Yeni Üyelik
8.
Bölüm

🔞Okyanus esintisi.

@yazarjose

Kötü insanlar,

Kötü aynalar gibidir.

 

7 Mart 2024

"Hiçbir insan yoktur ki nefret ettiği kişi de kendini, kendinde de onu bulmayı başaramasın."

Nefes alışverişlerim derin ve uzun solukluydu. Tükettiğim havada, Karan'ın tutkusunun tadı vardı. Verdiğim her nefeste ise, bir zamanlar haykırmaktan neredeyse zarları yırtılmış ciğerlerimin iflası. Damarlarıma yapışan kara bir is gibi ya da istilacı bir parazit gibiydi aldığım her nefes. Karan'ın boynuma doğru bıraktığı yavaş solukları ise küflü bir çorbanın buharıydı gözümde.

Her şey çürümüş ve iğrençti. Rutubetli ve içinde hayvan leşleri olan bir köşke mahkûm olduğunuzu düşünün.

Aslında, o bile benim yaşadığım şey için...

Masum bir benzetme.

Kendini iyice bana bastırdı, yatağa bastırdığı dirseklerini yukarıya kaldırıp avuç içlerini yatağa dayadı. Böylece bedeni üstümden biraz daha uzaklaştı. Hızlandı, baldırlarımı kavrayıp alanını genişletmek için bacaklarımı birbirlerinden daha da ayırdı. Solukları alnıma toplanan saçlarımı uçuşturuyordu, sıcaklardı. Ona sert ve nefret dolu bir ifadeyle baktığımda gözlerini gözlerimden kaçırıp, bakışlarını yüzümde gezdirmeye başladı. Yaptığı işin hazzını almasına köstek olmamı istemiyordu orospu çocuğu.

Son birkaç gündür, oldukça hevesli ve ısrarcıydı. Onu öptüğümden dolayı belli bir oranda benim suçumdu bu, ancak devamındaki sebebinin; 'bana bir iz bırakma derdi' olduğunun farkındaydım. Arın'la kaçmaya çalıştığımız gün, onunla sonsuza kadar kalmayacağımı fark etmişti. Adil Vedat'ın onu bizzat bu hususta uyarması; hiç ses etmese de bu konu hakkında Baykal şehrinin Kara Prens'ini kızdırmış, korkutmuştu.

Ben ise o gün... kafamda bir şeyleri bitirmiştim. İnsanlığa olan zırnık kadar inancım başta olmak üzere. Kendime dair iyi kalmış her ne varsa, Karan'ı öptüğüm an da kendi ellerimle öldürmüştüm. O gece, çocuksu bir muharebeden ve direnişten vazgeçmiştim.

Karan'ı ve diğerlerini alt etmek, isyanın manasızlığını ele alarak hareket etmeyi gerektiriyordu çünkü. Zavallı ama her nasılsa aynı anda sinsi sürtük olmaktansa, gerçek bir şeytan olmayı tercih ederim. Demiştim size. Her şeyi yakabilirim, yeter ki zayıf olduğuma inanmasınlar.

Nedeni ise benim, oldukça kibirli olmam. Belki de çok fazla aşağılandığımdan bu kadar kibirliyim.

Şeytan da Âdem yüzünden aşağılandığını hissettiğinde kibir göstermedi mi? Kibir gösterdiğinde ne olacağını bildiği halde, kendiyle alakalı iyi ve saf olan her şeyi kaybedeceğini bildiği halde. Ve ardından, cehennemden başka gideceği hiçbir yeri yoktu. O da buna uygun davrandı.

Karan boynuma eğdiği yüzünü kaldırıp bana baktı, başını hafifçe bana doğru yaklaştırdı. Son altı gündür, her defasında onu tekrar öpmemi istiyordu. Başını bana doğru yaklaştırıp, dudaklarını belli belirsiz büzer ve ışıltılı gözlerle bakardı amına koyduğumun evladı.

Ona keskin ve reddetmiş bir tavırla bakmayı sürdürdüğümde sinirle burnundan soludu, dirseklerini tekrar yatağa dayayıp iki eliyle yüzümü avuçladı ve beni öpmeye başladı. Dilini dudaklarımın etrafında, içinde ve dışında gezdirdiğinde, takındığı ısrarcı bir tavır vardı.

Karan, son altı gündür kendince beni eğitiyor; evliliğe hazırlıyordu. Ona göre benim ondan başka bir ihtimalim olmadığını anlamam, çok önemliydi. Neredeyse Arın'la kaçıp gittiğim o günden sonra, aklıma kazımamı istiyordu bir şeyleri. Bu yüzden dudaklarımı ona bizzat aralamadan, dudaklarımın etrafında dilini gezdirmeye; ısırmaya devam edecekti ama asla dilini boğazıma kadar sokmayacaktı. Ben kendi kendime dudaklarımı ona aralayana kadar.

Beni öperken, kendince romantizme ettiği bir tavırla yavaşça göz kapaklarını araladığında, benim gözlerimin hafif kısık; keskin bir tavırla ona baktığını gördü. Kaşları çatıldı, kınayan tavırlarım tahmin edebileceği bir şey olmasına rağmen nedense her seferinde bozuluyordu. Dudaklarını büzüp, dudaklarıma bastırırken ellerini yanaklarımdan ayırdı, nefes almam için dudaklarımı serbest bıraktığında geriye doğru yükselip sırtını dikleştirdi. Kendini biraz daha bastırdı. Bitirecekti, seğiriyordu. Bir süredir kendini tuttuğunun farkındaydım.

Ama o yüzünü zor dayandığını belli eden bir tavırla ekşitse de içimden çıkmadı ve boşalmadı. Yalnızca hareket etmeyi kesmişti. Elleri iki yandan da belimi kavradı ve beni peşinden yukarıya kaldırdı. Kasıklarının üstüne çıkmamı sağladığında ellerim düşmemek için omuzlarının biraz aşağısını kavramıştı. Sert, kaslı bir derisi vardı (yakmaya çalıştığım omuzlarının ardı biraz perişandı ve izleri zorluydu). Tırnaklarımı kollarına onu kanatacak şekilde batırmak isterdim ama deriyi aşmam zordu ve... Sanırım tırnaklarımı batırmam onu tahrik ediyordu. O halde yapmayacaktım. Sırtına bastırdığım parmaklarımın gevşediği sırada, tekrar dudaklarıma yapıştı.

Elleri bedenimin üstünde geziyordu. Nefes almakta zorlanıyordum, dik konuma geldiğimden içime daha fazla batmaya başlamıştı ve hareket etmediğinden her noktamda varlığını hissedebiliyordum.

Otonom sistemim çalıştığından ve üç yıldır sistematik olarak alıştırılmaya çalışan bir zihne sahip olduğumdan, hayvani bir zihin beni kalçalarımı oynatmam için harekete geçirmek istese de bunu asla yapmadım. Bunun aklımdan geçmesi, buna alışıyor olmam düşüncesi bile intihar etmek istememe neden oluyordu. ÖLDÜRÜRÜM KENDİMİ!

