Yeni Üyelik
7.
Bölüm

🔞Havai fişekler.

@yazarjose

Bu bölümde rıza dışı ve güzelleştirilemeyecek, insanları tetikleyecek bir istismar sahnesi vardır. Şahsen etkileri beni bile pek çok açıdan hala yaralıyor. Bölümü okumanıza gerek yok. Sadece son paragrafı okumanız yeterli özeti anlamanız için.

Reşit olmayanlara özel tavsiyem, yapmayın ablalarım.

Bu bölüm, okunma kaygısından falan yazılmadı. Bu kitabı yazarken, bu bölümü yazarken hissetiklerim bana öznel. Bölüme +18 içeriği koymam cinsellikten çok psikolojisi ağır diye zaten. Bölümü okuyanlar zaten anlayacaktır ne kast ettiğimi. Oldukça yüzeysel anlattığım bir failin, etkilerini incelikle anlatıyorum ve istismara uğramış herhangi birini oldukça derinden etkiler.

 

 

 

Bazen, kızlar, Tanrı’ya kızarlar.

Ve kimse, Tanrı’dan başka kimse, bunun hesabı soramaz.

Şirk koşmayacak kimse yapamaz bunu.

Hey, insan, inançlı mısın yoksa kibirli mi?

İnanç sükûnet taşır. Kibir ego.

Sakın unutma.

Nedir ne değildir, ek fiil alacak kadar önemli midir?

 

 

"Gerçek bir savaşçıyı durduracak tek şey, şüphedir. Ve tüm insanlık, kafamın içine bir şüphe tohumu ekti."

Geriye çekildi yavaşça, ağır çekimdeydi sanki. Ancak bizi yavaşlatan şeyler farklıydı. Onun üstüne sinen öfke, benim üstüme sinen korkuydu. Karşımda omuzlarını geriye atıp dimdik dikildiği sırada, ellerini omuzlarımdan çekti.

Sedyeden bacaklarım sarkıyordu, o ise hemen önümde uzun uzadıya gövdesini düzleştirmiş; başını geriye atmıştı. Tavana baktı. Derin derin nefesler alıyordu, yumruklarını sıkmıştı. Boynundan başına doğru uzanan tüm damarları seçebiliyordum. Kan akışını seçebilmem için tomografiye ihtiyacım yoktu. Kan çanağı çıkmıştı gözlerinde, göz yuvarlarında bir baskı söz konusuydu. Başı, aşağıya düşüyormuş gibi hissediyor olmalıydı.

Karan, aklından geçen binlerce vahşi fikre ne kadar da uyumlu bir orospu çocuğuydu.

Nefesimi tuttum. Gözlerim ondan, kesici doktor aletlerine kaydı. Bir tanesini boynuna saplasam... Hayır, bu mümkün değil. Beni anında ekarte eder ve ben... yanıyordum. Korkudan, acıdan, şoktan.

İçimden bir ses, pes edersem ve ona beni affetmesini söylersem her şeyin ne kadar güzel olacağını söylemeye başlamıştı utanmazca. Ama aklımın en ücra köşesine sakladığım mantığım olmayacağını biliyordu.

Karan sakinleşmek için yavaş yavaş nefesler alıyordu. O da biliyordu şu an üstüme gelirse kendini kontrol edemeyeceğini. Ama damarlarındaki kanın nasıl pompalandığı her saniye daha da belirginleşirken mümkün değildi sakinleşeceğini varsaymam. Kaçmalı, geçitlerden birine girmeliydim. Bir süre beni bulamazdı ve o arada biraz olsun sakinleşirdi belki.

Ancak önce buradan gitmeliyim. Ayaklarımı kaldırıp, karnının üstüne hızla bir tane tekme indirecektim, ardından tekerlekli sedye, etkiye tepkiden dolayı Karan'ı ittiğimde beni geriye doğru ittirecekti ve sedyenin üstünden atlayıp kapıyı açacak; iki kat yukarı çıkıp onun bilmediği bir geçitte saklanacaktım. O sakinleşene kadar. Belki, tekrar kaçmayı da denerdim. Deneyebiliyorsam eğer, muhakkak denerim. Daha parti bitmemişti. Kutlamadakiler partiye devam ediyorlardı. Devam ediyorlar... partiye?

Pastalarının pişmesi için, benim alev almam gerekliydi. Bunu bildiklerinden... Bunu bildiklerinden bıraktılar beni burada.

Planımı devreye koymadan önce derin bir nefes aldım. Öfkesi ve az önce bana bakan o deli gözleri beni baştan aşağı yakmıştı. Aklımdan çıkaramıyordum o gözleri, karanlık bir yerde durduğumda hep aklıma geleceklerdi artık. Ancak... duramam. Korktum diye kaskatı kasılamam.

Her zaman böyleydi bu, hiçbir zaman soğukkanlıyı oynayamayacağım tek bir güne sahip olmadım.

