Yeni Üyelik
16.
Bölüm

(15)🔞Aklımı geri ver.

@yazarjose

Sevgili okurlarım, her birinizin ayrı ayrı yorum ve oyları benim için kıymetli. Hikayemi beğendiyseniz lütfen bana destek olmayı unutmayın<3

 

Yıllanmış kalp,

Şaraptan yatıştırıcıdır.

 

17 Nisan 2024

“Öyle gibi yaptın.”

Aynadaki görüntümde beni tatmin etmeyen bir şey, bir yanlışlık vardı. Bu öyle huzursuz ediyordu ki beni, üstüme elbiseyi geçirmemle daha hızlı hareket etmeye başlamam gereken zaman dilimine geçmiş olmama rağmen, ben sanki aksi geçerliymiş gibi daha da yavaşlamıştım. Gözlerimi, ne kadar bacaklarıma geçirmem gereken çoraba kaydırmaya çalışsam da onlar bir yolunu bulup, kendilerini banyo aynasına kaydırıyordu.

Yakut kırmızısı, kadife bir elbise vardı üstümde. Tenimin çoğu açıktaydı. Sağ omzumdan tek bir askısı olan, bedenime yapışık, eteği rahat dökülen yakut kırmızısı bir elbiseydi. Kadife kumaşın üstü siyah bir tülle kaplıydı. Eteğim çapraz kesimdi. Sol bacağım uyluklarına kadar açıkken, sağ bacağım çapraz kesimden dolayı daha çok örtünüyordu. Yine de iki taraftanda kısaydı elbise, iki dizimde açıktaydı. Sırtım bile omuz bıçak kemiklerimin aşağısına kadar çıplaktı. Eşofmandan başka bir şeyi kendime uygun göremiyorum. Böyle şeyler giymem… seneler önce yasaklanmış hissediyorum kendimi.

Elbise ile alakalı beğendiğim tek şey; sağ omzumdan dökülen askının üstündeki küçük gül motifiydi. En rahatsız edici olan şey ise, boğazımdaki ince kemerdi. Sinirimi bozuyordu ama bu detayı bizzat kendim ekletmiştim, çünkü bu gece inandırıcı olmalıydık.

Tıpkı yakut kırmızı rengini bilerek seçtiğim gibi, bu ince kemeri de aynı ‘inandırıcı olma’ sebebinden seçmiştim.

Ne konuda inandırıcı olmak mı? Az biraz bekleyin. Çünkü size çabuk çabuk her şeyi anlatacak kadar ilgi göstermiyorum.

Karan'ın elinden kurtulmamdan bu yana otuz yedi gün geçmişti şimdiye, bedenimde bıraktığı izler geçmişti. Bacaklarımdaki, boynumdaki ve sırtımdaki izleri Arın ya da diğerleri görecek diye artık endişelenmeme gerek yoktu ama bu bana daha iyi hissettirememişti. Çünkü ben hala daha o izleri görüyordum.

Bu yüzden, bu gece giymem gereken kıyafetlere özenle ilave ettirmiştim tülden eldiven ve ince çorapları. Tenimden silindiğinde dahi gözlerimin önünden kaybolmuyorsa bile, en azından örtmem hala mümkündü.

Kapı tıklatıldı, "Gittiler," dedi Arın. Saçımı ve makyajımı yapan Zara ile etrafı kolaçan etsin diye otele getirdiğimiz Mete'yi kastediyordu.

Otelin 65. katındaki kral dairelerden birindeydik. Bugünün amacını Zara ve Mete bilmiyordu, ancak bize yardım etme görevini üstlenmişlerdi. "Tamam." diye geveledim saçıma bakarken. Zara’ya açık bırakmasını söylemiştim ama aptal kız kendi bildiğini yapıp dağınık bir topuz yapmıştı. Gözlerim aynadaki gözlerime değdiği anda omuriliğimdeki büyük bir sinir yakalanmıştı da kulaklarıma kadar çekilmiş gibi kasıldım. Bakışlarımı kendimden çektim hemen. Nefret ediyorum. İğrenç.

Önden bıraktığı iki dalgalı tutamı kesip atmak isteğiyle doldum birden. Sanırım kendimi hangi halde görürsem göreyim, kendi görüntüme bakmaya katlanamayacağım. Çünkü şu an, gerçekten de güzel ve zarif gözüktüğümü biliyorum. Ancak aklımdan geçebilen tek şey, Karan'ın "Sana bu rengi çok yakıştırıyorum." demesi. Aklımı iğreti ediyor onun sözlerini hatırlamak. İstemsizce kasılıyorum, bir şeyleri kaşımak ve yırtmak! Kafama kafama vurmak ki kafamın içindeki haşere aklımla oynamayı kessin.

Size daha önce dış görünüşümden bahsettim mi detaylıca? Sanmıyorum. Mavi göz, siyah saç ve beyaz ten… bunları biliyorsunuz. Yüzümü detaylıca anlatamam. Ben… daha değil. Ancak, şunu söyleyebilirim ki düz saçlara sahibim. Kalçalarıma kadar uzanan. Son dört yıldır hiç kestirmedim.

Saçlar anıları saklar.

Dalıp gitmiştim yine uzaklara, Arın "Eren geç kalıyoruz," dediğinde cevap vermedim. Duymamıştım bile onu.

Bundan bir ay öncesinde, 14. Bölüme kadar, size Şahinlerden intikam almayı küçük bir misyon olarak gördüğümü ve benim idealimin daha fazlasını olduğunu yeterince iyi yansıtabildim mi bilmiyorum. Şayet, kafamda bundan bir ay öncesinde şimdikinden çok daha fazla karışıktı. Ama şimdi, daha net bir şekilde söyleyebilirim ki, bu şehri yerinden oynatmak ve dengeleri kendi dilediğim gibi dağıtmak istiyorum.

Ben karanlığın bir parçasıyım. Ve bu karanlığın içinde kendimi bir şekilde adlandırmam gerekiyor. Adlandırdım. Ben… Karanlığın kıyametiyim. Küçük bir çocuk için. Eskide kalmış.

Evet. Her şey öldü. Hepimiz öldük. Çürümüş çiçekler sökülmeli, yerimize yeni tohumlar ekilmeli.

Kaçtığım günden bu yana, yapmam gerekenler için çalışıyorum da.

Benim için, görmezden gelemeyeceğim; bana büyük bir etki gücü sağlayacağını bildiğim kaynağa erişme yeri burada. 77.Katta.

Hanzade Oteli'nin 77.Katı, sıkıcı ve aslında hiç de sanatsever olmayan; ancak zengin oldukları için sanata ilgi göstermiyormuş gibi davrananların geçip gittiği küçük bir resim sergi alanına sahipti. Gerçekten kaliteli diyebileceğim tek bir eserin olmadığı bu katın özelliği, elbette ki başka bir şeydi.

Gece yarısının ilerleyen saatlerinde, 77. kattaki Ay'a gidin.

Ne olduğunu size anlatırdım. Ancak kendiniz görün istiyorum. İzleyin.

Arın kapıyı birkaç kere tıklatmasının ardından cevap alamayınca, kapıyı yavaşça aralayıp içeriye girdi. Üstüne sinen okyanus esintisi kokusuyla, bir anlığına gelenin Karan olduğu hissiyatına kapıldım. Başımı, yavaşça omzumun üstünden çevirip ona baktım. Şükürler olsun ki, gelen Arın’dı. Bunu şu son bir ayda kaç kere yaşadım bilemezsiniz. Her yerden Karan’ın çıkabileceğinden endişeleniyorum.

Ve her defasında, dönüp kim diye baktığımda o bana bakıyor. Beni asla terk etmeyecekmiş, hep yanımda kalacakmış gibi bir yanılgıya kapılıyorum kolayca; yine ve yine, bir anlığına.

Kapı kolunu bırakıp, pervaza yaslandı. Kaşlarını hafifçe çattı ve düşünceli bir ifadeyle beni süzdü. “Kimliğinle alakalı mesaj gönderdiler dedim, duydun mu beni?” diye sordu serinkanlı bir sesle.

Dediğini anlamam birkaç saniyeden fazla sürdü. Ağırlaşan bakışlarım, banyonun sarı loş ışığında iyice yaşlandırıyordu beni. “Halledilmiş mi?” diye sordum ruhsuz bir sesle. Bir an yine sessiz kaldı, ardından başını beni onaylayarak yavaşça salladı. “Yakında getireceğim sana.” Dedi.

Peki.

En az benim kadar düşünceli ve sessiz bir şekilde, kapı pervazına yaslandığı yerde beklemeye başladı. Günden güne, Arın daha da düşünceli bir hale geliyordu. Bana güvende hissettirmeye çalışıyordu ama, ben onun da içten içe sürekli değiştiğini hissediyordum. Alışamıyordum hiçbir şeyine.

Aklından tam olarak neler geçtiğini tahmin etmek gittikçe kolaylaşıyordu. Ya da o, kolaylaşmış gibi düşünmeme sebebiyet veriyordu.

Bu sebeplerden dolayı, sürekli bir çıkmaza düşüyordum konu o olduğunda. Ne kadar konuşursak konuşalım, arkadaş gibi davranmayı az çok öğrenmiş ve becermiş olmamıza rağmen onun yanında kimsenin yanında hissetmediğim bir tuhaflık hissetmeye devam ediyordum hep. Daha öncesinde hissetmediğim türden bir gerginlik, tuhaflık. Bir çeşit sancının ufak ufak emareleri.

Gözlerimi yüz ifadesinden ayırıp bedenine kilitledim. Üstünde benim seçtiğim kıyafetler vardı. Soluk kahve bir takım, Karan'ın taktığı markalardan eski tarz bir saat ve koyu kahve deri ayakkabılar giyiyordu. Ama saçlarını dediğim gibi yapmamıştı. Kaşlarımı hafife çatıp, ona tam olarak dediğim gibi gözükmezse ‘Karan olmadığının anlaşılacağını’ söyleyecektim ki; yüzüne döndüğümde susmayı tercih ettim.

