Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Kötü olan benim.

@yazarjose

Yaklaşık on iki gün boyunca her gün bölüm atacağım! sevgili okularım, umarım kitabı takibe alırsınız yeni bölümleri kaçırmamak için

sizin yorumlarınız benim için çok değerli, lütfen onları benden esirgemeyin

 

Beyin kıvrımları,

Tektonik;

Sıradağlar alayı.

"Düşüncelerim beni rahatsız eden tiklerin ta kendisi."

22 Aralık 2019

Bıçağı ayaklarımın dibine attığında, korkarak bir adım geriye zıpladım. Öyle ufak bir zıplamada değil ama, "Ay!" diye bir çığlık dudaklarımdan koparken; deprem etkisi yaratacak kadar güçlü zıplamıştım.

Eğer ayaklarınızın dibine bıçağı atan Adil Vedat Şahin ise, sizde benim kadar dehşete uğrarsınız emin olun ki. Kapıya doğru geriliyordum ki, durup bana döndü. "Ne yapıyorsun sen?" dedi kızgın bir tavırla. Beni çalışma odasına çağırmasının üstünden yalnız iki dakika geçmişken, sıvışmaya çalışmam sinirlendirmişti onu.

Ancak tahmin edebilirsiniz ki üvey babamın beni ansızın çalışma odasına çağırması benim için oldukça şaşırtıcı ve ürkütücüydü. Aslında, ansızın değil. Karan yurt dışına gittikten çok kısa bir süre sonra çağırdı beni yanına... Oldukça şüpheli olduğunu düşünerek, gözlerimi kıstım. Bu piçe hiç güvenmiyordum, eğer kötü bir niyeti varsa... Öldüreceğim onu.

Hayır, aklım hep en kötüsüne çalışıyor. Şimdiye kadar ondan öyle bir sapıklık hiç sezmemiştim. Bana karşı.

Yoksa onun fuhuş meselelerini bildiği, hatta 'reşit olmayan çocukları' fuhşa zorlayan insanlarla ortaklık ettiğini biliyordum.

... Aşağılık orospu çocuğu.

Adil Vedat, beni her zaman görmezden gelmişti. On yaşımdan beri üvey kızıydım, annemin bana yatırımlar yapmasına -onca parayı uğruma harcamasına- karışmazdı ama bir kere bile gözünün bana değdiği olmamıştı.

Şimdi, on beşime yeni bastığım ve Karan'ın yurt dışına çıktığı şu zamanlarda beni yanına çağırıyor... Üstüne, neden korktuğumu mu soruyor? Ayaklarımın dibine bir bıçak fırlattıktan sonra!

Kaşlarımı çattım hafifçe, ketum bir yüz takındım. Karan burada değildi, daha yurt dışına çıkalı dört gün olmuştu ve ne zaman geleceği meçhulken üvey babamın birden bana sarması hiç iyi olmamıştı.

Annemin, beni Adil Vedat'a karşı koruyacak bir merhameti yoktu. Bu evde geçirdiğim çocuklukta pek çok kez anlamıştım ki; benden başka Karan'ı koruyacak olmadığı gibi, beni de ondan başka koruyacak yoktu.

Yani, eğer Karan geri geldiğinde hala burada olmak istiyorsam -ki istemiyorum, ama yurt dışından geri geldiğinde birlikte gideceğimize, artık reşit olduğundan bunu yapabileceğimize söz vermiş ve onu beklememi istemişti- Adil Vedat'ı kızdırmadan bu odadan çıkabilmeliydim.

"Hiçbir şey." Dedim soğuk bir sesle. "Sadece ayaklarımın önüne birden bıçak atılınca ürktüm." Diye devam ettim. Ben cevabımı verene kadar, o çoktan kol düğmelerini ve ceketini çıkarıp, masasının ardındaki hakiki deri sandalyesine yaslanmıştı.

Bana üstten bir tavırla bakıyordu. Bir süre sessizce beni süzdü, oldukça rahatsız edici saniyelerdi. Eğer bu adamın annenizi düzme seslerini dokuz yaşınızda ezberlediyseniz siz de benim kadar gerilir ve iğrenirdiniz emin olun.

Ki, benim anneme 'anne' demem bile yasaktı. Öyle soğuk bir ilişkimiz olmasına rağmen, Adil Vedat'ın ona karşı hareketleri beni bu denli deli ediyordu.

Düşüncelerimi, "Sana soyadımı veriyorum, bir de ikinci bir isim." Demesi böldü. Başta ne dediğini anlamayarak hafif çatık kaşlarla ona baktım, ne dediğini kavradığımda ise gözlerim kocaman açıldı. İstemsizce "Efendim?" çıktı ağzımdan yüksek bir sesle. Panikleyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Karşısında sesimi yükselttiğim için kızabilirdi ve kızarsa da beni dövebilirdi.

Hayır... Gücümü toplamalıyım, o korkaklara saygı duymayan bir adam. Yutkundum ve omuzlarımı dikleştirdim.

Soğukkanlı bir tavırla, "Niye? Veremez miyim? Annen benim için çok değerli, zeki ve güçlü bir kadın. Sen de onun kızısın, onun yarısı kadar becerikli olduğunu zannetmiyorum ama... Eğitilebileceğini varsayıyorum." Diye devam etti konuşmaya. Konuşmasını duraksattığı arada beni memnuniyetsizce tekrar süzmüştü. Aşağılıyordu kendince piç.

Anneme değer verdiğini iddia ettiği fasla gelirsek... Palavra. Açıkçası, annemle neden evlendiğini anlamıyorum.

Başımı iki yana salladım bu yeni kararı onaylamayarak. Sert bir üslupla, "Hayır, ben sizden böyle bir şey istemedim." Dediğimde, bakışları keskinleşti. İki saniye baktık birbirimize öylece. Sonra kaşlarımı çattım ve duruşumu öncekinden bile dik bir hale getirip çenemi yukarıya kaldırdım.

Pasif bir tavır sergileyemezdim, beni bir kere kaparsa, ne yapardı kim bilir. "Eğitilmekte istemiyorum." Diye devam ettim ısrarcı bir tavırla. Sert bir duruş sergilemiştim ama sesim titremişti.

Eğer eğitim derken Karan'a yaptıkları gibi şeylerden bahsediyorsa... Karan, bana hiçbir zaman ne kadar ısrar etsem de eğitimlerini anlatmamıştı. Onlar hakkındaki bu bilinmezlik, beni daha da deli dehşet şeyleri hayal etmeye iterdi her zaman.

Bana cevap vermedi başta, sadece çekmecesini açtı ve içinden bir kart ile bıçak çıkardı. Ne yaptığını seçmeye çalışırken gözlerimi kısmıştım, tekrar bana baktığında yüzümün nasıl da düşmanca ve şüpheli baktığını fark edebildiğini ayıksadım.

"Ben de senin gibi birini tercih etmesinden memnun değilim," diye gevelediğinde ne demek istediğini anlamadım. Ne tercihi? Ne konuda tercih edilmiştim?

Ben ona bir şey soramadan, "Ama yapacak bir şey yok." Diye devam etti ve elindeki kimliği yavaşça sehpanın üstüne fırlattı. Kimlik geniş sehpanın bana doğru olan ucuna varınca anca kaymayı kesti. Tam yerinde durmuştu. Kimlik durduğunda, Adil Vedat Şahin, "Eren İpek Şahin." Dedi.

Şerefsiz, demek yeni kimliğimi çıkarmıştı çoktan. Ben olmadan böyle şeyler yapabilir miydi benim adıma? Eli kolu nere uzanıyor kestiremiyorum. Yüzüm sinir ve üzüntüyle büzüştü. Onları şikâyet etmek ve evi birbirine katmak istiyordum! Ama Karan, gitmeden önce o yokken uslu durmam için yalvarmıştı bana. İkimizde birbirimize verdiğimiz sözleri bir tek birbirimiz için bozardık yalnızca.

Bu yüzden... o buraya gelene kadar bu konuda 'bile' olay çıkarmayacaktım.

Geniş sehpanın yanına vardım, eğilip elime kimliği aldım. O kadar sıkı kavramıştım ki yamuluyordu yeni kimliğim. Hissettiğim sadece korku ve endişe değildi, kızgınlıkta vardı.

Eren İpek Şahin...

Babamla alakalı elimde iki şey vardı kafamdan asla silinmeyen, duygularımca anısı değişmeyen. Beni az biraz daha önemseyen; en azından yemeğimi veren ebeveynimle alakalı elimdeki iki şey. Biri Eren Gündüz ismim. Diğeri ise onu küvette, elinde çoktan patlamış bir silahla bulduğum zaman.

İyi olan şeyi, adımı, az önce kaptırmıştım.

Ancak kısa bir süreliğine olacaktı bu, bir gün İpek isminden de o soyadından da kurtulacaktım. Sadece Karan gelene kadar dayanmalıyım. Evet, o yurt dışından geldiğinde ikimiz birlikte kaçıp uzakta yeni hayatımızı kuracağız. Öyle söz verdik.

Kimliğe gözlerim takılı kalmıştı, içimden 'Bu andavallarla uzun süre kalmayacağım zaten,' diye geçiriyordum hırslı bir tavırla. Dediğim gibi Karan gelir gelmez, gideceğiz. Kaçacağız. Aslında onu beklemeyip tek başıma da gidebilirdim buradan ama...

Şey, biz ikimiz aynı kuyunun çocuklarıydık. Birimizin boyu tek başına kuyudan çıkmaya yetmiyordu. Ya da ben sadece beni sevdiğini bildiğim tek insanı terk edemezdim, tıpkı diğer tüm insanlar gibi.

O an, bir bıçak daha, tam dibinde durduğum sehpanın kenarına fırlatıldı. Ani bir refleksle geriye çekildim ve arkamdaki koltuğun kenarına doğru düşüp sırtımı çarptım. Öfkeyle sonuna kadar açılmış gözlerimi Adil Vedat Şahin'e diktim. İkinci kere bir bıçak fırlatmıştı bana piç.