Avuç içlerimi sedyede geriye yasladım ve iki ayağımı bileklerinden birleştirip yukarıya çektim. Ayaklarım Karan'ın gövdesini bulduklarında, kalan tüm gücümle ittim onu.

Bugün az hasar görmemişti, bu yüzden normalde tepki bile vermeyecek olsa da bu sefer geriye doğru düşer diye ummuştum. İstediğim tepki olamasa da geriye doğru iki üç adım gitti. Geriye doğru kayan sedyenin üstünden atlayıp ardıma bile bakmadan, olabilecek en hızlı şekilde kapıya varıp kapının kolunu kavradım.

Kilitliydi.

Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü o an. Aklıma gelen tek çözüm ölü taklidi yapmak oldu. Kapıyı tekrar zorladım. Tekrar ve tekrar. Bu sefer kapının dışındakilerden yardım istemeye çalışacak kadar düşmeyecektim. Zaten etmeyeceklerdi.

Biliyorum, bunun benim düşüşüm olmadığını; kendini zavallı hissetmesi gerekenin ben olmadığımı söyleyeceksiniz. Ama kendinizi benim yerime koyduğunuzda aksini de hissetmeyeceksiniz.

Kapı kolunu zorlamanın bir anlamı yoktu, birkaç kere daha uğraştıktan sonra anlamsız bir beklentiyle gözlerimi Karan'a döndürdüm. En azından, onun bayılmış olmasını mı bekliyordum? Bilmiyorum. Birden sakinleşse fena olmazdı. Karan olduğu yerden kıpırdamamıştı, beni izliyordu donuk bir ifadeyle.

Ama o donuk ifadesi, aklımı kaybetmeme yetti.

Önüme çevirdim başımı hızla, kapıyı tekmelemeye başladım. "Açın şunu! Emrediyorum!" diye bağırdım. "Açın be piçler-" diye tekrar bağırdığım sırada beni ensemden tuttuğu gibi geriye çekti. Bir çığlık dudaklarımdan dökülürken o umursamazca beni geriye fırlattı ve kapıya vurup açmalarını söyledi.

Kapı anında açıldı. Kapının önünde bekliyorlardı şerefsizler. Duymak için...

Neyi?

Karan, kapı açılır açılmaz benimle aynı şeyi düşünüyor olacak ki karşısına gelen ilk kişiye yumruğu geçirdi. Bana döndü, başını salladı 'hadi' der gibi.

Başını salladığında onu takip etmemi mi bekliyordu gerçekten? Beni hiç tanımamış gibi. Şu hemen çaprazımdaki sedyeye varıp, tekerlekli sedyeyle ona saldıracaktım. Olduğum yerden doğrulup atağa geçtiğim sırada Karan bir küfür mırıldanıp bana doğru geldi ve ellerim sedyeye uzanamadan beni tekrar ensemden kavradı. Ensemi o kadar sert sıkıyordu ki bacaklarım can çekişiyormuşçasına kıvranmaya başlıyordu istemsizce. Aslında direk can çekişiyordum demem daha doğru. Ellerimi enseme getirdim. Ensemi kavrayan sağ eline tırnaklarımı batırıyordum. Durmadan vuruyor, yumruklar atıyordum sağ eline ama anlamı yoktu.

Odadan çıktık, apar topar asansöre kadar yol aldık. Bu sefer merdivenleri kullanmak istemiyordu anlaşılan. Karan'ın odası üçüncü kattaydı. Oraya gitmek istemiyordum. Karan orada her zaman çok daha acımasız oluyordu ve ben bugün, ona karşı gelecek bir tavır takınamayacak kadar zayıftım.

Tekmelemek, küfretmek, ağlamak, kesik kesik; can çekişen bir hayvan gibi nefesler almak, Tanrı'ya canını alması için yalvarmak... Diklenmek, aşağılamak, nefret dolu bakışlara sahip olmak, korktuğumu saklamaya çalışmak ve yapabiliyorsam alaycı bir tavır takınıp ona en acımasız şeyleri söylemek.

Bunları yapacak güç, bu gece bende yoktu. Beni bırakır umuduyla -bir hayvanın, en zayıf anında takınacağı bir tavırla yaptım bunu- kendimi yere bıraktığımda ikinci kere bile düşünmeden; durup beklemeden, elleri saçlarıma vardı ve beni saçlarımdan havaya kaldırıp, poşet taşıyormuş gibi yukarı ve öne çekmeye başladı.

Çığlık attım, "Bırak!" diye haykırırken, doğrulup ona ayak uydurmaya çalıştım ki saçlarım acımasın. Ama hızlıydı ve kesinlikle acımasından daha azını istemiyordu. Ona ayak uydurmama müsaade etmeyecek kadar gaddardı.

Gözlerim acele acele koridoru terk eden hizmetçi kızlara, uşaklara kaydı bir an. Hepsi Karan'a stresli, korkmuş bakıyorlardı. Bana ise usanmış bakıyorlardı.

USANMIŞ.