Evet, yüzleri sahiden benziyordu. İkisi de sarı saçlı ve kahve gözlüydü. Fiziksel yapıları bile benzerdi ama bazı farklılıklar vardı. Ki tüm bu farklılıkların önemini; Arın'ı Karan gibi giydirdiğim zaman anca anlamıştım. Benzerlikleri değil de farklılıkları daha çok gözüme batıyordu artık.

Arın daha iriydi ve biraz daha kaba bir görüntüye sahipti. Saç telleri kalın ve dalgalıydı. Karan’ın saç telleri ise ince ve daha kıvırcıktır. Arın’ın kibar ve biçimli çene hatları, göz biçimi... O kadar benzemiyorlarmış.

"Güzel olmuşsun." dedim düz bir sesle. Yüzündeki hafif ciddi ifade birazcık dağılsa da ses etmedi. Sözlerimin kulağa geldiği kadar nezaketli olmadığının farkındaydı. Onu Karan’a benzetmeye çalışmam yüzünden ve dış görünüşlerinin çok benzediğini ifade etmemden sebep, sinirleri bozuktu. Bu konuda hiçbir şey söylememiş olmasını, onu dış görünüş olarak Karan’a benzettiğimde sessiz kalmasını; umursamamış olmasına bağlıyorum.

Büyük bir geri tepki vermemek için kendini tuttuğu ihtimalini düşünmemeye çalışıyorum.

Gözlerim gözlerinden uzağa, kendi dizlerime kaydı ve "Saçınla oynamayacak olsan bile. Kravatını takmalısın muhakkak, Karan kravatını takmadan hiçbir yere gitmez." dedim ifadesizce.

"Ben gittiğini gördüm." diye geveledi olduğu yerde dikilmeye devam ederken. Bendeki ifadesizlik ve üzüntü durumu, onu olduğundan daha da huysuz kılıyordu sanki. Benim mutsuzluğum onu üzüyordu. Bana karşı olan bu gereksiz duyarlılığı, son bir ayda; ben onu engellemeye ve reddetmeye devam etsem de bitmemişti; hatta daha da değişmiş ve gelişmişti.

Aptallığına tahammülün olmayacağını derin bir nefes alıp vererek ona gösterdim.

Bundan otuz altı gün önce, ona yetmiş yedi ya da daha fazlı katlı otelleri bul dediğim gece, Arın kapımı tıklatmıştı. Bende açmamıştım. O zamandan bu yana ona karşı bir güven hissetmiyordum ve bu konuda açıklama yapmak için konuşmasına da hiç izin vermemiştim. Duymak istemiyordum hiçbir şeyi.

Yine de Arın’la kalmaya devam ettim. Çünkü ilerleyen günlerde -bir daha asla kapımı tıklatmamıştı gece gece- zararsızdı ve getir götü işleri için oldukça işlevliydi. Dış dünyayı anlamamda ve bir türlü sahip olamadığım kontrolümü korumamda da bana yardımcı oluyordu. … Tüm bu birlikte geçirdiğimiz süre sonunda; onu hem daha iyi anlıyorum hem de hala hiç anlamıyorum. Böyle bir paradoksun içindeydim söz konusu o olduğunda.

Arın, tam çözdüm dediğim an daha farklı bir kişilik olarak karşıma çıkıyordu. Bu da ona karşı soğuk bir tavır takınmamın, açıklamalarını öğrenmek istemememin en büyük gerekçesiydi. Bir manyak tanıyorum zaten...

İlerleyen otuz altı günde birlikte pek çok iş yapmamız gerekmişti. Bir şekilde iletişim kurmayı başarmıştık dediğim gibi, ama… ona karşı güvensizliğim asla geçmediğinden dolayı ilişkimiz sanki gittikçe daha da boklaşmıştı. O bana daha çok bağlanıyor olmasına rağmen.

Bunun bizzat sebebi ben olduğumdan, ‘neden’ diye herhangi bir soru sormasını istemiyordum. Mümkünse, kapı pervazında dikilmiş bana bakmayı da kesmesini istiyorum. "Dışarı çık." diye geveledim ince çorabı sol ayak parmaklarımdan geçirirken.

Derin bir nefes alma sesi duydum, peşinden de adım sesleri. Ancak adım sesleri uzaklaşmak yerine bana yaklaştı. Başımı kaldırıp ona baktım. Kaşlarımı çatmaya vaktim bile olmadı, sersem bir şaşkınlıkla, loş sarı ışığın aydınlattığı bedenine ve bakışlarına baktım sadece. Düşünemedim o an.

Karşıma kadar geldi ve yere doğru eğildi. Gerçekten… iriydi. Eğildiğinde bile ufalmıyordu birazcık bile olsun. Sessiz siması, hafif kısık gözleri…

O sakin, kalın ve kendini dinlettiren derin sesiyle "Seni bu kadar uyuşturan ne?” diye sordu. Sol eli, yanağıma yükselmek istiyormuş gibi bir an hareket etse de kendini durdurdu. Bana dokunmuyordu. Kapımı tıklattığı ve kapıyı açmadığım o geceden beri bana asla dokunmuyordu. Sanki… o gece hakkında onu yanlış anlamıştım ve açıklama yapmasına izin vermediğim için kendini bu şekilde ifade etmeye çalışıyordu.

Sıcak, pürüzsüz bir akışa sahipti derin sesi. “Böyle üzgün üzgün bakarsan, kimse inanmayacak bize.” Dedi. Bir ses nasıl hem bu kadar yumuşak hem de bu kadar ahenkli ve derin olabiliyordu?

Üzgün üzgün bakmak istemiyorum ben de. Ne diye içeriye girdin ki? Biraz şurada duracaktım, toparlanıp çıkacaktım banyodan. Üzgün olduğumu, neden uyuşuk olduğumu gerçekten sormana gerek var mı? Sebepler açık değil mi?

Karan gibi kokman?

Bu gece sen ve benim, Karan’a ‘boyun eğseydim’ yaşayacağım hayattan kısa bir kesiti taklit edecek olmamız?

Tehlikeli bir görevde seni yanımda getirdiğimden sebep senin için endişeleniyor olmam?

Senin… yüzün. Gözlerin?

Evet. Senin yüzün, gözlerin, benim için başlı başına bir soruna teşkil ediyor.

Sağ elimi bilinçsiz ve yavaş bir hareketle, onun yanağına getirdim. Yanağı, avucumla kapatmam için fazla büyüktü. Koca kafa. Yumuşak baş parmağım, gözüne doğru yükseldiğinde gözlerini bir an olsun bile kırpıştırıp, bakışmamızı bir anlığına bile kesmedi.

Kızarık, kan çanağına dönmüş tembel bakışlara sahipti. Buna rağmen, fazlaca güçlü ve aklı başında duruyordu. Onun tüm gizleri, kullandığı alkolden sebep şişmiş göz dolgularına gömülmüştü sanki. Ona biraz baksam, onu anlardım. O da bunu bildiğinden, gözlerine bakmam için hemen orada olurdu.

… Evet. Öyle yapmıştı.

Alkolün verdiği yorgunluk ve bitkinliğe hakimdi her daim, bugün içmemiş olsa da gözleri sarhoş ve mutsuzdu. En çok da kızgın, keskin.

Arın…

Başını biraz daha aşağıya eğip, avucumu yanağına oturtmaya çalıştığında oturduğum klozet kapağında gerilemeye çalıştım. Elleri yavaş gibi gelse de hızlı bir şekilde; dizlerime kadar uzandılar ve avuç içlerini dizlerime bastırdığında; geri çekilmemi istemediğini belli eden bir baskınlık göstermiş oldu. Tepki vermedim. Ne yapacağı merak ettim.

Bu adamın, son bir ayda bana olan ilgisinin değiştiğinin ve geliştiğinin farkındayım. Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim, şaşırtıcı ve budalaca geliyor.

Elleri, bir an dizlerimi okşadı. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Ne düşündüğünü seçmeye çalışsam da imkânsız geliyordu bana. İmkânsız geldikçe de daha da rahatsız oluyordum. Ne düşündüğünü çözemediğim bir adam, kim bilir...

Onunla otuz altı gün boyunca şehrin birçok yerini dolaşmıştık. Karan'ın bana anlattığı onca şeyi biliyor olsam da mekanlara tam olarak hâkim değildim sonuçta. Sokaklara, ortamın enerjisine dair çok fikrim yoktu. Tüm bunları keşfetmek ve bildiğim yerleri doğrulamak bu otuz altı günümüzün sadece belli saatlerinde gerçekleştirdiğimiz şeyler olmuştu.

Ve o birlikte her saniyede... Aklımla oynuyor.

Nasırlı parmakları çıplak tenimden ayrıldı ve ayak bileklerime kadar anca çektiğim ince çorabımı kavradı. Neredeyse tahrik edici bir yavaşlıkla, çorabı yukarıya çekmeye başladı, ince çorap diz kapaklarımın üstüne kadar geldiğinde; çapraz kesim eteğim biraz aralanmıştı. Gözleri, çıplak bacaklarıma kaydığında benim de gözlerim ellerine kaymıştı. İkimizde hareketin gerçekleştiği yere bakıyorduk kendimizce.

Ona zarar vereceğim. Ama bunu yapmak istemiyorum.

Arın ince çorabımı bıraktı yavaşça, kasılı kalmış parmakları gevşerken hiç de memnun değillerdi durumdan, tekrar dokunmak istiyorlardı. Ellerini benden uzağa çekemedi.

Boynunu hafifçe aşağıya, bacaklarıma doğru düşürdüğünde göz yuvarları yukarıya, bana doğru kaydı. Onu izlediğimi görüyordu. Ne yaptığını merak ettiğimi… ne yapacağını. Onun benden daha iyi olduğunu söyleyebilirim, karşı tarafın ne düşündüğünü anlamak konusunda.

Ne bekliyorum? Sen söyle.

