@yazarjose
|
Birbirimizi vuslat gelmeden görebilseydik ya baba? Bakmaktan öte görebilseydik, duyduklarımızı dinleyebilseydik… Birbirimizle vakit geçirmekten hoşlansaydık ne olurdu YA BABA?
Size bana birine, çok uzun süre boyunca bakmayı reddederseniz onu kaybedebilirsiniz. Kaybedeceksiniz. 12 Eylül 2013 Eren sıradan bir çocuk olmadığını içten içe kabul etmeye başlamıştı; hem de bu sahiden doğru değilse bile. Çünkü artık bunu kabul etmeye ihtiyaç duyuyordu. Kuzenleri, tekrar yeni dönemde okula başlarken, o yine evde kalmıştı. Hayatını sonsuza dek aynı eziklik ve köhnelikte yaşayacağını hissetmektense, tıpkı yeni arkadaşı Arkan'ın dediği gibi; özel olduğuna inanmayı tercih ediyordu. ... Her neyse, bu konuda artık o kadar üzgün değil. Çünkü üç gün önce, kuzenleri okula başlamadan önce; onla dalga geçmek için son iki yıldır yaptıkları gibi kapısına geldiklerinde kötü bakışlarıyla en küçük kuzenini ağlatmıştı. Kendiyle gurur duyuyordu. Her sabah yaptığı gibi erkenden uyanmıştı 12 Eylül sabahında da. Babasının çoraplarını çıkarmaya giderken duraksadı. Babası ile göz göze gelmek istemiyordu. Dün gece, sezgilerinden dolayı olsa gerek; her gün yattığı minderlerde uyumamıştı. Sandığın içinde uyumuştu. Ve gece, babasının onu yaklaşık üç dakika boyunca aradığını da duymuştu. Aralarında sessiz bir cinayet oyunu baş gösteriyordu sanki. ... Babası ona bir şey yapacak mı? Öldürecek mi onu? ......................................................................................................................................................................... Çocuksu bir neşeyle söylemeye çalıştı: "Tıp tıp tıp." Diye, ama sesi çok ruhsuz ve hareketsiz çıkmıştı. Öldürülmüş bir çocuğun sesi gibi. O gazetelerde gördüğü çocuk cesetlerinden birine mi dönüşecekti? Ama babacığım- diye konuşmaya başlamak geliyordu içinden çok korktuğunda. Fakat babasına söyleyeceği hiçbir şey yoktu ki. Kendi kendine kuruntu yaptığını düşünmeyi tercih etti. Çorapları çıkarıp sabunlu suda çitiledi. Babasının eve getirdiği şişeleri ve diğer çöpleri evin önüne dizdi. Halıları çalı süpürgesiyle temizledi. Babasının ayaklarının altına yastık koyup, onu yavaşça yatağa doğru devirdi. Banyoya gidip, aynada kötü kötü bakma denemeleri yaptı. Mutfak tezgahını silmek için mutfağa gittiğinde, babasının yarım bıraktığı domatesli ekmeği gördü. ... Taze ekmekti bu! Ekmeğin ısırılmış kenarını kör bir bıçakla kesip, ekmeği eline aldı ve odasına gitti. Geçen, terzideki perdelerden bir tanesinden kırmızı bir kumaş kesmişti. Onu omzuna attı. Yamalı, en güzel kıyafetlerini yanına aldı ve ormana doğru çıktı. Üstünü değiştirip, tekrar eve indi. Pijamalarını pencereden içeriye fırlatıp, çöplerini eline aldı. Beline sopasını da takmayı ihmal etmedi. Çöpleri sırayla yerine yerleştirdi. Ellerini, ıslak mendiliyle sildi ve kullandığı ıslak mendili de ilgili kutuya attı. Tekrar, ormana doğru yol almadan önce biraz vakti vardı. Gidip, salıncaklara