Şimdiye kadar aklımı kaybetmemekle iyiydim aslında, değil mi?

Odasına vardığımızda beni saçlarımdan biraz daha yukarıya çekti ve hemen ardından yere fırlattı. Bir eşyaymışım da parçalanmamı umuyormuş gibi. Bardağı öfkeyle yere fırlatır gibi.

Avuç içlerim zemine vardığı gibi, hızla ayağa dikilmesini söyledim bedenime ama hayır, tüm kemiklerim zangır zangır titriyordu, kıpırdayamıyordum. Zemine basan avuç içlerim tek dayanak noktamdı. Sersemlemiştim, gücüm çekilmişti tamamen. Kapıyı kilitleme sesini duyduğumda korku dolu gözlerim kapıya doğru kaydı. Nefes almayı kestim, varlığım havada kaybolur diye saçma bir umutla.

Sırtı bana dönüktü. Karan, alnını kapıya yasladı. Derin bir nefes verdi, sonra bunu anlamsız görürmüş gibi nefes almayı kesti ve alnını sertçe, üç kere kapıya vurdurdu. Yüksek sesli 'Tak' sesleri, çekeceğim acıyı önceden haberdar ediyormuş gibiydi bana, irkildim; tüylerim diken diken oldu. Kemiklerimde bir ağrı peyda oldu.

Alnı acımış olmalıydı, çok yüksek sesler çıkmıştı her bir vuruşunda. Ama bana döndüğünde, pek de baş acısından sersemlemiş gibi durmuyordu. Tam tersine, daha da keskin bir ifadeye sahipti. Sakinleşmek için alnını kapıya vurması, bana değil de ona yaramıştı.

Bana doğru bir adım attı. Tok ve net bir adımdı bu. Bir adım daha. Üçüncü adımında geri çekilmek için olduğum yerde biraz geriye doğru kaydım ama birdenbire, durdum.

Çünkü ben de... ben de diğer herkes gibi usanmıştım.

Anlamsız çabalarım, canımı daha da sert yakmasından başka bir işe yarıyor muydu ki? Kırıldım, öyle yürekten falan değil. Daha derinden, içimden. Ama... sırf daha az canım yansın diye kıpırdamadığımda, insanlar bana 'Eee, kabullenmişsin işte?' demeyecek mi?

...

Alt dudağım titredi ve aniden gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı.

Çocuksu yüzüm, çaresizlikle büzüştü.

Niye böyle? Ben elimden gelenin fazlasını yapıyorum.

Neden... böylesiniz?

Karşıma gelip, tam dibimde diz çöktü. Karan'ın böylesine ağladığımı en son gördüğü zamanın üstünde neredeyse bir yıl geçmiş olmalıydı. Yine de ağlamama şaşırmış gibi gözükmüyordu.

Nazik duran, ama kanımı donduran bir sesle "Sen, senin için iyi olanı anlayamıyorsun." Dedi. Cevap vermedim. Elleri, zaten geriye çekmeye çalışmadığım başıma vardı. Yanaklarımı avuçladı, "Sana öğreteceğim." Diye devam etti. "Sana öğreteceğim ki bir daha seni kimse aşağılayamasın. Delilik bu." Diye devam etti anlayışlı bir sesle.

Partinin sesleri bulunduğumuz odaya kadar belli belirsiz geliyordu. Sesi biraz daha açmışlardı dikkatleri dağıtmak için, bir iş adamı şakalar yapıyordu dostlarına.

Adaletsizliklere karşın bitmek tükenmeyen hayal kırıklıklarımdan dolayı daha çok ağlamaya başladım, ancak gözyaşlarımın sesi yoktu. Nefes aldığım bile duyulmuyordu. Tutuyordum kendimi.

Başını kendini onaylayarak salladı, "Sana ben öğretmeliyim, kendin fark etmekten acizsin." Dedi üzgün bir sesle.

Cebinden anahtarı çıkardı ve zinciri kopmuş, boynumdaki tasmayı dikkatle çıkarıp bir köşeye fırlattı. Demir tasmanın parkelere 'küt' diye düşme sesi, hassaslaşan kulaklarıma yırtıcı bir frekans sesi gibi geldi.

Elleri koltuk altlarıma vardı. Beni havaya kaldırıp kendiyle birlikte yatağa getirdiğinde onu tekmelediğimi, reddettiğimi hayal ettim. Etlerim uyuşmuştu. Kımıldayamıyordum. Beni böyle yoranın, sadece fiziksel olarak bugünkü mücadelelerim olmadığının farkındaydım.

Yatağın üstüne çıktığımızda beni sırtüstü yatırdı. Bacaklarımı kasıklarının üstüne aldı ve pantolonumun düğmelerini açmaya başladı. Pantolonumu belimden aşağıya indirdiğinde külotuma uzandı eli. Elini külotumun üstüne koydu. Λvʊç ɨℭίұʆ3 ßα$қ1 ᴜϓᴜℓᴜұσȓɗʊ η4žỉқç3. Kaşları hafifçe çatıktı, kendince Arın'ın orama bir şey yapıp yapmadığını kontrol ediyordu. Gözleri o denli donuktu ki, sanki bir çeşit transa geçmişti. Normal değildi. Birkaç saniyeye ellerini geriye çekti ve parmaklarını tekrardan pantolonuma getirdi.