Elleri kalçama gittiğinde, olduğum yerden kıpırdamadım. Ciğerlerimdeki gaz alışverişi sırasındaki önemli yerini oksijen, sıcak ve titreşimlerle dolu bir heyecana bırakmıştı. Boğazıma kadar yükselen bir şeyler vardı ama yumruyu aşamadıklarından hangi kelimeler olduklarını anlayamıyordum.

Kendimi tutuyordum işte. Sakin tutmaya çalıştığım mimiklerde vardı yüzümde, ama gözlerim çocuksu bir merakla doluydu onu izlerken. Banyonun loş sarı ışığı mı bize uyum sağlıyordu yoksa Arın mı bizi ona uygun hale getiriyordu emin değilim.

Göz yuvarları bendeydi. Bakışları içimi görüyordu adeta. Her bir hareketinde onda kaldığımı bilmek istermiş gibi bir ima seziliyordu. Hareket etmeden durduğu her saniye, onu neden uzaklaştırmadığımı anlamakta daha da allak bullak oluyordum. O bundan da memnundu. Baskınlığı kolayca eline alabileceğini ve beni allak bulla edebileceğini, bilmemi istiyordu.

… Sen… tahmin ettiğimden…

Yüzünü iyice bacaklarımın arasına yaklaştırdığı sırada bakışlarını aşağıya kaydırdı, gözlerini kapattı. Dudakları hafifçe sağ uyluğumun aşağısına değdi. Biraz sürtündü, gıdıklanıyordum dudakları teğet geçtiğinden dolayı. Burnundan yavaşça bıraktığı soluk beni ısıtıyordu. Sağ dizime doğru yaklaştı iyice, yumuşak derime bastırdı ağzını ve burnunu, tamamen. Derin bir nefes çekti içine, tenimden.

Aynı şeyi tekrar ve tekrar yapmak istermiş gibi bir an bekledi ama yapmadı. Dudaklarını yavaşça geri çekti. Ellerini ise kalçalarımdan ayırmadı. Bırakmak istemiyordu beni. Elleri, yavaşça yukarıya; belime doğru kaydılar. Her bir dokunuşunda okşama vardı. Değdiği her yeri kaydedermiş gibi duran gözleri, göğüslerimden gözlerime yükseldi.

Yabanıl yanını bastırdığını çok güçlü bir şekilde hissettirdikten hemen sonra, yavru köpek gibi bakmaya başlaması açıkça bir numara.

Aslında o, benden, çok şey bekliyordu. Ve ben tüm bunları benden nasıl bekleyebildiğine dair bir fikre sahip değildim. Günden güne bana çekiliyordu, korkarım ki, bende onu koruyup kollayacak dayanıklılık bir noktaya kadar vardı. Ben zaten alt üst olmuşum Arın. Ben zaten…

Beni kurtardığı bir Prenses olarak görmediğini biliyorum. O halde, Arın'ın bana olan bu tavırlarının ve açlığının nedeni ne?

Aklımda bir sürü teori var, ama beni en çok kışkırtan; onun, beni kendi pusulası yapmaya çalıştığı fikri.

Beni olduğum kişi olarak görüp de bunu yapmaya çalışacak birisi ancak deli olabilir.

Kısa topuklu, bilekten bağlamalı siyah ayakkabılarımı eline aldı ve kendi önüne bıraktı. Sağ ayımı avuçladı. İki eliyle, bir an ayağımı kavramış bir halde durdu ve hafifçe sıktı. Sonra bir eli ayağımdan ayrıldı ve ayakkabıyı kavradı. Ayakkabı ayağıma geçirirken, beni okşamaya devam ediyordu. Gıdıklansam da ses etmedim. Diğer ayağım içinde benzer bir uygulamayı yaptı. Ayaklarıma ilgiyle, biraz çatık kaşla ve belli belirsiz yakalayabildiğim kadarıyla şaşkınlıkla da bakıyordu. Bileklerimi bağlamaya başladı. Onun nasırlı ellerine yakışmıyordu böylesi bir nezaket.

Gözlerimi bir an ondan ayırabilsem, tam karşımdaki aynada nasıl gözüktüğüme bakardım.

"Beğendin mi?" diye sordum sessizliği bozarak.

Ayaklarımı, bileğimi sürekli okşuyordu. Anlamazlığa vurup "Neyi?" diye sordu bileğimdeki bağı çözerken. Zaman kazanmak için tekrar baştan yapmaya koyulmuştu bağcıkları. Sağ ayağımı hafifçe öne uzatıp, ona yaklaştırarak yardımcı oldum. Benden çıkabileceğini düşünmediğim kadar ahenkli bir sesle, "Beni?" diye seslendim.

Parmakları soğukkanlılıkla işine devam ediyor gibi gözüktü başta, ama bağcığı hemen bağlayıp, parmakları bacağımı kavradı. Hafifçe tutuyordu. Kendine çekme arzusu; statik bir elektrik olarak yansıyordu tenime. Dalgın dalgın bana baktı. Süzdü tekrardan. O olgun, derin sesiyle "Seni hiçbir zaman çirkin görebileceğimi zannetmiyorum Eren, ama hayır, elbiseyi sevmedim." dedi.

Bir an ne diyeceğimi seçemedim. Birden o aşırı özgüvenli halim puf olup gitmişti, "Neden?" diye sordum anlamsızca.

"Çünkü sen sevmedin. Senin sevmediğin bir şeyi, senin üstünde neden görmek isteyeyim ki?"

Bu yaşıma kadar herkes. Eski mahallemdekiler, halam, annem, öğretmenlerim ve lise arkadaşlarım; hayatımdakiler her zaman nasıl gözükmem gerektiğiyle alakalı bir fikre sahipti. Karan bile. Hatta Karan'ın, sırf aldığı elbiseleri değil de kendi eşofman takımlarımı giyiyorum diye tüm kıyafetlerimi kesip gardırobumu tekrar düzenlediğini hatırlıyorum. Gardırobu ateşe verdiğimde vazgeçmişti inadından.

Sadece eşofman giymeyi kendime uygun görebildiğim bu değersizlik psikolojisine girme nedenim kendisi değilmiş gibi. Yanlış anlaşılmasın, spor giyinen insanların kendilerini değersiz hissettiğini ima etmiyorum. Ama pekâlâ, benim başka bir şey giyemememin sebebi… Ugh, konuşmak istemiyorum.

Bir başkasına ne giyeceği hakkında yorumda bulunmak… çok da kötü değildi. Ancak toplumdaki her bireyin bir başkasının kıyafeti hakkında sürekli ama sürekli yorum yapabileceğini düşünmesi küstahlıktı.

Bunu ben ya da bir başkası tekrar tekrar unutabilir ve bir başkasının kılık kıyafeti hakkında; yüzüne baka baka başka şeyler söyleyebilirdi. Ama şu son otuz altı gündür gördüğüm kadarıyla, dünyanın en umursamaz herifi gidi duran Arın: küstahlık gösterilmemesi gerektiğini asla unutmayan bir yapıdaydı.

Gülümsedim, "Çok uzun cümleler kuruyorsun." diye dalga geçtim, kırık bir sesle. Sık sık uzun cümleler kurardı bana, bir şeylerden bahsederken. Öyle konuşmaya pek hevesli biri değil gibi duruyordu diğerlerinin yanındayken ama… Benleyken konuşuyordu sanki.

Muzip, olgun sesiyle "Sadece seninle konuşuyorum, katlan bu adama." diye geri cevapladı hiç beklemeden. … Aslında normal. Hiç arkadaşı yok. Mete’ye bile hep kötü kötü bakıyor. Resul deseniz… ilişkileri bir yakın bir soğuktu gibi geliyor bana. Resul, öfkesini kontrol edemediği sırada ondan korkmuştu değil mi? Daha çok Arın’ın bakıcısı gibi bir profili kalmıştı gözümde.

Niye hiç arkadaşı yok böyle bir adamın?

Hikayesini merak ediyorum. Bilmediğim çok şey var değil mi?

İlgilenmemeliyim de.

Ayaklarımı tamamen bıraktığında ve bana yakın tuttuğu gövdesini geriye çekip sırtını dikleştirdiğinde, yapmak istediği kadarını yapmadığının; içinde kalan başka bir şeylerin daha olduğunun farkındaydım. En azından kadınlığıma bir öpücük kondurmak istiyordu. Ama bunu isteyeceğini bildiğimi bildiği için tek bir an bile gözlerini orama değdirmemişti.

Ayağa kalktı ve gerimiz de kalan musluğun mermerine Şahin yüzüğünü bıraktı. Huzursuz, rahatsız olmuş bir yüzle ve sert bir sesle "Takmadan gelme." dedi çıkarken.

Ona, 77.kata neden gideceğimizi -gerçek nedeni söylemedim, gerçek nedeni söylemediğimi anlasa da hiç ima etmedi- ve Karan gibi davranmasını söylediğimdeki ifadesine bürünmüştü, yüzüğü bırakırken. O yüzüğü takacak olmam hoşuna gitmiyordu. Tiksiniyordu bu durumdan.

O kapıyı kapattıktan birkaç saniye sonra ayağa kalktım ve çorabımı kalçalarımdan yukarıya kadar çektim. Musluğun karşısına geçip, koyu kırmızı maskeyi yüzüme taktım. İlginç süslemelere sahip bir maskeydi. Satrançtaki şah tuşundan esinlenerek tasarlandığını biliyordum. Bir çift maske alırken, özel ve çarpıcı bir şeyler almaya dikkat etmiştim elbette.

Arın da bu maskenin diğer çiftini kullanacaktı. Yüzünü maskeleme fikrinden nefret ettiğini açık açık söylemese de yüz ifadesiyle yeteri kadar belli ediyordu. Hele de süslü püslü bir maskeyi eline tutuşturduğumda şok olmuş yüz ifadesine unutamıyorum. Gittiğimiz casinonun konsepti yüzünden böyle bir şey yapmamız gerektiğini, hem bu şekilde Karan gibi gözükebileceğini ona açıkladığımda ‘Baykal cidden saçma sapan bir yer.’ Diye geri cevap vermişti.