oturdu. Belediye bu salıncakları tamir etmediğinden dolayı, anneler artık çocuklarını oturtturmuyordu bu kırık salıncaklara. Geçenlerde Eren, burada altı yaşlarındaki küçük bir kızla arkadaş olmaya çalışmıştı. Onu salladığında, küçük kız kahkahalar atıyordu. Ne yazık ki küçük kızın annesi gelip, kızına ve Eren'in yüzüne şamarı patlattığında bu kısa arkadaşlık anında yok oldu. ... Annesi, küçük kızının adına çok endişelenmiş gibi gözüküyordu o gün. Kızı kırık salıncaklardan uçup da gidecek diye ne de çok korkmuştu. Eren salıncakta daha da hızlı sallanmaya başladı. Artık gitme vaktinin yaklaştığını düşündüğü sırada, "Hey!" diye bir ses duydu. Sesin sahibini tanıyordu. Ayaklarını yere sürtüp salıncağı yavaşlatsa da sallanmaya devam etti. Koşarak kendine doğru gelen Deniz'e baktı düz bir ifadeyle. Deniz ona telaşlı, üzgün gözlerle bakıyordu. "Son günlerde neredesin? Seni hiç göremiyorum." Dedi. Hayal kırıklığı ile dolu sesiyle, "Artık gazete okumuyor musun? Çocuk olmaya mı karar verdin?" diye devam etti konuşmaya. ... ? Eren zaten bir çocuktu. Bu onun kararına bakmıyordu ki. Belki de normal bir çocuk olamamıştı ama kesinlikle bir çocuktu. Bacak kadar boyu vardı bir kere ve yetişkinler kadar yükseğe zıplayamıyordu. "Okuyorum." Diye kısa bir cevap verdi. Deniz onun sessizliği karşısında üzüldükçe üzüldü. "Benden almıyorsun ama." Diye sızlandı. Kızın, her zaman peşinden geleceğine ve ondan gazete alacağına o kadar emindi ki, Deniz hiçbir zaman arkasını dönüp ona bir kere bile bakma gereği görmemişti. Ve... şimdi de Eren onun gözlerine bakmıyordu. Sizi izleyen birine, çok uzun süre ısrarla bakmazsanız, onu kaybedebilirdiniz. İşte, Deniz bunu çok küçük yaşta öğrendi. Eren, salıncaktan indi ve cebinde biriktirdiği on kuruşun beş tanesini çocuğun avucuna bıraktı. "Gazeteleri benimle okuyan bir arkadaşım var artık, o bana bedavaya getiriyor." Dedi. Bedavaya? ... Deniz avucuna bırakılan kuruşları da küçük kızla birlikte yere ittirdi ve "Öyle mi?" diye bağırdı tüm gücüyle. Eren yere kapaklanmıştı. Aralarındaki tanışıklığa dayanarak, onu sopayla kovalamamaya karar verdi daha yerdeyken. Ayağa dikildi ve bir ıslak mendil kullanarak tozlanan ellerini sildi. Deniz'in şaşkın bakışları, kızdan ıslak mendiline döndü. "Nereden buldun?" diye sordu aptal aptal. "Para biriktirdim." Diye geri cevap verdi Eren. Başka hiçbir şey demedi. Arkasını dönüp gidiyordu ki, gazeteci çocuk elini tutarak onu durdurdu. "Bekle! Artık seni görmüyorum." Diye konuşmaya başladı. Utanmıştı, yanakları kızardı. Küçük kız arkasını dönüp ona baktı. "Arkadaş olmadığımızı söylemiştin. Hep sen söyledin. Diğerleri ile arkamdan dalga geçtiğini de biliyorum. Onlar bizi görünce bana vurmaya da başlıyorsun. Üstelik, bana dört gazete fiyatına bir gazete sattığını da biliyorum. Gazetelerin tanesi yirmi beş kuruş. Ben bir taneye yüz kuruş veriyorum." Küçük çocuk ne cevap vereceğini bilmedi. Gözleri doldu. Ama... Eren, çalışıyor