Yerden doğrulmadım ama hızlıca ayaklarımın üstünde eğilen bir pozisyona geçtim, onun için yabanıl bir çömelmeydi bu, benim içinse çocukluktan bir alışkanlık. Aslında burada... sehpanın üstüne, oradan da masaya atlasam... elime de bıçağı kapıp... Bu herifi...

İmkânsız.

Kanımı donduracak bir ifadeyle gülümsedi, bunu aklımı okuduktan hemen sonra yaptığını düşünmem beni iyice ekarte ediyordu. Sanki, benim içimden 'İmkânsız.' dediğimi duymuştu. Neredeyse kıkırdayacaktı, o kadar memnundu bundan piç. Zalimce açılmış dudaklarının arasından tam da böyle aşağılık bir herife ait olabilecek, hırıltılı ve kötücül bir sesle "Güzel. Bıçak sana atıldığında gözlerini kırpmıyorsun." Dedi.

Afalladım. Anlamaya çalıştığı şey, bu muydu? Gözlerimi kırpıp kırpmamış olmam mı? Yerimden hoplayıp zıpladığımın, korktuğumun farkında değil miydi? "Sadece kurşun sesine duyarlısın, hala, bu malikanede geçirdiğin altı yıldan sonra bile. O korkun da ezik babanın acınası ölümünden dolayı." Diye devam etti sözlerine. O kadar düz ve normal bir tonda söylüyordu ki babamın intiharını; sosyopat olduğuna bir daha ikna oldum.

Kim, on beşindeki bir kıza babasının intihar etme nedeninin eziklik olduğunu söylerdi? Hele de sosyopat üvey babası bunu söylüyorsa... Nasıl bir insandır ki? Gerçi ben, Adil Vedat'ın bir insan olmadığını çok iyi biliyorum. O bir hayvan. Ve... asla aynı dili konuşamayız. Söylediği şeylerin ardından, hala gözlerime cüretkâr bir tavırla bakarken, asıl kibirli olanın ben olduğumu iddia etmekten çekinmiyor.

Herkesin ortak kaderi ölümü bırakın, cehennemde aynı kazana girsek bile. Asla, tek bir an bile frekanslarımız tutmayacak. Birbirimizi anlamayacağız.

Ama ben... tüm bunların farkında olmama rağmen, ona 'ağır bir ders verme' isteğiyle göğsümü kabarttım. Olmayacağını bildiğim şeyleri tekrar tekrar denemek, benim tutkum olmalı.

Ayaklarımın üstünde çökmüştüm yere, omuzlarımın kabaca yükselişi ve öne doğru eğilmesiyle iyice bir sokak serserisi görüntüsüne kavuştum. Ya da Adil'in gözünden, bir şempanze duruşu diyelim.

Onun düşüncelerine boyun eğmem gibi bir şey asla yok, olamaz.

Üzgünüm Karan, ama sana bunun için de söz vermemiştim.

"Sözlerimi iki kere-" dediği sırada hırslı, derin bir nefes çektim içime ve sehpaya saplanmış bıçağı çıkarıp elimde sallamaya başladım. Parmaklarımın arasında keskin bıçak öyle hızlı daireler çiziyordu ki elimde bir disk döndürüyor gibiydim adeta. Ama bana korkutucu gelmiyordu. Çünkü küçük bir çakı, benim ilk oyuncağımdı.

Ufak bir gösteriden sonra, bıçağı sehpaya geri sapladım. Ondan daha derine saplamış olabilmek için fazla güç kullanmış, biraz abartmıştım ve bu yüzden elim zangır zangır titriyordu. Ama titrediğini anlasa da acısını hissettiğimi ona belli etmeyecektim.

İçten içe biliyorum ki, haksız değildi. Babam hatırladığım kadarıyla eziğin önde gideniydi. Ama... bir şekilde beni sevdiğini biliyordum. Biraz da olsa. Belki. Bilmiyorum.

Annem ve o, yine de benim ebeveynlerim değil mi?

Adil Vedat bana keskin bir ifadeyle bakıyordu artık. Şımarık ve küstah bir tavırdı ona göre, ama ne kadar küçümsemeye çalışırsa çalışsın benim bıçağı elime aldığım o an, kendi başladığı sözünü kendi kendine kesmişti. Bu ikimizin de farkında olduğu bir şeydi. Onların dilinde racon, benimkinde ego savaşı.

Bakışları korkunç olmasına rağmen ve onu tanımama da rağmen, bakışlarımı ondan çekmedim. Korkaklıktansa bir deliliği tercih ederdim. Gülümsedim, kaşlarım bilmiş bir havayla yukarıya kalktı; "Bana bıçak sallayan çok eşkıya oldu, gözlerimi kırpmayacak kadar buna alıştım." Dedim.

İşte, tanışmamızdan altı yıl sonra, sonunda ona alttan alta laf soktuğum ilk andı bu. Resmen eşkıya demiştim, kapak olsun köpeğe. Bunu ne kadar süredir beklediğimi bilemezdi orospu çocuğu. Karan'a yaptıkları ve annemin...

Bilmiyorum, belki de bu konuda kızgın olmamalıyım. Sanırım o kendi tarzıyla annemi seviyor(?) ve annem de onu. Asıl kızgınlığımın sebebi annemin onu sevdiği düşüncesi. Annem Adil Vedat'ı değil, yalnızca Adil Vedat'ın parasını sevmeli. Aksi takdirde, o kadının beni sevmemesinin tek sorumlusu ben olurum.

1 Mart 2024'ten devam...

Artık dördüncü kattayız. Çıktığımız odanın kapısını kapattım anlamsız bir çabayla. Arın'ı kendimle beraber birkaç metre ötedeki bir odaya neredeyse ışık hızıyla sokup, kapıyı kapattığım sırada bir "Pat" sesi duyuldu dördüncü kata indiğimiz odadan.

Karan delikten atlamıştı. Düşündüğüm gibi, Karan beni ilk hizmet asansöründe aradığından başka bir odaya saklanacak saniyeler kazanmıştık.

Karan, şu an tavanı delik odanın kapısını açmış ve koridora bakınıyordu hangi odaya girdiğimizi anlamak için. Arın ne yaptığımı anlamıyordu, onu tekrar merdiven yerine bir odaya yöneltmiş olmam tuhafına gidiyordu. "Bir planın var mı-" dediği sırada elimle ağzını kapattım. Karan seslere oldukça duyarlıydı. Fısıltı ile konuşmazsak yakalanırdık.

Şahin malikanesi özeldi. Birçok tüneli ve gizli geçidi vardı, zaten düşmanlarına karşı bir üs olabilmesi de bu özelliğinden dolayıydı. Ev başlı başına bir labirentti çoğu kişinin çözemediği. Yan gözle Arın'a baktım. Hala nasıl beni bulduğunu bilmiyordum. Kim bilir, belki de tünelleri bulmaya çalışıyordu. O yüzden evin içindeydi. Beni gördüğünde şok olması, aradığının ben olmadığına işaret ediyordu. Bu yüzden kaçırılma gibi bir durum olmadığına emindim.

Olabildiğince sessiz bir tavırla, tekli koltuğu kenara ittiriyordum. Annemin evin hanımı olduktan sonra Şahin evini yeniletmesi sağ olsun, yeni mobilyalar hala yepyeni olan yumuşak parkelerde hiç ses çıkarmıyordu. Arın da tekli koltuğu ittirmemde bana katıldı ve böylece kısa sürede gizli geçidi açtık. Geçit dediğim, tekli koltuğun hemen arkasındaki duvarda küçük bir delikti. Tabi, önceden belli olmuyordu bu geçit. Ama ben bundan birkaç ay önce duvar kağıdını parçaladığımdan, geçit şu an açıktaydı.

Arın gergince kaşlarını çattı, "Ben buraya sığmam." Diye fısıldadı. "Biliyorum." Dediğimde, bana şaşkınca baktı. Halbuki onu geri de bırakmamdan korkuyor gibi de durmuyordu.

Odaya gireli iki dakikayı bulmuştu. Karan'ın bizi bulmasına üç dakika olduğunu varsayıyorum.

"Korktun mu?" diye sordum hızlı hızlı, fısıldayarak. Neredeyse bulunduğumuz durumu unutarak, az kalsın gülecek gibi dudakları açıldı iki yana ama kendini çabucak toparladı. Hiçbir şey demese de sorumu ciddiye bile alamadığını anlamıştım.

Fazla cesur. Ölür bu kafayla, bu şehirde yaşayamaz.

Şu an bunlarla uğraşacak vaktimiz yoktu. En açıklayıcı şekilde, "Balkondan atlayacaksın. Dördüncü kattayız, atladığında ikinci katta olacaksın. Evin ön tarafındayız, partidekiler müzikten dolayı fark etmez ama yine de dikkatli ol. Ben geçide giriyorum. Sende pencereden aşağı, ikinci kat balkonuna atla." dedim hızlı hızlı, kısık bir sesle.

O bana anlamaya çalışarak bakarken, ben geçidin içine girdim ve tekli koltuğu kendime çekmeye başladım. Bana uyum sağlayıp tekli koltuğu üstüme kapatırken, güveniyormuş gibi olan hareketlerinin aksine gözünden geçen tedirginliği gördüm. Hızlı hızlı söylediklerimin yarısını bile anlamamıştı ki. Onu rahatlatmak için "Endişelenme, bu geometri." Dediğimde iyice kafası karışmış bir yüzle baktı bana.

O ara kapının önünde adımlar duydum. Arın akıllıca davranıp, bana tekli koltuğu ittirmemde yardım etmeden önce kapının önüne bir sandalye koymuştu.

Karan kapıyı kulpundan açmaya zorlamayı kesip geri çekildi, bunu duyacak kadar kaldım orada. Sonrasını bilmiyorum. Ama kapıyı kırdığını tahmin edebiliyorum. Umarım Arın, hiç beklemeden balkona atlamıştır.

Tahmin edebileceğiniz üzere, buradan kaçmak için epey çok girişimim olmuştu üç yıldır, on altı yaşımdan beri. O yüzden Şahin malikanesinin tüm geçitlerini ezbere biliyordum ve her bir yolun birbirleriyle olan bağlantısına fazlaca hakimdim. Tabi... Bu engin bilgim şimdiye kadar buradan ayrılabilmemi sağlamamıştı ama bugün ayrılabilirdim. Çünkü...