Kaldı ki, bu orospu çocuğundan ve şehirdeki tüm orospu çocuklarından intikamımı almadan, bu şehri biraz olsun temizlemeden intihar etmem.

Karan bacaklarını kendine doğru çektiğinde, ikiye katlanmış bedeni arasında beni tost haline getirmiş oldu. Öptükçe öpüyordu, dudaklarımı aralamam için hala baskı yapıyordu.

Kendini zor tuttuğunu, seğirdiğini aşağımda hissedebiliyordum. Eğer biraz daha inat edersem kazanacaktım. Beni istediği gibi öpmesine izin vermeden, boşalmış olacaktı.

Ama size demiştim değil mi? Artık küçük zaferlerin peşinde koşmayacağım. Heyecanlı gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. İkimizin arasında bir rekabet söz konusuydu her şeyden çok. Dudaklarımı aralarken, sinsi bir tavırla gözlerimi kıstım. Rahatsız oldu bu durumdan, bir an duraksadı bedenimin üstünde gezen elleri. Ancak gözle görülür bir zafer de vardı araladığım dudaklarımda onun için. Üç yılın sonunda... onu bu şekilde kabul etmişim gibi duruyor.

Bunun, bir zamanlar ki Karan'a büyük bir ihanet olduğunun içten içe farkında mı? Yoksa tamamen aklını kayıp mı etti?

Dilini dudaklarımdan içeriye soktu, öpüşü sertleşti. Çenesinin nasıl kasıldığını kendi dudaklarımda hissediyordum. Nefesimin tamamen kesildiği sırada, sağ elinin işaret ve orta parmakları sırtımın üstünde gezinerek onu bir yay gibi gerdi ve kamburumu düzelttiler.

Kalçamı biraz daha kasıklarına bastırmış oldu bu hareketiyle. Sol eli sağ kalçamı kavramıştı. Sağ eli de sol kalçamı kavradığı an dudaklarını dudaklarımdan ayırdı ve beni tamamen kendine bastırıp boşaldığında nefesim kesiliverdi, dudaklarımdan kesik, kendini kasmaya çalışan hastalıklı bir "Öğah!" çığlığı döküldü istemsizce.

Bilerek yapmıştı bunu, saniye saniye hesaplamıştı her şeyi. Dudaklarımızın ayrıldığı o an da boşalıvermişti ki kendimi sıkmaya zamanım olmadan, haz dolu bir inleme dudaklarımdan dökülüversin. Gerçi inlemem daha çok acı dolu, can çekişen bir çığlığı andırıyordu. Ona tam olarak istediğini vermiş sayılmazdım.

Yine de inlemem, acınası durumdaki erkekliğini tatmin etmesi için bir araçtı ona göre. Ancak, yanılıyordu.

Otonom çalışan sistemimin, benim hatam olmadığını da anlamıyordu. Ben de kimse bana öyle olmadığını hatırlatmadığından sık sık unutmaya başlamıştım. Ve bu konuda yanılgıya düşecek kadar delirdiğim zamanlarda, kendime zeki olduğumu hatırlatırdım. Çünkü ancak aptal insanların, bana sorabileceği maksimum soru 'Haz alıyorsun ama,' diye başlardı.

Siz... delirdiniz mi amına koyayım?

Kollarını sırtımın arkasından geldi, ellerini omuzlarıma asıp beni kendine yasladı. Öylece nefes nefese bekledik, dinlendik biraz.

Son altı gündür bir aradaydık. Akşamları eve her gelişinde beni muhakkak peşinden odasına götürüyordu ve uyandığını ana kadar da koala gibi yapışıyordu.

Birkaç kere tünellere saklanmayı denedim, ancak peşimden, kuduz ettiği sıçan ya da fareleri göndermesi yüzünden kısa sürede olduğum delikten çıkmak zorunda kalıyordum.

Sağ eli omuzumdan düştü ve sol elimi kavradı. Isırarak kanattığı yüzük parmağım da hala izi vardı. Gülümsedi, "Bugün yüzük için kuyumcu gelecek, beğendiğin bir tanesini seç." Dedi kendince tatlı bulduğu bir sesle.

Kulak tırmalayıcı, benim için katlanılamaz bir adam olduğunu asla fark edemiyordu.

Gözlerimi açmadım, geri zekâlı herif sabahın köründe tüm enerjimi sömürmüştü. O kuduz aşısını buna verip on tane gorilin içine atmak gerekti.

Başımı iyice omuzuna gömüp "Tektaş?" diye mırıldandığımda gülümsediğini duydum, "Saçmalama, onu benim vermem gerekir. Alyans çifti seçimi. Rahat ve güzel olmasına dikkat et. Hiçbir zaman çıkarmayacağım çünkü, asla. Öldüğümde, öldürdüğümde bile. O yüzden iki üç yumruk attığımda yamulacak bir şey olmasın."

"Senin masa başı işler yaptığını zannediyordum." Dediğimde ses çıkarmadı ama yüzünün, verdiği hırıltılı bir solukla asıldığını anladım. Tınıdan yoksun bir sesle, "Öyle." Dedi. İkimiz de öyle olmadığını biliyorduk, ama masa başı çalışan biri olmadığından her bahsedildiğinde sinirleri gerilirdi, o yüzden onu sinir etmek için fırsatını buldum mu söylerdim.

Sol elimin yüzük parmağındaki ısırığa baktım. Piç kurusu, o günden sonra bedenimde sürekli izler bırakmaya başlamıştı. Ondan önce de bıraktığı olurdu ama bunlar farklıydı. Şu omzumdaki izin, en az iki hafta geçmeyeceğinin farkındaydım. Bu konuda bir şey demiyordum ona, çünkü üç gün önce aynanın karşısına geçip ısırıklara kötü kötü baktığımı görünce kanatana kadar ısırmadığı için dua etmemi söylemişti.

"Aslında benim bir alyansım var, senin yok." Diye mırıldandığımda kaşları çatıldı. Yüzümü iki avucu arasına alıp kendine çevirdi ve şaşkınlıkla, aptal bir çocuk gibi "Nasıl?" diye sordu hevesle.

Ben ona sessiz sessiz baktım birkaç saniye, gözleri iyice ışıldadı ama. Aklına bir şey gelmişti çünkü. "Yoksa... üç yıl önce verdiğimi sakladın mı?" diye sordu yüzüne bir gülümseme yayılırken. "Ben de sakladım, ah Eren, onu sakladığını biliyordum-" "Hayır onu tuvalete atıp üstüne sifon çektim." Dediğimde dondu. Yüzündeki mutluluk ifadesi yerinde asılı kaldı.

Böyle bırakırsam nasıl devam ederdi bilmiyorum, yine eskisine dönecektik. Ama dediğim gibi, ben artık küçük zaferlerle ilgilenmiyorum. O yüzden üç yıl önce verdiği yüzüğü tuvalete atıp sifonu çekmemle alakalı Karan'ı uzunca bir aşağılamaya, sinir yıpratma yarışına girmeyecektim.