diye onunla dalga geçmeyen tek çocuktu! Bunun havalı olduğunu ona söyleyen tek kişi. Deniz her zaman diğer çocuklara, Eren ile asla arkadaş olmayacaklarını söyler dururdu çünkü boş zamanlarında diğer çocuklarla vakit geçirdiğinde dışlanıyor olmak istemiyordu. Şimdi ise... Eren'in onun yalnızlığına dahil olan tek kişi olduğunu hissediyordu. Ve o artık kendisine bakmıyordu. ... Yutkundu. Bir şey demek istedi, ama o konuşamadan Eren elini geri çekti ve tamamen Deniz'e doğru döndü. Kararlı, keskin bakışları vardı. Küçük kız... çok kısa bir süre sonunda, keskin bakışlar atmayı öğrenmiş gibi duruyordu. Nasıl? O bahsettiği yeni arkadaşıyla tanıştığından beri mi? "Arkadaşım, bana kabalık eden insanların aslında benden nefret ettiklerini söyledi. Benden nefret eden insanlardan uzak durmazsam zarar göreceğimi de söyledi." Deniz onun ne söylediğini anlamaya çalıştı. Sıradan bir sekiz yaşındaki çocuğun anlayamayacağı kadar uzun bir cümleydi bu. Yüzünü ekşitti. "Ha?" diye sordu. Eren ona 'Dedim ki ben de artık seninle arkadaş olmak istemiyorum!' diye bağırmayı düşündü. Ama gerek yoktu. Deniz ona yine vurabilirdi ve o Deniz'e geri vurmak istemiyordu. Arkasını dönüp, koşmaya başladı. Deniz ile kavga etmeyecekti. Diğer çocukları sopa ile kovalayabilirdi ama... ona yapmayacaktı. Deniz'in arkasından "Annesiz aptal! Salak! Çok pis kokuyorsun!" diye bağırmalarına hiçbir şekilde geri cevap vermedi. Daha da hızlı koştu sadece. En sonunda, ormandaki gizli yerine vardığında kırmızı kumaşı eline aldı. Boynunun önünde iki ucunu birleştirdi. Perdeyi kesme biçimi sağ olsun, çakma bir kırmızı başlıklı kız olabilmişti. Arkadaşının ona aldığı, gazeteler ve ıslak mendil hariç kabul ettiği tek hediyeyi, yeni suluğunu eline aldı. Aşağıya doğru yürümeye başladı. Bankın orada kendini bekliyordu yeni arkadaşı. Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Pazar. Bugünlerde buluşuyorlardı saat sabah on iken. Kimse o yaşlardaki bir adamla, küçücük bir kızın buluştuğunu bilmiyordu bu bankta. Gizleme amacı yoktu elbette Eren'in, sadece bunu anlatacak arkadaşı yoktu. Birilerine bahsedecek olursa da tıpkı Deniz'in diğerlerinden etkilenip onu dışladığı gibi, Arkan'ın da kendini dışlamasını istemiyordu. Halbuki, bunun doğru olmadığını içten içe biliyordu. İnsanların arkadaş olabilmeleri için yaşlarının yakın olması gerektiğini biliyordu. Yanına oturdu. "Merhaba," dedi tatlı bir sesle. Arkan'ın yanına geldiğinde, nedense sesi birden daha tatlı ve yumuşak çıkmaya başlıyordu. Onun da kendisini cadı görmesini istemiyordu. Adam her zaman yaptığı gibi, hafifçe gülümsedi ve "Merhaba." Diye karşılık verdi şefkatle. "Bugünün gazetelerini getirdim sana. Okuyup, onlar hakkında konuşmak ister misin?" diye sordu. Eren ona cevap vermek yerine adamın elindeki gazetelere uzandı ve yeni kararlarını açıkladı arkadaşına. "Biliyor musun? Bir gün Kadir Vuslat ile evleneceğim. O bir kahraman! Veee ben de kahraman