Arın, Sahir’den Baykal’a gelen kendisi değilmiş gibi her fırsatta Baykal’a karşı duyduğu hoşnutsuzluğu belli ederdi cümlelerinde. Açık bir dille söylemiyordu ya da kendisi de farkında değildi ama, o içten içe Sahir’i seviyordu.

Üstümü başımı hallettikten sonra, Şahin yüzüğüne uzandı ellerim. Karan karşımda diz çökmüştü bu yüzüğü bana verirken. Bugünden sonra bu yüzükle bir işim kalır mıydı bilmiyorum, ama kalmasa da saklayacağım.

Onun götüne sokacağım güne kadar saklayacağım bu yüzüğü.

Yüzüğü, daha birkaç gün öncesine kadar -Karan’ın ısırık izini saklamak için- sargıya doladığım parmağıma geçirdim ve banyodan çıktım. Arın da yüzüne maskesini geçirmişti. Benim yakut kırmızı, şah maskeme karşılık onunki kırık beyaz bir vezir maskesiydi.

İçeriye ilk adımımı atıp da onu maskeli, kravatlı haliyle gördüğümde bir an Karan zannedip nefesimi tutmuştum. Ama o gövdesini tamamen bana döndürdüğünde, az önce dizlerime kapanan adamın kim olduğunu hatırlamam çok hızlı oldu. Eli sağ cebine gittiği sırada yanıma doğru yürümeye başladı. Ben de ona doğru yürüdüm ve iki adıma ortada buluştuk. Cebinden alyansları çıkardığında benimkini vermesi için sağ avucumu açıp ona doğru uzattım.

 

Görmezden geldi, sol elimi nazikçe tutup yüzük parmağıma kendi geçirdi alyansı. Nefretle baktı Şahin yüzüğüne.

Bir şey dememe fırsat vermeden, hızla kendi alyansını da kendi parmağına geçirdi ve kapının yanına doğru adımlamaya başladık.

Gerginliğim çabucak hat safhaya yükseldi. Sürekli mızmızlandığı için, yanımda gelmesine müsaade etmiştim böyle bir görevde. Ama…

"Dediklerimi hatırlıyorsun, değil mi Arın?" diye sorduğumda başını beni onaylayarak salladı. Fakat epey sıkıntılı bir tavra bürünmüştü yine, "Ne oldu?" dedim ciddi bir tavırla ve yerimde durdum. Bu sorunu şimdi halletmeliydik, 77. katta konuşacak halimiz yoktu.

"Karan gibi davranmak üstünde baskı mı kurar? Kaldıramayacağını düşünüyorsan, korkma-" "Eren, kes artık şunu." diyerek lafımı böldü sakin tutmaya çalıştığı ama sıkılmış bir sesle. "Neden onun gibi davranmak bana zor gelsin ki, o kim?" diye biraz daha sinirli bir tavırla geveledi. Sonra, benimle bu tavırda konuşmak istemediğine karar verip başını sabır çekercesine iki yana salladı. "Sorun bana o piçin ismiyle seslenecek olman." dedi.

Cevap vermedim. Buna ne diyebileceğimi bilmiyordum. Bir şey söylemeyeceğimi anlayınca bakışlarını önüne, kapıya çevirdi.

Derin bir nefes verdi. Sert bir sesle, sinirli bir mizaca büründükten sonra, "Söylediklerin doğrultusunda hareket edeceğim, eğer sana fazla gelirse güvenli kelimeyi söyle." Dedi. Sessizlik, onu onayladığımı belli etti yeterince. Yan bir bakış attı bana, sol eli belimi kavradı yavaş hareketlerle, ürkmemi istemiyordu. Sol eli belimin arkasından dolandığı sırada gözlerimiz birbirindeydi. Hazır olduğumu anladı. Anladığı gibi hızlandı ve sertleşti. Beni kendine doğru çekti.

Kapı açıldı ve genç Şahinler ilk defa bir çift görüldü.

Gece yarısının ilerleyen saatlerinde, yeni evlendikleri zannedilen; Karan Sezer Şahin ve Eren İpek Şahin piyasada ilk kez bir çift olarak görülüyordu. Hem de Hanzade Oteli’nin 77. Katındaki gizli casino da! Yeni evlileri ilk kez birlikte gören sayılı insanlar, kendilerini içten içe şanslı hissedeceklerdi.

… Açıkçası, Arın’ın nasıl davranacağı konusunda biraz gergindim. Karan ile malikanede her daim bir kavga içindeydik ve bir çift olsaydık nasıl davranırdı tam olarak kestiremiyorum. Bir şeyleri tahmin edip, Arın’a aktarmıştım ve o şekilde davranmasını istemiştim. Elinden geldiğince deneyeceğini biliyordum, ama beni belimden kavramış olmasına rağmen aramızda belli bir mesafe hissediyordum ve… bu Karan’ın yapacağı bir şey değildi.

Peki, gerçek Karan burada olsaydı nasıl olurdu? Onun istemediği şekilde adım bile atsam, insanların içinde olmamızı umursamadan beni fiziksel güç kullanarak durdururdu. Rahatsız olduğu herhangi bir şeyi dile getirse dinleyeceği tek kişi bendim, ama asla anlamaya çalışmazdı ve bir andan sonra delirip saçlarımı kavradığı gibi beni sürüklemeye başlardı. . Şu an koridorda birlikte yürüdüğüm kişi Karan olsaydı, ondan fazla kez tacize uğramıştım. Eli her fırsatta elbisemin altına giderdi, beni kendine yapıştırdı ve koridordaki diğer erkek ya da kadınların tahrik olacak olmasını umursamaz; bundan rahatsız olmazdı.

Hatta Karan, etrafta akrabası ya da Adil Vedat olmadığı sürece herhangi bir insanın yanında bana cinsel olarak istismar da bulunmakta bile bir sorun görmezdi.

Birkaç kere annemin ve annemin favori hizmetçisinin gözü önünde tecavüz etmeye çalışmıştı beni. Her defasında zor kaçmıştım. Bazen, yemek masasında yemeğimi yerken kapardı beni. En sonunda her zaman bulunduğum civarda yalnız olmayı alışkanlık haline getirmiştim ki kimsenin gözü önünde yapamasın. Çünkü bu... daha da delirtiyor.

Ben… utanıyorum.

Benim gibi kızlar utanmamalıyken. Hata ediyorum.

Beni zorla sürüklediği ve üstüme abandığı rastgele bir odaya, cinayeti üstündeyken bir hizmetçi yanlışlıkla girse bunu takmazdı. Eğer kendi de çıplaksa hizmetçinin kendine baktığını görürse, onu öldürürdü tabi. Ama kendisi çıplak değilse insanların etrafta olmasını önemsemezdi bana bir şey yapmak istediğinde.

Umurunda değildim.

Belki de hizmetçi kızları bu şekilde korkutmak hoşuna gidiyordu. Bakmamaları gerektiği halde bakarlarsa, ölecekler. Ama insanlar bakmamaları gereken bir şeye bakmak için güçlü bir istek duyarlar. Ancak ne kadar isteseler de bunu yapmamalılar. Karan, insanların sınırlarını zorlamaya bayılıyordu. Akıllarını her bir an bozmaya çalışmak onun içi bir tutkuydu.

Ve 77. Kattaki arkadaşları da Karan'ın bu tutkuların farkındaydı, neredeyse benim kadar. Ama asla benim gibi bilemezler.

Asansöre bindiğimiz de hemen arkamızdan lacivert takımlı genç bir adam ile altın puantiyeli bir elbise giyen genç bir kadın asansöre binmek istedi. Arın, o ikisi tam karşımızdan bize doğru yürürken asansörün kapılarını kapatma tuşuna bastı. İkisi de karşılarındaki kişiyi tanımış gibi o anda durdular. Ansızın kurduğu üstünlüğü o kadar keskin ve etkin bir biçimde hissettiriyordu ki insan düşünmeden boyun eğiyordu ona.

Kapı kapanınca, "Tam Karan'lık bir hareket." diye geveledim. Asansör hareket ederken keşke konuşsaydı. Asansör de olduğumuz gerçeğine odaklanmak istemiyorum asla. Karan’ın beni asansörde sıkıştırdığı o günden beri, asansörlere binmiyordum.

Arın bana anlamayarak dönüp "Efendim?" diye sordu soğuk bir sesle.

Başta tamamen rolüne büründü sandım, ama bakışlarındaki sertliği ve anlamamazlığı gördüğümde, bir gerçeği inkâr etmeye çalışmaktan vazgeçtim artık.

Bunu kendi kendine yapmıştı. Arın’ın kişiliği…

"Yok bir şey."

Asansör 77. katta durduğunda, kapısı sözde kilitli olan resim sergisine girdik. Işıklar yürüdüğümüz alanlarda açılmaya başlıyordu. Etrafa bakınmaya başladım onun belimdeki kolundan kurtulup, birkaç adım ileriye giderken.

Karan hep Ay'dan geçtiğini söylüyordu. Etrafa bakınıp neyi kastettiğini anlamaya çalıştığım sırada Arın dev bir Ay resminin önünde durdu. "Bu?" diye sordu elini oraya uzattığı sırada. Hayır, sıradan bir tablo o. Başımı iki yana salladım ve aceleci bir tavırla etrafa bakındım. Kimse gelmeden içeriye girmeliydik ki yolu bilmediğimiz açık olmasın. Yanına kadar geldiğim sırada "Başka bir şey olmalı-" diyordum ki, Ay'lı tablonun hemen arkasındaki duvara asılı olan tablonun kenarını gördüm.