Yumuşak bir sesle, "Bu." Dedim yüzük parmağımdaki kanlı izi göstererek. Bozuk atmaya başlayan bakışları anında tekrar odaklandılar işaret ettiğim yere, parmağıma dalgın dalgın bakmaya başladı. Sol elini iki elimin arasına aldım ve "Eh, sende de bir tane iz olması gerekmiyor mu? Eş olacaksak." Dedim yavaş, ahenkli bir sesle. Daha önce takınmadığım bir ton olduğundan ona da bana da yabancı kalıyordu. Gözleri bana kaymıştı şaşkınlıkla ve azgınlıkla. Başını anlamaya çalışarak hafifçe yana eğdi, kilitlenmişti sapık piç.

Dudaklarımın etrafını yaladım. Yüzük parmağının başını dudaklarımın arasına alıp içeriye çektim, dilim nasırlı parmak ucunu yaladığında, erkekliğinin tekrar sertleşmeye başladığını hissettim. Ağzı açılmıştı açlıkla, aptal bir ifadeye sahipti. Bu ona şimdiye kadar göstermediğim bir yakınlıktı ve...

Artık gayet net olarak farkında olduğum bir şey varsa, dokunuşlarımın Karan'ı aptala çevirmek gibi bir özelliği vardı. Onun kadar cin bir adamı ne kadar aptala çevirebilirsiniz.

Belki uslu olursam, ona boyun eğdiğime inanırsa beni dışarıya çıkarır.

Parmağının başından daha fazlasını ağzıma alacak, yüzük parmağını ısıracaktım. Midem de yakıcı bir ağrı hissetmeye başlamıştım, beynimin onayladığı fiilleri bedenim reddediyordu. Başıma ansızın saplanan ağrı ve derimin kendime karşı duyduğum iğrenme ve utançla kıpkırmızı kaldığımı hissettim.

Yanıyordum, bu sefer o değil, ben kendimi yakıyordum. Kalbime dağılmış incecik sinirlerimde bile bir sızı söz konusuydu. Sanırım... acı çekerek, yanarak öleceğim.

Dudaklarım parmağını biraz daha yuttuğunda, sertçe yutkundu ve aralanmış dudaklarını kapattı. Bakışlarındaki sersemliği düzeltmeye çalışıyordu ama her bir saniye, parmağı ağzımın içinde iyice nemlendikçe Karan daha da fazla dağılıyordu. Tekrar sertleşmişti, elleri kalçama varmak için havaya kalktı.

Ama birden, ben yüzük parmağının kökünü daha ısıramamışken beni kasıklarından ayırdı ve aceleci bir tavırla "Hayır!" Dedi yükselen bir sesle.

Gözlerini kırpıp açtı, sol gözü tekrar tekrar kapanıp açıldı birden, travmatik bir tike sahipmiş gibi. Geriye doğru oturup ona anlamayarak baktığımda, "Bugün... bir kere daha yaparsak sonra durmam." Dedi açıklamaya çalışarak. Yüzüm anında tekrar ketumlaştı, piç herif, daha düşünceli ve sapık olmayan bir şey söylemesi mümkün değildi.

Gerçi, sözlerine karşın yüzünde başka bir şeyin rahatsızlığını görüyordum. Onu huzursuz eden başka bir şey... Kendi de daha bilmiyordu. Gözleri yatağın çaprazındaki aynasına kaydı. Kendine baktığında dehşete uğramış bir ifadeyle parladı gözleri, sonra bana döndü ve bakışlarını hızla kaçırdı.

Ayağa kalktı, bir iki dakika sersem sersem dikildi öyle. "İlk ben duş alacağım," dedi ve neredeyse koşar adım banyoya gittiği sırada; kamburum çıkmış, kin ve nefret dolu yan gözlerle onu izliyordum.

Az önce aynada kendine baktığı an... Ne düşünmüştü?

Kaşlarım çatıldı, Karan'ın zihinsel sorunlarını anlamak benim için bile zorlayıcı olabiliyordu. Sadece içtiğinde aynada kendine bakıp ağlamaya başlardı. Normalde de böyle yapmaya başlaması hayra alamet değildi diyemem, çünkü bence alametti.

Gebersin piç.

Aynaya her baktığında, oluyor da aklı başına geliyorsa... Karan'ın sarhoş olduğunda ağlamaları, kendisinin yaptıklarına dayanamaması, ondan daha fazla nefret etmeme sebebiyet veriyordu.

Çünkü ben onun gibi aklımı kaybetmedim, onca zaman tüm bunlara dayanırken bilincim gayet yerindeydi. Birden aklını geri kazanıp da 'Yaptığım hiçbir şey kontrolüm de değildi, istemeden oldu.' Demesini kaldıramam.

Erkeğin deliliğin bedelini kadın aklının ödemesini, kimse bir özürle telafi edemezdi.

Deliliğinin bedelini ben ödedim.

Bundan sonra Karan'ın iyileşmesini, benim hayatımı siktiği için pişman olup, o şekilde YAŞAMASINI istemiyorum. Artık, istemiyorum. Hatalarını anladığı an, ölecek. Onu, kendi dehşetiyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir feryat figana sürükledikten sonra öldüreceğim. En acımasız şekilde. Bunun için ne gerekirse yapacağım. Çünkü değişmiştim, değişmiştim ve bunun bedelini ben dahil herkes ödeyecekti.

Etrafımdaki insanların hepsi, beni hem sinsi bir sürtük hem de zavallı bir kız olarak görüyorlardı. Aynı anda hem de. Ama ben, ikisi de olmayacaktım.

Pastalarının pişmesi için alev almayacaktım, beni buna layık ve mahkûm gören herkesi yakmak için üzerlerine yağan ateş topları olacaktım.

Şeytan'a bile pabucuna ters giydirirsem, artık beni buna layık görenler tarafından nasıl kabul edileceğimi umuyorum bende bilmiyorum ama... Şu an düşündükleri gibi düşünmemeliler. Onu biliyorum.

O yüzden Karan, ola ki düşündüğüm gibi olmuşsa; o bir yıllık benden uzak yaşamında kafana bir şey sokmuşlarsa ve o şeyden kurtulup da birden eski haline dönersen... Dönme. Bir anlamı olmaz. Sana her şeyi ben hatırlatacağım, sonra da seni öldüreceğim ki en acı verici şekilde öl.

Buradan bir gün kurtulsam bile yaşamasına dayanamayacağım için, onu öldürmenin en acı verici yolunu arıyordum kendimce sürekli ama sürekli.

Yarım saat sonra geri geldiğinde hemen giysi odasına yöneldi. Saçlarını havluyla kurutabildiği kadar kuruttu. İki farklı takım çıkarıp yanıma getirdi ve hangisinin daha iyi olacağını sordu. Diyalog kurma çabası beni bayıltıyordu.

İki takıma da baktım aval aval. Biri koyu, yakut yeşiliydi ve diğeri ise antrasit bir takım. Kaşlarım çatıldı, bıkkınlıkla nefesimi verdim ve "Eşofman takımı giy git işte, bunlar üstündeyken senin işini yapmak zor olmuyor mu?" diye sordum. Bakışlarına kasvet indi, sert bir sesle "Ben şirkette çalışıyorum, Eren." dedi. Alt dudağımı 'Evet, doğru' anlamında büzdüm.