Geçit burada ikiye ayrılıyordu. Sola döndüm ve aşağı doğru olandan kaydım.

Çünkü Arın var dememi beklemeyin benden. Ben kimseye güvenmem. Bugün ayrılabilirim; çünkü ortalık karışık. Şahin malikanesinde kutlama partisi yapmak yirmi yıldır yapılan bir iş değildi.

Normal koşullarda bile, beni bu malikanede tutabilmek için civara dağıtılmış yetmişten fazla koruma vardı. Civar tamamen dağlıktı ve kaçsam bile malikaneden birkaç kilometre öteye kadar olan korumalar yüzünden hep yakalanırdım.

Ama dediğim gibi, bugün farklıydı. Öyle ki Karan daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapmış; tasmalamaya çalışmıştı bu gece beni. Çünkü kutlamanın yarattığı karışıklıktan faydalanıp bugün kaçabileceğimi biliyordu. Ve... bu oluyor gibiydi sahiden, sonunda!

Kaçtığımı hayal ettiğimde bile içim inanılmaz bir coşkuyla doluyordu, yapmam gereken onca şey varken buraya tıkışmış bekliyor olmak...

Beni öldürüyordu bu hareketsizlik.

Karan sonumuz gelene kadar asla anlamayacaktı ama, ben hep hayatımın dönüm noktasını bekledim.

İkimizin intikamını alabilmek için.

Kaydırağın sonunda durdum. Eğer sağa saparsam, bu malikaneden sessiz sedasız kurtulabilirdim, yüzde on beş olasılıkla. Ancak bunu yaparsam Karan geçireceği cinnetten dolayı yalnız bıraktığım Arın'ı öldürebilirdi. Bu şehirde, Baykal'da, Karan'ın içtenlikle isteyip de çocuğunu öldüremeyeceği tek bir zengin aile yoktu. Yani, erkek çocuğu yoktu daha doğrusu. Peyamilerin kızına dokunamazdı yoksa.

Hele yabancının-Arın'ın adını daha önce hiç duymadığıma göre, Arın kale alınacak bir aileden bile gelmiyordu.

Şimdi, ya intikamımızın yoluna düşecektim. Ya da önce, bana o dönüm noktası olmasını umduğum bir yabancıya; Arın'a yardım edecektim. Bu da kaçabilme olasılığımı yüzde dörde indirgerdi.

Derin bir nefes verdim. Hayatım boyunca... İhanetine uğramadığım tek bir insan olmamıştı. Bana şefkat gösterdiğini gördüğüm ilk insan; Karan. O ve benim şimdiki halime bakın. Tek başımaydım bu gezegende, tek başına olan birisi ne yaparsa onu yapmalıydım. İyi biri bile değildim. Kararım bencilce olmalıydı.

...

"Evet," diye mırıldandım. Kararımı vermiştim.

Sağa sapıp bir iki adım gittim gitmedim ki geriye dönüp sol geçitte hızla ilerlemeye başladım.

Kahretsin, onu bırakamam.

Offff...

Geometri bana diyor ki, Arın'ın yanına birkaç dakika geç bile kaldım.

Sağa sapmam gerekliydi evet, kendi yoluma bakmam. Ama Arın'a 'endişelenme' de demiştim. Ve ben, birilerine borçlu kalmayı kaldıracak türden bir yapıda değildim. Arın beni koruduysa, ben de onu koruyacaktım.

İkinci katın balkonuna giden koridorda, adamlar toplanmaya başlamış olmalıydı. Arın'ın peşinden şuursuzca Karan'da balkona atlamıştır; ikisinin orada cebelleştiğini biliyorum. Kimse yanlarına gitmeye cesaret edemiyordur. Bunun iki sebebi var: Birincisi Karan'ın kişiliği oldukça hararetli. Kendi adamlarından birini bile gelişi güzel balkondan aşağı fırlatabilir. İkincisi ise her şey sona erdiğinde ve Karan, Arın'ı öldürdüğünde; Arın'ın katili olma rolü Karan'ın adamlarından birine verilecekti. Adamlara göre, kim ilk Karan ile Arın'ın yanına giderse bu yafta ona kalacaktı.

Asıl güçlü adamların hepsi evin dışında, etraftaydı. Çünkü malikaneye kimse girmeyecekti, öyle planlamışlardı. Sadece, kutlama sonunda birkaç kişiyle salonda yemek yenecekti. Yani Karan malikane içinde bir sorun olacağını hesap edemediğinden... İçeriye çok da fazla ağır eleman yerleştirmemişti.

Karan sadece beni kilitlediği odanın kapısına ve civarına yerleştirmişti birkaç güçlü kişi. Ama kapımda bekleyeni, Arın zaten benimle karşılaşmadan önce halletmişti. Diğer üç dört sağlam elemanı da Karan ile benim cebelleştiğim sırada. Ve muhtemelen biz karşılaşmadan evvel birkaç kişi daha dövmüştü. Sayılarını iyice azaltmıştı.

Şimdi düşünüyorum da Karan'ı gözü ne kadar dönmüştü ki odama daldığı sırada kapının önündeki baygın elemanı fark edememişti? Arın'ın önden paketlediği? ... Karan'ı anlamak zordur. Bazen her şeyi fark eder ve bazen dünyanın en fevri, dikkatsiz orospu evladıdır.

Acele etmeliydim. Kafamda zamanı saniyesi saniyesine hesaplayabilen bir saat vardı sanki. Karan'ın, beline sıkıştırdığı silahı Arın'ın alnına dayamayıp; onu yumruk yumruğa yenmek isteyeceğini bilen bir analizci de. Ama hiçbir şey, matematiğe ya da geometriye uyamazdı tam olarak. Gerçek hayatın beklenmedik olması her günümün ayrı bir kanıtıydı.

Bileğimdeki tokayla saçlarımı topuz yaptım. Birileri saçımı çeksin istemiyordum. Dezavantaja yer yok.

Demir halkayı kavradım ve kaldırmaya çalıştım. Uzun süredir açmadığımdan dolayı iyice ağırlaşmıştı sanki. "Aaağ!" diye hırıltılı kısık bir haykırış döküldü dudaklarımdan, çabamı belirtircesine. En sonunda kapak biraz aralandığında geriye doğru oturdum ve hafif aralanmış kapağı ayak topuklarımla tamamen kaydırdım. Olabildiğince sessiz yapmıştım bunu, başımı eğip tavandan aşağıya baktım. Adamlar beni fark etmemişti bile, hepsi alnından soğuk terler dökerek balkondaki Arın ve Karan'ı izliyordu.

Şanslıyım, tam altımda duruyorlar.

Evin içi, her yer keman sesleri ile dolmuş ve Karan ile Arın'ın dövüşüne o kadar odaklanmışlardı ki görmüyorlardı bile beni.

Karan'da Arın'dan da konuşma sesi almıyorduk. Sadece pat, küt, çat. Sanırım annemin yurt dışından getirdiği altın işlemeli sandalyeler kırılıyor. Arın kötü idare etmiyor gibi, birinin Karan'a karşı bu kadar dayanabileceğini düşünmezdim.

Adamlar birbirlerine bakındılar, dediğim gibi hepsi tecrübesizdi ve Karan'ın yanına ilk gidenin değil de son gidenin başının yanacağını anlayamayacak kadar aptallardı da. Hemen aşağımdaki, bir seksen boylarındaki genç bir oğlan ardına, arkadaşına döndü ve "Lan İsmail, ne bok yiyeceğiz?" diye sordu, endişeli ve titrek bir sesle. Karşıdaki daha cevap bile veremeden, bu titrek sesli bir seksen gencin sırtına atladım.

Bacaklarımı gövdesinin önünde hızla doladığımda etraftaki herkes bir an korkuyla çekilmişti. Atlayan şeyin kendilerinin yarısı kadar, sıska bir kız olduğunu fark etmeleri için bir an afallamaları şartı ya. O afallama anı, benim için üstüne atladığım genç adamın belindeki silahı almaya yeten bir süreydi. Üstüne atladığım bir seksen boylarındaki genç adamın başının üstünde, silahın tetiğini çektim.

Direk karşımızdaki, diğerleri iki adım geriye giderken sadece bir adım öteye kaçmış ve endişeli gözlerle sırtına atladığım arkadaşına bakan İsmail'in alnının tam ortasına sıktım kurşunu.

12 Mart 2020

On beş yaşlarındaydım. Karan hala ortalarda yoktu, arada sırada gerçekleştirebildiğimiz telefon konuşmaları hariç ondan haber bile alamıyordum. Benim için, Adil Vedat'ın yeni oyuncağı olmak oldukça zorlayıcı olmaya başlamıştı. Bu adam sadece üç ayda bana hayatla alakalı birkaç bucak daha öğretmişti.

Elime tutuşturduğu silahı ona geri uzattım, ona böyle sert bir tavır takınmaya devam edersem beni dövmeye başlayacaktı yakında. Bunu hissedebiliyordum ama kurşun benim kırmızı çizgimdi. "Asla." Dedim. O hiçbir şey diyemeden, "Ben silah denen bu illeti elime asla almayacağım." Diye direttim.

O sessiz kaldıkça gaza geldim, isyanım körüklendi. Annem bizi izliyordu oturduğu şezlongdan. Doğrulmuştu yerinde, endişeli gözleri vardı. Sanırım canı kızının(!) üvey babası tarafından aldığı ilgiyi nankörce karşılaması sinirlerine dokunuyordu.

"Kimseyi kanatmayacağım, senin aksine!" diye devam ettim hırsla. Karan'ın, bana babasının işleri ile anlattıklarını hatırladıkça... bu aşağılık herifin yüzüne tükürmek istiyordum.

Beni çok korkutan bir düşüncem de vardı içten içe, tam olarak zihnimde anlamlandırmakta zorluk çektiğim. Düşünce, anlatabildiğim kadarıyla şöyleydi: '0ηu öldürürs3m, düηy4 b1r p1sl1kt3η kurtulm4z mı?