olacağım! Takım olacağız." dedi gülerek, bu itirafında biraz utanmıştı da. Arkan güldü, "Ama o çok yaşlı senin için?" dedi. Eren durdu, yüzünü ekşitti belli belirsiz. "Senin kadar mı?" diye sordu. Arkan yakışıklı bir adamdı, yine de Eren, aslında ona 'Amca' demesinin uygun olacağı bir yaşta olduğunun bilincindeydi. "Benle aynı sayılır." Diye geri cevap verdi Arkan. Eren, Arkan'ın bir telefonu olduğunu hatırladı ve ondan Kadir Vuslat'ın resmini göstermesini istedi. Yüzünü keşitti, "Ayyy, yaşlııı" diye mırıldandı. Gözlerini kısıp, ciddi bir ifadeyle uzaklara baktı. "Kızıyla evleneceğim o halde, buna mecburum." Dedi, sorumluluk alıyormuş gibi. Nedense Kadir Vuslat'ı hep kendi gibi küçük hayal etmişti. Arkan, "Oğlunu istemez misin?" diye sorsa da Eren buna cevap vermedi. Arkan'ı duymuyordu artık. Harıl harıl haberleri okumaya başlamıştı. Dünya... gazete kağıtlarında her geçen gün küçülüyor ve basitleşiyordu. Ama başını kaldırıp da ufka baktığında, Eren aslında küçük olanın kendisi olduğunu hatırlardı. ................................................................................................................................................................................ Hep kötü ve karamsar şeylere bakan bir çocuktu ama... Eren gündüzleri çok seviyordu. "Biliyor musun? Ben insanları seviyorum. Baykal’ı seviyorum. Tamag’ı seviyorum." Diyerek Arkan'a döndü. Adam elindeki telefona bakmaya dalmıştı. Dudaklarından canı sıkılmış gibi bir soluk bıraktığı sırada, gözlerini yukarıya kaldırıp Eren'in üstündekine baktı ve "Kendine neden başlıklı bir pelerin yaptın?" diye sordu. ... Eren, bazı düşüncelerini arkadaşlarına bile açıklamanın utanç verici olduğunu ilk o zaman anladı. Konuştuğuna pişman olur olmaz: "Siz gittikten sonra kendi kendime masal okuyacağım. Canlandırma yapmak istedim." Adamın yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi, "Sana masal kitapları getirmemi ister misin?" diye sordu. Küçük kız sessizce ona bakındığında Arkan, "Evimde bir sürü var. Ama ben büyüdüm diye artık okuyasım gelmiyor." Diye açıkladı kendini. Küçük kız kendine bir şey alınmasını istemiyordu, bu durumu şüpheli buluyordu. Suluğu kabul etmişti ama başka bir şeyi kabul etmiyordu. "Olur. Bana sürekli aptal saptal kitaplar getireceğine öyle bir şeyler getirebilirsin." Dedi kız, ikinci el eşya almayı kabul etmeye karar vermişti. Bahsettiği aptal saptal kitaplara gelirsek... Arkan, Eren'e özel hazırlattığı geometri kitapları getirtiyordu çocuğa. Ama Eren, kendine özel hazırlandıklarının farkında bile değildi. "En son bıraktıklarımı benim için çözdün mü?" diye sordu adam, konusu hazır açılmışken bu meseleyi bitirmek istiyordu. Eren somurtkan bir ifadeyle ona baktı. Çözmemişti. Çözmek istemiyordu ki. "Yok. Sıkıldım." Diye açıkladı kendini. Tekrar gazeteleri eline aldı ve "Hadi haberleri konuşalım bayım," dedi. Ne zaman bir şey istese Arkan'a bayım demeye başlardı resmileşerek. "Neden