Karan'ın şirketten nefret ettiğini, gitse bile üç saate çıktığını da herkes bilirdi. Aklı almadığından değil aksine; Karan yüksek mühendislik okumuştu. Şirketlerin her birine hakimdi ve getirdiği yenilikler genç bir dahi olduğunu göstermiyordu. Yine de sevmiyordu şirketi. Kendi yabanıllığı yüzünden oraya ayak uydurmak çok zordu onun için. Her zaman onun hakkında dediğim gibi, iğrenç.

Benimle kavga etmek istemiyordu. Derin bir nefes aldı ve ağzını uslu olmamı söylemek için tam açacaktı ki "Takımların abartılı. Bugün bir şey mi var?" diye sorduğumda dudakları kapandı. Sözlerim karşısında gülümsedi, tekrar keyiflenmişti piç. "Birçok şey." Dedi memnun bir ifadeyle.

"Öncelikle skandallarla ilgili ufak bir basın toplantısı olacak. Biliyorsun, üç gün önce Karakurtların dağıtımında bir sorun meydana geldi." Dediğinde sırıttı. Tepki vermedim, şeytan herif... nelerle uğraşıyordu. "Onların sevkiyatını denetlemesi için bizzat birilerini görevlendireceğim."

Ne tepki vereceğimi kontrol etmek için yüzümde gezdirdi bakışlarını. Umursamaz bir ifadeyle bakıp, omuzlarımı silktim. Karakurtlardan bana ne? Onlarda kutlama partisindeki diğer insanlar gibiydi. Bana yardım etmeye çalışan, Arın'dı. Akrabaları değil. Karan, umursamaz yüzüm karşısında daha da keyiflendi. Sanırım Arın'ı da önemsemiyorum zannetti, salak.

Konuşmaya devam etti. "Onun dışı, bugünün ayrı bir önemi var tabi. O avamlarla görüşmek için böyle özenli giyinmem sonuçta. İşleri halletmeden önce evlilik işlemleri için son belgeleri ayarlamaya gideceğim, işten sonra da balayı planları için alternatifler ürettirmeye. Onları ayarlayacağım. Sen hangisini seçersen, ona gideceğiz Eren. Balayından malikaneye geri döndüğümüzde de büyük bir parti vereceğiz ve sonunda seni sosyete tanıtacağım. Tüm ailelerle, onların çocuklarıyla çoktan tanışmış olman gerekliydi zaten. Netice de sen Eren İpek Şahin'sin." Dedi gittikçe heveslenen bir tavırla.

Güzel. Beni sahiden dışarıya çıkaracak. Balayı fikri iyi.

İfadesiz bir yüzle ona bakarken, hevesine ortak olmadığımı iyice ifade edebilmek için, "Sadece bugününü sormuştum." Dediğimde bozuntuya vermedi. Üstüne "Beni kız kardeşin olarak mı tanıtacaksın?" dediğimde ise dayanamadı. Bozuldu, yüzü asıldı ve "Üvey," diye mırıldandı. Çenesini yukarıya kaldırıp gülümsedi tekrardan, keyfini bozmama izin vermek istemiyordu. "Karım diye tanıtacağım." "Çoktan yaptın zaten."

Geri cevap vermek yerine ceketini ve pantolonunu bırakıp içeriye döndü. Gömleğini, kabanını, atkısını ve saatlerini seçecekti daha beyefendi. Karan umursamıyor gibi yapsa da üstünde her şeyin tam olmasına özen gösterir, işini kimselere bırakmazdı.

"Ayrıca babam bu akşam ailecek yemek yememizi istedi." Diye seslendi içeriden. Kaşlarım çatıldı, ailecek? Ben ve Karan eskiden, yani küçükken, birlikte yerdik evet ama annem ile Adil Vedat'a yemekte katılmazdık. Çok nadiren olurdu öyle şeyler, birileri geldiğinde falan. "Kim geliyor?" diye sorduğumda "Halamla ailesi." Dedi.

Yüzüm kasvet ve sinirle çukurlaştı. O kadın ve onun aptal oğulları... Yalan yok, kızı biraz daha çekilirdi. Ama kızı Karsu'nun da benim halimi görüp susuyorken; utanmadan bana yaklaşıp kibar davranmaya çalışıyor olması daha da büyük bir ikiyüzlülük gibi geliyordu. Karsu beni kırıyordu, çünkü kalbimi okşayıp elini hemen geri çekiyordu.

Giyinme dolabından çıkıp tekrar odaya döndü. Bornozunu çıkarıp üstünü giyinmeye başlarken gözleri simamı kontrol ediyordu. "Babam, onlara evleneceğimizi söylemiş. Perşembe gününün sonuna kadar burada kalacaklar." "Perşembe?" diye anlamayarak sorduğumda giyinmeyi kesip bana döndü, düz bir sesle, "Eren, nikahımız perşembe günü." Dedi.

Bugün günlerden Pazartesi sabahıydı. Yani, üç gün sonra benim... Derin bir nefes aldım tedirginlikle, evet, artık benim için seçtiğim intikam yolundan başka bir seçenek yoktu.

Başka hiçbir şey, içimi yakan; asla sönmeyecek bu kin ve nefret ateşine biraz kum atmaktan fazlasını yapmazdı. Zira bu ateş, beni hayatta tutan şeyin ta kendisiydi.

Dediğim gibi, artık Karan'a her konuda kışkırtma yapmayacaktım ki biraz güvenini kazanayım. Bu yüzden... tüm kanımı akıtıp köpek kanıyla değiştirmek istememe neden olsa ya da sonradan kendimi kusturacak olsam dahi onun o iğrenç dudaklarını öpmüştüm ya.

Ancak... başka çarem olmadığından ses etmesem de intikamımı alabilmek için yapabileceğim en mantıklı ilk adımın, Karan'la evlenmek olmadığını biliyordum. Film değil ki bu.

Evlilik, kimi kadının boynuna vurulan bir urgandır. Gözleri üstümdeyken, baş ucundayken onu bitirmem çok zor. Resmiyette eşi olacak olmamdan bahsetmiyorum bile.

Fakat nasıl nikahtan kaçınırım bilmiyorum. Kaçmak için işlerin düzenini değiştirmekten başka çarem de yok zaten.

Her şekil, bu perşembe evlenecektik.

Karan'da da Arın olaylarından sonra bir süre daha nikahı bekletecek göz yoktu. Ola ki 'hayır' dedim ve inadı devam ettirdim. Durmayacaktı, vasiliğimi eline almaya çalışacaktı. Ki bu, bana bu saatten sonra vurabileceği en ağır darbeydi.

Karan düğmelerini iliklerken, benimle dalga geçiyormuş gibi yapay bir üzüntüyle "Ben de nikahımızın şaşalı olmasını isterdim," diye gevelediğinde boş duvara kayan gözlerim ona döndü ve iğrenen ifademi sakınmadım. Deli olduğunu biliyordum ama...

Muhtemelen bakışlarımdaki delilik suçlamalarını yakaladı ki yüzü yine asıldı.

