@yazarjose
|
Tanrı’yı gördü ve itaat etti. Şeytan’ı gördü ve isyan etti. İnsanı gördü ve sesini kesti. Narin kız.
"Böyle insanların, cennetten arsa satın aldığı fikri beni dehşete düşürüyor." Bedenimde hissettiğim tek saplantı, kalbime ansızın giren hançerdi. Vurulan, ben değil Arın'dı. Gözlerinden korku bir an geçip gitti, ama bana öyle bir bakışı vardı ki... Kendi için mi, benim için mi korkuyor emin olamadım. Kaşlarını çatıp, dudaklarını birbirine bastırdı acıyla. Soğukkanlı bir duruş sergilemeye çalışıyordu önümde. Kim bilir ona nasıl bakıyordum ki endişesini hemen kendi içine gömme isteği hissetmişti. Kurumuş dudaklarını yaladı ve "Hızlan." Dedi güçlü çıkacağını umduğu, ama acıyla kasılmış bir sesle. Daha da hızlı yürümeye başladığımız sırada, etrafımızdan insanlar kaçışır olmuştu. Onlar bile korkmuştu olacaklardan, bir mermi daha atılırsa kimi bulacak? Biliyordum... Kaçınılmaz sona varmıştık ama inkâr ediyorduk beyhude bir çabayla. Arabayı almaya giden burun kemeri kırık genç adam hariç, yanık izli kız ve siyah saçlı esmer adam, hala Arın'ın yanındaydı. Siyah saçlı esmer adam, silahını belinden çıkarıp arkamızı kollamak için Karan'a doğru tutarken, ardımıza geçti. "Ne oluyor lan?!" diye sordu yüksek ve telaşlı bir sesle. Yanık yüzlü kız ise önümüze geçti, korku ve heyecanla karışık bir sesle, Arın'a "Dayanabilecek misin?" diye sorduğunda, sert bir bakışla cevabını aldı. Arın çok sert bakmıştı kıza, neredeyse ondan nefret ediyormuş gibi. Arın'ın omzuma attığı sol kolunun eli, başımı sol tarafından kavramıştı. Eli başımdan düşene kadar, bende Arın'ın dayanabileceğini düşünmüştüm o birkaç saniye için. Dayanamaz. Durmalıyım, eğer Arın kurtulmak istiyorsa, kutlama partisindeki doktorlardan birinden yardım almalı. Burada kalmalı. Ya da beni bırakıp çabucak gitmeli. Neresinden vuruldu ki? Sırtından girdi kurşun ama... tam yeri bilmiyorum. Ya sakat kalırsa? Hayır, lütfen… Kırık bir sesle, "Arın." Dediğimde, sol kolu boynuma biraz daha dolandı. İzin vermeyecekti. O zaman, korkmasının nedeninin vurulmak değil de beni buradan çekip çıkaramazsa başıma gelecekler olduğunu anladım. Yine de beni bırakmamak da bu kadar inat etmesinin tek nedeninin bana acımak olmadığını; kendiyle alakalı bir şeylerle mücadele etmekle alakalı olduğunu da hissettim. Ama o şey her neyse, çözümü olmadığımda açıktı. O halde, beni kurtarmak için canını tehlikeye atmasına gerek yoktu. Biliyorum. Biliyorum... Durmalıyım. Sağ kolumu beline doladım ve benden destek almasını sağladım. O an, Karan'ın hırsla anlamsız kelimeler bağırdığını ve ardından balkondan atladığını duydum. Davetliler tekrardan bir şaşırma nidası kullanmadan duramamışlardı. İyiden iyiye meydandan geriye çekildiler korkuyla. Arın ve ben daha da hızlandık. Arkamızı kollayan siyah saçlı esmer adam, elindeki silaha rağmen, Karan onun üstüne delirmiş gözler ve öfkeden kıpkırmızıya dönmüş bir ifadeyle gelince geriledi. Tırsarak "Uzak dur!" diye bağırdı. Karan gözünü bile kırpmadan, siyah saçlı esmer adamın elindeki namluyu ucundan kavradığı gibi adamı silahla birlikte öteye savurdu. Gözlerimi kapatıp, Arın'ın beline daha sıkı sıkı sarılacak kadar bencil olamadım o an. Akciğerlerimden zehirli bir buz kaydı yüreğime, bıraktım onu. Ve anında, tıpkı düşündüğüm gibi, dünyadaki tüm gölgelerin yüzüne düştüğü bir ifadeye sahip olan Karan, belimi iki eliyle sardığı gibi beni kendine çekti. Sanki oyuncağını geri alırmış gibi... o….u çocuğu. Sırtım göğsüne çarptı. Sol kolu ile bedenimi tamamen sarıp beni gövdesine hapsetti. Asla bırakmayacaktı. Sağ elinin, daha yeni silahını yerleştirdiği beline gittiğini görünce, onu durdurmak için sağ elimi savuracağım an, elimin boşta olmadığını fark ettim. Arın elimi tutmuştu, ben onu bıraktığım gibi. Bana şaşkın bir ifadeyle bakıyordu, onu bıraktığım için. Arın sol eliyle benim sağ elimi kavramıştı evet, ancak Karan ile beni ayırmak için iki adım öteye bile gelemezdi; çünkü o da birileri tarafından tutulmuştu anında. Yanık izli kız, adamları Arın'dan ayırmaya çalıştı bir an, ama sonra durdu. O da Arın'ın tutulmasının daha iyi olduğunu anlamıştı. Beni burada bırakmasının daha iyi olacağına hepsi hem fikirdi. Çünkü ben, bu parlak çocuğun bir kahramanlık hevesi uğruna hayatını mahvedeceği değersiz bir canım. Arın'ın yanındakilerde, tıpkı diğerleri gibi bana yardım etmeyi düşünmüyorlardı. Hatta, az önce, Karan'ın geriye fırlattığı siyah saçlı esmer adam tutmuştu ilk Arın'ı. Yapmamasını söylüyordu, beni bırakmasını söylüyordu Arın'a. Korkuyla açılmıştı siyah saçlı esmer adamın gözleri. Eh, karşılarındaki Karan Sezer Şahin. Şahin ailesinin bir sonraki varisi ve onun mekanındalar. Bu zengin mafya bebeleri başlarına neler geleceğini Arın'ın aksine hayal edebiliyordu görünen o ki. Yine de... kızmadan edemedim. Onları iğrenç bulmadan edemedim. Konu ben değil. Konu, benim gibi bir durumdaki herhangi bir insanı, sırf götleri biraz daha rahatta olsun diye görmezden gelmeleri. Böyle insanların, cennetten arsa satın aldığı fikri beni dehşete düşürüyor. Yanmalılar. Arın, Karan'a karşılık olarak küfredecek kadar bile kendinde değildi. Yüzünü 'hayır' anlamında buruşturuyordu sadece. Ve kafasını hızlı hızlı iki yana sallıyordu. Sıkı sıkı kavradığı elimi tutmak bile çok zor geliyordu aslında ona, görebiliyordum. Karan nefret dolu, öfkeden patlayan bir sesle "A…. koyduğumun p…!" diye bağırırken, sağ kolumu da kavradı. Beni Arın'dan ayırmaya çalışırken, Karan, "Bıraaaaağk!" diye parçalanan bir sesle çığlık attı. Geriye çekiyordu beni. Arın, Karan'ı takmayıp, hırıltılı ve yabanıl bir sesle "Eren, gel!" diye bağırdığı sırada, ortalık karışmaya başladı iyice. Davetlilerin arasından gelen Şahin ailesinin adamlarını görebiliyordum. Her bir saniyenin getirdiği şey, Arın'ın ölümüydü. Gözlerim etraftan Arın'ın gözlerine kaydığında, onun sadece ellerimize baktığını gördüm. Son