Adil Vedat, ben ona silahı geri uzattığımdan beri sessizdi. Sonunda, elimdeki silahı aldı usulca. Bana tokadı yapıştıracağına dair güçlü inancım, sakinliğine karşın her saniye daha da azaldı. Hatta belli belirsiz gülümsedi, ilginç bir şey bekliyormuş gibi. "Demek sana bunu ben değil de biricik abin öğretecek, ha?" dedi.

Karan ne alakaydı şimdi?

Derin bir nefes aldı, "Kanatacaksın," dedi bilge bir tavırla. "Hem de çok fazla."

Adil Vedat silahın tetiğini çekti. Gözlerim elindeki silahı takip ediyordu. Kurşunu yuvadan uçmak için nasıl hazırladığını, yan gözle izliyordum. Ona neden Karan'la alakalı ima da bulunduğunu soracaktım ama o konuşmaya devam edince bu aklımdan çıkıverdi. Zaten Adil Vedat hep salak salak konuşuyordu Karan hakkında.

"Sana ilginç bir bilgi vereyim Eren," diye devam etmişti. Onca senede beş kere bile söylememiştir ismimi, o yüzden onun benim adımı söylemesi dikkat çekiciydi istemsizce.

Elindeki silahla üstüme bir adım geldiğinde, korkuyla birkaç adım geriledim. Annem şezlongdan kalktı aceleyle. "Hala göz kırpmıyorsun, aferin." diye geveledi Adil Vedat.

"Sen, insanları kanatacaksın. Sonra, bir gün, bu silah denen illeti eline çok rahat alacaksın. Tam olacak sana. Nasıl kullanacağın konusunda, en ufak bir kuşkun olmayacak."

1 Mart 2024'ten devam...

Kendi kendimi aşağılayan, histerik ve acı bir gülümseme yayıldı dudaklarımda. Adil haklıymış. O zamanlar kendimden o kadar emindim ki...

Bacaklarımı doladığım elemanın boynuna sol kolumu da dolamıştım. İsmail'in beynini dağıtmamın hemen ardından sırtında olduğum elemandan aşağıya atladım. Bunu yaparken aynı anda, silahın namlusunu sırtında olduğum elemana yönlendirip tetiğe basmayı da ihmal etmemiştim. Kurşunun momentumu yüzünden sağ duvara doğru düştü gövdesi. Ben çoktan onun sırtından inmiştim, o yüzden onunla momentumun etkisine kapılmadım.

Sırtından iner inmez yere çömelebilirim sanmıştım ama, önceden matematikte gerçek hayata hep uymaz demiştim size. Biri silahı tutan sağ elimi bileğinden kavradı ve geriye doğru uzattı sağ kolumu. Elimdeki silahı almaya çalışıyorlardı.

O kolumu yukarıya çektikçe karşı koymaya çalışmak gibi bir aptallık etmeyecektim. Çevik bir yapım vardı ama çok kaslı olduğumu söyleyemem, bir erkeği fiziksel güçte yenmem söz konusu değil. Ama yeteri kadar zeki ve eğitimliyseniz, birçok erkeği savaşta yenebilirsiniz.

Hemen solumdaki elemanlardan birinin belinden çakıyı araklamıştım, sağ kolum bileğinden kavranıp birden geriye çekildiği sırada. İsmal'in cansız, duvara yaslanmış bedenine basarak duvarda yürümeye başladım. Sırtımı, sağ kolumu yukarıya doğru çekiştiren adamın gövdesine yasladıkça, yükselebiliyordum duvarda. Yeteri kadar duvarda adım atarak yükseldikten sonra, sol omzumu yukarı doğru atıp, sırtımın sol tarafını kaldırdım adamın göğsünün üstünden.

Sol kolumdaki ters tuttuğum çakıyı, sırtımın sağ yarısı hala göğsüne yaslı olan adamın boynuna sapladım. Şanslıydım ki boyu kısaydı, yoksa daha zor olacaktı bu iş. Anında sağ bileğimi kavramış eli gevşedi. O geriye doğru sendelerken önümdeki herife doğru atıldım. Sağ elimdeki silahtan çoktan olmuştum.

Sol elimde tuttuğum çakının başlığını baş parmağımla bastırdığımda, çakının sivri ucu sadece keskin değil kuvvetli de oluyordu. Üstüne atlayıp bacaklarımı sardığım yeni eleman beni kollarıyla sararken çakının ucunu sol gözüne doğru getirdim ve sağ elimle çakının arkasından iyice içeriye bastırdım ki beyni çıksın orospu çocuğunun.

Bu nefesinin kesilmesine yetti.

Adamın acıyla bağırdığı sırada, gözüne sapladığım çakıyı çıkarmaya çalıştım tekrar kullanabilmek için. Ama adamlardan iki tanesinin aynı anda beni tutup geriye fırlatması üzerine çakımdan da oldum.

Yere, geriye fırlatılmıştım. Balkon tarafına doğru. O an öncekilerden farklı bir 'pat' sesi duydum. Dönüp hızla arkama baktığımda Karan'ın yerde olduğunu gördüm. Bir an... kıpırdamadı. Öldü sandım. Arın nefes nefeseydi, başında bekliyordu.

Ağzım açıldı ama ses çıkmadı. Zaman, sadece beş saniyeliğine beş yıl olmuştu. Daha önce hiç böyle bir dehşet hissettiğimi hatırlamıyorum. Olmasını istediğim şey bu değildi. Bu, değildi! Bu olamazdı. NASIL BİR DEHŞETİN SONU BU KADAR KOLAY- düşüncelerim sadece beş saniyeliğine karmaşık sorulara boğulabildi.

Çünkü Karan, Arın'ın bacağını kavrayıp çektiğinde Arın'da yere düştü ve tekrar boğuşmaya başladılar. Neden bilmiyorum ama, Arın biraz sersemlemiş gözüküyordu. Yani, evet ikisi de sersemlemişti ama...

Şimdi fark ediyorum da yabancı ile ben ilk tanıştığım sırada da Arın'da bir tuhaflık vardı. Uykulu gibi?

Önüme döndüm. Dört herif de bana bakıyordu. Popomun üstünde, avuç içlerim zemine basmış bir şekilde oturuyordum karşılarında öylece. Tam düşmüştüm diyebilirim, bu nasıl bir tabirse?

Dördü de bana dehşete uğramış ve öfkeli bir yüzle bakıyorlardı. Bir boka yaramamış olmalarından mı utanıyorlardı yoksa bir kıza yenilmiş olmak mı bu cahilleri deli ediyordu? İkisi de aynı şey. Umarım, arkadaşlarının intikamını istemiyorlardır.

Çünkü on altı yaşından beri hapsedilip üstüne istismara uğrayan bir kızın orospuluk ettiğini söyleyen her kimsenin yasını tutulmamalıdır.

İstismarı hoş görmek, masum insanların ruhlarını öldürmekle eş değerdir. Sonuçta ilki, ikinciye gebeye bırakıyor parçalanmış ruhları.

Avuç içlerimi zemine dayayıp kuvvet alarak yukarıya zıpladım. Yükseldikten sonra derin bir nefes verdim, omuzlarını geriye atıp sırtımı gerdirdim. Sağ ayağımı hafifçe yukarıya kaldırıp ayak bileğimin havada küçük bir dalga oluşturmasına izin verdim ve kaşlarım yukarıya kalkıp indi. 'Eh,' manasında.

Ne o puştlar, niye şaşırıyorsunuz? Siz yeni gelenlere malikanedekiler anlatmadılar mı beni?

Gerçi... Anlatmayacak kadar çabucak unuturlar benim gibi bir kızın onları ezdiğini. Hiç kimse kaslı bir Tanrı'dan daha aşağısına yenildiğini hazmedemez kolayca. Hele de istismar mağduru, öksüz bir kıza? ... Ha...

Benim hakkımda bu malikanedekilerin ne düşündüğünü biliyordum. Karan'ın, küçük oyuncağı. Eren İpek Şahin olduğuma, onlar aksine sınıf atlamış olduğuma -bu hayatımda duyduğum en acınası itham- bakmayın. Neler yapabildiğime, annemin bana ne yatırımlar yaptığına takılmayın. Ben sadece Küçük Bey'in takıntısıyım.

Asla. Benim varlığımı; çamura bulanmış bir oyuncak bebekten fazlası görmeyecekler. Bedenlerinde bir sakatlık, Eren'e ait bir iz bırakmadığım sürece.

Kötü olan benim.

Adil Vedat Şahin'in dediği her şey teker teker gerçekleşiyor.

Ardıma baktım, Arın hala Karan'ın üstündeydi. Hemen bir an sonrasında ise Karan, Arın'ın üstünde. Önüme döndüğümde bir baktım ki dört herif de bana doğru yürümeye başlamıştı. Çok bile beklemişlerdi.

Ne yapmam gerektiğini seçmem sadece iki saniyemi aldı. Bana doğru gelen en öndeki elemanın üstüne doğru koşarken havaya zıpladım. Elbette, bu bir film olmadığı için, havalı bir yumruk atmadım ve o da beni boğazımdan kavradığı gibi duvara yapıştırdı. Acı dolu, kesik bir çığlık attım, sesimi Karan'a duyurabilecek kadar yüksek bir çığlık.

Adam, bana yumruk atmak için sol elini havaya kaldırdığı sırada Karan'ın "LAN!" diye gürlemesi koridorda yankılandı. Boğazımı tutan adamın bakışları oraya kaymadı ama, yumruğunu indirdi hemen. Ancak beni boğmaya devam etti, emirleri takip edebildiğine göre gözünün döndüğü yoktu ama, devam etti işte beni boğmaya. Öldürdüğüm dörtlüden birine kıymet veriyordu belki, olabilirdi. Ya da sadece şu an yaptığından zevk alıyordu.

İnsanlar zalimce bir şey yaparken hep bir çeşit bahanelere sığınırlardı ama asıl gerçek; çoğunlukla yapmak istedikleri şeyi yapmaları olurdu. Şayet sevdikleriyle tehdit edilmiyorlarsa. Ve o şu an, ondan yapılmasını beklenmeyen bir şeyi yapıyordu çünkü bundan zevk alıyordu. Sinsi bir kibir.