Kayalıkların üstünde oturan, çiçek bahçelerini seyreden küçük kızın resmi. Eskiden Şahinler malikânesineydi. Birden ortadan kaybolduğunda nereye gittiğini çok merak etmiştim. Biliyor musunuz? Bu tablonun sihirli olduğuna inanmıştım. Karan, böyle biri olunca… Küstü biz iki çocuğa da yok oldu sanmıştım. İnanmıştım buna, çünkü o zamanlarda inanmaya ihtiyacım vardı böyle bir lanete. Putlaştırmalıydım cehennemimi. Bildiğim cenneti zehirlemeliydim. Karan’ın zehirlediği her şeyi çürütmeliydim.

Tabloya doğru gidip, boyadan çiçeklere parmak uçlarımla dokundum. Demek şimdinin Karan'ı, tablomuzu da elimden çalıp buraya getirmişti.

… Bir diğer ve metafiziksel olmayan mantıklı teorim resmi annemin kaldırdığıydı. Keşke öyle olsaymış.

Arın hemen ardıma geldi ve durdu.

Acaba Karan, bir gün buraya birlikte geleceğimizi düşünerek mi bunu buraya getirmişti? Amacı kur yapmak mıydı?

İyi de... Ben asla buraya gelmek istemiyordum seninle birlikte. Seninle gitmek istediğim yerler çok farklıydı.

Tablonun kenarını tutup öne doğru çektiğimde, tablo öte taraftan da itilmeye başlandı. Bunun üstüne Arın, kolunu gövdemle tablo arasına sokup elini karnıma bastırdı. Beni kendiyle birlikte geriye çekti. Tabloyu içerideki kişi tamamen araladı.

Karşımıza esmer, benden epey uzun ve sert mizaçlı bir kadın çıktı. Dudağından sol gözüne kadar uzanan bir kesik izi vardı. Belli ki biri yüzünü kesmeye çalışmıştı önceden. Belki de bu yüzden, asla gözünü kırpmıyordu. Bana baktı, gözleri parmağımdaki yüzüğe kaydıktan sonra Arın'a döndü. "İsminizi rica edebilir miyim?" diye sordu o sert, tok sesiyle.

Arın sol elini tekrar belime getirip beni sardı. Kadına sert, üstten bir ifadeyle göz gezdirip, içeriye yöneldi. Karan'ın kibrini ve öfkesini iyi taklit edebiliyordu. Eğer kendisi olarak öyle bir durumda olsaydı ne yapardı diye merak ettim. Yan gözle ona baktığımda, sanki düşüncelerimi okumuş gibi; "İfadesizce, geçer giderim." diye geveledi. Başını biraz bana doğru eğip, soğukkanlı bir sinirle, "Kendimi ayak takımına tanıtmakla neden uğraşacağım?" diye sorduğunda kaşlarım hafifçe çatıldı. Yani, esmer kadına karşı gösterdiği kibirli mimiklerinin kaynağını; Karan'ın zorba tavrını özgüvensizlik olarak mı görüyordu? … Doğru, bende böyle düşünüyorum. Ancak Arın’ın gerçek tepkisi olacağını söylediği ‘ifadesizce geçip gitmek, karşıda birisi yokmuş gibi davranmak’ da…

Arın, ne zaman biraz daha açık olmaya başlasa o kadar masumluğunu kaybediyordu gözümde. Tüm bu suçları işlediğim sırada yanımda olma sebebinin, sadece biraz can sıkkınlığı olduğunu düşünmek yeteri kadar gerginlik uyandırıcıyken; bir de bu egolu tavırları göstermek zorunda mıydı? Onunla ortak olmayı en başından beri kabul etmememin nedeni de buydu. Baykal’daki herhangi bir şeye en ufak bir saygı bile göstermiyordu. İçten içe, bana saygı gösteriyor muydu yoksa gösteriyor gibi mi davranıyordu?

O canı sıkılıp bana tekmeyi basmadan, ben onu tüketeceğim.

Arın'ın hala bana yan gözle baktığını fark ettiğimde başımı hafifçe ondan öte yana doğru çevirdim. Germişti beni birden, zaten sesi de öfkeli çıkmıştı.

Bu gece olurda ‘güç kullanması gerekirse’ diye bir bahane uydurup ilaçlarını almayı reddetmişti. Son otuz altı günde alması gereken yetmiş iki ilaçtan sadece altmış ikisini verebilmiştim ona.

Sayma derdim yoktu. Yanlışlıkla aklımda kaldı sayısı.

Genel olarak Arın öfkesini iyi kontrol ettiğinden, şu ana kadar hiçbir sorun çıkmayacağını düşündüm. Fakat casinoya yaklaştığımız her an korkum daha da fazla artıyordu.

Belimi biraz daha sarıp beni kendine yaklaştırdı müzik sesleri gelmeye başladığında. "Klasik müzik çalar diye tahmin etmiştim," dedim tuhaf bir ritim tutturmuş remixe kulak verip, dikkatimi dağıtarak. Dudağının sol tarafını yukarıya kaldırıp indirdi hızla, "Burası küçük soytarıların mekânı, o yüzden." diye diye geveledi. Maskeler yüzünden soytarı lakabını da takmıştı.

Bu bakış açısının altında yatan şeyin kibir değil de başka bir duygu olduğunu bilsem… ona kesin hayran olurdum. Küçükken Kadir Vuslat adındaki mafyalardan nefret edip onları eleştiren bir gazeteciyle evlenmeyi istiyordum biliyor musunuz? Evet, Arın’da onun gibi bir bakış açısından mütevellit bunları söylemiş olsaydı… Muhtemelen beni etkilemiş olurdu şimdiye.

Her neyse, Arın ‘küçük soytarılar’ derken yaşı küçük olanları kastetmiyordu. Evet, buraya Baykal'ın tehlikeli ailelerin çocukları gelirdi ve aile liderleri olan anne ya da babalarından küçüklerdi haliyle. Ancak burası ailelerinin gittiği yerlere göre; daha çok şirketlerde çalışan beyaz yakalıların pis ve ıslak rüyalarını dolduran bir casinoydu.

Her Perşembe ve Cumartesi tıklım tıklım olurdu. İçeride çeşit çeşit insan vardı: Kumar oynamakla ilgilenen ve toplumun yüksek kesimine ulaşmış birçok beyaz yakalı, kendine fuhuş pazarında yer arayan genç insanlar, ortaya canlarını koymuş kurpiyeler, metresler, jigololar, kimi şanslı gangsterlar, mafya ailelerinin çocukları…

Casinoya girişinden bakınıp yuvarlak merdivenlere yöneldik. Arın sadece bir kere bakmıştı kumarhanedekilere. İkinci kere bakmak istese bile yapmamalıydı. Onu buna karşın sıkı sıkıya tembihlemiştim; Karan’ın ‘altın kuralı’ idi bu. O kadar çok ona nasıl davranması gerektiğiyle alakalı yorum da bulunmuştum ki en sonunda benden bıkıp odadan çıkmıştı.

Benim ise, Arın gibi ‘bir kere bakma’ zorunluluğum yoktu. Bir maskenin ardına saklanmış, en utanç verici arzularını bastırmaya çalışan insanların hepsine bakındım teker teker. Buradaki bazı kişiler Karan'ın arkadaşıydı. Acaba beni tanıyan var mıydı aralarında? Arın ile Şahin Malikânesinden kaçmaya çalıştığımız gün, sosyeteye kendimi tanıtmıştım gerçi.

Gerçek haliyle. Boğazımda kopuk bir tasma ile.

Başımı önüme çevirmeden önce, gözlerimin panorama özelliğine sahipmiş gibi casinoyu ve devamındaki barları, bilardo masalarını, salon yerlerini tamamen taradığına emin oldum.

Doğru, bu gece buraya gelmem amaçsız değildi. En büyük amacım belliydi ama birçok amaçta kazanabilirdim burada.

Tüm bu insanlar, Karan Sezer Şahin ve biricik gelininin nasıl yukarı kata; Krallar Katına çıktığını izliyor.

Yine herkesin gözü önünde, Karan’la merdivenleri çıkıyorum.

Tıpkı o gün, benim Arın'la birlikte kaçamadığım gün; yalvarıp ağlamama rağmen, Karan'ın beni hapishaneme geri getirdiğini biliyor olmalarına rağmen, çıkmama göz yumdukları o merdivenlerdeki gibi Karan’la merdivenleri çıkıyorum.

Her bir basamakta insanlığa bir kurşun saplanıyordu, hatırlıyorum.

Arın yavaşladığımı fark edince sırtımdan beni öne doğru ittirdi.

Böylece tamamen önüme döndüm. Onlar zaten bana bakıyorlardı, benim de onlara bakmama gerek yoktu. Üst kat, içi boş bir halka gibiydi. Aşağı kattakileri izlemek ve kendi aranızda sohbet edebilmek için kurulmuştu görünen o ki. Arka odalar vardı, VIP odalar olduklarını tahmin ediyordum ama görünen o ki bugün kimse giremiyordu oralara. Balkon katı genel olarak ıssızdı.

Balkon katındaki birkaç insanı da gözlerimle hızla süzdüm. Hepsi maskelilerdi, ama Karan'ın nefret ettiği; yine de kimine arkadaşı gibi davrandığı insanlar olduklarını biliyordum.

Yedi kişilerdi. Turuncu, dalgalı saçları olan mor elbiseli bir kız ve sarı düz saçları olan beyaz elbiseli bir kız tam ortalarında oturuyordu. Üç kız dört erkektiler. Arın ile birlikte onlardan uzaktaki, aşağı katın neredeyse tamamını görebileceğimiz başka bir köşeye kurulduk. Oturur oturmaz başımı kavradığı gibi kendi göğsüne bastırdı. Bu ani tepkisi beni şaşırtsa bir oyuncak bebek gibi tepkisiz kalmayı başardım.