bir nefesin gayretini taşır gibi kısılmıştı gözleri, yüzü buruşmuştu. Nefesi kesilmişti çoktan, nefes almaya ihtiyacı olduğunu ona söyleseydim bile beni dinlemezdi ama. Kıpkırmızı kalmıştı, alnındaki damarları belirginleşmişti. Karan ise kolumu kırarcasına sıkı sıkıya çekiyordu. Parmaklarımızı birbirinden ayırmaya çalışan ilk kişi, yine, ben oldum. Şaşırdı, gözleri bana kaydı. Dört kişi onu benden ayırmaya çalışıyordu ama o, benim zaten halihazırda beceriksiz parmaklarımın ondan ayrılmak istemesine mi şaşırıyordu? Zaten el ele kalmamızı sağlayan onun tükenen gücüydü. Ben elimi ondan kurtarırken, o daha sıkı kavramaya çalıştı. Ancak hem vurulmuştu hem Karan ile dövüşmüştü hem de onu altı kişi tutuyordu. Ve... Karan da beni kapmıştı. Ben de… ellerimi Arın'dan ayırmaya razı gelmiştim. Kıpkırmızı kalan yüzündeki simada, pes etmek bir yana dursun gayret gittikçe arttı. Her bir saniye öncekinden daha da inatçı oluyordu. Ben de seninle gelmek istiyorum. Ağzından kan geldiğini görmem üzerine, elimi kalan son gücümle tamamen çektim Arın'dan. Ellerimiz ayrıldığında, Arın bana doğru yürümeye çalıştı pes etmeyerek, onu tutan altı kişiyi üstünden ittirmeye çalışıyordu inatla. Onu tutanlara karşı sağlam bir küfrü ciğerlerinden gelen bir hiddetle, gürleyerek savurduğu sırada, onun küfrü bitmeden; "Arın git!" diye bağırdım tüm gücümle. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Çünkü gitmesini, beni bırakmasını istemiyordum. Beni dinlemedi. Belki de duymadı. Ruhu, aklı ve yüreği sadece tek bir şeye odaklanmıştı. Karan elimi Arın'dan ayırmam ile, kolumu da tamamen geriye çektiğinde, sağ kolumu göğsüme bastırdı. İki eli de beni sımsıkı sarıyordu, sırtımı da kendi göğsüne bastırmıştı ve karnımın üstünde birleşiyordu kolları. Beni öyle sıkıyordu ki, sanki sırtımdan onun göğüs kafesinin içine geçmemi istiyordu. Karan da şaşırmış bir yüzle, hala direnmeye çalışan Arın'a bakıyordu. Arın'ın bu kadar inatçı olması onu bile afallatmıştı. Karan ve benim için beklenmedikti bir itfaiyecinin varlığı. Sonuçta Karan ve ben, eskiden bu malikanedeki iki çocuktuk, hiç kurtarılmamış. Birbirleri hariç dayanakları olabilecek kimse olmamış. Ama benim için başka biri, bir itfaiyeci olursa... Karan bunu kaldıramazdı. Benle aynı şeyi düşünmüş olacak ki, Karan'ın sağ eli, yakalayamadığım bir hızla beline gitti ve eline aldığı silahı Arın'a yöneltti. Hiç beklemeden sıktığında, çığlık atıp silahın önüne ellerimi getirmeye çalıştım. Bacaklarımdan tüm güç uçup gitmişti. Endişeden aklımı kaybetmek üzereydim. Benim yüzümden! Benim yüzümden olmuştu bu! Hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır-SÖZ VERİRİM, TANRI! SÖZ VERİRİM Kİ SESİMİ KESERİM AMA-HAYIR! Karan, beni sol koluyla kavramış ve kendi gövdesine sırtımdan yapıştırmış olmasa, yere kapaklanırdım çaresizlikten ve üzüntüden. Ellerimde kurşun yoktu. O zaman... tutamamıştım. Durduramamıştım mermiyi. Bakamadım Arın'a. Düşmemek için istemsizce tutunduğum Karan'ın koluna sapladım tırnaklarımı. Tırnaklarımla öldüreceğim onu diye düşünmüştüm anlık bir delilikle. Anında dolan gözlerimi acıyla kapattım ve hıçkırdım. Sesim içime kaçmıştı, dudaklarım hafifçe aralıktı ama hiçbir şey dökülmüyordu boğazımdan. O on saniye, yemin ediyorum ki zaman durmuştu benim için, nedense, Arın'ın ölümü bana korkunç bir cinayetten bile çok daha fazlası gibi gelmişti: Kıyamet Sur'ası üflenmiş, hiçbir köşesi ya da zemini olmayan bir karanlığa düşmüşüm gibi. İnsan kavramının ölümü gibi. Çok uzun zamandır yabancı kaldığım bir şeyin ölümü gibi. On yıl sonrasına ait gibi gelen, Arın'a ait, zayıf ve boğuk, "Hey," diye bir ses duyduğumda aklım yerine geldi anca. Tuttuğum nefesi bile vermeden, yukarı, Arın'a çevirdim gözlerimi. Islak gözlerim sonunda Arın'a döndüğünde, bu seferkinde vurulmamış olduğunu gördüğümde, içim hiç rahat etmedi. Edemezdi artık. O buradan gitmeden, hiç tanışmamışız gibi olmadan... İçim asla rahat edemezdi. Kurtulmalı! Arın'ın gözleri bendeydi. Onun da gözleri dolmuştu çaresizlikle, daha fazlası elinden gelmiyordu. Bunu o da anlamıştı ama kabul etme isteği yok gibiydi. Bana 'Özür dilerim.' der gibi bakıyordu ya da 'Sen bari elimi bırakma.' Der gibi. Elimde olsaydı bırakmazdım. Bırakmadı ama beni, hiç bırakmadı. Son ana kadar, aslında o zaman da bırakmadı. Çekiştirmeye devam etti. Ölecekse vurulduğundan değil, çabalamaya son ana kadar devam ettiğinden ölecekti. Sonra… Gözleri benden arkaya, Karan'a kaydı. Ona öyle korkunç ve kan dondurucu baktı ki, Karan'ın nefesini tuttuğunu hissettim. Arın'ın yüzü, aleme ibretlik yeminler ediyormuş gibi aydınlanmıştı. Nefreti ve öfkesi çirkinleştiriyordu onu. Bana iyi gelen bir çirkinleşmeydi. Karan'a şimdiye kadar nasıl bakmak istediysem, Arın tam olarak öyle bakıyordu Karan'a. Bedduaların kasvetiyle dolmuş yüzünün çukurlarında, gaddarlık emareleri geziyordu. Sonra yüz ifadesini çok çabuk değiştirerek, bana döndü inançlı bir yüzle. Bir şey demek istedi, ama diyemeden, birden fişi çekilmiş gibi çöktü yere. Gözleri kapandı, kıpırdamıyordu. Onu tutan adamlar bu sefer yere kapaklanmasın diye tutuyorlardı Arın'ı, geriye çekmek için değil. Arkadan onu sarmış olan, Karan'a öncesinde silah doğrultmuş kişi, siyah saçlı esmer adam 'Doktor' anlamında bir şeyler bağırdı ama ben duymuyordum. Az önce aklımın fişi çekilmişti. Aptal gibi bakıyordum Arın'a. Öldü mü? Niye böyle oldu? Benim kurtulmak istemem, her defasında birilerini öldürüyor. TANRI! SANA SÖZ VERİRİRİM DEDİM! SÖZ VERİRİM DEMİŞTİM! AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA-GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER GEBER!