Önüne döndü, bir şeyler düşündü ve kaşları çatıldı. Giymek için eline aldığı ceketi koltuğun üstüne tekrar bıraktı ve bana dönüp "Bunu yapma." Dedi. Anlamamış gibi, boş boş "Neyi?" diye sorduğumda bıkkınlıkla nefesini verdi.

Ne demek istediğini gayet iyi anladığımı biliyordu.

"Bunu yapma. Eskisi gibi davranma." Diye açıkladı kendini. Haklıydı, sürekli eskisi gibi davranmaya dönüyordum ve bunu yapmamalıydım. Daha akıllı oynamalıydım ama... Kontrol edemiyorum her an. Bu da o anlardan biri. Alaycı bir ifadeyle güldüm, "Ne o, layığını bulmaktan mı endişe ediyorsun?" diye sordum küçümseyerek.

Kaşları daha çok çatıldı, göz kapakları kısıldı ve duruşunu dikleştirdi. Bu amaçsız, güçlü duruş sergileme çabası beni ancak güldürebilirdi, bende omuzlarımı dikleştirdim ve kollarımı birbirine doladım. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Diye devam ettim imalı bir sesle. "Ben de." diye hızla karşılık verdi.

Ağzını kırma isteğim her an daha da fazla artıyordu. Her boku kendisi yiyor, sonra da ne yapması gerektiğini bilmediğinden bahsediyor. Şımarık, küçük bir çocuk gibi. Katlanılamaz.

Siniri bozulmuş bir tavırla kıkırdadım ve "Ne konuda?" diye geri cevap verdim hırslanarak. Dudaklarım iki yana açıldı ve dişlerimi iyice göstererek gülümsedim. Kaşlarım, aşağılar bir tavırla havaya kalkmışlardı. "Ben eskisi gibi davranırsam, buna alışık olduğundan zorlanmamalısın. Ama son altı gündür tepemden inmeyip, korkak bir sürtük gibi davranmaya başlayan sensin Karan. Bu benim için ilk." Dedim kızgın, aşağılayıcı bir tavırla.

Aşağılayıcı bir tavırla, tekrar kıkırdadım ve dudaklarımı tiksinir bir havayla şişirdim. "Aslında hayır, sen hep böyleydin değil mi? Korkak bir çocuk." diye devam ettim.

Mimiklerini bile kıpırdatmadan bana baktı. O belli etmemekte kararlıydı ama fark etmeksizin dudaklarını bile öfkesini yansıtacak şekilde bastırıyordu birbirine. Ağzını açıp içine, sanki onu ferahlatacakmış gibi güçlü bir nefes çekti. "Akşama güzel giyin, önceki gibi eşofmanla inme yemeğe." dedi sert olmamasını umduğu, boğuk bir sesle. Yüzüme bakmıyordu. Eline kabanını aldı ve bir hışımla odadan çıktı. Kravatını unutmuştu beyinsiz.

Merdivenlerin başında Karan'ı bekleyen, iki adam ve asistanı Ömer dururdu her zaman. Ömer'in titrek sesinin "G-günaydın Karan. Bugün istersen biraz daha geç çıkabilirsin." Dediğini duydum açık bıraktığı kapıdan. Kapıyı bile kapatmayı beceremiyor pezevenk.

Ömer, sesi korkunca yükselen bir elemandı. Karan'dan deli gibi korkardı.

Karan'ın, ondan samimiyet beklediği, ona ismiyle seslenmesini rica ettiği günün gecesi; Karan'ın onun sırtında yara izleri açtığını biliyordum. Bir sembol yaptığını söylemişti ruh hastası. Benim bile bilmediğim bir şeydi bu sembol. Sadece Adil Vedat ve Karan biliyordu. Onlar hariç kimse göremiyordu, fark edemiyordu. Bende de olup olmadığından habersizdim.

Karan hafif kıvrımlı merdivenlerin başında durmuştu. Görmesem de biliyordum işte. "Neden?" diye sordu yüksek bir sesle, sinirini çıkaracak bir şey arayışına hemen de girmişti. Ömer duraksadı, onun karşısında konuşmaktan deli gibi tırsıyordu. İncelen sesini kontrol altına almaya çalışarak, "Ş-şey, belediye görüşmeyi iki saat geçe aldı. Ben yapmamaları için elimden geleni yaptım ama-" Karan gülerek "Belediye?" diye sordu. "Dalga mı geçiyorsun benimle?" diye daha da yüksek ve öfkeli bir sesle bağırdı. Gözlerimi devirdim, Karan gerçekten Baykal şehrini; varisi olduğu bir krallık mı zannediyordu? Birinin gözünde diğer herkesle eşit olduğu fikrinin onu deli etmesi korkunçtu.

Ömer titrek bir nefes çekti içine, "Hayır asla! Gerçekten ben de böyle olmasını-Hiiiiiğ!" diye bir çığlık atarak kendi lafını kendi kesti. Acı değil de korku dolu bir çığlıktı bu.

Dehşetle bağıran bir adam daha vardı, o hoyrat ve kaba bir sese sahipti. Yüksek sesli bir gümbürtünün ardından hizmetçi kızların da ufak bir çığlığı içlerine son anda yuttuklarını duyduğumda ayaklandım.

Üstüme Karan'ın robdöşambrını geçirip, kapının eşiğine kadar geldim ve neler olduğuna baktım. İki adamdan biri ortalıkta gözükmüyordu ve Karan'ın gömleği kırış kırış olmuştu. Delirmiş gözlerle hafif kıvrılmış merdivenin sonuna bakıyordu. Görünen o ki, aşağıya atmıştı adamı. Zemin kattaki hole kadar düşmüştü üçüncü kattan.

Karan öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Herkes ona dehşet içinde kalmış, korkak gözlerle bakıyordu. Karan'ı gözleri hızla hepsinin üstünden geçip gitti, sanki onlara gözdağı veriyormuş gibi duruyordu ama ben biliyordum gerçeği. Gözleri onlara değip çabucak başka bir yöne kayarken, aslında kaçıyordu onlardan.

Odasının kapısına baktığında beni gördü, hafif çatık kaşlarla ona baktım ve kapıyı örttüm.

Derin bir nefes alıp yutkundum. Nasıl yapacaksam yapayım, ama hızlıca yapacaklarımı yapayım.

Yoksa, onun da benim de birbirimizden başka kimseye bakacak yüzümüz kalmayacaktı ama ölmeyecektik de.

Olabilecek olan en kötü senaryo.

Birkaç dakikaya, kapım tıklatıldı. İçeri gelmemelerini söylememe rağmen elinde bir tepsi ile hizmetçi bir kız girdi odama. Ardından iki tanesi daha peşinden geldi. Başlarını eğip selam verdiler. Onlar perdeleri açarken yatağın üstünde kamburum çıkmış şekilde oturmaya, ne yaptıklarını izlemeye başladım. Yerdeki kirlileri topluyordu biri, diğeri yastıkları pat patlıyor ve en sonuncusu camları açıyordu.

