben seni kapıda beklerim." "O halde gitmeden numaranı alayım." Ecrin ile numaralarımızı birbirimize verdiğimizde, Ecrin ben teklif etmeden Emir'in numarasını da verdi ve belki lazım olur dedi. Hiç bozuntuya vermeden numarayı aldım ve beraber yemek yedik. Selma hanım ısrarla benim hakkımda sorular sormaya devam etse de hem Ecrin'nin hem de benim tarafımdan bertaraf ediliyordu bir şekilde. Yemekten sonra telefonumu kontrol ettiğimde, Kaan'la buluşmamıza henüz bir saat olduğunu fark ettim. Artık buraya gelme amacımı gerçekleştirme vaktiydi. Hala zamanım vardı. İlk adımı atmak için koyu bir sohbet açmaya yeltendim. Genellikle istediğim bir şeyi insanlar üzerinde direk söylemeden gerçekleştirmek için konuyu konudan saptırır ve istediğimi alırdım. Bir şekilde insanları istediğin şekilde kullanma şekliydi bu. Ecrin 'e Emir ile planladığımız kitap yarışından bahsettim ve hangi kitapları okuduğunu sordum. Otomatikmen bilmediğini, ama odasından bakabileceğimizi söyledi. Emir' in odası üst kattaydı. Siyah ve gri tonlarının baskın olduğu, ama tavanındaki pencere ve evin açısından dolayı ışık alan bir yerdi. Kitaplığı gerçekten çok zengin ve okunası duruyordu ama kendimi bertaraf ettim. "Fotoğrafını çeksem sıkıntı olurmu acaba?" Diye sorduğumda, Ecrin kararsızlıkla, "Bilmiyorum ki, fazla tikli eşyalarına. Aşırı düzenli bir de. Ben normalde o yokken odasının kapısını bile açmıyorum ama sana birşey diyeceğini de sanmıyorum. " Elbisemin cebinden telefonumu çıkardım. "Soralım bakalım nasıl cevap verecek?" Ecrin bir anda yere oturup bağdaş kurduğunda ben de gülerek karşısına oturdum. "Hemen cevap vermeyebilir. Kim bilir şu anda nerededir." Dedi. Mesaj yazarken, "Denemeden bilemeyiz." Diyerek şansımı denedim.
-Bil bakalım neredeyim?
20:19
Beklemeye başladığımız da, önce odayı bakışlarımla süzdüm ardından Ecrin ' e baktım. Uzun saçları oturduğundan yere değiyordu ve sarı renkli, beyaz çiçekli elbisesiyle fazla şirindi. "Fotoğrafını çekebilir miyim?" Dedim bir anda hiç düşünmeden. "Ne?" Evet, biraz beklenmedik olduğunu kesinlikle kabul ediyordum. "Anı ölümsüzleştirelim istedim. Merak etme, telefonumu benden başka kimse elini bile süremez, ama yinede şifreleriz." Omuz silkti ve, "Peki, olur." Dedi. Bir anda kamerayı ona çevirdiğimde aksine yanıma geldi ve kolunu boynuma dolayıp gülümsedi. Kameranın açısını değiştirdim ve bende gülümsedim. İki tane fotoğraf çektim. Ecrin 'nin de görebileceği bir şekilde sormadan Emir 'e attığımda hiçbir şey demedi. Kısa süre sonra Emir 'den bir cevap geldi. Hemde bir fotoğrafla. Yüzü gözükmüyordu ama elinde bir fincan kahve vardı. Her neredeyse orada hava aydınlık gibiydi ve fotoğraf karşı masadaki kadına odaklı çekilmişti.
-Masadaki şahsı yaklaşık iki saattir izliyorum ve onuncu fincanım. Onun yerine yanınızda olmayı tercih ederdim.
20:35
-Üzülme Taşkın. Gelince o da olur. Bu arada kitaplığın güzelmiş. Fotoğrafını çekebilir miyim?
20:37
Bir anda görüldü attı ve cevap vermedi. Açıkçası bozguna uğradım. Acaba bir şey mi sezmişti? Ecrin 'e mimik vermeden, "Şu anda burada olmayı tercih edermiş. Öyle söyledi." Dedim. Ecrin kollarını göğsünde topladı. "Onu istihbaratçı olmadan önce düşünecekti. Neyse, annem galiba çayı hazırlıyor. Ben aşağıya ineceğim, sen de gel istersen." Aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Emir'den izin aldım. Kitaplığın fotoğrafını çekeyim geliyorum. " Ecrin, "Tamam." Dedi ama henüz odadan çıkmadan telefonumun ekranında Emir'in ismi belirdi. Ecrin bunu gördüğünde, "Sen burada konuş, sonra bize katılırsın. " Dedi ve ben birşey diyemeden kapıyı kıvrık bırakıp aşağıya indi. Aramayı cevaplandırdığımda Emir direk söze girdi. "Kusura bakma. Hem görüldü atmak zorunda kaldım, hem de habersiz aradım." "Problem değil." Konuyu uzatmadan direk değiştirdim. "Sen orada gündüzü yaşıyorsun herhalde." "Sorma, " Dedi içli bir ses ile. "Tek alışamadığım şeylerden biri olabilir. Bu yüzden bazen annemi gecenin ikisinde arıyorum. Göreve göre değişiyor." "Hallettin herhalde?" Diye sordum pek de baskın olmayan bir sesle. "Evet, biraz sıkıcı ve kahveli oldu ama hallettim. Bir türlü ilaç direncini kıramadı kadının. Ama şu anda hastane de herhalde. Bu arada, o anda cevap veremedim ama tabiki fotoğrafını çekebilirsin. Hatta ben gelene kadar merak ettiğin varsa al. Ama ben gelene kadar bitir çünkü ben okuyacağımız kitabı buldum. İngilizce okuyabilir misin? Yoksa türkçe çevirili alabilirim. " Henüz bir gün geçmişken o hengamenin arasında kitabı unutmayıp bulmasına şaşırmıştım. "Okurum, problem değil." Emir 'in sesini beklerken arkadan birisini daha baskın bir şekilde duydum. "Hadi be kardeşim. Sen de durdun durdun konuşacak zamanı buldun!" Emir'in sesi ona rağmen gür geldi. "Taner, sus istersen. Bu aralar fazla batıyorsun gözüme." Taner denen adamın sesi kesildi. "Neyse," Dedim sessizliği bozarak. "Sonra görüşürüz. Ben çay içmeye gidiyorum." "Benim yerime de artık bir bardak fazla içersin." "Sen aslında kahve içmişsin ama elbette içerim. Yurdumun çayı başkadır sonuçta." Gülümsediğini sesinden anladım. "O zaman sonra görüşürüz yaralı papatya." Söylediğinin idrakine varamadan dona kalmış bir şekilde zar zor da olsa "Görüşürüz " Diyebildim.
…
Bir papatya bahçesi, ama solmuş çiçekleri Baharı yaşayacağı yerde ölmüş, dayanamamış onun çiçekleri. Güzel bir koku sarmış etrafı, Ama bu iyi değilmiş, zira papatyalar öldüğünde ortaya çıkarmış o güzel kokusunda ki bahar esintisi..
…
Ben ölüyorum anne.. Aynı sen gibi. Ama benim ölümümün tek sebebi yüreğimin bu ihaneti acı çekerek gerçekleştirmesi… ...
İnstagram: yaralipapatya_14 |
0% |