- Aklım, bilincimin parmakları arasından kayıp gitmişken, Karan beni daha da sıkı sardı ve tekrar silahı kullanmaya çalıştı. Nedense, onda Arın baygınken onun işini hızlı hızlı bitirmek isteyen bir korkaklık seziyordum şimdi de. Titriyordu göğüs kafesi. Ama nafile, kurşunu bitmişti silahın. Ne kadar tetiğe bassa da işe yaramadı. Ancak başka bir silah daha alıp Arın'a sıkamamasının sebebi, Adil Vedat'ın gelip Karan'ın silahlı elini kavramasından dolayı olmuştu. Karan babasına delirmiş bir ifadeyle bakarken neden Adil'in kendini engellediğini soramadan, önceden Arın'ın araba getirtme isteğini ikiletmeden yerine getirten; yanık izli kız, Arın ile bizlerin arasına girdi ve "Bırakın! Ona zarar veremezsiniz! Arın Kor Aslan o. Baykal'ın köpeklerine benzemez." Diye bağırdı nefret dolu, titrek bir sesle. Baykal'ın köpekleri? Anlamayarak kıza döndüm. Baykal'a laf edenler ancak Sahir şehrinden olanlar olabilirdi (Ki o zaman bile karşınızdakiler Şahinler ise, iki kere düşünmelisinizdir.). Ancak bu yanık izli kız, eğer yanılmıyorsam Elif Yaren Karakurt'tu. Baykal'daki önemsiz bir mafya ailesinin kızı. Şahinlerin yüzde biri kadar mal varlıkları olduğunu bile söyleyemem. Karakurtların, Arın diye bir oğulları var mıydı ki? Hayır, olsa bilirim. O an, aklıma, Karan'ın bana önceden anlattığı başka bir şey geldi. Bildiklerim azdı ama şöyleydi: Sahir'deki Orhanlılar ailesine; aslında ülkedeki tüm mafyaların bağlı olduğu aileye, yakından hizmet eden bir aileydi Aslan ailesi. Ekonomik olarak zirvede olsalar da Karam Orhanlı tarafından dize getirilmişlerdi. Arın da bir sebepten, Sahir'den buralara sürülmüş varisiydi Aslan ailesinin. Arın Kor Aslan'ın, Baykal'da o denli sessiz ve gölgeler arasında bir yaşamı vardı ki, altı yıldır buralarda olmasına rağmen neredeyse hiç göze batmamıştı. En azından bizim dikkatimi çekecek kadar. Fakat, fark eder mi? Gerçekten sürülmüş bir varisse bile, hala Baykal için fazla kıymetliydi. Çünkü o... Hiç çocuğu olmayan ve tüm mafya alemini kendi avuçları arasında toplayabilmiş adamın; Karam Orhanlı'nın ‘favori’ yeğeniydi. Bu, onu ömrü boyu el üstünde tutmaları için yeterli bir sebep. Karan'dan, Arın Kor Aslan hakkında şimdiye kadar öğrendiğim her şey bu kadardı. Muhtemelen Adil Vedat'ta bu yüzden oğlunu durdurmuştu. Arın'ı öldüremeyeceklerinden. Arın hakkında bundan daha fazlasını ise asla öğrenemeyecektim. Çünkü ben burada kalacaktım ve o da kesinlikle Sahir'e geri gönderilecekti. ... Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ? Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. Ɑɛи ɮʊʀα∂α ʞαʆαɦαցїɱ. ................................................................................................................................................................................ Sakın. Ağlama. Eren. . Sorun yok, rahatladım. O kurtuldu işte. Bu durumda ne kadar rahatlanabilirse. Elif Yaren Karakurt, "Karam Orhanlı'nın yeğeni o, nasıl bir tavır takınacağınızı iki kere düşünün!" Diye bağırmaya devam ettiğinde, gerçekliğe döndüm tamamen. Elif Yaren'in bu sözleri üstüne davetlilerin hepsi tamamen sessizleşti. Buradaki herkes, Şahinler de dahil, Karam Orhanlı'nın köpeği olmak istiyordu. Ve Baykal'daki sorumluluğun çoğunu üstlenmiş Şahinler, sadece Karam Orhanlı'nın gölgesi olabilirdi bu ülkede. Davetlilerin tuttukları taraf aniden değişti. Herkes Arın'a yamanmak isterdi şimdi. Çoktan bayılmış olan Arın'a. "Doktor olanınız yok mu?" diye bağırdığımda, hemen ses eden açgözlü adamlar ve kadınlar oldu. Karan ise ifadesiz bir yüzle Elif Yaren Karakurt'a bakıyordu hala. Başta gerilmiş olmasına rağmen, kendini çabucak toparlamıştı. Arın'ın ona attığı bakıştan az önce o kadar korktuğu için, şu an muhtemelen içten içe kendine sövüyordu hatta. Karan'ın gözleri bir an çevreye kaydı, kimlerin Arın'a yardıma gittiğini kaydediyordu belleğine. Ona göre tavır alacaktı artık yardım edenlere karşı. O bir gün korkunç bir lider olacaktı, Adil Vedat'ın Karan'dan bu kadar umutlu olması çok normal. Elif Yaren'e döndü. Boş, donuk bir ifadeyle bakıyordu kıza. Karan görünürde bu bilgiye karşı kayıtsız ve ilgisiz gözükmeyi başarmıştı. Zaten bunca zamandır, birbirlerinin kemiklerini kırdıkları sırada onun Arın Kor Aslan olduğunu da biliyordu. Karam Orhanlı'nın yeğeni olduğunu da biliyordu. Ancak... malikanenin içindeyken Arın'ı kendinden üstün görmemişti. Hayır, direk buradaki herkes; Karan'a göre kendinden aşağıdaydı. Normaldi bu, o şimdiye kadar bu şehrin Kara Prens'i olmaya alışıktı. Bir başkası? Onunla nasıl yarışabilir? Eş değer görülebilir? Kaldı ki Arın, Sahir'den sürüldüğüne göre tamamen terk edilmişti. Karam Orhanlı tarafından bile. Diğerleri, Arın'ın sürülmesi gerçeğine odaklanamazken, Karan'ın direk buna odaklanıp yargıyı koyması, zaten onu diğer herkesten kayırabilen asıl diktatör vasfıydı. Elif Yaren'den Arın'a kaydı yabanıl ifadesi, umursamaz bir delilikle, gülerek "Sence s…mde mi? Karıma el sürdü. Öldüreceğim-" diye bağırdığı sırada Adil Vedat'ın "Karan!" diye gürlemesi üzerine, Karan dahil herkes irkildi. Bir ben, bir ben Arın'a odaklı kalmıştım. Adil Vedat'ın istediği o racon sessizliği ona verilemedi böylece, "Durmayın, onu terk ederseniz hesabı nasıl vereceksiniz?" diye hemen onun gürlemesinin ardından; Arın'ın yanına gelmiş, başında bekleyen takım elbiseli ya abiyeli doktorlara bağırmıştım çünkü. Adil Vedat bana öfkeli bir ifadeyle baktı, burnundan soluyarak; zaten ona kilitlenmiş Karan'a döndü ve "Kızı kaybetmek istemiyorsan, git Karan." Dedi. İkimizde afallayarak, şaşkın bir şekilde Adil Vedat'a baktık bunun üstüne. Bu mümkün müydü ki? Titredi. Karan, Arın'ın ona az önceki bakışında, titrediği gibi tekrar titredi. Ciğerlerine bastırdığı sırtımdan hissettim bunu, yine. Benim de tüylerim diken diken oldu. Karan'ın sol kolu, beni gövdesine daha çok bastırdı. Nefesim kesiliverdi bunun üstüne. Bacaklarım çırpınmaya başladı. Acıtıyordu canımı. Karan her zamanki gibi şaşkınlığının ve korkaklığının acısını benden çıkarmaya çalışıyordu, ama bende onun kadar şaşkındım. Karan'a söyledikleri ikimize de hep imkânsız gelmişti yalan yok. Bir gün kaçacağımı