Hiç kıpırdamadım ama, içim ürperdi kokusunu içime çekince. Karan'ın parfümünden aldırmıştım ona, okyanus esintisi gibi kokuyordu. Başımın sağ kısmı tamamen göğsüne yaslıydı. Bacakları, kasıklarını ve karın bölgesini görüyordum direk. Gözlerim gövdesinde gezindi yavaşça, gerçekten… fiziksel yapıları benziyordu. Başımı, yukarıya doğru hareket ettirdim hala gövdesine yaslıyken. Kim olduğunu tekrar teyit etme ihtiyacı hissetmiştim. Bakışlarımı yukarıya kaydırdığımda; bakışlarımız anında kesişti. O da bana bakıyormuş.

Sinirli bakıyordu. Sanki onu az önce de Karan’a benzettiğimi bilir gibi. Siniri bir uyarıcı olduğundan mı yoksa gözlerinin kızıl saçaklarından mı emin değilim ama… Karan'ın kafamın içine bir tabu gibi kazınmış kokusuna rağmen; yanımdakinin Arın olduğu zihnimde daha önce olmadığı kadar net bir şekilde teyit edildi. Bu açık kahve gözlerinin içine bir mızrak misali uzanan kızıl saçaklar, o sinirlendikçe kanın rengini daha da anımsatırdı. Kimse yoktu bu bakışlar, biliyordum artık.

İkisinin gözlerindeki delilik bambaşkaydı. Arın, bana ya da Karan'a benzemiyordu. Bizim gibi değildi. Ölmek istemiyordu, kendinden nefret ettiğini söylemesine rağmen. Kendince kurtulmaya çalışıyordu. Bana demişti, beni bırakırsa ne yapacağını bilmediğinden benimle kaldığını. Gerçi, doğru mu söylüyordu gün geçtikçe daha şüpheleniyordum.

Her neyse, ortama düşündüğümden iyi ortam sağlamıştı. Sanırım onun geçmişinden ayrı bir hayat kurması, geçmişini unuttuğu anlamına gelmiyordu. Nasıl davranması gerektiğini benden bile iyi biliyor gibiydi. Ancak yine de beni dinlemesi daha iyi olur. Çünkü o şu an Arın Kor Aslan değil, Karan Sezer Şahin’di ve Sezer’i de ben tanıyordum. Bu yüzden, iyi uyum sağlamış olduğunu görmeme rağmen Arın’ın sergilediği hali tavrındaki rahatlığı beni geriyordu.

Arın sağ eliyle başımı göğsüne yaslamıştı. Birkaç dakikaya, sağ eliyle saçlarımı okşarken sol elini de belime sarmıştı, beni kendi üstüne çıkmaya zorlayan ısrarcı bir tutuşu vardı ama daha fazlasını yapmıyor, beni kaldırıp üstüne yerleştirmiyordu.

… Şu otuz altı gündür onunla neredeyse hiç temas etmediğim için ve genelde üç yıl boyunca Karan hariç kimseyle böyle bir yakınlıkta bulunmadığım için kendimi tuhaf hissediyordum.

Gergin, tedirgin.

Siktir git diyesim geliyor ama bunu yapma nedenini biliyorum. Yine de… sürekli ama sürekli kendime Arın’ın bana zarar vermeyeceğini tekrarlama ihtiyacı hissediyorum.

En sonunda, belimden beni sarmış ve okşayan sol eli saçlarıma yükseldi, saçlarımı okşayan sağ eli ise sağ bacağımın uyluklarına vardı.

Dur. Git.

Sağ bacağımı yumuşak uyluklarımdan hafifçe sıkıp, sol bacağının üstüne çıkarmaya başlamıştı. Oturuşumu düzeltmek için belimi koltuğun arkasına doğru biraz daha ittiğim sırada beni kendine iyice yapıştırarak engel oldu. Sol eli saçlarımı okşamayı kesip çenemi kavradı. Sıkmadı, ama bir an sıkacak zannederek irkildiğimde ve geri çekilmek istediğimde "Eren," dedi canı sıkkın, derin bir sesle. "Sorun ne?"

Sence?

Birçok şey. Öncelikle, sağ kolum arkada kaldığından göğsüm göğsüne değiyor ve... Bu sadece iki ortağın arasın da olması gereken bir iletişim değil. Okyanus esintisinden kurtulmak istiyorum, şu gergin ve sinirli bakışların bile beni tedirgin ediyor. Bedenime hâkim olmaya çok yakın bir yerde duruyorsun. Çok fazla bir şey yapmasan bile çok fazla şey yapıyormuş gibi hissettiriyorsun.

Sen beni, zaten hali hazırda benim yaptığım bir planın içinde, gerdikçe ve korktukça, korktuğuma sinirleniyorum. Ama senin yanında Karan'ın yanında gösterdiğim taşkınlıkları gösteremiyorum ve göstermem de görevdeyiz.

Ve benim tüm bu düşüncelerimin ilerlediği anda bile; sağ eli uyluklarımda, oyunlar oynamaya hazır beklemeye devam ediyor.

Daha fazlasını istemiyorum. Biraz daha yavaştan ele alabiliriz bence.

Sesim titrek ya da tedirgin çıkmasın diye yutkundum. Boğazımı temizledim ve tiksinti dolu sert bir sesle, "Bırak beni." diye fısıldadım. Sesimdeki tiksinti ve iğreti düşündüğüm daha nefret dolu ve fısıltımsı çıkmıştı. Etkili bir sesti, karşıdakine sahiden bir pislik gibi hissettirdi tamamıyla.

Bir an ses etmedi, yorgun, kasvetli göz kapaklarının ardında matlaşan gözleri ölü gibiydi. Etkilenmemişti ya da…

Göz bebeklerimde küçük, belli belirsiz bir kıvılcım yandı ve söndü. Hala çenemi kavramış ve başımı kendine doğru çevirmiş durumdaydı. Yüzünü yüzüme doğru eğdi. Maskelerimizin burnu birbirine değiyordu. Yabanıl bir mizaca bürünmeye başlamıştı, sıcak soluğunu bile isteye yüzüme bıraktığı. Aldığı tek nefes benim aldığım üç nefese denk geliyordu. Benden daha fazla yer kaplıyordu evrende ve bunu bilmemi istiyordu. Evet… istiyordu.

Başımı geriye çekmeye çalışsam da nafile, yerime sabitlemişti beni. Kıpırdanmak ve dikkat çekmek, işi bok etmek istemiyordum ama biraz daha beni zorlarsa dayanamayacaktım. Yüzümde histerik kasılmalar meydana gelmesin diye kendimi o kadar geriyordum ki dudaklarımda düz ince bir çizgi uzamıştı. Belli belirsiz, siniri bozulmuş bir gülümsemeye döndü. İçimde yükselen ateşi zapt etmeye çalışmak her an daha zorlaşıyordu. Öfkede titremeye başlayacaktım, tetiklenmeden titremeyecek olsam bile. "Yüzüne tüküreceğim, beni delirtme." dedim dişlerimin arasından.

Arın ben sinirlendiğimde hep alttan alırdı, ama bu sefer geri durmadı. Sol eli ile yanaklarımı birazcık daha sıkıştırdı ve yüzü yüzüme epey yakınken, omuzlarını biraz daha öne getirerek iyice üstüme abanıyormuş gibi pozisyona geçti. Vahşice. Sağ eli bacaklarımı sıktı. Soğukkanlı bir öfkeyle, fısıltı gibi çıkan boğuk ve kalın sesiyle kulağıma doğru fısıldadı. "Neden? Böyle davranmamı sen söylemiştin."

Çok sert. Kaba. …Saldırgan?

Niye böyle yapıyor? Kızdığını söyleseydi, ben onu hiçbir şeye zorlamadım ki! Ben onu zorlamam. Ama o beni zorluyor.

Niye?

ИΨΣ

Sesinin ürperticiliği ve davranışlarındaki vahşilikten sebep, çocuksu bir şaşkınlıkla yüz kaslarım gevşedi. Dudaklarım aralandı ve nasıl bakacağını bilemeyen bakışlarım ona kaydı. Çaresiz değildim, ama hayal kırıklığına uğramış ve şaşırmıştım. Ben birazcık arkadaş bile olmaya başladığımızı düşünmüştüm halbuki. Bu son bir ayda… gerçekten iyi bir arkadaş gibi bir şeydi. Güvenmediğimden sinir oluyor olsam da öyleydi işte.

Yüzümün çocuksu bir üzüntüyle nasıl dolup da büzüştüğünü biraz bile önemsemedi. Burnundan aldığı her bir solukta sakinleşmek istese de daha da köpürüyordu. Kasları kasılmış ve gerilmişti. Canımı yakmıyordu ama kıpırdamamamı sağlayacak kadar sıkı tutmaya başlamıştı beni. "Arın," dedim düz tutmaya çalıştım bir sesle. Aklı başında ol, Eren.

Beni duymazdan geldi. Soğukkanlılığını iyiden iyiye kaybeden, bastırılmış bir kızgınlığın yansıdığı sesiyle, konuşmaya devam etti. "Yapmamanı söylediğim halde, bana Karan’ı anlatmaya devam ettin. Onun gibi davranacağıma emin olmak istediğinden değil miydi?"

Başka ne sebeple onun hakkında konuşacaktım ki?

Yoksa sende herkesin dediğini mi iddia ediyorsun şimdi?

Onun ve benim birbirimize romantik bir aşk beklediğimizi mi düşünüyorsun?

Bak ne diyeceğim… sana verdiğim tüm kredileri bir anda tüketmek, fazla cesurca bir hareketti.

Sesi normal düzeyden biraz yüksek çıkmıştı. Bizden uzakta olmalarına rağmen, ilerideki yedilinin bizi duyabileceğinden endişelendim. Siktir, her şeyi bok edecek. Kendimi daha fazla tutamayacağım.