İyi bir küfretmek istedim ama dilim de uyuşmuştu. Git git git git.

Sakinleşmişti birden. Hatta bakışlarını, bana getirdiğinde uysalca şaşırdı. Onun için yeniydi dümdüz yatıyor olmam. Neden kıpırdayamadığımı anlamıyordu, benim gibi. Herhalde onu itmemi ve istemediğimi haykırmamı bir çeşit katılmak zannediyordu şimdiye kadar.

Ama sakinliğimi umursamayıp, yaptığı işe geri döndü ve pantolonumu bacaklarımdan aşağıya indirdi. Elleri sağ ayağıma vardı. Çıplak ayağımı okşadı hafifçe. "Morarmış hep," diye mırıldandı. "Neden ayakkabılarını giymiyordun?" diye sordu kibar bir sesle.

Malikanede uzun süredir sadece terlikle dolaşıyordum. İnsan gibi muamele göstermedikleri birinden kurallara uygun gözükmesini beklememeliler. Ve terliğimde ayağımda değildi çünkü piçin teki bugün akşama doğru beni saçlarımdan sürükleyerek en üst kattaki odaya çıkardığı sırada, masanın altında kalan terliklerimi giymem için zamanım bile olmamıştı.

Camdan dışarıya çevirdiğim gözlerimi ona döndürüp, göz kapaklarımı nefretle kısarak baktığımda Karan düşündüklerimi kendiliğinden anladı.

Önüne döndü. Bir daha benimle şu vaziyetteyken konuşmaya çalışırsa... Ah, onu öldürmeyi çok istiyorum. Keşke tekmelerim kafatasını parçalayacak kadar güçlü olsaydı.

Kan damlamış pembe kazağımı çıkarırken zorlandı. Sol eliyle sırtımı destekleyip beni kendi göğsüne yasladı ve oturur bir pozisyonda olmamı sağladı. "Normalde renkli giyinmezsin." Diye mırıldandı. Doğru, genelde siyah ya da gri giyerdim. Bugün kutlamada belki kaçabilirim diye düşünerek başka bir renge heveslenecek kadar aptal olmuştum sabah uyandığımda. Halbuki...

Gördünüz, hiçbir şey değişmiyor. Asla.

Belki de kara yazgılar gerçektirler?

Sikeyim, hayır, kes sesini Eren. Delirmeye mi başladın? Aptal aptal konuşma.

Kabul etseydin daha az canın yanardı amaaAAĞĞĞh SİKTİR GİT!

Eylemlerine devam etti. Arada sırada kendince sebepler sunuyordu bana, bunu neden yaptığına dair. Her bir kelimesi kulaklarımı kesmem için beni cesaretlendiriyordu.

En kötüsü, Karan'ın beni şu an manipüle etmeye çalıştığını biliyor olmam, ama buna karşı çıkamayacak kadar tükenmiş olmamdı.

"Ses ver Eren, yoksa ben zorla alacağım o sesi senden." Dediğinde gözlerim ona döndü. Alt dudağım daha da ketumlaştı. Sessiz kaldığımda hırsla burnundan solur, sıkıştırır zannettim ama o sakin bir yüzde kaldı. Yine. Ben ne kadar hareketsizsem, o da bir yerde bir şekilde o kadar hareketsizdi. Şok ve transa geçme durumu onda da söz konusuydu.

Eylemlerine devam etti.

O an... ciğerlerime cam parçaları batmış gibi hissettim. İçim geçmiş gibi, rahatsız edici bir korku düştü yüreğime, sanki yeteri kadar korkum yokmuş gibi.

Her yerimi örtmek istedi içimde bir şeyler, ama... sahiden, benim, gizlim saklım, özelim var mıydı ki?

Söyle Tanrı, ben... neyim?

BANA CEVAP VER!

Beni, en azından bundan memnun olacak biri olarak yaratamaz mıydın?

BENİ İLK SEN YAKTIN! SEN!

Hiçbir şey bilmiyorum, her şeyi biliyormuş gibi davransam da.

Bildiğim tek şey, ölüyorum. Canlı canlı, parçalara ayrılıyorum. Ölüyorum. Ölüyorum. Ölüyorum. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM. Ö[l]ü¥o®uM.

.

Sen de öl.

Beni yatağa geri itti ve başımı yastıkların arasında kaybolmaya bıraktı.

Beni öldürmeye devam etti.

Ölü gözlerim tavandaydı, tepki vermiyordum.

Bu iğrençliğe, canavarlığa... alışmaya mı başladım?

Allah kimseye kaldıramayacağı yükü vermez demişler.