biliyordum, ama kimsenin bu konuda bana yardımcı olabileceği fikri geçmiyordu aklımdan uzun bir süredir. Birkaç saniye donuk bir yüzle durdu Karan. Sonra, silahı babasının eline bıraktı. Arın'a son bir bakış atıp, beni kendine bastırmayı kesti ve hiç beklemeden kucakladı. Bacaklarım gövdesinin ardında, sırtından dökülüyordu. Göğsüm gövdesine çarpıyordu. Kollarım açıktaydı. Çocuk gibi almıştı beni kucağına. Gözlerim hala daha Arın'da olduğundan, ilk iki üç dakika ona tepki vermedim. Anca, doktorların birbirlerini onaylayan gergin başları ve gelen arabaya bindirilmek için Arın'ı hazırladıklarını kavradığımda; iyileşeceğini anladım. İçime çektiğim tüm tatsız havayı, rahatlayarak dışarıya verdim. Tabi, bu rahatlamam çok kısa sürdü. Kendi başıma geleceklerin bilincine vardığımda rahatlama anı sora erdi. Malikanenin merdivenlerine varmıştık bile. Geri dönüyoruz. Hayır! Tekrar, bir kere daha katlanmam mümkün değildi bunlara! Hele insanlar benim burada zorla tutulduğumu bilirken. Artık, insanlar Eren İpek Şahin'i ne diye anacaklardı? Burada, utanması gereken suçludur bunu biliyorum, ama bunu bilmem bana nasıl bakacaklarını, bunun beni nasıl dehşete düşürdüğünü değiştirmiyor! Kıpkırmızı kaldım utançtan, hepsi bana bakıyordu yan gözle ve sessiz bir suratla. Boş yere olay çıkarmış, geceyi mahvetmiştim. Ha... Boş yere. Düşünüyor, konuşuyorlardı. Eren İpek Şahin, üvey abisi tarafından zorla o evde tutulup; istismar ediliyor demek... Annesi o…….u, ondan gelen genlerindendir bu. İstismar? Ha, kes Allah aşkına. O kız aptalın teki olduğundan böyle olduğunu iddia ediyor. ... Para koparmaya çalışıyor olmasın? Belki birileri, onun o kuru götünü satın almıştır zavallı Karan'a iftira atması için? Kara Prens'in karısı diye bahsettiği kişi olmak, ah, eğer o fırsat bana verilseydi... Anlamadım. Ha, yani... Herhalde o, Kara Prens'imizi istismar ediyor. Onun gibi bir adam, niye buna ihtiyaç duysun ki? Ne kadar sinsi bir sürtük olduğumu anlatacaklar; ardından... halimi gördüklerini hatırlayacaklar. Sonra… İçsel bir zihinle, burada asıl eziyet görenin ben olduğunu bildiklerinden, zavallı ve acınası olduğumu da düşünecekler! Böyle bir çelişkinin içine düşmek, bahsedilen iki şeyden herhangi biri olmaktan daha kötüydü. Nefes alamadım, dehşet içinde kalmıştım. Merdivenleri çıkmaya başladığımızda, kucağında olduğum Karan'a döndü bakışlarım. Hala daha niye ona dönüyordum ki? Ben... sanırım gerçekten hastayım. Hastayım ki, onun bana böyle bakmayacak; gerçek benim zayıf ve boyun eğmiş bir zavallı olmadığımı ya da sinsi bir sürtük olmadığını, bilen tek kişinin o olduğunu biliyorum. O yüzden ona kayıyor gözlerim. Ama beni tutan da bana bunları yapan da oydu. Kim olduğumu bilen, beni dinlemiş ve beni görmüş tek kişi bana bunları yaptıysa... Ve beni buradan çıkarmaya çalışan tek kişi de neredeyse ölecek hale geldiyse... Tüm bunların başıma gelmesini sahiden hak etmiştim belki de. Göz göze geldiğimizde, Karan'ın bana bilmiş, keskin bir tavırla baktığını gördüm. 'Al işte, bak. Kendini insanlara nasıl gösterdin? Her şeyi ne hale getirdin? Sonunda... sorunun sende olduğunu anladın mı?' demek ister gibiydi bakışları. Gözlerindeki keskin tavırla ifade ettiği bu durum hariç, yüzünü okumak zordu. Çenesi kasılmıştı, neler yapacağını düşünüyor olmalıydı. Ne sapık ne de zeki bir yüzdü ondaki, sadece bilinmezlik vardı yüzünde. Kendi de kendini kestiremiyor gibiydi. Merdivenleri çıkmaya devam ettiğimiz her basamakta, Karan bana bir kere daha kanıtlıyordu sanki; buradan kaçış olmadığını. Hayır. Bu son. Bundan sonra kaçış yok. Artık her şey daha da zor olacak. Alt dudağım açıldı korkuyla, gözlerim anında doldu. Elimden bir şey gelmiyordu ve... Şu an boğazımda zinciri kopuk bir tasma var. Herkes onu da gördü. İyi olduğunu bildiğim her şey, içimden yitip gidiyor ve beni biçare halime terk ediyordu. Bu... nasıl bir aşağılanma böyle? Nasıl dayanırım? Yo. Yo. Yo yo yo yo. YOK! YOK! AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA! Ellerim can çekişen bir hayvana aitmiş gibi çırpınmaya başladılar ve kendimi Karan'ın üstünden atmaya çalıştım. Görünmez dalgalarla boğuşuyormuş gibi, hareket etmekte zorlanıyordum. Tüm gücümle, "Yardım edin!" diye haykırdım. Mosmor boğazım yüzünden sesim parçalara ayrılarak, çatlak çıkıyordu. Çok acıyordu boğazım, ses tellerim kopacaktı. Bunu bekliyormuş gibi, Karan hiç tepki vermedi; sadece gözleri benden önüne döndü. Hızlandı. Bacaklarımı daha da fazla sallamaya başladım. Ellerimi yumruk yapıp Karan'ın kafasına vurmaya başladım ve "Yardım edin! Bu piç beni zorla tutuyor!" diye bağırdım tekrardan. Ciğerlerimi patlatacak kadar yüksek çıkıyordu sesim. Öyle korkunçtu ki sesim... Parçalara ayrılmış, dehşete uğramış, bir zavallı gibiydim... korkutuyordum insanı, çektiğim acıyla. En azından küçük bir çocuğun, sesimi duysa dehşet ve korkudan donup kalacağına emindim. Nasıl... Hiç acımıyorlar? Erkeklere bakmıyordum, bakmıyordum çünkü biliyordum. Daha ne istediğimi düşünüyordu hepsi. Baykal Şehri'nin Kara Prens'i bana aşık! Değil mi? Sadece, merhameti kadınların yüzünde arıyordum ama onların hepsi de donuktu. Bana sunulan kara yazgıyı kabul etmem gerektiğini mi düşünüyorlardı? Tıpkı her adi anne gibi. Bu kadınların kimi kocası sayesinde buradaydı, küstahlığıma gözleri kısık bir şekilde bakıyorlardı. Kimi ise kendi ailesinin patronuydu, politik bir hatanın kendi ailesine nasıl zararlar vereceğini; kim bilir belki de sevdiklerini canından edeceğini biliyordu. Öyle olmayanlarda, sadece bakışlarını kaçırdılar. Tırnaklarımı Karan'ın yüzüne geçirdim, "BIRAK!" diye tüm gücümle haykırdım. "Bırak Karan bırak!" diye devam edip yanaklarına yumruk atmaya başladığımda, artık ağlıyordum. Boğazım çok acıyordu, biraz daha haykırmak istedim ama sesim anlamsız ve hırıltılı çıkıyordu. Karan'ın, o al yanaklarını morartıyorlar diye o kadar ağladığım