Üstümde robdöşambr hariç hiçbir şey yoktu. Üstelik kirliydim de. Altı gündür alışkanlık haline getirdikleri gibi -yapmamalarını defalarca söylesem de- biri banyoya yöneldi ve suyu ayarladı. Her seferinde küvete yaprak döküp, bir şeyler hazırlıyordu geri zekalı. Yaşadığım şeyden sonra, öyle bir suya girmek bana keyif verecekti sonuçta değil mi?

Hiç kimse hayatta kalmayı hak etmiyor.

Odama ilk giren, önümde eğildi hafifçe ve "Küçük Hanımım, lütfen yataktan kalkın da orayı toplayabileyim." Dedi.

Boş bakışlarım yüzünde gezindi, sonra esneyerek, umursamaz gözüken kışkırtıcı bir tavırda, "İstemiyorum." Diye geveledim. Başını kaldırıp bana bakmadı, ama dudaklarının arasından geçen o kıvrılmadan, sessiz bir 'Yine uğraştırıyor bu sürtük!' lafını duyabiliyordum.

Belki... belki demiyordu. Belki ben kendi halime dayanamadığım için uyduruyordum bunları kafamdan. Kendime duyduğum nefretin hıncını, bir başkaları benden alsın istiyordum.

Geriye çekilip beklemeye başladı. Diğer hizmetçi masaya bıraktığı tepsiyi alıp yanıma geldi ve "Bugün anneniz sizi ziyaret edecekmiş, akşama hazırlanırken de ona katılmanızı bekliyor. Kuaförler, terziler gelecek." Dedi. Tepsideki kocaman suya ve doğum kontrol hapına baktım.

Yarın öbür gün anneme acıyacak olursam; on altı yaşından beri uğradığım her istismar da bana doğum kontrol hapı gönderdiğini hatırlatın bana. Gerçi Karan, son altı gün öncesine kadar sıklıkla; genelde, hep korunurdu. O da bir çocuğu olmaması gerektiğinin farkındaydı. Son altı güne kadar farkındaydı daha doğrusu, Arın'la kaçmaya çalışmam sonucu aklını kaybetmişti herhalde ki korunmuyordu.

Mor renginde, normal haplardan üç kat büyüklükte bir haptı bu. Karan'a ne olduğundan hiç bahsetmemiştim çünkü annemin bana hap alacak kadar düştüğünü bilse olay çıkartırdı. Kaos beni mutlu ederdi ama ilaçların varlığını öğrenmesini istemiyordum.

Komik, bana en kötü eziyetleri yapan kişi; hayatım boyunca hakkımı savunmuş tek kişi.

Aklıma başkaları gelince kaşlarımı çattım. Doğru, bu hayatta beni savunmaya çalışan; hayatıma girdiği gibi çıkan insanlar olmuştu. Ayşegül, Arın...

Ayşegül tam olarak olanları bilmiyordu, sadece okula gelemediğimi söylemiştim ve o da beni görmeye geleceğini söylemişti telefonda, bağıra bağıra. Hat kesildi. Bir daha onu asla görmedim. Sonradan Karan söyledi ki İtalya'ya gitmiş eğitim için. Karan'ın cömert teklifini kıramamış...

Bence, benim ne şartlar altında tutulduğumu bilseydi muhakkak yanıma gelirdi. Bilseydi, böyle yapmayacağına tüm kalbimle inanıyorum.

Hapa dönelim. Annemin bana verdiği bu hapları onu çoktan incelemiştim. Sadece doğum kontrol hapı olduğuna dair anneme güvenmediğim için beni suçlamayın. Herhalde bunu yapacağımı bildiği için, seri numarası üstünde yazan çok güçlü bir ilaç bulmuştu zaten.

İlacın seri numarasını tekrar bir kontrol ettikten sonra hizmetçi kıza suyun yarısını içmesini söyledim. O suyun yarısını içtikten sonra, kalan suyu ve hapı tükettim. Ağzımın kenarından akmıştı su, nezaket denen şeyi unuttuğum saatlerimdeydim-senelerimdeyim. Ağzımın kenarını, elimin tersiyle silerken "Yok, ziyaret etmesin. Ben hazırlanırım." Dedim. Cevap vermedi, isteğimi onaylayacak kadar bana saygı duymuyordu. Sırf birkaç gün sessiz kaldım diye yine bir cesaret gelmişti bunlara.

Diğer hizmetçi kız lavabodan çıktı ve "Suyunuz hazır, lütfen şöyle geçin." Dedi. Üçünün yüzüne de baktım boş boş. Yani, her defasında aynı şeyi tekrar mı edecektik? Altı gündür olay çıkarmıyorum, kimseye şiddet uygulamıyorum ceza vermiyorum diye götleri mi kalkmıştı? Bu yaptıklarının sadece belli bir kısmını annemden emir almışlardı, devamı ise zorbalık etmek istemelerindendi.

Bir kişinin ezdiğini, diğer herkes de ezmek ister. Zorbalık kavramı tam olarak bundan meydana gelir.

Derin bir nefes aldım, sabrımın sınandığı açık olan sesimle "Evet, şimdi odadan çıkmanız gereken zaman." Dediğimde en öndeki hizmetçi kız, robdöşambrımınım tam kapatamadığı boynumdaki ısırık izine kaçamak bir bakış attı ve "Size yıkanmanızda yardımcı olmamız gerek." Dedi, sırıtmasını gizlemeye çalışırken.

Mimiksiz bir yüzle kaldım, gözlerim aşağıya, yere döndüler. Birkaç saniye öylece bekledim yorgun yorgun.

Kesin şunu...

Utanıyorum.

Derin bir nefes alıp ayağa dikildim hızla ve "Ne o?" diye sordum. Dudaklarım iki yana uzandı ve iki dudağımın arasından gözüken dişlerim, gülümsememe zalim bir hava kattı. Coşkuyla, "Beni çıplak görmeyi bu kadar istiyorsan, seni banyoma davet edebilirim." diye devam ettiğimde geriye doğru bir adım attı, üstüne doğru yürüdüğümden.

Bu salakları baştan çıkarmaya çalışmam bile, köpeklere yem edilmelerine sebebiyet verirdi. Lafta değil, gerçekten, köpeklere yem olurlardı. Karan'ın, sertleştirmeyi başardığım bir uşağı bizzat soyup köpeklerin önüne attığını biliyorum. Ona, 'Buradaki tüm arkadaşların tarafından sikilmek mi istersin, yoksa aç köpeklerin yanına mı gidersin?' diye sorduktan sonra yapmıştı bunu hem de. O uşağın, bu dehşet sonunu benim kadar onlar da bildiklerinden, üç hizmetçinin de gözleri korkuyla açılmıştı.

Başımı kendimi onaylayarak salladım, "Siktirin gidin buradan." Diye gevelediğimde, hiç beklemeden odadan kaçarcasına ayrıldılar. Kapıyı kapattıkları ana kadar yan gözlerle onları takip ettim. Gittiklerinde tükenerek bıraktım nefesimi, sanki tükendim diye bitecekmiş gibi.

Başım inanılmaz ağrıyordu, gücümü toplayıp zorla tekrar ayağa kalktım ve kendimi küvetin başına kadar getirdim. Saçma sapan, suyun üstüne bırakılmış gül yapraklarını elimle toplayıp yere attıktan sonra sıcak suya oturdum. Bacaklarımı iki yana açıp, sırtımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım.