...

Ne?

...

Kaldırırım mı sandın?

Uyumak istiyorum. Uyuyacağım. Kafama sıkacağım, her şey bittiğinde; eninde sonunda olacak bu. Öldüreceğim kendimi. Kaçış yok bundan. Benim kurtuluşum bu.

Tanrı'ya gideceğim, yüzüne bakacağım. Bu işlerin sadece Şeytan'la alakalı olup olmadığını bir de ondan dinlesem iyi olacak.

Çünkü Şeytan’ı yaratan da oydu. Karan’a bu gücü verende.

.

?

.

¿

𓆨

Birden bedenimde hissettiğim bir güçle onu ittirmeye çalıştığımda ve çığlık attığımda, beni daha da sert tuttu ve sıktı. Kollarımı o kadar sıktı ki, etlerim morardı. Kemiklerim kırılacak sandığımda bile, onu ittirmeye çalışmayı, tekmelemeyi kesmedim. Bir süre cebelleştik, bu gücü nereden bulduğumu bilmiyordum ama bir şekilde ona karşı koyabilmiştim bir süre. En sonunda, o kazandı. Nefes nefese, can çekişir bir halde kıvranıyordum. Yine.

İğrenç.

Benim etim, benim vücudum... Basit bir insan eti. Morarabilir, kızarabilir, tahriş edilebilir. Fizyolojik, otonom tepkiler gösterebilir.

Uzağım. Kendime, çok uzağım.

Tüm kontrolü, o ele geçiriyor.

O ele geçirdikçe, varlığım silinir.

...

Belki de hayatın dönüm noktası diye bir şey yoktu ve Tanrı bunu anlayabilmem için bana Arın'dan bahsetmişti.

O kadar.

Artık kimseyi usandırmanın, bu anlamsız çabaya devam etmenin anlamı yoktu.

Değil mi?

O halde... neden iç sesim bana 'SİKTİR GİT!' Diye bağırıyor?

Acımasız zorbalığına, kendi köhne pasif zihninin hıncını benden çıkarmaya devam etti.

Acıtıyordu. Öldürüyordu. Beni öldürmesi ve bunu bitirmesi için, içten içe ona bile yalvarıyordum. En korkuncu ve dayanılmaz olanı canımı acıtması değil de siktiğimin otonom sisteminin ona benim bilincimin aksine (kimi zaman) tepki vermesiydi. Bu bana kendimi suçlu hissettiriyordu, TIPKI HERKESİN İSTEDİĞİ GİBİ AAAAAAAAĞH GEBERİN! Bu bana hissettirdiği şey değil! İstemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum istemiyorum!

Tanrı'm, gerçeksen, sen öldür beni! Al bu Şeytanların elinden.

İğrenç.

Neden uyuyamıyorum?

Gevelemeye başladım kindar, zayıf ve boğuk bir sesle. Sesim binlerce parçaya ayrılıyordu.

"Geber Karan, geber. Öl. Ölmeni istiyorum. Geber. Öl. Öl. Geber. Geber."

...

"Gebereceksin orospu çocuğu, ben öldüreceğim seni. Onları da öldüreceğim. Hepiniz... hepinizi öleceksiniz amına koyayım. Götüne sokacağım o saç tellerini anladın mı beni Karan? Seni eşşşşeklere siktireceğim-"

Saçlarını yoluyor olmamı önemsemeden başını göğüslerimin arasından kaldırıp dudaklarıma kapandı. Dili dişlerimin arasından içeriye girmeye çalıştığında onu reddettim. Dudaklarımı kanlandırana kadar zorladı beni. En sonunda, bunu her yaptığımda beni ağzıma sıçan sokmamla ciddi ciddi tehdit ediyor olmasına rağmen, dişlerimi birbirinden ayırdım ve dili içeriye girdiği gibi dişlerimle ısırdım onu.

Sikik dilini koparacağım.

Karan'ın elleri çeneme vardı, çenemi öyle sıkı tuttu ki, rengim nefessizlikten ve sıkışmışlığımdan dolayı mosmor kesildiğinde bilinçsiz bir seçimle bıraktım dilini ısırmayı. Kanlı dilini benden kurtardı.

Yüzünü acıyla buruşturduğu bile yoktu. Acıdığını çok iyi saklıyordu.

Ben ise... daha da perişan olmuştum. Derin derin, soğuk nefesler çekiyordum içime hayatta kalabilmek için.

Gösterebildiğim tüm direnci, etkisiz eleman olarak karşılayan bir güce sahipti.

Niye?

İşte Tanrı'm, bu Şeytan'dan değil senden kadınlara miras kalan bir acımasızlıktı.

Oda tamamen karanlıktı ama, sanki bu trajedinin ana karakteri zaten ben değilmişim gibi, ay ışığı bana dehşeti iyice göstermeye çalışırcasına, aydınlatıyordu yatağı.

Hain Tanrı.