Dudaklarımı birbirine bastırdım hırsla, gözlerim büyüdü ve burnumdan hırs dolu bir nefes çektim içime. Ellerimi göğsüne bastırıp onu tüm gücümle ittirdiğimde bana karşı gelmedi. Ayrıldı benden. Onu ittirirken aynı anda, fısıltılı bir tınıda, olabildiğince sert ve vurgulu bir öfkeyle "Siktir git ilaçlarını al. Aptal gibi davranmaya başladın belanı-" diye kızmaya başlamıştım ki "Doğru." diyerek beni susturdu. Sesi ağır ve kalındı. Devamında bir şey diyeceği belliydi, canımı yakacak bir şey. Neden birden bu kadar zalim olduğunu, sadece ilaçlarına bağlamakta zorlanacağım bir şey söyleyecekti. Bana çok kızgındı.

Ama neden?

"Bana saatlerce o piçin öyle ya da böyle yapacağını, şöyle beline sarılacağını anlatırken bunu yapmam gerektiğini kafama sokan başkasıydı değil mi? Aslında... haklısın.” Sesi sinsi ve küstah çıkmıştı tüm öfkesi ve boğukluğuna rağmen.

Bunu neden yaptığımı biliyordu. Ona sanki ballandıra ballandıra ölümümü anlatmışım gibi neden konuşuyordu ki? Çok kısa ve net bir şeyler söylemiştim sadece. Ona Karan’ın nasıl davranacağını ifade ederken Asla ama asla herhangi bir… detay ekleme ya da duygu katma amacım yoktu.

Bundan ne kadar nefret ediyorsun bilmiyorum, ama neden bu kadar nefret ettiğini de anlamıyorum. Senin bana karşı olan ilgin-kulağıma doğru fısıldaması ile düşüncelerim kesildi. Daha önce benimle pek çok kez alay edildi. Ama ilk defa karşılığını veremeyeceğimi hissettim.

“Abi kardeş gibi oturmalıydık değil mi?" demişti.

Bir an hiçbir şey demedim, diyemedim. Düşünemedim bile. Kafamın içine giden sinyallerden birkaçı kesilmişti sanki. Yüzüm utançla kızarmaya başladı.

Bildiklerini bana karşı kullanmaktan çekinmedi. Olan tam olarak buydu.

Beni anlayamazsınız. Beni anlamanın yakınına bile gelemezsiniz.

Abi-kardeş.

.

𓆨

.

𓆨

.

𓆨

.-KES SESİNİ VE GEBER!

Maskesinin altında, yüzünde açık kalan dudağı ile burnunun tam arasına yumruğu geçirdim. "Orospu çocuğu!" diye tüm gücümle bağırıp ikinci yumruğu da tam boğazına geçiriyordum ki sağ eliyle sağ elimdeki yumruğu kavradığı gibi sağa doğru çekti beni. Zorla üstüne doğru yükseldiğimde sol eliyle tekrar belimi sarıp beni kendi üstüne oturttu. Yabanıl bir tavırla, hızlı ve sert hareket ediyordu. Sağ eliyle saçlarımı kavradığında saçlarım acımasına rağmen ona kafa atmaya çalıştım ama dudaklarını dudaklarıma kapatarak beni engelledi. Sertçe beni öptüğü sırada, çekilmeye çalışıyordum. İki elimi de yumruk haline getirip göğüslerine vurdum.

Göğsü ve omuzlarına vuruşum güçlüden çok, çaresiz bir hal aldığında geriye çekildi.

Nefes nefese kalmıştım, ama onun için aynı şey söz konusu değildi. Başımın üstünden öteye baktı ve keskin bir sesle, "Geliyorlar." diye geveledi. Cevap vermedim. Nefes almakta zorlanıyordum. Yavaş ve derin nefesler alarak morarmaya başlayan tenimi eski rengine kavuşturmaya çalışıyordum. Çok sert öpmüştü beni, dudaklarıyla dövüyormuş gibi. Geri çekilmeye çalıştığımda dişleri ve dudaklarıyla dudaklarımı kapmış, kendine doğru çekmiş ve tutkuyla yapışmıştı. Çenesinin hareketlerini kendi dudaklarımda hissedebilmiştim. Çekim gücüne hâkim oldum, hiç istemediğim halde.

Sırtımı baskılayıp beni kendine yasladı. Bacaklarını iki yana biraz daha ayırdığında popom, Arın'ın bacakları arasındaki koltuğun kumaşına değdi. Belimin arkasından beni baskıladığı sol elini ve saçlarımı çekiştirdiği sağ elini üstümden ayırdı yavaşça. Koltuğun başına dayadı dirseklerini. Belini biraz geriye çekti, erkekliği bana değmesin diye. Çünkü bedeni fizyolojik olarak tepki göstermeye başlamıştı kucağında oturmama. Boş bakışlarım pantolonundaki hafif şişliğe kaydı.

Titrememesi için iç sesimi durmadan bağırıp çağırdığı, hakaretler ettiği; zangır zangır titreyen sağ elim şişliğe doğru uzandığında bileğimi hafifçe tuttu. "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadı.

Bilmiyorum. Ama çok üşüyorum.

Yedisi de bizim masamıza yaklaştığından daha da sessiz konuşmaya başlamıştı. Sağ bileğimi ondan kurtarmak için geriye çektim. Birden tüm gücüm kesilmişti. Çok zayıftım ama bileğimi ondan kurtarabildim yine de… belki de o bıraktı.

Çenemi baş parmağı ile kavrayıp yüzümü kaldırmaya çalıştığında başımı daha da fazla öne eğmek istedim ama bana izin vermedi.

Küfretmek için bile dilim dönmüyor.

Yüzümü yukarıya kaldırıp bana bakmaya çalışırken, aynı anda o da başını bana doğru eğdi. "Ne oldu?" diye sordu tedirgin bir sesle. Sonunda gözlerimiz kesiştiğinde ise dondu kaldı.

Onu ilk gördüğümde, bana ilk 'Şimdi, buradan gidelim.' Dediği gün; sol gözümden istemsizce bir göz yaşı dökülmüştü. Bu ağlamak değildi.

Ama şimdiki kızarmış, mavi gözlerimden durmadan boşalan sessiz yaşlar kesinlikle ağlamaydı. Beni Karan değil o ağlatmıştı. O da mı bunun, benim... Sadece Karan gibi davranmayı başarırsan kimse senden şüphe etmez diye bir iki tane şey söylemiştim. Niye sanki sana bir aşk hikayesi anlatmışım gibi tepki veriyorsun? Sadece, ‘Temas bağımlısıdır. İçten içe korkak olduğundan çevrede insan varken beni dibinde tutmayı sever. Bir çeşit, güvenli alanım onun gözünde. İnsanlardan çekinmez, çok kibirlidir. Milletin gözü önünde bana dokunur.’ demiştim. Onu sinirlendiren şeyler, başıma gelenlerin yüzde biri bile değil. Hıncını benden niye çıkarıyorsun ki? Bana karşı hissettiğin; bundan nefret ettiğin hiçbir şeyin sorumlusu ben değilim.

Bakışlarımı başka bir yere çevirdim. Sikeyim… utanıyorum. Yüzüm kızarıyor. Benim suçum olmayan şeyler yüzünden sürekli ama sürekli utanıyorum. Beni bu yüzden utandırma sebebin kendi kızgınlıkların mı? Kırgın olmaya benim yarım kadar hakkın bile yok. Sen kimsin lan?

Orospu çocuğu. Piç. Seni de öldüreceğim amına koyayım. Seni de yakacağım. Seni de parçalayacağım. Seni de mahvedeceğim. Seni, seni de…

Sessiz sesiz ağlamayı kesemiyordum, göz yaşlarım durmadan dökülüp duruyordu. Keşke maskem gözlerimi de örtseydi. Başımı başka bir yöne çevirmeme de izin vermiyor, afallamış bir yüzle bana bakıyor sadece. Çenemi kavrayan eli yerinde kaldı, diğer eliyle saçımı okşamaya başladığında eline kafa attığımı hayal ettim ama bunu yapmadım. Aslında... Elini ısıracağım. Etini koparacağım. Kanlansın piçin eli. Benim yaralarımdan sadece biriydi elinin kanlanacak kadar ısırılması. Sende de olsun

Soluk, derin bir pişmanlık taşıyan bir sesle "Güvenli kelimeyi söylemedin." dedi, "Bunu yapmamı istediğini sanıyordum." diye devam etti.

… Güvenli kelime mi? Hayır Arın, hayır, yalan söyleme. Beni kandıramazsın. Sen sadece içsel tepkilerini göstermek için bir fırsat buldun ve bunu sonuna kadar kullandın.

Sahte bile olsa…

Alt dudağım büzüldü, çenem çukurlaştı ve gözlerim daha da fazla doldu.

Gerçek gibiydi işte. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Boğazıma oturan yumruyu yutmaya çalıştım ama bunda pek başarılı olduğum söylenemezdi.

Bitkindim. Ansızın, birden çok yoruluyordum, neredeyse her gün geliyordu bu başıma. Ben sahiden… çok hastayım.

Güçlü çıkacağını umduğum, ama titrek ve duyulması zor bir sesle, "Ama-ama bana kızman ve nedenin gerçekti." dedim. Alt dudağım titredi, bileklerimi göz pınarlarımda toplanan yaşlara getirdim. Yüzümü örtmeye çalışıyordum.

Onun yanında ağlamamı beklemiyordu, belki de benim ağlayabiliyor olmamı beklemiyordu.

Gözleri şaşkınlıkla biraz daha açıldı. Gözlerini kırpıştırdı, alt dudağı hafif aralıktı. Dudakları hafifçe aralandı açlıkla. Yanakları, belli belirsiz kızardı. Sol elini yanağıma getirip, yanağımı avuçladı. Dokunduğu yerlerde kıvılcımlar oluşuyor, yumuşak ve sıcak bir yatağın rahatlığı hissediliyordu. Gözleri yüzümde gezindi. Kaşları belli belirsiz çatıldı. Kafasını bir şey kurcalıyordu. Kızıl harelerinden göz bebeklerine uzanan mızraklarda, bir çatışmanın izini görüyordum.