Ona yukardan bakmaktan kendimi alıkoyamazdım bu yüzden.

"Hık," sesi döküldü dudaklarımdan. Bugün o kadar fazla boğulmuştum ki benim bile dayanıklılığım tükenmişti-ciğerlerinde sorun yaşayan benim, her boğulduğumda bir şekilde hayatta kalmam tuhaftı. Resmen öteki taraf beni kabul etmiyordu.

Orası da mı beni kirli görüyordu?

Ama normaldi bu, adamların beni boğmayı seçmeleri yani. Beni dövemezler, kesemezler ve bana kurşun sıkamazlar. Saçımı bile çekemezler. Eve yeni gelen çalışanlara bizzat Karan tarafından söylenirdi bunlar. Eh, bu mafya bozuntuları için akla ilk gelen yöntem boğmak oluyordu haliyle. Sanki bu da yasak sınıfına girmezmiş gibi. Ama Karan'ın bunu her defasında atlaması, onları bu konu hakkında uyarmaması yasaklamadığını gösteriyordu. Çünkü Karan epey detaycı davranırdı kuralları anlatırken, atlıyorsa yasak değildir.

Açıkçası, boğazımı parçalayan bu piçi alt edebilirdim. Ama istediğim şey için onun bana bunu yapmaya devam etmesi gerekliydi.

Boğazımı sıkan, ayaklarımı yerden kesmiş ve beni duvara yapıştırmış bu şişko elemanı sadece bir arkadaşı geri çekmeye çalışıyordu. Diğer ikisi oldukları yerde titremekle meşguldü. Kimse Karan'ı deli edebilecek bir mevzuya bulaşmak istemiyordu ucundan bile olsa.

Bacaklarımın çırpınmak için deli gibi bir istek duymaya başladığı sırada, dişlerini birbirine bastıran ve dudakları dışa doğru büzüşmüş bu kıpkırmızı, şişko dev adamın bana bakan kısık gözleri; birden kapanmak zorunda kaldı.

Karan yakalamakta zorlandığım bir hızla gelip çenesine sağlam bir kroşeyi geçirmişti çünkü. Beni boğan kırmızı dev adam resmen uçtu, ölü İsmail'in kucağına düştü. Çenesinin yediği yumrukla dağıldığını görebilmiştim saniyesi saniyesine.

Karan'ın ağzı burnu kan revan içindeydi. Gözleri bir an bana değdikten sonra yerde yatan beşliye -dördünü ben, birini o indirmişti- kaydı. Ayakta kalan üç adam duvara yapışmışlardı resmen o gelince.

Karan nefes nefeseydi, Arın onu epey zorlamıştı görünen o ki. Arın'ın ne halde olduğunu görmek için bakışlarımı balkona döndürdüm. Gözükmüyordu. Kalbim atmayı kesti sanki.

Vicdan azabı mı?

Alt dudağım sarktı kontrolümden ayrılarak. Öne doğru bir adım atıp, görüş açımı daha da genişletmek için başımı sağa eğdiğim sırada, Karan çenemi kavrayıp yüzümü yüzüne döndürdü.

Bana anlamayarak, şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. Bu sefer neye şaşırdığını ben de yakalayamamıştım. Acaba Karan kendi yaralarına değil de Arın'a ilgi gösterdiğimden mi şaşırmıştı? Hayır, emin değilim. Ama önemli olan da bu değil şimdi.

Gözlerim balkona doğru kaydı tekrardan, Arın'ın balkonun köşesinde, duvara yaslanmış olduğunu fark ettim. Sadece botları gözüküyordu. Oturuyordu yerde. O... Ölmedi. Sol botu sallanıyor, bilerek yapıyor. Bana yaşadığını ifade etmek için, gitmediğini.

Hayatımda daha önce böyle hissetmedim. Böyle bir şey yaşamadım. O yüzden size açıklayamam. Belki tarif edebilirim, değer verdiğiniz biri için korkarken, o kişinin çektiği tüm acıya rağmen size doğru dönmesi ve bir sorun olmadığını belirtmesi. İnsanın kendini hem üzgün hem de çok değerli hissettiği bir an.

Karan'a döndüm. "Sen-" diye başlayan konuşmam onun ifadesinin ürkünçlüğü karşısında kesildi. Büzülen dudakları, almayı kestiği nefesleri, dişlerinden dökülen hafif hırıltı... Kıskançlıktan kudurduğunu, delirme eşiğine geldiğini anladım. Onu sinirlendirecek bir şey söyleyemezdim. Bir daha balkona bakamazdım. Sadece... zaman kazanmanın bir yolunu bulmalıyım. Arın kendini toparlayana kadar.

Karan gözlerini benden ayırmazken, başını sağa doğru yatırdı ve "Öldürün." Diye geveledi. Arın'ın ona yaptıkları bile -Karan, feci dayak yemişti- kinle dolması için yeterken, bir de beni onun kasıklarının üstünde görmesi... Yetmezmiş gibi Arın'la kaçmaya çalışmıştım. Elbette, Karan'ın onu sağ bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Sol eli kurşun yüzünden kan revan içindeydi. Dudağı ve kaşı patlamıştı. Gözleri mosmordu ve yanakları kanlanmıştı. Epey zorlu bir mücadele olduğu gözle görülürdü. Bu gece bana bir şey yapmak istese de yapamayacağı varsayımını geçirdim aklımdan, ama bu Karan'dı ve bazen bana bile bir hayvanı çıplak elle boğabileceğini düşündürtüyordu.

İkimiz de nefes nefeseydik. İkimiz de bitkindik. Her bakımdan. Titreyen ellerim, çenemi kavramış eline vardı. Aşağıdaki kutlama da çalan keman, ortamın gerginliğine ayrı bir tatsızlık katıyordu. Havadaki gerginliği kulakları tırmalarcasına yırtıyor, yırtıklardan bir buhran sızıyordu rüzgâra.

İzin vermeyecektim. Arın'ın yanına, o üç herifin varmasına. Karan'ın Arın'a bu gece kafayı takmasına. En azından bir iki saat kazandırırsam... Gidebilirdi. Birlikte gidemeyecek olsak da. Tek başına gidecek olsa da.

Sikeyim.

Gözlerim kararır gibi olduğunda Karan'ın bana ne yapacağını düşünen, o ürkünç ifadesi kırılır gibi oldu. Yukarıya kalkmış kaşları çatıldı hafifçe, yüzümde; yukarıya aşağıya dolaştı bakışları. Yani, bugün az hırpalanmamıştım. Özellikle onun tarafından. Boğazım mosmordu. Kollarımda.

Ve o boğazı Karan Sezer Şahin tarafından koparılacakmış gibi sıkılmış; üstelik nefes almakta sorunlar yaşayan, orası burası darbe yemiş bir kızsanız, gözlerinizin karardığına herkes inanır.

Çünkü normalde böyle olur. Bayılırız bu kadar darbe yediğimizde. Ama ben, asla bayılmam. Birinin, çekeceği tüm acılara rağmen bilinçsizce bayılmasının önüne geçmesi nasıl bir şey biliyor musunuz? Bilmeyin. Ben de bildiğimi kimseyle paylaşmayacağım.

Korkak gözlerle ona baktığımda bunu yedi. Hala bayılma olaylarımı yiyordu, kaç sene geçmiş olursa olsun. Geçmişten kalan diğer her şeyin aksine, işime yarar olan tek şey.

Kendimi kollarına bıraktığım an "Eren!" diye bir feryat kopardı. Beni kolları arasına aldı, yüzünden akan kanlar açık pembe kazağımda benekler oluşturuyordu. Gözlerim kapalıydı ama panik bir ifadeyle etrafa bakındığını biliyordum. Temkinli bir tavırla balkona doğru yürümeye başlamış üçlüye "Doktora gidin! Doktoru getirin lan!" diye bağırdı.

Onlar hariç bu işi verebileceği etrafta kimse yoktu tabi ki, çünkü diğer herkesi bu kattan göndertmişti. Arın'ı rahatça öldürebilmek için, dilediği gibi.

Beni koşar adım bir odaya getiriyorken o kadar panikti ki, aşağıya düşen kollarımın hareket ettiğinin farkına varamadı. Sol elimin nasıl da sağ cebindeki çakıyı arakladığını...

Gözleri inanılmaz hızlı doluyor beni ilk gördüğü odaya sokarken, çaresiz bir inleme dudaklarından dökülüyor çünkü "hık" diye gittim. Öleceğime dair büyük korkusu tekrar alevlendi içinde, sahi, ölüm bu kadar yakınken bana karşı nasıl öyle acımasız ve sert olabiliyordu her defasında? Şu an bunları o çok hızlı çalışan kafası düşünmeye başladı bile aklının bir köşesinde.

Beni büyük, geniş bir koltuğa yatırdığını duydum. Etraf kitap kokuyor. Bu annemin asla kullanmadığı kişisel kütüphanesi. Başucumda eğiliyor ve "Eren," diye fısıltıyla karışık, kederli bir nida dökülüyor dudaklarından. Korkuyor, titremeye başladı.

Yüzüme değdirmek için uzattığı kanlı ellerinin sıcaklığı, yüzüme değemeden uzaklaşıyor benden. "Ağh!" diye kesik bir çığlık çıkıyor dudaklarından. Elleri kendi sarı, hafif kıvırcık kısa saçlarına dolandı. Kendi kafasına vuruyor. Saçlarını yukarıya çekiyor tüm gücüyle. Her zaman ne yapması gerektiğini bilen Karan, anı yönetmekte zorlanıyor.

Dördüncü dakikaya girdiğimizde, Karan'ın çoktan daha akıllı davranmaya başlayacağını düşünmüştüm yalan yok. İçimden bir ses, o üç adamın doktor çağırmak yerine malikaneden topuklamaya gittiğini söylüyordu. Haklı olurlar, beni biri boğarken diğer üçü izlemişti. Karan onları yaşatır mıydı? Hayır. O halde onlardan hayır gelmeyeceğini şimdiye anlayıp, Karan'ın kendisi doktoru çağırmaya gitmiş olmalıydı.