Elimden hiçbir şey gelmiyor. Bu nasıl bir şey? Ne yapabilirim, nasıl kurtulabilirim? Allah'ım, neden? Çok acıyor, nefes alarak ölüyorum.

Ağlamak istiyorum ama içimden artık ağlamak gelmiyor. Ya da o kadar uzun süredir ağlamak istiyorum ki alışmışım bu hisse. Gözlerim dolamıyor.

Sapık, alık alık bakan gözleri bana döndü.

On yıldır bir aradaydık, aynı şekilde büyüdük diyemem ama... Birbirimizin ilk oyun arkadaşıyız. En yakın arkadaştık. Ben hep böyle düşünüyordum, onun ailem olduğunu. O, benim alnıma bastırdığı alnının gerisindeki yapışkan, kıvrımlı beyninde ne bok taşıyordu ki benden farklı algılamıştı her şeyi?

...

Ne?

Neden?

Bana cevap ver.

KONUŞLAN OROSPU!

GEBER GEBER GEBER GEBER!

...

Yorgunum. Uyumak istiyorum, ama, bugün... kaşlarım çatıldı, eninde sonunda vardığım yer; davetteki tüm o insanların benim ne halde olduğumu görmeleri ve bana usanmış bir yüzle bakmalarıydı. Sanki yanlış olan benmişim gibi.

Bu söz öbeğinden kaçamıyorum.

Hepsi, koridorlarda gezen hizmetçiler, annem, gezegendeki tüm insanlar benim neye inat ettiğimi anlayamıyorlardı. Korkutucu olan, çoğunluğun varsaydığının doğru olacağı fikriydi. Ve ben artık kendi doğrularım için savaşmakta zorlanıyordum.

Gerçek bir savaşçıyı durduracak tek şey, şüphedir. Ve tüm insanlık, kafamın içime şüphe tohumu ekti.

Ona bakmamı istediğini biliyordum. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, koyu kahve gözleri parladı. Beni sürekli ısırıyor, bedenimde izler açmaya çalışıyordu. Üç yıldır uğradığım bu işkencenin fiziksel olarak en acı verici olanlarından birini yaşatıyordu bana. Fiziksel olarak diyorum, çünkü zihinsel olarak, birini birinin üstüne koyamayacak kadar aklımı kaybedeli uzun zaman oldu. Ya da bu akıllı birinin yapacağı iş değildir?

Nedir ne değildir, ek fiil alacak kadar önemli midir?

Neden bende bir iz bırakmayı -normalde asla yapmazdı- takıntı haline getirdiği anlamıştım. Karan bugün beni kaybetmenin kıyısından dönmüştü, doğru. Üstüne üstlük ilişkimizin gerçek doğasını, Karan'ın gelecekte yönetmesi beklenen tüm mafya ahalisi görmüştü. Gelecekte, herkes tarafından Karan'a karşı bir koz olarak kullanılabilirdim. Netice de o insanlar çok çabuk taraf değiştirirler. Kısacası bugün, Karan sonsuza dek sürmeyecek şeyler olduğunu görmüştü. Ben ise bugün, yaşanılan her şeyden tek başıma mesul olacağımı anlamıştım insanların gözünde. Onu dinlemezsem.

İçim kibirle doldu, şu sefil halime rağmen.

'Oh, öyle mi?' Diye geveleyen bir cadı vardı ruhumda. Asla zavallı halini kabul edemeyen bir ben vardı benden içeri.

Belki o cadı bunu kabul etseydi, bir mutluluk sanrısına kapılabilirdim Şahin'in oğlu ile. Kısa bir süreliğine.

Saçmalık. Karan gibi erkekler, sizleri eninde sonunda öl-dü-re-cek-ler.

Gözlerimi tavana sabitlemiştim. Akıl sağlığımı korumak için, şu an da bulunduğum vaziyeti düşünmemeye çalışıyordum. Bitene kadar ağlayıp zırlamaya devam edecek gücüm de yoktu. O halde, bu rezilliğe odaklanarak kafayı sıyırmayacaktım.

Yanaklarım kızarmıştı ısırmasından dolayı. Aşağısı sızlıyordu. Tuhaf bir gıdıklanma hissiyatı acının ardından kalıyordu. Sizin dikkatinizi bir konuda çekmek gerekiyor.

Bir makale de okumuştum ve siz de bileceksiniz. Kızlar? Oğlanlar? Bileceksiniz. Bilmek zorundasınız, içinizdeki o çocuk için. Kendiniz için yapamıyorsanız, sizin gibi olanlar için bileceksiniz.

Makale başlığı: The physiological and psychological responses to sexual assault

Yazarlar: Judith Herman, M.D., et al.

Yayınlandığı dergi: Journal of Trauma & Dissociation

Yıl: 2015

· Alıntı: Although involuntary arousal can occur during sexual assault, it is crucial to understand that this physiological response does not imply consent or enjoyment. Such responses are automatic and occur as a physiological reaction to trauma, not as an indication of pleasure or acceptance.