çözmedin, öncekileri de yarım yamalak mı çözmüştün?" diye sordu Arkan, ısrarcı olarak. "Sana çözersen pasta alacağımı söylemiştim." Eren, ısrarcı bir şekilde gazete kağıtlarını açıp üstüne konuşmak istediği haberi gösterdi ve "Bu!" diye işaret etti. Adam ona aynı canı sıkkın gözlerle baktığında, utandığını hissetti. Gitmeyi düşündü. Zaten artık, Arkan yanındayken haberleri okuyor diye ağlayamıyorlardı. Geceleri dua ediyordu Allah'a, gazetelerdeki insanlar için de. Gözlerini kaçırdı, başını öne eğdi. Sırf, tatlı yemek için sürekli bulmacalara cevap vermek zorunda olmak onu yoruyordu ve..."Çok basitlerdi, sıkılıyordum. Hem basitler hem de çok fazlalar. Gözlerim acıyor." Diye gevelemeye başladı ağzının içinde. Birkaç saniye sessizlik oldu. Küçük kız en sonunda başını kaldırıp adamın yüzüne baktığında, Arkan'ın; onun parmağıyla işaret ettiği haberi okuduğunu gördü. Nevşehir'e gelen iki Japon turist kadının başına gelen korkunç bir olay hakkındaydı yazı. Kadir Vuslat'a ait değildi. Hoshie Teramatsu ve Mai Kurihara... Eren, belli bir kelimenin üstüne baskı uyguladı işaret parmağıyla. "Bunun ne demek olduğunu hala bilmiyorum-" dediği sırada, Arkan; çocuğun elinden gazeteyi alıp sayfayı çevirdi. Kadir Vuslat'ın değindiği haberi açtı öne. "Her zaman favorin değil miydi bu adam senin?" diye sordu. Eren habere yan gözle baktı. Bir ayaklanmadan geriye kalan yankılarla alakalı bir sonuç bildirme raporu gibiydi. Duygusuz bir sesle, "Adı yazanları tanıyorum," diye mırıldandı. Başka hiçbir şey demedi. Bir süre diğer haberler hakkında konuştular. Haberleri iyice Arkan seçmeye başlamıştı ve bu Eren'i sinirlendiriyordu. En sonunda sessizleştiler ve Eren'in getirdiği poğaçaları yemeye başladılar. Tuhaf bir şekilde, fırıncı artık taze ve normalden üç kat daha fazla yemek veriyordu Eren'e. Çok şüpheli bir durum olduğundan, Eren yakında fırıncıya gitmemeyi düşünmeye başlamıştı. Ufukta güneş kızıl saçaklarını uzatmaya başladığında, "Arkan," diye seslendi Eren. Adam, elindeki telefondan işlerini halletmeye devam ederken, "Söyle bakalım." Dedi. "Biri bizden nefret ediyorsa ondan uzaklaşmalıyız dedin değil mi?" "... Evet." Eren hayal kırıklığı ve biraz da korkuyla, "Peki, ya uzaklaşma şansımız yoksa ne yaparız?" diye mırıldandı. Arkan cevap verdi: Rüzgâr bile uğuldamayı kesti. Bülbüller ötmeyi unuttu ve yapraklar ile dallar hışırdamayacak kadar yumuşadı sanki. Öyle geldi Eren'e. Yaşam ağır çekime alınmış gibiydi, tek bir cümle tüm zihnine hücum etti. Soğukkanlı bir sesle konuşmuştu Arkan: "Kurtulmak için öldürürsün o zaman." Demişti. Sekiz yaşındaki kız çocuğu donakaldı. Tamamen hareketsizleştiğinde, kan akışı bile durduğunda, rüzgâr sağından yine esmeye başladı. Bülbüller zamanın bir an durduğundan habersizmiş gibi tekrar ötüştü. Hiç bilmediği bir beste, sessizliği içinde doğuyordu. Eren Gündüz, gündüzlerden hoşlanmadığını fark etti. Yaşam tekrar hareketlendi, Eren Gündüz ölmeye başlarken. 𓆨 |
0% |