senelerin sonunda, çocukluğuma ihanet eden ben miydim bu yumrukları var gücümle onun yüzüne indirirken? Hayır, hayır, hayır... Onlar bunu istiyorlar! Böyle düşünmemi! Aptal Eren, uyan, uyan! "Bırak!" diye tekrar bağırdım ve bu büyük bir hata oldu. Yoğun bir kan tadı hissettim ağzımda. Can çekişiyordum boğazımdan dolayı, nefes almak bile zordu. Karan'ın gözlerine batırmak için baş parmaklarımı gözlerine getirdim. Tırnaklarımı korneasına geçirecektim ki, göz yuvarları yukarıya döndü, önündeki yoldan. Kırpmadı gözlerini, sadece bana baktı. Durdum. O.... eğer bunu yapmaya çalışırsam, karşılık olarak benim gözlerimi oyacak. Böylece bir daha asla kaçmaya çalışamam. Merdivenlerin başındaydık şimdi. Ben kucağında olduğumdan ondan daha yüksekteydim. Onu ve ardında, merdivenlerin aşağısında kalan onca insanı görebiliyordum. Hepsi, beni izliyordu. Ne için direndiğimi anlayamıyorlardı. Doğru olanın bu olduğuna hepsi emindi. Hepsi. Karan kapıdan içeriye girmeden önce durmuştu. Daha iyi anlayabilmem için, gördüklerimi zihnime kazıyabilmem için beklemişti birkaç saniye. Onların ne düşündüğünü anlayabilmem için. Gözlerim annemi buldu. Neden... Neden gözlerim o kadını bulmaya devam ediyor?! Ben aptal mıyım? BEN APTAL MIYIM? "A-ağnneğ." Diye geveledim konuşabildiğim kadarıyla. Sesimi kendim bile duymamıştım ama o, beni gayet net duydu. Beni duyduğunda rahatsızlıkla geriledi annem, misafirlere dönüp gülümsedi ve "Hasta o, abisi onu korumaya çalışıyor da." Dedi. Kimsenin Karan'ı, benim üvey abim olarak gördüğünü zannetmiyorum artık. Elif Yaren'e diklenirken 'Karım' diye bahsetmişti benden... şimdi düşünüyorum da bunu da bilerek yaptı. Arın kendine geldiğinde olur da vazgeçmemişse; tekrar beni kurtarmayı denemesin, çevresindekiler ona anlatsın diye. ‘Onlar evliler, karışmamalısın’ desinler diye. Çünkü biriyle evli olmanız, yaşadıklarınızı toz pembeye çevirmeye yeterdi. Annemin sözleri beni nasıl hala böyle yıkabiliyordu, onu hala nasıl annem diye düşünebiliyordum ben de bilmiyorum. Belki de ona çok değer verip çok yanılırsam, bir kere ondan vazgeçtiğimde tam vazgeçmiş olmayı umuyordum. Aklımı kaybedeceğim, niye hep böyle oluyor? Ne kadar çabalarsam çabalayayım... Dört adamı öldürdüm bugün buradan kaçabilmek için, tüm insanlık benim nelere maruz kaldığımı öğrendi. Kaçmam artık imkânsız gibi bir şey ama annem, benim lanet annem bile... LAN ANNEM BİLE! Karan donuk bir sesle, "Anladın mı artık, her şeyi?" dediğinde ona dönmedim. Dalgın gözlerle bir anneme bir insanlara bakıyordum. S….ğimin narsist psikopatı, kendince şefkatli bir sesle, "Sarıl bana." Diye devam ettiğinde, ona sarılmadım. Hayır, hayır, sen... olamazsın. Sığınacağım sen ya da başka bir yer olamaz. Sen beni sevemezsin Karan. Kolları beni daha da sıkı sardı, ilerlemeye devam ettik. Şahinlerin doktoru ve ekibi bizi kapıda bekliyordu. Karan, avuç içi vurulmuş sağ elini ona gösterdiğinde, genç doktor soğukkanlı durmaya çalışarak, derin bir nefes aldı. "Sizi hemen muayene odama almalıyız!" dedi hararetlenerek. Adil Vedat'ın paranoyaklığı sağ olsun, evde tam on iki tane muayene vardı. İkisi de zemin katta. En yakın muayene odasına gittik. Beni iki sedyeden bir tanesinin üstüne bıraktığında, Karan yüzüme bakmadı. Biliyorum. Mantığı, artık kaçmak konusunda diretmez; kişiliği gereği benim eşim olmayı kabul edecek diyordu ona. O yüzden bir yerde bu işin kendi kârına olduğunu düşünüyordu. Duyguları ise... Kıskançlığının ona cinnet geçirmesi için nasıl bir baskı yaptığının farkındayım. Doktor ve ekibi sadece onun etrafında toplanmışlardı sanki ben sağlammışım gibi. Karan hemen sağındaki kıza, "Ona," diye mırıldandı ve yaralı elini ıslak bir bezle silen doktora döndü. "Kurşunu kendim çıkardım." Dedi. Doktor başını onaylayarak salladı, bir yandan da hararetli hararetli konuşmaya başlamıştı. "İlk bize gelmeliydiniz, aklınız neredeydi ki böyle bir şeyi yaparken? Yara daha da kötü duruma gelmiş. Ah, korkarım ki-" Çatlayan ve acısından, boğazıma bin iğnenin battığı sesimle, "Doktor." Diyerek adamın sözünü kestim. Boynumu geriye atmıştım. Etimden kan geliyordu. Hemşire kız korku dolu bir ifadeyle; mosmor olmuş, yer yer kanlanmış ve hala geniş bir tasmanın takılı olduğu boynumu temizliyordu. Sağlık ekibinin burada yeni olduğu çok belliydi. Bizim deliliklerimizi anlatmamış mıydı kimse bunlara? Boğazım şişmeye başlamıştı, parçalanan sesimle, doktora dönerek "Sessiz ol, sessizce işini yap. Kendin için." Dedim. Yanımdaki hemşire kızın gözleri dolmuştu. Acıyordu bana. Acıyordu. Ağlama, çünkü ben de ağlamak istiyorum ama ağlayamam. Yapma, iki güne alışacağın şeyler için beni kırma. Doktor bana kısık gözlerle baktı küçümseyerek, kendimi tutamayıp kafasına bir tas fırlatacaktım en sonunda. Evet, dünkü ben olsa bunu yapardı. Ama bugün... bugün çok yorgunum. Doktoru bugünlük sağ salim bırakacağım. Sözlerimi kale almayan Doktor, Karan'a döndüğünde kilitlendi. Onu neden uyardığımı anladı. O kadar söylenmesinin, Karan'da nasıl bir etki yaratacağını kestirememiş olması normaldi aslında. Karan yıpranmış sinirlerini yabancıların, hele ki yeni işe girenlerin önünde normalde çok iyi bastırırdı. Bugün hariç. Ve o zaman bilmiyordum ama, bu geceden sonra artık bastıramayacaktı sinirini. Karan'ın ona sonuna kadar açılmış gözleriyle, mimiksiz bir yüzle bakması, doktorun aklını kaybetmesine yetti. "Y-yüzünüzü ve elinizi en iyi şekilde tedavi edeceğim." Dedi gözleri yaralı ele dönerken, korkuyla. Karan sakin tutmaya çalıştığı bir sesle "Güzel." Diye geveledi. Yan gözle benimle ilgilenen kıza baktı, "Şu sulu göz kıza acıdığımdan sana yirmi dakika vereceğim." Dedi. Doktor dehşet içinde kalarak "Yirmi?" diye tekrar etti. Karan'ın ifadesi benim donuk ve memnuniyetsiz bakışlarıma kaydı. Sedyede oturur pozisyondaydım, avuç içlerimi kalçalarımın gerisinde bir yere yaslayıp, sırtımı o yöne doğru bırakmıştım. Bakışlarımı