Bir süre, öylece bekledim. Sonra elime şampuanı almak için gözlerimi açtığımda, bacaklarımdaki izlere kaydı gözlerim. Her yerimi ısırmıştı piç. Ellerim küvetin kenarından, suyun ince, bir zarı andıran yüzeyine geldi yavaşça.

Ellerimi suya daldırdığımda, sanki aradaki sınırı aşmış gibi hissettim. Bilmiyorum, az önce bacaklarım suyun içinde kaldığında belden aşağımın bana ait olamayacağı gibi bir fikre kapılmıştım. Şey gibi, o başka ben başka bir şeyim. Ama gerçek ikimizin de bir olduğuydu. Onun içindeki meni, benim içimdeydi. İstismara uğrayan, kontrolü elimden alınmış bu beden benim bir parçamdı.

Ellerim baldırlarımı kavradı. Tüm morluklarımı hissediyordu uyuşmuş etim şimdi, yeniden. Acı çektirmek değil de iz bırakmak için şehvetle bırakılan öpücükler ve ısırıklar; benim için her şeyden kötüydü. Aksi olmasını tercih ederdim.

İçime sanki güçlü bir sigara dumanı çekmiştim de dışarıya verememiştim o dumanı. Öyle bir doluluk, tatsızlık vardı içimde.

Evlilik hakkında düşünmeye başladım. Evlilik... neyi değiştirecekti ki hayatımızda? Karan benim 'insanların arasına dönme vaktim olacağını' söylemişti. Ama nereye ve ne kadar? Davetler de yanında boy gösterecek olmam, yalandan benim adıma olacak olan bağışların ne anlamı vardı? Gerçek bir eş olabileceğimi zannediyor muydu?

Aslen, işlerinde ona yardım etmek için bizzat ebeveynlerimiz(!) tarafından eğitilmiştim. Bu yüzden, bir yerde, eşi olmaya uygun olduğum doğruydu. İşlere adım atarak mı başlayacaktım intikam planıma?

Ancak Karan beni tanırdı. Gözünün önündeyken, her şey çok zor olacaktı. Üstelik şimdiye kadar tüm intikam hayallerimi ve planlarımı kaçışım üstüne kurmuştum. Çünkü... Burada kalıp, rol yapmaya çalışırsam muhtemelen aklımı kaybederdim. Onun gözünde anlamsız olan direnişim, beni ayakta tutan tek şeydi. Ve ben artık anlamsız bir isyandan vazgeçtiysem...

Öleyim. Öleyim. Ne yapacağımı seçemiyorum artık!

Aklıma, az önce söylediğim cümle takıldı birden.

İşlerinde ona yardım etmek için bizzat ebeveynlerimiz(!) tarafından eğitilmiştim...

On yaşımdan on altı yaşıma kadar, altı yıl boyunca annem bana az yatırım yapmamıştı. Görgü kuralı dersinden tutun, bale, tango, Fransızca, İngilizce, keman, piyano, tarih, terzilik... ve başka şeylerde da bana özel hocalar tutmuş; üstelik en iyi kolejlerde okutmuştu. Sadece bir yıl. Karan üç yıl önce geldiğinde, 10.sınıfın birinci dönemini bile bitiremeden okuldan alındım. Liseyi açıktan bitirdim, daha doğrusu, biri benim adıma bitirdi.

Tabi, en iyi kolej değildi okuduğum kolej. Bunu açıklayayım. Karan'ın bahsettiği birçok arkadaşının ismini ve ne olduklarını ondan başka kimseden duymamış-görmemiş olmamın sebebi, beni mafya ve yüksek sosyete çocuklarından uzak bir yerdeki bir koleje göndermelerinden olmuştu. Adil Vedat istememişti onlarla yakın olmamı.

O zamanlar ne kadar saf düşündüğümü şimdi fark ediyorum. Beni uzak tutuyorlardı çünkü göz koymalarını istemiyorlardı. O zamanlardan beri, gelecekte Şahin'e iyi bir eş olmam için eğitimler görmüşüm. Sadece annemin yatırımlarını bir yana bırakın, Karan'ın verdiği bilgiler, Adil Vedat'ın bana Karan'ın yokluğundaki o bir yıl uyguladığı eğitimler ve Şahin malikanesinin geçitlerine olan hakimiyetime göz yummaları.

Eğer Adil Vedat ve Karan birden ortadan kaybolursa aileyi devam ettirecek kadar bilgili ve işlevliydim. Adil Vedat'ın bana mafyacılık ile alakalı birçok şeyi Karan'ın evde olmadığı o bir yıl içinde niye öğrettiğini anlamakta da çok geç kalmıştım anlayacağınız üzere. Oğluna bir eş; bir mafya karısı olarak hazırlamış beni, aşağılık herif.

Aslında, tam olarak Karan için demek ne kadar doğru bilmiyorum. Artık anladım. En başından beri, Karan olmayacak olsa dahi beni zaten zengin haydutlardan biriyle evlendirmeyi planlamışlardı beni. Adil Vedat, beni gördüğü ilk an, dokuz yaşımdayken kendi kendine haddineymiş gibi karar vermeye çalışmıştı yazgıma. "Saçmalık, siktiğimin." Diye geveledim.

Delilikti bu. Hiçbirini kendim istemeyip, karşılığını vermek için söz etmediğim şeylerdi bana verdikleri. Ben, kendimce yaşamaktan memnundum. O vakitlerde bile; çocukluğumda, kapıya koysalar kendi kendime yetimhaneye giderdim ya da mahalleme dönerdim.

Kaşlarım çatıldı, tabi, annem beni asla yetimhaneye göndermeyecekti çünkü...

28 Aralık 2013

Halam elimi bıraktı ve omuzumu öne doğru ittirdiğinde tanımadığım bir kadının ayaklarının önüne düştüm. "Al, senin kızın." Diye çemkirdi halam. Şaşkınlıkla açıldı gözlerim, başımı yerden kaldırıp annem olduğunu öğrendiğim kadına baktım. Siyah, dalgalı gür saçları vardı. Kıpkırmızı dudakları, masmavi gözleri de. Masallardaki pamuk prenses buydu işte. Çok güzeldi, yanaklarımı kızartacak kadar.

"Sinan?" diye sordu Pamuk Prenses, kaşları hafifçe çatılmışken. Halam elini 'gitti' diye salladı. Annem olayı çaktı hemen, kaşları çatıldı, bana döndü bakışları. Sessizce bana baktığı sırada, halam konuşmaya devam etti. "Burada sana iyi iş vermişler duydum, yatılı da kalıyormuşsun. Al çocuğunu yanına, o kendi kendine büyür. Olmadı, git yetimhaneye ver. Ben denedim ama yok, annesi gelip vermeli dediler." Dedi.

Annem sesini çıkarmadı, benim gibi o da bana bakıyordu. "Kız duydun mu?" diye halam tekrar sordu çemkirircesine, annem ona cevap vermek yerine bana doğru eğildi. "Güzelsin." Diye gevelediğinde, tüm çocuksu saflığımla heyecanlandım. Annem olan bu kadın, bana güzel olduğumu söylemişti. Demek ki beni sevdi.