Kafasını kurcalıyor bilmiyorum, düşünmekte istemiyorum. Göz kapaklarımı tekrar kapatıp, bileklerimle; göz pınarlarıma durmaksızın dolan yaşları silmeye devam ettim. Hiç sesim çıkmasın diye kendimi o kadar tutuyordum ki nefes alışverişim bir türlü düzelemiyordu.

Bu ay cihaza da bağlanamamıştım, çok yakında kaydettiğim tüm ilerlemeler gerileyecekti ve ciğerlerimdeki nefes darlıkları tekrar peyda olmaya başlayacaktı.

… Sikeyim. Sadece birkaç ay daha hayatta kalmam gerekiyor.

Arın’ın bakışları yavaşça benim ardımdaki bir yere kaydığında, anında keskinleşti ve saçlarımı okşayan sağ eli bir anlığına tellerimden ayrıldı. Galiba, ardımızda kalanlara bir yer işaret etti. Yanımıza gelmek üzere olan yedilinin, buraya değil de yakındaki başka bir yere gidip beklemelerini emrediyordu.

Bana dönmeden önce, birkaç saniye daha onlara bakmaya devam etti. Hareketlerini izliyordu.

Bana döndüğünde, gözleri tekrar üzgün bir ifade takındı. "Korktun mu?" diye sorduğunda kafamdaki bir düğmeye basılmış gibi, "Ha," diye küçümseyici bir tavır takınmaya çalıştım hemen. Ama sesim inanılmaz titremişti. Daha da zavallı durmuş olmalıyım.

Gözlerim sanki ağlamayı kesmişim gibi tekrar doldular.

Bunu demesi bile üstüne üçüncü kere ağlamak istememe neden olmuştu.

Of ya... Artık ağlamayacağıma söz vermiştim. Neden Tanrı tek bir sözümü bile tutmama izin vermiyor?

Yanağımı hırsla avucundan kurtardım.

Konuşursam sesim zayıf çıkacaktı. O yüzden ses etmek istemiyordum. Hala ne diye burada oturuyorum ki? Ondan ne duymayı bekliyorum? Gerçi daha öncesinde kalkamadığımdan kalkmıyordum. Ama bu sefer çekilmeme müsaade edecek gibiydi. Ayağa kalkmaya çalıştığımda kolları belime sarıldı.

Sikeceğim belanı.

Yüzüne okkalı bir tokadı geçirip, ellerimi kaslı kollarına bastırdım. Kendimi onun üstünden itmeye zorluyordum. Sırtını yasladığı yerden doğrulttu birden ve maskelerimizin burnu tekrar birbirine değdi.

Net, tok bir sesle "Ağlama." dedi.

Gözlerini gözlerime kenetlemişti. Derin bir nefes çekti içine, sanki içini soğutabilirmiş gibi. "Durmamı isteseydin, güvenli kelimeyi söylerdin. Ama yapmadın. Yapmaman gerektiğini biliyordun çünkü." Diye konuşmaya devam etti.

Cevap vermedim ama onu ittirmeye çalışmayı kestim.

Evet güvenli kelimeyi söylemedim ama bu durmamasının mantıklı olacağını düşündüğümden dolayı olmamıştı. Söyleyememiştim.

Dilim dönmüyor ve bunun bir sürü sebebi var diye ağlamıştım çocuk gibi.

Arın'da onun gibiyse diye korktuğumdan tutun, başka sebeplere kadar...

Bitkin yüzüme her baktığında, Karan'a ve kendine daha da sinirleniyordu Arın. Karan'ın hatırlamak beni tetikledi diye düşünüyordu. Yanılıyor sayılmazdı. "Korkma, bebeğim." diye mırıldandı. Devamında sesi sertleşti, Karan'a kızdığını anlıyordum sesinden. "Ben, kızdım mı; kırıldım mı hırsımı başkasından çıkaracak bir adam değilim."

Öyle gibi yaptın.

Bir an kendi sözünden kendi emin olamadı. Tanıştığımızdan bu yana on bir adamı dövdüğünü görmüştüm en az, öfkesini kontrol edemeyip de dövdüğü dokuz tane. "Yani, bazı insanlardan evet... Ama onların da nasıl piçler olduğunu bizzat gördün." … Bu da doğru. Arın sadece malikaneden kaçtığımız zaman ve Mete’nin salak salak konuşmalarında birilerine vurmuştu. Onun dışı neredeyse hiç öyle şeyler yapmamıştı. Şu son bir ayda, o, genellikle yalnızca bir şofördü. Dış dünya rehberi. Kendi bildiklerine göre, mekanları yorumluyordu bazen de. Bir Sahirli olarak hem dogmatik hem dengesiz Baykal’ı her fırsatta eleştirirdi.

Kendini bana açıklamaya devam edecekti ama, başımı iki yana salladığımda durdu. Titrek bir nefes çektim içime.

Ben… sanırım… Arın'ın gerçekten de böyle bir adam olabileceğinden, travmalarım tetiklendiğinden falan ağlamıyordum…

Karan'ın yaptıklarının yanlış olduğunu biliyordum. Onun gibi kokan, onun gibi beni zorlayan başka biri daha bunu yapmaya çalıştığında; yalandan bile olsa...

Benim aptal olduğumu söyleyeceksiniz, deli olduğumu. Öyleyim, biliyorum. Aklımı yitirmemem mümkün değildi. Belki de mümkündü, ama ben yasımı bitirmeye hazır değildim. Hayatım boyunca, tek bir insana sahip olmuştum. Tek bir insan tarafından sevilmiştim, tek bir insan ne düşündüğümü merak etmişti. Tek bir insan, benimle her şeyi yapmak istemişti. O tek bir insan, bana yaşayan biri olduğumu bildiren tek kişi...

Ben, Karan'ın kötü biri olduğunu biliyorum. Ancak tüm bunları bir başkası da tıpkı onun gibi yapmaya çalıştığında...

Karan'ın, bir şekilde yaptığının nasıl bir zorbalık olduğunu anlamadığını zannediyordum.

Ondan nefret ettiğim için, suçluluk hissediyordum. Eminim anlamıyor, o anlamıyor...

İnsanlar, tecavüzcülerine tuhaf bir empati beslemek gibi hastalıklı bir duygu geliştirebilirler. Bunu kitaplarda okumuştum. Doğru. Evet. Ama ben... benimkinin farklı olduğunu düşünmüştüm. Biz birbirimizin eskiden ailesiydik. Farklı olmalıydı.

Değilmiş.

Çünkü artık, Karan’ın her şeyi bilerek yaptığını daha iyi anlıyorum. Canımın nasıl yandığını bilerek yapıyordu. Her zaman.

… Kafamın karışıklığı ne zaman geçecek? Geçtiğinde, geriye ne kalacak?

Maskeyi yüzümden çıkarıp kenara koydum. Beni bu açıda, Arın'dan başka kimse göremezdi. Dağıttığı saçlarım yan profilimi de saklıyordu.

Ellerimi Arın'ın omzuna yaslayıp, yüzümü boynuna gömdüm. Burası Karan gibi kokmayan tek yerdi.

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….

Aslında hayır, bilmiyorum. Arın... Çocukluğumda tanıdığım Karan'ın gelecekteki versiyonu olmaya gerçek Karan Sezer Şahin'den çok daha yakındı. Belki de geçmiştekiyle tekrar karşılaştığımı varsaydım. Bilmiyorum.

Beni rahat bırakın.

Yutkundum. Titrek bir nefes verdim. Derin bir nefes alıp, kısık bir sesle "Senden on beş dakikalık bir hafıza kaybı yaşamanı isteyebilir miyim?" diye sordum. Bir an ses etmedi, öylece bekledi. Ardından kollarını sırtımın üstüne aldı. Elleri omuzlarıma kondu 'pat' diye. Sırtını koltuğa geri yasladı. "Ricalarını seviyorum." dedi muzip tutmaya çalıştığı, ama acıyan bir sesle.

Sanki sesindeki acılığı bastırmak istermiş gibi, aceleci bir tavırla omzumu öptü ve çenesini omzuma yasladı.

Ağlamaya başladım.

Onun kucağında, başka birinin geçmişini düşünerek, başka bir adama duyduğum nefret için.

İnsanın eskiden sevdiği birinden nefret etmesi kadar büyük bir acı yok.

Ben hala...

Tüm bunları yapanın benim Karan'ım olmamasını diliyorum.

Dileklerim, Tanrı'm, niye hiçbirini duymuyorsun?

En azından beni iyileştir.

Eskiden tanıdığım kişiyi aklımdan sil.

Aklımı geri ver.

𓆨

 

Eveeet, belli bir süredir bir arada yaşadıkları bir zaman dilimine atladım. Arın'ın, Eren'e sinir olmaya başlamış olması hakkında ne düşünüyorsunuz sevgili okurlarım? Sizce bunun kaynağı ne?

'Abi-kardeş gibi davranmalıydık değil mi?' dediği sahnenin çok ağır olduğunu biliyorum. Eren'in onu dış görünüş olarak Karan'a benzetmesine bu kadar tepki vermesi sizce normal mi?

Eren'in girişi, Karan ve kendisinin çocukluklarına ait bir tablo detayı ile bulması söz konusu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Arın'ın, Eren'e karşı sınır kymakta başarısız olma durumu gittikçe artmış bulunmakta. İlerleyen bölümlerde onun hızı ve Eren'in yavaşlığı arasındaki dengesizliklerin nasıl sorunlara sebebiyet verecektir sizce?

Arın'ın, Eren'e söylediği yalanlar bir yana, kendini başkalarına karşı olduğundan çok daha barışçıl tanıttığı bu bölüm de belli oluyor. Karan gibi ani cinnetlere sahip olmasa da kibrinin getirdiği soğukluklar göz ardı edilemez. Sizce Arın, ileride bu kibrini Eren'e karşı da yansıtacak mıdır yoksa ona karşı her zaman kimliğini koruyabilecek mi?

 

 

Bir dahaki bölümde çok eğleneceksiniz. He he;)

Loading...
0%