Karan doktor çağırmaya gittiğinde, koridordaki delikten yukarıya çıkacak ve diğer tünelden yol alacaktım. Şansım yaver gider ve bir arabanın bagajına binebilirsem, yırttım.

Acımasız bir rahatlıkla bunları düşünmenin hemen ardından, rahatsız edici bir karıncalanma hissettim. Bu uzun süredir duyarsız kaldığım vicdan azabımdı. Arın. Ya hala baygınsa? İlk onu uyandırmaya çalışmam gerekmez miydi? Hem bu baygınlık oyununa, ilk ona kaçması için zaman kazandırmak adına başlamamış mıydım?

Ama... korkuyorum.

Burada kalırsam Karan'ın bana yapacaklarından. Korkunun ecele faydası olmadığını, kafamdaki kırkayağın rahatsız edici yolculukları bana bir türlü öğretemedi mi?

Arın... Seni bir saattir bile tanımıyorum, ölecek olmana bu kadar üzülmem mantıksız.

Arın kendinden emin ve daha yüksek bir sesle, "Gel." Diye yeniledi kendini tekrardan. Gözlerim ona döndü. Karanlık bir odanın ortasındaydı, ama ay ışığı tavandaki delikten olduğu odaya sızıyor ve onu bir ışık huzmesi altında aydınlatıyordu.

Bu anıyı hatırlamak beni kederlendiriyor. Durmadan kafamın içinde bir yerde, ay ışığı seni karanlık odanın ortasında aydınlatırken nasıl da güzel gözüktüğünü düşünüyorum. Beni büyülüyor, zihnimi berraklaştırıyor. Kirli ve karmaşık zihnimi açıyor.

Çünkü sen... Bu dava da benim tarafımı tutmuş ilk ve son kişisin. Bir anlıktın ve geçip gittin.

Peki, kaçmak yerine Arın'ın kaçmasını sağlayacağım. Verdiğim karara uymaya devam edeceğim. Korkunun ecele faydası yok değil mi, kafamın içindeki haşere?

Tam o an, çok güçlü bir gümbürtü sesiyle, Karan'ın baş ucuma çökmüş bir halde kesik kesik ıkınışları kesiliverdi. Arın, Karan'ı kolundan kavradığı gibi öteye fırlatmıştı.

Bu da bir karar versin, Karan'dan güçlü mü yoksa zayıf mı? Beni ikilimde bırakıyor. Gözlerimi açtığımda, Arın'ın baygın olduğum için bana ne yapacağını bilemez, şok içindeki bakışını gördüm.

Ben gözümü birden açınca rol yaptığımı, onun kaçabilmesini beklediğimi anladı. Onu kurtarmaya çalışmam hoşuna gitmiş olacak ki, sırıttı. Ağzından, burnundan kan boşalırken ve hafif açık ağzından hızlı hızlı nefes alıp verirken pek sempatik bir görüntü oluşturmuyordu bu.

Karan'ın abajuru kafasına fırlatmasıyla bu kısa anımız yarıda kesildi. Karan sehpaya ayak basıp Arın'ın üstüne atlarken, Arın'da onu gömleğinden kavrayıp tekrar yere doğru fırlattı. Karan'ın üstüne yürürken "Git!" diye bağırdı başını sağa doğru çevirip, yüzüme tamamen dönmeden. Arın, abajur başında parçalandığında geriye bile sendelememiş, hemen Karan'a geri karşılık vermişti. Ama yere fırlattığı Karan'a doğru giderken bir an gözlerini yavaşça açıp kapatmak için durdu sersem bir tavırla. İyi değildi.

Elleriyle yüzüne vurdu hafifçe, pat pat diye, gerdirdi. Boynunu iki yana kütletti, "Siktiğimin ilaçları, zayıflatıyorlar." diye geveledi içine içine.

Arın, Karan'ın üstüne çıkıp ona yumruk savuracakken Karan zaten kurşunun deldiği sol eliyle ona bir yumruk savurdu. Arın, birden Karan'ın bu zayıf yumruğundan bile kaçınamayacak kadar sersemleşmişti ama dayanıklılığını hala koruyordu. Atılan yumruğu görmezden geldi. Sol eliyle Karan'ı yere bastırıp sağ eliyle yüzünün tam ortasına bir tane geçirdi. Ama ikinciyi geçiremeden Karan onu üstünden attı.

Olduğumuz oda tek başına kitap okumak isteyen birisi için ideal, minik bir kütüphaneydi. Etrafta annemin özenle seçtiği süslemeler vardı. Karan eline aldığı uğur böceği biblosunu Arın'ın üstüne çıkar çıkmaz kafasında kırdı. Karan sağlam sağ yumruğunu havaya kaldırıp, Arın'ın yüzüne art arda hızlı birkaç yumruk geçirdi. Arın beyin sarsıntısından ölebilirdi bu devam ederse.

Karan'ın sağ kolunu geriye atıp gevşettiği sırada, o ikinci art arda yumruk bombardımanına başlayamadan sağ koluna atıldım ve yumruğunu geriye çekmeye çalıştım. Bana şok içinde baktı, uyandığımı hala bilmiyordu.

Ben iki kolumu da koala gibi, sağ kolu etrafına sarıp yumruğuna tırnaklarımı batırdığımda; sanırım asla bayılmadığımı, onu kandırıp korkuttuğumu içsel bir zihinle fark etti. Öfke ve hayal kırıklığıyla "Aaaağğhh!" diye bağırırken beni savurdu. İhanete uğramış hissediyordu.

Beni savurmasına rağmen kolunu bırakmamıştım. "Eren!" diye öfkeyle bağırdı. Bana laf anlatmanın anlamsızlığını fark etmiş gibi öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı hemen ardından. Koyu kahve gözleri parladı.

Sağ eliyle saçlarımı kavradı. Başımı, sağ kulağımın üstünden kalan tüm gücüyle Arın'ın başına vurdurdu. Sağ kulağımdan kurşunla vurulmuş gibi, sersemledim. Ses çok yüksek çıkmıştı. İki kulağımda çınlıyordu. Beynimde deprem etkisi yaratmıştı. Gözlerimi açamadım ilk birkaç saniye. Neler olduğunu algılamak, benim için her saniyede hem fiziksel olarak hem de olgu olarak gittikçe zorlaşıyordu. Kafamın kırıldığından ve beynimin dağılmaya başladığından korktum. Dehşet içinde kalmıştım. Parmaklarım... gevşiyorlar.

Daha önce bana vurmamıştı, bunun hiçbir zaman vurmayacağı anlamına gelmediğini biliyordum ama... Acıyor. Ağrıyor. Bu farklı boyutta bir acı. Sanırım kafamı kırdı.

Sarhoş, şok içindeki gözlerim onun delirmiş koyu kahve gözleri ile karşılaştığında, bana vurduğunun farkında bile olmadığını anladım. Tek düşündüğü hala hırsını alamadığıydı. Alt çenem düşmüştü, aptala dönmüştüm o vuruşla.

Sol elimdeki çakıyı sıkmaya çalıştım ama tek yapabileceğim şey parkeye uzanmak gibiydi o ara. Ancak Karan saçlarımı bırakıp, beni iki omuzumdan kavramaya çalıştığında oturduğum yerden geriye sıçradım dehşete kapılarak.

Bir hayvanın, eti bedeninden kopsa dahi kaçmaya ansızın tekrar başlaması.

Sinirlenerek üstüme doğru dizlerinin üstünde yürümeye başladığında bağırdım korkuyla. Bir çocuğa ait inilti gibiydi sesim. Hala aklım yerine gelmemişti. Bilmiyorum. Karan gözümde dehşet verici biriydi ama, hiç canavar olduğunu tam anlamıyla görmemiştim. Yani... Demek istediğim, bir sanrı gibi, gözümün önündeki gerçek ve fiziksel görüntü insan değil de karanlık bir yaratığa ait oluverdi o an.

Ve onun asıl gerçek sureti buydu.

Hastalıklı bir şekilde çocukluğuna olan inancımdan ve bana asla vurmadığından... beni öldürmeye ne kadar yakın olduğunu unutacak kadar hasta davranmıştım! Ama, az önce sanırım kafamı kırdı. Bu herif benim katilim. Katilim. Katilim!

Karan üstüme doğru geldikçe hem geriye gittim hem de sırtım onun benden daha hızlı ilerlemesinden dolayı zemine doğru eğildi o üstüme doğru sindikçe.

Katilim, canavar! Kafama kırkayak sokan cehennemim o! Karan benim celladım ve beni öldürecek. Döverek. BENİ DÖVERECEK ÖLDÜRECEK! Kaskatı kesildim. Kaskatı kesilen yüreğimdi, içimdeki kız çocuğu. Sadece, onun çocukluğuna aşık kız. Çok eskiden. Böyle bir şeyi insan insana nasıl yapabilir? ALLAH'IM! ALLAH'IM!

Aklım ise hiç olmadığı kadar yerindeydi bir şekilde, yüreğimin aksine. Kırkayak, aklımın her bir köşesini koşar adımla dolaşırken, birden, kırk ayaklı haşerem varlığını bana kanıtlamak için gösterdiği çabayı tıpkı benim gibi anlamsız buldu.

Zaten biri zihnimi gıdıklıyordu. Oymuyor diyorum size gıdıklıyor, düşüncelerim beni rahatsız eden tiklerin ta kendisi.

Birden, elimdeki soğuk gümüşe döndü göz bebeklerim. Sol elimdeki gümüş çakıyı, Karan'ın boynuna dayamıştım bilinçsizce. Karan elimdeki soğuk gümüşün, derisinin üstünden damarlarına değdiğini hissedince durdu.

Boynundaki şeyi anlamlandırmak istiyormuş gibi, öylece anlamayan ve çatık kaşlı bir ifadeyle kaldıktan sonra; göz bebekleri hayal kırıklığı içinde büyüdü.

Elleri zeminden boğazıma giderken, "Sen," diye mırıldandı üzüntülü bir sesle. Gözleri, sağ kulağımdan akan kanlara; Arın'ın kafasına vurduğu başımın sağ tarafının, nasıl şişip morardığına kaydığında aralanan alt dudağı kapandı.