yavaşça Karan'dan sulu göz kıza çevirdim. Kız tamamen bana dönmüştü, gözleri far görmüş tavşan gibi açıktı ve titremeye başlamıştı. Karan'ın onu kastettiğini anlaması bile üç buçuk atmasına yetmişti. Benim yerimi alabileceği düşüncesinin onu bu kadar ürkütmesi canımı daha çok sıkıyordu. Karan'ın belli belirsiz sırıttığını hissedince ona döndüm tekrardan. Zavallı herif, onu kıskandığımı zannetmişti. Iyk. Doktor koluna şırınga dayayıncaya kadar, bugün olan her şeyi unutmuş gibi bana o aptal keyifle bakmayı sürdürdü Karan. Ama ben ona her zamanki kısık ve nefret dolu bakışlarla karşılık veremedim. Olanlar, o görüntü... Arın... Merdivenin tepesindeyken bakıştığım tüm insanlar. Yorgunum. Ölelim bitsin gitsin işte. Kırkayak dolaşıp duruyordu başımın içinde, 'belki de bunun en doğrusu' olduğunu söyleyip duruyordu. Ben hatalıydım. Neden istismar gibi hissediyordum ki? Irzıma geçmesi gerektiği toplulukça onaylanmışsa istismar olur muydu? Hasta olan bir tek benim, çünkü tekim. Karan, şırınga derisine değince doktora döndü ve sert bir sesle "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Doktor "Sizi uyuşturmalıyım," dediğinde Karan'ın kaşları öfkeyle çatıldı ve "Hayır. Asla." Dedi. "Bu gece uyumayacağım, uyutma etkisi olan hiçbir şeyi kabul etmiyorum." Diye devam etti. Bu gece uyumayacak olsaydı bile onu uyuşturacak hiçbir şeyi kabul etmezdi ki it. Asla, vurulduğunda bile sakinleştiriciyi üstünde kullandırmazdı Karan. Ben hariç, kimsenin yanında uyumayı da seçmezdi bilinçli olarak. Ama bu gece uyumayacağını söylerken, ben ne kastettiğini anladığımdan, midemde bir kasılma hissettim. Kalbime bir hançer saplanmıştı sanki. Dudaklarımı birbirine bastırdım ağlamamak için. Gözlerim, dehşet içindeki bakışları bana kayan sulu göze döndü. Benim için endişeli gibi bakma sulu göz. Daha da acıyor ya, demedim mi sana iki güne alışacağın şeyler için beni kırma diye? Hayal kırıklığı ile dolu bakışlarım onun ürkek yeşil gözlerine değince, birden öfkeyle alev aldım, sağ elimi yumruk yaptım istemsizce. Ama tuhaf... normalde ona bir tane yapıştırırdım. Ancak bu sefer öyle olmadı. Bunun bir hata olacağını düşündüm nedense. Üstelik yumruğumu ondan saklamak, ne kadar sinirli ve ruh hastası olduğumu ona göstermek de gelmiyordu içimden. Kaybol gözümün önünden, sulu göz. Ne diyordum? Evet... Belki de… haklılardı, diğer herkes. Ben ve bu sulu göz kız, olanlar hakkında yanılıyorduk. Belki de Karan haklıydı: Benim, kendim için doğru olanı görmekte aciz olduğum konusunda. HAYIR! Gözlerim birden açıldı, kendi düşüncelerime tepki olarak. YALAN YALAN YALAN YALAN YALAN YALAN! TANRI, ARIN YAŞAYACAK DİYE SÖZÜNÜ TUTMUŞ MU OLDUN YOKSA BENİ DAHA KÜÇÜCÜKKEN ÖLDÜRMELERİNE İZİN VERDİN DİYE GADDAR MI? TANRI! CEVAP VER LAN BANA CEVAP VER! Kes sesini, Eren. Karan beni izliyordu. Neler düşündüğümü anlıyordu sanki. Bir an tamamen yenildiğimi zannetti, sonra nasıl da direncimi koruduğumu gördü. Siniri bozuldu. Yüzünde yine o donukluk vardı. Doktor, nasıl bu kadar hızla geçtiğini anlamadığım yirmi dakikanın sonunda, Karan'ın sol elini sargılarla sararken, "Çok acıyacak ama, çok stres edecek, öfkeleneceksiniz." Dedi. Karan, gözleri bana takılı kalmışken "Öfkelenmek için iyi nedenlerim var." Diye geveledi. Yirmi dakika sonunda, benim boğazım sarılmıştı. Onun ise ağzı, yüzü, burnu hep hemşireler tarafından bantlanmıştı. Sadece, yanağındaki ve boynundaki bana ait tırnak izlerine karışmalarına müsaade etmemişti. Kendince ondaki izlerimi koruyordu, bunları bir çeşit sevgi izi olarak mı görüyordu ya da benim onu sahiplenmem olarak mı? Umarım öyle değildir, orasını burasını kanatırken canını yakıyor olmayı umuyordum. Doktor, Karan'ın ayağa kalktığı sırada, "Lütfen sol elinizi zorlamayın." Diye devam ediyordu açıklamalara. 'Bu adam, canını hiç önemsemiyor' diye düşünmeden edemedim içimden. Onunla olabildiğince az konuşmaya çalışmalıydı, ama doktor utanmasa havadan sudan bahsedecekti Karan'a. Karan'ın ayaklanması ile benimle ilgilenen sulu göz kız, neredeyse koşarak uzaklaştı yanımızdan. Sakin gözlerle, sulu göz kızı izledim ve sonra, yavaş yavaş bıkkınlıkla nefesimi verdim. Kaçış yok. Gövdem Karan'a doğru döndü, oturduğum yerden kalkmadım ve ayaklarımı sedyeden sarkıttım. Şimdi yüzleşme vakti. Boyu epey uzundu. Omuzları kabarmıştı, görüyorum ki... o bir hayvan. Saldırgan, vahşi, yabanıl, çocukluğundaki tüm asaletini bile isteye parçalara ayırmış bir narsist. Aklı tıpkı benimki gibi hiçbir etiğe takılmıyor. Onu benden dehşet kılan; kendi tuhaf etiklerine sahip olması ve bunların mutlak doğruluğuna inanmış olması. Bacakları da güçlü gözüküyor, bir gelinciğe tekmeyi savursa ne olur? Ya da beni döverse... Ne olur? Kafamı, tutup da Arın'ın kafasına vurdurduğu an, kendi kafasındaki sınırlardan birini daha geçmiş oldu. Artık beni dövebilir. Döverek öldürebilir bile. Karan bana anlamaya çalışan bir yüzle bakıyordu. Onun ruhunu yorumlamayı kesip, başımı yukarıya kaldırdım ve yüzüne baktım. Farklı baktığımın farkındaydı, o da farklı bakıyordu artık. Yalan yok, tatmin olmuştu. O insanların hepsi beni terk ettiğinde -gerçi hiç elimi tuttukları yoktu ki- cesaretimin nasıl da kırıldığından, nasıl da aklımın karıştığından tatmin olmuştu. Ama ondan öncesi... Ya Arın'la gidebilseydim? Evet, işte şimdi o anları düşünmeye başladı. Başladı ki yüzü kasıldı. Diğerlerinden bana fayda olmaması yetmezdi, Karan benim kendi kendime, ondan başka bir çarem olmadığını bilmemi istiyordu. Arın ya da Arın gibilerin varlığı büyük bir sorundu. Ben ise... gözlerim, hayır, dolamazsınız. "Herkes dışarı çıksın." Dediğinde, kimse ikiletmeden derin bir sessizlikte dediğini yaptı. Konuşmaya devam etmedi, kapıdan dışarı çıkanları izledi sessizce. Ardından gözleri bana döndü ve sonra, benim arkamda kalan boş duvara yöneldi bakışları. Sakinleşmeye çalışıyordu ve cümleye nereden gireceğini