Çevirisi: İstem dışı cinsel uyarılma cinsel saldırı sırasında gerçekleşebilir, ancak bu fizyolojik tepkinin rıza ya da zevk anlamına gelmediğini anlamak çok önemlidir. Bu tür tepkiler otomatik olup travmaya karşı fizyolojik bir yanıt olarak meydana gelir, zevk ya da kabul anlamına gelmez.

Bedenimin bu fizyolojik tepkilerini, on altı yaşında bir çocukken Karan bana ilk istismar etmeye başladığı sıralarda, bazen kendi kabul edemediğim hislerimdir diye düşünüp dehşete düştüğüm oluyordu.

Tıpkı Karan'ın ve toplumun istediği gibi kendimden şüphe ediyorum bazen işte.

Ama hayır, size yemin ederim ki öyle değildi. Bu otonom bir tepkiydi, sizin ya da benim suçum değildi. Kendinizi suçlamaya çalışabilirsiniz, ama bilimi suçlamayı beceremezsiniz. O yüzden, istismar mağduru çocukları bu konuda rahat bırakmanızı istediğimizde; sizin içindeki o çocuğu da özgür bırakmanızı istediğimizi bilin.

Diğerlerinden üstün değilsiniz, alçak olmadığınız gibi. Kimsenin içindeki çocuk diğerinin içindeki çocuktan daha az özgürlüğü hak etmiyor.

On altı yaşımdayken, böyle korkunç histerilere sahip olacak kadar küçüktüm. Sahi... Ben nasıl delirmedim? Onca zaman nasıl delirmediğime hayret ediyordum. Ama... sanırım bugün gerçekten delirmiştim.

Size demiştim değil mi?

Bu gece, eğer düşündüğüm gibi gerçekleşirse... İnsanlar beni görüp de bana haksızmışım gibi bakarsa... İnsanlığa olan toz kadar inancım da tükenir diye. Bitti. Tükendi. Tükenince deliriyor muyuz? Soracak kimsem yok.

Yüzük parmağımı ağzının içine aldı ve ısırmaya başladı.

Başta tepkisiz kaldım ama o ısırmaya devam ettikçe parmağım kanlandı. Koparacak sandığımda dehşete kapıldım ve nefes alsam acıtan o boğazımla çığlık atarak parmağımı geri çekmeye çalıştım, ama kıpırdatamadım elimi. Ben de... neredeyse tuhaf bir hızla tepkisizleşerek; parmağımı geri çekmeye çalışmayı kestim. Koparacak diye dehşete düşmüş olmama rağmen, geri çekmeye çalışmayı kestim. O da tıpkı düşündüğüm gibi yüzük parmağımı ısırmayı kesti hemen. Onun istediği şey, yenilgiyi kabullenmem; elimi geri çekmeye çalışmayı kesmemdi sonuçta. İstediğini almıştı. Zaferin ona verdiği zevkle sırıttı.

Tek başına yaşadığı her şeyin ne denli iğrenç gözüktüğünden bir haberdi.

Onun sinirini bozacak cümleler ağzıma dolsa da hiç ses etmedim, kafamı sağa çevirdim tekrardan. Derdim, ona inat etmek değildi. Artık değildi. Çünkü eninde sonunda kaybediyordum. Şu piçin yüz ifadesindeki zafer sırıtışına bakın...

...

Tuhaf. Size itiraf ettiğimde aptal olduğumu söyleyeceksiniz belki ama; dışarıdaki insanların beni görürlerse bana acıyabileceklerine dair küçük bir umut kırıntısı vardı içimde. Birkaç saat öncesine kadar. Tıpkı zavallı, ağır yaralı hale gelmiş Arın gibi, bana ellerini uzatacaklarına dair.

O zaman... O zaman belki de bunu yapmam gerekmezdi.

Neyi mi? İzleyin. Hepiniz-… lanet girsin... Bu adamın benim saçlarımı kökünden kopardığını okuyup da beni ona yakıştıran lanet olasıca birisi oradaysa, beni izlemeye devam etsin.

Emin olsun, çok yakışacağız Karan ve ben birbirimize.

Şunu bilin ki, ben, diğerlerine benzemiyorum. Size güveneceğimi zannetmem. Onunuzdan biri, onunuzu yakmaya yeter.

Bitti, bu saatten sonra geri dönebileceğimi bilsem dahi geri dönmem.

Herkesten, cinayetimin intikamını alacağım.

Kollarımı, Karan'a doğru uzattım. Şaşırdı, çünkü bu üç yıldır asla gerçekleşmemişti. Sözümü ikiletmeden bana doğru eğilip, kollarıma geldi. Hiç gücüm yoktu ama boynuna doladım kollarımı zoraki. Umutla parlayan gözlerine, acıyarak baktım. Ona mı kendime mi acıyorum, hangimize daha fazla acıyorum bilmiyorum.