Bir an pişmanlık esti gitti gözlerinden ya da ben hastalıklı bir şekilde bir an olsun bile olsa pişmanlık hissettiğini varsaymak istiyorum.

Boğazımı kavramakla kavramamak arasında kalmıştı. Titriyordum. Şah damarına bıçak tutan bendim ama saplamayacağımı bilen Karan'dı. Ölmekten korkmuyordu, onu geren beni yanında getiremeyip burada bırakmak olurdu.

Karan'la ilişkimizin gerçek doğasını algılayabilmem için, kafamın çok sertçe başka bir adamın kafasına vurulması gerekiyordu demek. Onun tamamen, gerçek suretini görebilmem için.

Onca zaman boyunca ondan nefret ederken, ona acımaya devam etmiştim. Hala daha ediyordum. Hala daha eski onun intikamını almak istiyorum. Ama artık birbirimize verdiğimiz sözlerin hiçbirinin tutulamayacağını anladım.

Farkında olduğum şeyleri anladım.

Ve tüm bu zaman boyunca anlamayı reddetme nedenim, bu evrende yalnız kalmaktansa çocuk Karan'ın hayaliyle kalmayı tercih etmemdendi.

Karan ve ben görememiştik ama Arın ayaklanmıştı. Karan'ın ardında dikildi, elinde kalın bir vazo vardı. Öyle sert vurdu ki Karan'ın kafasına, kalın vazo paramparça oldu ve çıkan ses irkilmeme neden oldu. Karan üstüme düştü. Bayılmamıştı, sersemleşmişti. Anlaşılan bu ikisinin ölmesi için domuza verilen zehrin verilmesi şarttı.

Karan'ı aceleci ve panik, dehşete uğramış bir tavırla üstümden atmaya çalıştığım sırada Arın, Karan'ı ayağıyla üstümden attı. Beni koltukaltlarımdan tutup kaldırmak için kollarını gövdeme doğru uzattığında geriye doğru sıçradım tekrardan.

Kaşları çatıldı hafifçe, neden ondan ürktüğümü anlamıyordu. Az önceki vurdu kırdı olayında onun nasıl vahşileştiğini seyrettikten sonra, birden bana dokunmaya çalıştığında verdiğim tepki normaldi aslında. Tabi, bunları size söyleyen kız az önce dört kişi öldürdü.

Elini uzattı ve "Gel." Dedi. Dolan gözlerim Karan'daydı.

Karan'ın bana vurmuş olmasının şokunu üstümden atamıyordum. On altı yaşımda, beni ilk sırtımdan bıçakladığı zamana dönmüş gibi hissediyordum kendimi. Nasıl da yıkılmış, aptallaşmıştım.

Aslında, kolayca ayaklanabilmem gerekli. Ama... Kesin Arın burada diye bocalıyorum. Beni bu kadar hassaslaştıran, aslında dışarıdan bir insanın yaşadıklarımı görüp de beni hor görmemesiydi. Beni suçlu görmemesinden... Hep ondan oluyor bunlar.

Arın'ın alt dudağı büzüldü, hafifçe kısılan gözleri sağ kulağımdan akan kanlardan başka bir yöne kaydı. Acıyordu bana, yine. Ama ona bir tane patlatacak ya da hırçın bir tavır sergileyecek hiç gücüm yoktu. "Git demiştim." Diye geveledi Arın.

Sanırım Arın, kafam çok acıyor ve kulağımdan kan akıyor diye ağlamak üzere olduğumu sanıyordu.

Karan'ın elleri kıpırdamaya başlamıştı. Tam ses çıkarıyordu ki Arın birden parlayarak öfkeli bir küfür savurdu ve ayağıyla Karan'ın kafasına vurdu üç kere, art arda. Korkunçtu. Az önce dövülerek öldürüleceği ile alakalı dehşete düşen benim, ağlaya ağlaya oradan oraya koşmak istememe sebebiyet veriyordu çıkan darbe sesleri. Kurtulmuş hissedemiyorum. Anne! Baba!

Arın, Karan'ın kafasına vururken tuttuğu nefesini verdi hırsla. Daha sakin bir ifadeye kavuşmak için iki saniye bekledi ve ardından bana dönüp aceleci bir tavırla "Tut elimden." Dedi. Hala bana karşı nezaketli olmaya çalışıyordu ama çoktan hayatta kalma moduna geçmişti. Biraz daha böyle kitlenmiş kalırsam omzuna atacaktı beni ya da bırakıp gidecekti.

Hayır.

Eren olarak bir şeyi kabul etmeliyim, bu adam beni buradan çıkarmadan gitmeyecek.

Tuttum elini.

Aslında ben, normalde kimseyi dinlemem. Bir ara bunu sana söyleyeceğim Arın.

Yukarıya doğru çekti beni, tutuşu o kadar güçlüydü ki hiçbir zahmete girmeden havalandım. Ayaklarım yere değdiğinde, aramızda bir karış mesafe vardı. Yüzüne baktım. Çok kötü olmuştu. Her yeri yara bere içindeydi. Yine de Karan'dan iyi gözüktüğünü söyleyebilirim.

Tüm bu yaraları, benle tanıştıktan sonra olmuştu-ki bu süre bir saate anca tekabül ediyor. Yine de çok tanıdık bir şiddet vardı yüzünde, o nedenle yaralarında nostalji hissettiren bir şey vardı. Keskin bir acı ve nostalji.

Dediğim gibi tanışalı daha bir saat oldu anca ama... birlikte çok şey yaşadık. Birbirimize inandık. Birbirimizi bekledik.

O benim üç yıldır beklediğim bir insandı. Benim itfaiyecim olmasaydı bile, bana inanan ilk insan olması yeterliydi benim için. Beni kurtaramasa da onu affederdim.

Benim onun yüzüne baktığım gibi o da benim yüzüme bakıyordu. İlk o kaçırdı bakışlarını, ama ben daha da dikkatle baktım ona. "Arın," dediğimde tekrar bana döndü açık kahve gözleri. Ne diyeceğimi bekliyordu bilmiyorum ama, yüzüme odaklanmıştı tuhaf bir bakışla.

"Kusacak gibisin." Dediğimde yüzünden anlayamadığım bir rahatsızlık dalgası geçip gitti, bozuldu gibi. Ne diyebilirdim ki? Ne duymayı bekliyordu?

Başını onaylayarak salladı ve elimi bırakmadan kapıya yöneldi, peşinden geliyordum. "Şimdi-" diyordum ki "Şimdi benim tarzımla." Diyerek sözümü kesti. Balkona gidiyorduk. Kaşlarımı çattım, "Ben iki kat aşağıya atlayamam-" dediğim sırada çıktığımız odadan tak tuk sesleri geldi. Karan uyanmıştı.

Arın omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. "Bana gel, daha önce de yaptın." Dedi. "O zaman iki metreden az-" "Eren İpek Şahin, bana gel." Diyerek sözümü tekrar kesti.

...

Demek kim olduğumu anlamıştın, ha? Ve ona rağmen, beni çekip çıkarmaya çalışıyorsun bu cehennemden. Yürek mi yedin sen?

Başımı onu onaylayarak sallamamı ya da herhangi bir onay ifademi beklemeden, önüne döndü tekrardan; sadece elimi daha da sıkı sıktı. Balkona doğru koşmaya devam ettik. Hızımız yüzünden başım sallanıyordu ve gözlerim görmüyordu, Karan gerçekten kafamı kırmış olabilirdi.

Öte yandan, şu an tam olarak düşünsel becerilerimi kullanamasam da eğer buradan atlarsak kutlama partisinin ortasına düşeceğimizin farkındaydım. Ve herkes bizi gördüğü için Karan'ın gitmemize izin vermesi gerekirdi. Peki ya sonra? Çıkacak kaoslar? Arın ve ben bunun olmasını istemediğimiz için bu kadar zorlanmamış mıydık zaten? Gerçi Arın'ın öyle bir derdi var mı yok mu emin değildim aslında, Karan'ın kim olduğunu pek takmıyor gibiydi. Arın bu olayın sonucu sırtlanabilecek miydi? Peki ya ben? Olur da onca insan benim halimi görürse ve ben yine bu eve dönersem...

İnsanlığa olan en ufak inancım bile toz olur.

Arın elimi bıraktı, gözleriyle beni kontrol ederken geriye doğru iki adım attı ve balkonun trabzanına çıktı. "Atlayacaksın tamam mı? Korkma, tutarım ben seni." dedi nefes nefese.

Korkmak?

Seni beni çok yanlış anlamışsın.

Koridorda gördüğün o dört leşin kimin eseri olduğunu zannediyorsun?

Gözleri önüne döndü. Aşağıdakilere "Çekilin!" diye gürledi ve birkaç saniyeye, "Aaağğ!" diye şaşırma nidalarının eşliğinde, aşağıya atladı. Hızlıca, iki koca adıma hemen trabzanların yanına vardım ve aşağıya baktım.

Kötü düşmüştü. İki saniye ölü gibi yattı. O, gerçekten bitmiş olmalıydı. Ama benim karamsar düşüncelerim devreye giremeden Arın hızla ayaklarının üstünde doğruldu ve etrafa aptal aptal bakınıp gözleriyle beni; balkonu aradı. Göz göze geldik. Kollarını havaya kaldırdı.

3 Ocak 2015

On yaşındayım, o gün, daha önce hiç görmediğim kadar dehşet bir görüntü gördüm. Karan babasının ona verdiği eğitimde olanları benden her zaman saklardı, tek saklayamadığı şey yüzündeki yaralar olurdu. Ama bu sefer, o gün... çığlıklarını da yakalamıştım.

Malikanede geçitleri deşifre etmeye çalışıyordum o aralar. Ve o geçitlerden biri beni Adil Vedat'ın oğlunu eğittiği sınıfa getirmişti. O çığlıkları duyduğumda aklımı kaybedeceğimi zannettim. Ya da kalbimin vahşi bir yaratık tarafından parçalara ayrılacağını. En korkuncu, Karan'ın korkudan aklını kaybedeceği fikriydi ama. Benim ondan başka kimsem yoktu ki. Böyle devam ederse aklını kaybedecek!