bulmaya. "Rezil oldun Eren, kim bilir o insanlar senin hakkında nasıl düşünüyordur şimdi?" diye sordu ilk. Bir şey demedim, "Zayıf, zavallı ve aptal olduğunu." Diye devam ettiğinde, başımı öne eğdim. Bir deliyi taklit edemiyordum, gücüm yoktu bunu yapmaya. Gülümseyip, nefret dolu gözlerimi sakınmadan, ona aşağılayıcı bir şeyler söyleyemiyordum. Bu kez farklıydı, ikimiz de farklıydık. O bana asla böyle şeyler söylemezdi, ben de... asla pes etmezdim. "Şükürler olsun ki, ben, BAŞKA BİR ADAMLA GİTMEYE ÇALIŞMANA RAĞMEN-" sakin tutmaya çalıştığı sesi birden bir gürlemeye dönmüştü. Yırtıcı, saldırgan bir sesle isyan ederken kendini anca durdurabildi. Boynunu geriye doğru atıp, ellerini iki yana açmıştı. Derin derin nefesler aldı, sonra zoraki bir sesle konuşuyormuş gibi bir tınıda, "Seni karım olarak tanıtacak kadar alçak gönüllüydüm." Diye devam etti şizofren, yan gözle beni süzerken. Onun bu sözüne içten içe bir an olsun bile katılıp katılmadığımı görmeye çalışıyordu. Beni karısı olarak tanıttığı için, daha az rezil olacakmışım; hepsinden üstün olacakmışım, ha... Bu yüzden, memnun olmalıymışım gibi bir düşünceye sahip olmamı istiyordu gerçekten de. Beni manipüle etmek. Ve... İçimde bir yerlerde, bunu anlık olarak onaylıyordum, sonra da saçmalığın daniskası olduğunu da çabuk hatırlıyordum. Karan, eğer izin verirsem ya da vermesem bile, böyle yavaş yavaş ele geçirecekti aklımı. Başım önüme eğikti, yüzüm üzüntüyle büzüşmüştü. Dudaklarımı birbirine bastırdım, omuzlarım titriyordu ve çenem buruşmuştu. Derin ve ciğerlerime güç verecek bir nefes çektim içime. Hayır. Dayanabilirim, aklımı koruyabilirim. Başımı yukarıya kaldırmadan, yalnızca göz yuvarlarımı yukarıya çevirip, onun o iğrenç, şeytanımsı yüzüne baktım. Şükretmemi daha çok beklersin, o…..u çocuğu. Karan bana üstten bir tavırla bakıyordu, gene işe yaramamıştı manipülesi, ama bunun onu vazgeçireceği yoktu. Bıkkınla derin bir nefes aldı, sakin ve manipülatif adam rolünü oynama çalışıyordu. "Baykal şehrinin biricik Prens'i sana aşık, seninle evlenmek istiyor. Sana tutunuyor, gözü senden başka kimseyi görmüyor, sana ihtiyacı var. Üstelik... seni sadece o tanıyor. Bir de... yani, biliyorsun. Senin gibi birini, ancak ben severim. Bunların hepsini biliyorsun." Karan boş konuşmaya başladığında, bakışlarımı ondan çekmiştim. Gözlerim ona dönsün diye bekledi ama bakmadım, karşımdaki boş sedyenin tekerliğine takılmıştı gözlerim. Gözleri kısıldı, eleştirir bir sesle konuşmaya devam etti. "Kirlettiğin ellerinle alakalı en ufak bir suçluluk bile duymuyorsun, değil mi Eren? Öldürdüğün insanlara hiç üzülmüyorsun. Benim aksime, hiçbir keder yok içinde. Sen içinde yalnız benim kederimi taşıyorsun, benim için senden, senin içinde benden iyi bir eş olamaz yeryüzünde." Sustu. Bir an sessiz kaldı. Onun söyledikleri, ikimize de mantıklı geliyordu nihayetinde. Ve tatsız. Karan yaşadığımız çocukluğun sonunda; bir senelik gidişinin ardından geri geldiğinde tamamen çökmüş ve pes etmişti. O geri geldiği zaman, benim de pes etmemi beklemişti ve şimdi, pes etmeye çok yakındım. Ama hayır, siz buna inanmayın, ben inandığımda bile inanmayın. Ya da boş verin. İstediğim şey... Arın inanmasın istiyorum. Bana inanmış tek insandı o. Gözlerim doldu bu düşünceyle. Umarım, olur da bir gün aklına gelirsem inanmaz. Karan'ın karısı olduğuma, pes ettiğime inanmaz. Öyle ani girip öyle ani kaybolmuştu ki hayatımdan, rüya olup olamadığından emin olamıyordum. Karan öfkeli sesinin altından duyulabilen bir çaresizlik ve kederle, "NİYE?" diye bağırdı birden. Ona dönmeye korktum, buhranlı ve sancılı bir nefes çekti içine. Omuzlarımdan tutup beni sarstı, ona bakmamı istiyordu ama bakmayacaktım. "Niye beni bırakıp gitmek istiyorsun?" diye bağırdı ağlamaklı ve öfke dolu bir sesle. Kızgındı bana, çok kızgındı ama kendince seviyordu da. Daha doğrusu sevdiğini zannediyordu. Karan bırakın beni, herhangi bir şeyi sevecek zihinsel sağlığa sahip değil. "Niye ben değil de o? Ne var ki onda?" diye haykırdıktan sonra kendi sorusunu absürt bulmuş gibi güçlü bir kahkaha döküldü boğazından, siniri bozulmuştu. Kendi kibri altında eziliyordu. Yüzüme doğru, yüzünü yaklaştırırken göğsünü kabartarak, tükürükler saçarak kükremeye başladı: "O BALKONA İLK BENİMLE GİTTİN! KAÇALIM DEMİŞTİN! GİDİP ONUN KUCAĞINA ATLAMAK İÇİN Mİ SÖZ VERMİŞTİN BANA EREN?" Sesi o kadar yüksekti ki, kulak zarlarım yırtılacaktı. Zaten sağ kulağımdan hala zor duyuyordum. Başımı o bağırırken, öne eğip kaçırmaya çalıştığım sırada, yüzü benim yüzümü takip etmişti. Onunla yüzleşmekten kaçınmama izin vermiyordu. Gözlerimi sedyenin tekerleğinden ayırmamakta kararlıydım. Ama bir dakikaya yakın bir süre sonra, burnunu çekip "Söz vermiştin bana." Dediğinde ona döndüm. O da benim gibi ağlamaklıydı ama ağlamamak için diretiyordu. Doğru, söz vermiştik birbirimize. Hem de defalarca kez, sayamayacağım kadar. Çok eskiden. Ama ben karşımdaki bu kişi her kimse, ‘aslında’ ona asla söz vermemiştim ki. Karan, hayatımdaki en güzel seneler seninle geçirdiğim zamanlardı. Ve sonra... sen benim cehennemim oldun. Bana hiç acımadın. Bu mantıklı değil. Bir şekilde, biri benim Karan'ımın yüzünü, sesini, anılarını kopyaladı ve ben on altı yaşındayken onun yerine bu o….u çocuğu karşıma çıktı. Belki de gerçek Karan ölmüştü ve yerini bir iblis almıştı? Metafiziğe inanırım, insanın ta kendisi metafiziksel bir olgudur bana göre. Dilerim ki, bir iblis almıştır ilk aşkımın ruhunu. "Benden başka birini yine sevdin. Haksızlık bu, ben seni hiç aldatmadım." Diye devam etti çocuk gibi. Saçmalıyordu, omuzlarımı geri çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Alnını omzuma yasladı ve sert, vahşi bir sesle "NEĞH?" diye gürledi. Olduğum yerde zıpladım. Sağ kulağım çok acıyordu. Biliyorum, o da kendi kafasındaki sesleri bastıracak kadar güçlü bağırmak istiyordu. Onun başının içinde de bir kırkayak