Sen... bana kaç kere seni öldürmem için yalvardığını hatırlamıyor musun? Ben hatırlıyorum. Endişelenme, seni gorillerle bir odaya kapatıp bir ay sonrasında da dilediğin gibi öldüreceğim.

Hayal ettiğim canilik karşısında irkilmek bir yana; histerik bir tavırla, agresif bir kıkırdama döküldü dudaklarımdan. Bu tepkime gülümsedi. Histerikçe bir kıkırdama olduğunu bilmesine rağmen, yanındayken kıkırdamıştım sonuçta. Kızarmış yanakları gülümsediğinde hala parlıyordu çocukluğundaki gibi. Ama artık içinde, eski Karan'dan kalan hiçbir şey yoktu, o boş bir kabuktu.

"Önce seni öldürenleri öldüreceğim, sonra da seni öldüreceğim." Dediğim an beni duydu mu duymadı mı bilmiyorum. Bedenimi kendi hakimiyeti altına almasının sonlarına gelmişti. İşini bitirmekle meşguldü.

Keşke onu şimdi öldürebilsem.

Çok sıcaktı. Yakıyordu beni. Ama üstümden itmedim (bir anlamı yoktu). Göğüslerim üstünde uyuyakalıp kalmadığını anlamaya çalıştığım sırada, "Öyle mi?" diye sordu boğuk bir sesle. Başını başımla aynı hizaya getirdi. "Sen mi yapacaksın?"

"Bana güvenmiyor musun?"

Karan başını iki yana salladı 'Hayır' anlamında, ancak hiç ses etmedi.

Başını iki elimle kavrayıp kendime doğru çektim, gülümsedim, "Kendin söyledin, ben senin gibi değilim." Dedim. Gözlerimiz bir daha buluştuğunda kaşlarını çatmış, düşünceli bir ifade ile bana bakıyordu. Dudaklarımı aralayıp dudaklarına izin verdiğimde kısa sürede aklı dağıldı tekrardan.

Kanlı ağzıyla, beni sertçe öptü. Öpmesine ilk defa karşılık verdiğim zamandı bu.

Kutlamanın sonlarına doğru patlatmayı planladıkları havai fişeklerin patladığını duydum. Gösteriyi erkene almışlardı. Neşeli kahkahalar yükseliyordu kutlama partisinden. Odayı aydınlatan ay ışığına, kırmızı hava fişeklerin rengi de katıldı.

Evet, daha iyi anladım. Bana benden başka kimse yardım etmeyecek. Bu evden çıkmanın yolunu ben kendim bulacağım.

Devam et Eren, devam et. Dayan. Lütfen, bari sen bana yüz çevirme. Bir kez olsun, bir kez olsun.

Karan dudaklarını benimkilerden yarı yarıya ayırıp soluklandı ve tekrar dilini dudaklarımdan içeriye soktu. Onu öptüğüm için fazlaca heyecanlanmıştı. Dilim, onu ağırlamaya çalıştı elinden geldiğince.

Midem bulanıyor.

Dudaklarını benden ayırdı.

Kendimi hiç bu kadar iğrenç hissetmedim bu evde. Kendimden hiç bu kadar nefret etmedim. Ama, hiç bu kadar kendimden emin de hissetmemiştim. Netice de artık, ben de boş bir kabuktum. Boş bir kabuğun, kaybedecek hiçbir şeyi yoktur.

Düşüncelerime karşı bir tepki olarak, dudaklarım istemsizce iki yana açıldı. Dünyalarca ağırlıktaki bir acıyı savuşturabilecek kadar güçlü ama en ufak bir duygudan bile yoksun bir tebessümdü bu.

Benim, buradaki sürtük olmam ne ironik değil mi? Sorunlu ya da hasta, hatalı olan olmam? Hiçbir şey düşünmek istemiyorum, ama aklımdan bir türlü çıkmıyor.

Partidekilerin bana nasıl da değersizmişim gibi baktıkları. Havai fişek gösterisi güzel mi acaba, kafamı çevirip bakmıyorum.

...

Ama endişelenmeyin, artık kendimi bir dram filminin ana karakteri zannetmiyorum.

Bu, bir intikam filmi olacak. İkimiz için.

Bir kadının zavallı değil de şeytan olmayı tercih ettiği bir film. En karanlığından.

Ne o, hiç zavallıca değil mi? Ya da çok mu iğrenç? O zaman bana cevap verin, on altı yaşımdan bu yana; çocukluğumdan beri ben, buradaydım. Onca zaman sizleri bekliyordum.

Sizler, neredeydiniz?

Havai fişek gösterisinde mi?

𓆨

 

 

Sizce Eren, bu yoldan mı ilerleyecek ya da çok yakında malikaneden ayrılabilecek mi?

Bölüm tetikleyiciydi.

Havai fişekleri patlatarak dikkat dağıtmaları, (Arın'ın anne tarafından tüm akrabaları da dahil) herkesin bu durumu görmezden gelerek partiye devam etmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Loading...
0%