Sınıfa(!) girmeye çalıştığımda, Adil Vedat'ın sağ kolu beni yakalamış ve ağzımı sıkı sıkı kapatarak beni olay yerinden uzaklaştırmıştı. Ama Karan duyduğumu duymuştu, gördüğümü görmüştü. Utanıp saklanmıştı hemen beni görünce. Sesini nasıl bastırmaya çalıştığını, hıçkırıklarını nasıl içine yuttuğunu duyuyordum sürüklenirken.

Şimdi, gecenin bir yarısı kapısını dakikalarca tıklatsam da açmıyordu. Uzunca bir süre beni görmezden gelmesinden korkuyordum. Ağlamaya başlamam sonucu huysuz bir tavırla kapıyı açtı. "Ne var?" diye sordu gözlerini benden kaçırırken, sabah olanları görmezden gelmeye çalışıyordu. Gözleri ıslaktı ama ağlamayacaktı, biliyordum.

Onun salak gururu umurumda değildi artık. "Gel." Dedim ve o bir şey diyemeden elinden tutup peşimden sürükledim. İkinci katın, ön bahçeye açılan balkonuna geldiğimizde, balkonun kenarına bağladığım çarşafları fark etti. Trabzanın kenarına yaklaşıp, "Bu ne?" diye sordu. Yanına varıp ellerini ellerim arasına aldım, "Kaçalım buradan! Burası bizi de delirtecek!" diye bağırdım. Kaşları çatıldı, alt dudağı büzüldü iyiden iyiye.

Gözleri doldu tekrardan. O da benim kadar sulu göz bir çocuktu aslında. Sadece üç yaş büyük olduğundan, bunu saklamakta sık sık daha becerikli oluyordu.

"Kaçalım! Birlikte!"

1 Mart 2024'ten, son kez, devam...

Karan'ın "EREN!" diye gürleyişi ikinci katın koridorunu bırakın, aşağıda bana kollarını açmış bekleyen Arın'ın kulağına kadar bile gitmişti. Peşimizden yalpalaya yalpalaya balkona geliyordu. Beni bırakmayı, pes etmeyi bir an bile düşünmüyordu. O bana doğru adım attıkça, ben ne yapmam gerektiğine daha fazla emin oluyordum.

Buradan kaçmamız gerektiğini sen de söylemiştin Karan. Eskiden. Bir zamanlar olduğun kişi.

Tırabzanın kenarına çıktığımda Karan koridorun ortasında durdu, ağzı aralandı ama bağırmadı. Öylece, baktı bana. Gözlerinden geçen şey, bilmiyorum... yüzünü okuyordum sanki. Çaresizdi, terk edilmişti.

Unutma. Beni ilk sen terk ettin.

Düşünüyordu Karan, hayal kırıklığına uğramış bir çocuğun yüzüne sahip olmaktan fazlası vardı gözlerinde.

Düşünüyordu.

Eren'i öldürsem mi?

Diye. O takılı kalmış, üzgün yüzünde bunu görebiliyordum. Önüme döndüm. Biraz hayal kırıklığı, biraz keder ve biraz kızgınlıkla.

Arın'ın etrafında birileri toplanmaya başlamıştı ama çekilmeleri gerektiğiyle alakalı birilerine emir verip öylece hala yerinde dikiliyordu. Beni bekliyordu inatla. İki dakikaya yakın, fazlaca bekletmiştim bile onu. Derin bir nefes alıp önüme döndüm. Kollarımı açtım ve atladım kollarına.

Arın'ın sıcak kollarına varana kadar, Karan'ın beni saçlarımdan kapacağına ve balkondan sallandıracağına dair histerik bir korkuyla dehşete kapılmıştım. Ama hayır, öyle bir şey olmadı. Sadece Karan'ın haykırdığını duydum ama ne dediğini anlayamadım bile.

Arın'ın kollarına vardığımda ikimizde yere düştük. Üstüne düşmüştüm, alelacele doğrulurken onu da peşimden kaldırmaya çalıştım. Artık epey sersem bir haldeydi. Arın bana ayak uydurup doğrulurken etrafa kötü, tehditkâr bir ifadeyle bakıyordu ama kime bakabildiğini bile seçebildiğini zannetmiyorum. Yanına gelen birkaç kişi vardı, galiba tanıdıklarıydı. Bize anlamayarak bakıyorlardı.

Ne yapacağım? Tek başıma değilim.

Arın, Karan'a karşı fiziksel olarak galip gelmiş gibi duruyordu ikisinin de yaralarını kıyasladığımda. O halde ne diye Karan'dan daha baygın bir tepkisi vardı? Ya beynine ciddi bir hasar aldı ya da daha öncesinde küfrettiği ilaçları artık her ne boksa onu tüketiyor ki ikiden bir; bir uyuşukluk dalgasına kapılıp gidiyor.

Doğrulması için göğüs kafesine baskı uyguladığım sırada, ne kadar yavaş nefes alıp verdiğini fark ettim. Aklımı çıkaracaktı. Onu hızla sürüklemeye çalışırken etrafımıza toplanan insanlara takıldı gözlerim.

Biz... Buradan geçmeyi başarabilecek miyiz?

Baykal şehrinin zenginleri ve yer altı dünyası; genç kadınlar, adamlar ve yaşlılar... Hepsi bizi seyrediyordu şaşkınlıkla. Sahte Eren İpek Şahin ve hemen onun koluna girmiş annem de bizi izliyordu. Özellikle bu görüntü benim için başlı başına bir hayal kırıklığıydı. Ve... Adil Vedat Şahin.

Ne kızgınlık ne de başka bir şey vardı yüzünde. Bana biliyormuş gibi bakıyordu. Başıma neler geleceğini, buraya geldiğim ilk gün; oğluyla merhabalaştığım ilk günden beri biliyormuş gibi.

Ailem olmayan ailemin, ayaklarımı durmaya zorlayan görünmez bir gücü vardı sanki. Adım atmayı kestim. Ama benim adım atmayı kesmemle yürümemiz kesilmedi. Hatta gittikçe hızlandı. Destek olduğum Arın, birden bana destek olmaya başlamıştı. Sol kolunu iyice bana sardı ve bedenimi kendi bedeninin önüne doğru çekti.

Ne olursa olsun, kim ne düşünürse düşünsün biz buradan gidecektik. Arın bu konuda kararlıydı.

Beni kendi önüne katıp, sürüklemeye çalışıyordu bu yüzden. Sırtımın yarısı göğsüne değiyordu. Çok soğuktu hava. Ama o sıcaktı. Kazak giyen ben olmama rağmen. Arın ise ince, siyah bir gömlekten fazlasını giymiyor olmasına rağmen sıcak olan oydu.

O sıra da Arın'ın hemen sağında toplaşanlara kaydı gözüm. Üç kişilerdi. İki erkek bir kız. "Ne oluyor oğlum?" diye geveliyorlardı aralarında en uzun olan, siyah saçlı adam. Arın soğuk bir sesle "Arabayı getir." Dedi.

Bir şeyler daha demek istiyor gibiydi iki erkekte, ama yüzünde kocaman bir yanık izi olan kız, kararlı bir sesle "Tamam." Dediğinde sustular. Burun kemeri kırık, kısa olan ikinci genç adam arabayı getirmeye gitti. Etrafta kimseden çıt çıkmıyordu, sadece fısıldaşmalar geliyordu sağlam sol kulağıma. Sağ kulağımdan bir şey duyamıyordum.

Eh, Şahin malikanesindeki bir skandaldan yüksek sesle bahsetmeye kimin götü yer bu semtte? Yaşanılan her şeyi görmezden geleceklerdi. Şahinlerle düşman olamazlardı.

Görmezden geleceklerdi!

İç sesim beni çıldıracak bir feryat kopardı ciğerlerimden gelen ve ciğerlerimde sönen, boğazıma yükselmeden. Bu şehirde hiçbir şey kendiliğinden değişemezdi. Asla. Ve evet ben buna inanıyordum, hazırlıklıydım...

O halde neden bu denli sarsılıyorum, gözlerim doluyor?

Ama ben ağlayamadan -ki gözyaşı akıtmak pek huyum değildir- tatlı, derin bir "Pişt," sesi duydum. Başımı sağa çevirip yukarıya kaldırdım ve Arın'a baktım. Yüzünü benden yana çevirip, boynunu aşağıya eğmişti biraz. Yüzlerimiz birazcık yakındı. Çapraz bir şekilde sırıttı ona baktığımda, omzuma attığı sol kolunun eli başıma kadar uzandı. Kocaman eli, başımın sol tarafını örtüyordu. Ondan başka hiçbir şeyi göremeyecek kadar kapatmıştı görüş alanımı. Şefkatle, "İyi bir takım olduk, değil mi?" Diye sordu.

Böyle bir yüzle... Benim yüzümden bu hale gelmiş bir yüzle, tebessüm etmemelisin Arın, ama sana bunu söylemeyeceğim. Onun yerine seninle gülümseyeceğim. Bir seferlik.

Zoraki, belli belirsiz gülümsedim. Uzun zamandır, hiç gerçekten gülümsemiştim. Nasıl gülümsenir emin değildim, bu nedenle, gülümsemem içten olsa da yapay gözüküyordu.

Belki, diye düşündüm.

Ama belkim zihnimde bile tanımlanamadan bir kurşun sesi, benim kaçınılmaz sonumu bana hatırlattı.

Arın'la birbirimize baktık.

Biliyordum.

Biliyordu.

𓆨

 

Sizce kim vuruldu?

Eren malikaneden ayrılabilecek mi burada?

Eren'in, Karan'ın ona fiziksel şiddet uygulamasına şaşırması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Arın'ın kendini zayıflattığı ile alakalı sinirle gevelediği ilaçlar sizce neden var?

Eren'in dövüş sahnesini sizce iyi miydi yoksa anlaşılmaz mıydı?

 

Ben de gördüğünüz eksikleri lütfen söyleyinnnnnn

Loading...
0%