vardı. Biliyordum işte. Uykularından uyandığında, içip içip sızdığında, tanıyordum. Gürlemesinin hemen ardından güçsüz bir sesle, "Ne yapmam gerekli?" diye geveledi. Üzgün, çaresiz bir sesle mırıldandı. "Seni benim yapmam için." Bu kadar üzgün ve çaresiz bir ses, hayra alamet değildi. Öyle bir davranıyordu ki, sanki az önce beni kovalayan canavar kendisi değilmiş gibi. Kafamı tutup, Arın'ın kafasına vurarak kırmaya çalışan o değilmiş gibi. Akıllanmayacağını bilmeme rağmen, sesimi temizledim ve parçalanmış boğazımdan dolayı çatlayan sesim yüzünden zor anlaşılır bir sesle, "İnsanlar yanılıyor olamaz mı Karan?" diye sordum. Sesim çok kısıktı ve anlaması zordu ama o anlamıştı. Sessizleşti. "Öldürdüğüm tüm o insanlar, benim burada zorla tutulduğumu bildikleri halde beni hor görüyorlardı. Aşağılıyorlardı. Beni aşağılayan biri neden yaşasın? Benim buradan kurtulmanın önünde bir engel oluşturuyorlardı. Ben yaptıklarımı yapmayı istemedim, ama onlar yaptıklarını yapmak istemişti." Cevap vermedi. Bende bu konu da konuşmaya devam etmek istemiyordum. "Verdiğimiz sözler diyorsun... Hangi sözü tuttun ki ben birini bozduğumda zalim oldum?" Alnını omuzumdan kaldıracak gibi oldu ama yapmadı. Omuzlarımı tutan elleri biraz olsun gevşedi. Verdiği sözlerin kendince hepsini tuttuğunu iddia edecekti ama sanırım beni ne hale getirdiğine, yaralarıma gözleri değdi de sustu. Gözlerim doldu, verdiğimiz sözlerden bahsederken utanmamış mıydı ya? Allah kahretsin... gitmek istiyorum. Gidebilmek istiyorum. Keşke Arın'ın elini bırakmasaydım. Ama bırakmazsam, ölecekti biliyorum. Karan cinnet geçirmişti o ara, dinlemezdi kimseyi. Öldürürdü. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Konu Arın değil, onu tanımıyorum ki ben. Kim bilmem." Dediğimde, zaten ses çıkarmıyor olmasına rağmen sanki apayrı bir şekilde sustu. "Sensin... Senden kurtulmak istemem, o kadar saçma mı geliyor sana? Halbuki, ne yaşadıysam senin gözlerinin önünde yaşadım." Hıçkırdım, kafamdaki kırkayak beni rahatsız ediyordu. İstemsizce, o haşereyi gebertme arzusuyla ellerim başıma gitti ve iki yandan vurdum kulaklarıma. Karan'ın, Arın'ın başına vurdurduğu sağ kulağım daha da çok acıdı. Acısın. Nefret ediyorum bu iğrenç bedenden. En net haliyle, içimdekini söyledim ona, "İstemiyorum seni." Diye fısıldadım, bir sırrı verirmiş gibi. Haykırmak istiyorum aslında, ama boğazım elvermiyordu ve... acıyor. Anne, acıyor. Anne. Anne... Gözlerimden sessizce yaşlar boşalmaya başlamıştı. Sanki bugüne kadar defalarca kez söylememişim gibi, ona anlatma derdine düştüm. Dudaklarımı tekrar araladım ve içime titrek bir nefes çektim içime. "İstemiyorum ben seni, bu yaptığın şey zorbalık, t.cavüz, sodomize. Acıyor. Hep acıyor, kendimi yakmak istiyorum. Ölüyorum." Diye devam ettiğimde, kendimi biraz daha güçlü hissetim. Öyle vurup kırıp evi birbirine kattığım yoktu, ama t.cavüz kelimesini kullanabilmiştim ona karşı. Sesim titremişti ve nefesim kesilir gibi olmuştum ama yapmıştım. Belki de şimdiye kadar yediği bokun farkında değildi. Belki de diğer herkes gibi bunun doğru olduğuna inandığından durmamıştı. Belki... ... Özür dile benden, sen, benim... annemsin Karan. Yırtıldı diye çöpe atacakları favori kıyafetlerimi dikmeye çalışırdın; küçük ellerine hep iğne batardı. Yalandan yaptığım iksirler gerçekmiş gibi davranırdın hevesim kırılmasın diye, ağaç ev yapmak istediğimde geceler boyu çalıştın benimle, hasta olduğumda ilaçlarımı aldığıma emin oldun, bana çorba içirdin, şimşeklerden korktuğumda masallar anlattın, her moralim bozulduğunda; kafam karıştığında sana gelirdim. Bir çaresini muhakkak bulurdun. Lütfen... Özür dile, aşağılık herif. O zaman seni şefkatle öldürürüm, acılar içinde; çığlık çığlığa kalacağın ve aklını bin parçaya böldüğün an geldiğinde öldürmem seni. Bir süre daha sessiz kaldı. Hiçbir şey söylemedim bende. Birçok kere karşı karşıya kalmıştık ve ona, bana neler yaptığını anlatmıştım bağıra bağıra. Fakat, bu sefer malikane dışındaki insanlar da görmüştü her şeyi. Bu yüzden ikimiz de biraz daha farklı hissediyorduk. Beni artık anlayabileceğini uman bir yanım vardı hala, size dedim değil mi? O benim... annemdi aynı zamanda. Öte yandan, ‘beni anlayabileceği’ fikri de beni anlamaması kadar delirtiyordu. Aramızda yaşananları anlaması mümkün değil, bende nasıl bir hasar bıraktığını anlaması... mümkün değil. Omuzlarımı kavramayı bıraktı, "Anlıyorum." Diye mırıldandı. Kaşlarım çatıldı gerginlikle, yüzünü göremiyordum, alnını omzumdan kaldırmıştı ama yüzü görüş açımın ardında, kulaklarımın gerisinde kalıyordu. Kolları sırtımın arkasında birleşirken, sessiz ve düz bir sesle "Benim hatam," diye mırıldandı. Yüzümü ona çevirmek için gerilemeye çalıştım ama sol eli saçlarımı ve boynumu kavramıştı, kafamı kıpırdatamıyordum. Onda bir terslik vardı. Sesinin tonu çok... Tehlikeliydi. Başımı kaldırıp bana baktığında, eğer tuvaletim olsaydı, altıma edeceğimi anladım. Aptallaştıran, insanı zavallı küçük bir çocuk gibi hissettiren bir ürkütücülük vardı yüzünde. Muayenenin ışığı hemen ardında kalıyordu, koyu bir gölge de kalmıştı siması. Öfkeli, koyu kahve gözleri sonuna kadar açıktı ve dişlerini birbirine sürtmekten çenesi kasılmıştı. Yüzü son derece gergindi, sivri hatları belli oluyordu. Burnundan hava değil ateş soluyordu sanki, öyle anlamlı nefesleri vardı ki... Dişlerini her gıcırdattığında bir kemiğin kırılma sesini duydum. Kaburgalarım acımaya başladı. Alt dudağı hafifçe aralandı, bir şey yapmayı hayal etmişti. Çok kötü bir şey. Kıpırdamaya çalıştım. Ama, bir milim bile kıpırdayamadım. Omuzlarımı o kadar sert sıkıyordu ki köprücüklerimin kırılacağından korkmaya başladım. "Seni çok şımarttım, öyle ki aşkımızı unuttun." Dediğinde, çırpınmalarım birden duruverdi, ona baktım. Tuhaf bir tik edinmiş olmalıyım ki, istemsizce sol gözümü kırptım ve yüz kaslarım kasılıp gevşeyiverdi. 𓆨 |
0% |