Tüm masallarda, küçük kız annesi o küçücükken ölmüştü diye çekmez miydi acılarını? Ama şimdi, annemin ayaklarının dibindeyim!

...

Güvende olacağım bir yer, bulduğuma inanacak kadar aptaldım o gün. Rezil ve pespal halime rağmen güldüm, "Sen de!" dedim.

Mavi gözleri, açgözlülükle parlayıp sönerken yüzündeki gülümseme büyüdü.

7 Mart 2024'ten devam ...

Sudaki yansımama bakmayı kesip başımı öte yana çevirdim. Geçmişi düşünmenin faydası yoktu. Evlilik hakkında kafamı kurcalamanın da yoktu. Şimdilik kaçınılmaz bir şeydi evlilik. Benim için sakat bir işti ama yolumdan alıkoymaya yetmezdi. Eninde sonunda, intikamımızı alacaktım.

Artık burada olmayan bir çocukla, artık burada olmayan bir kızın intikamını.

...

İçimi temizlemem gerekliydi. Parmaklarımı aşağıya getirip baldırlarımı birbirinden tamamen ayırdım. Güç verir umuduyla derin bir nefes çektim içime. Parmaklarımı oraya değdirmek, benim için Karan'ın yapmasından bile daha zordu. Sanki, bilmiyorum... düşünmüyorum bunun hakkında ama; bakmaya, hissetmeye katlanamıyordum kendi ellerimi. Hayır, vajinamı düşünmek istemiyorum. Varlığını istemiyorum. Keşke hiç olmasa diye, Tanrı'ya yalvarmak istiyorum sık sık. Ama Tanrı'nın benim dualarımı kabul etmeyi düşündüğü yok gibi.

İşte bu yüzden, tüm o işkencelerden sonra kendi vajinamı temizlemek, Karan'ın yapmasından bile zor geliyordu bana. Lütfen, lütfen, lütfen...

Ama neye lütfen?

Hislerimin yoğunluğu altında eziliyor, büzülüyordum. Titreyen parmaklarım, vajinamın içine giremeden hızla sağ elimi yumruk haline getirip küvetin kenarına vurdum ve kendimi tutamayıp öfke oldu bir çığlık attım.

Gözümden tek bir yaş bile düşmedi ama zangır zangır titremeye başladım. Yutkunup nefes alabildiğim ilk an, "Ananı sikeyim," diye geveledim incelen bir sesle. Ciğerlerim yanıyordu, bir hıçkırık için bekliyordu boğazım. "Avradını da sikeyim." Diye devam ettim daha da ince ve çatlamış bir sesle. Konuşamıyordum, boğazıma oturan yumru sesimin anlaşılır çıkmasını önlüyordu.

Sesim öyle gittikçe incele incele, küfrede küfrede ama asla ağlamayarak temizledim içimi.

İşim bittikten sonra küvette öylece oturup sudaki yansımama baktım. Boynumu biraz suya yaklaştırdım. Dudaklarım, suya değene kadar eğdim başımı. Bıraksam... Boğsam kendimi. Gözlerimi kapayıp hayal ettim.

Açıkçası, yaşamaya dair en ufak bir isteğim yok benim. Çoktan elim kana bulandı, normal bir insan olma hakkımı kaybedeli çok oldu. Eğer ölürsem, annem ne kadar aptal olduğumu düşünüp durur. Hiç üzülmez. Yıkılacak tek kişi Karan. Bir süre yasımı tutar, uzunca bir süre. Gazetelerde nasıl öldüğümle alakalı yalan bir hikâye uydurulur ya da gittiğim söylenir uzaklara.

Ama gerçeği Baykal'ın yer altı ve deve kuşu misali; yukarıya ait zenginler olmalarına rağmen başlarını yer altına sokmuş sosyeteler bilir.

Bilirler ki; İntihar etsem dahi, bunun bir cinayet olduğunu. Ve benim suçlu olduğumu. Saçmalık diyecekler, aptallık. Arkamdan konuşacaklar. Ne kadar aptal olduğumu ama Karan'ı kandırıp avuçlarımın içine alacak kadar da zeki bir sürtük olduğumu söyleyecekler. Zorum vardı kolayla, öldüm ondan. Hiçbiri bana yardım etmediği gibi, ölümüm de bile yaptığım haksızlıklardan bahsedecekler.

Eh... Netice de elimden de tutmaları gerekmiyordu değil mi? Kimsenin, gerekmiyordu. Ve benim, şimdi onların o ellerini kırmaya olan arzum, kendime olan öfkemi, nefretimi onlardan çıkarmak istemem olarak yorumlanacaktı.

Ama siz hatırlayın. Ben, altı gün önce sabaha kadar geberirken; kutlama partisi devam ediyordu.

Devam.

Ediyordu.

Bu onları mahvetmek istemem için yeterli bir sebep değil mi?

Küvetten çıkıp bornozu üstüme aldım, banyodan çıkıp odanın kapısını açtığımda; annemin Karan'ın koltuğuna oturmuş beklediğini gördüm. Bacak bacak üstüne atmıştı, tüvit bir takım vardı üstünde. Yaşına abes kalacak bir kısalığa sahipti eteğinin boyu. Hala kendini genç kız zannediyordu, hoş, yaşını bilmesem ben de onu genç kadın zannederdim.

Bana memnuniyetsiz bir ifadeyle bakındı, onun bakışlarına karşılık vermekle uğraşamazdım. Görmezden gelerek Karan'ın giyinme odasına doğru ilerledim. Burada bana da ait bir şeyler vardı. Aldığı hiçbir şeyi şimdiye kadar giymediğimden, öylece eskimeye yüz tutmuşlardı. Elbette hala giymiyordum. Birkaç eşofmanım yerleştirilmişti buraya, onlardan seçecektim.

Eşofmanlardan, koyu gri renginde olan birini altıma giyerken bornozumu üstünden çıkarmamıştım. Annem gülerek, "Aman, pek de edepli." Dediğinde yüzümdeki sinirler kasıldı istemsizce. İçim yanmaya başladı, bir öfke dalgası titretti bedenimi. İki saniye bile sakinleşmeme müsaade yoktu bu evde. Sol gözüm kendi kendine kapanıp açıldı. Allah'tan ona dönük değildi yüzüm. Kontrolsüz sinirimle bile dalga geçerdi.

Üstüme bir tişört geçirirken "Bugün önemli bir gün, aileye tanıtılacaksın." Dedi. On yıldır içinde olduğum aileye mi?

Ona bakmamaya devam ettiğimde, daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibi, "Açıkçası seni Feride'nin ilk oğlu Ege'yle yapmayı düşünmüştüm hep. Ama şanslıydın ki, Karan sana taktı kafayı." Diye devam etti konuşmaya. Feride diye bahsettiği kadın, bu akşam malikaneye gelecek olan Karan'ın halasıydı. Ege'de ilk oğlu. Mal Ege'nin yüzünü hatırlayınca yüzümü ekşittim. Yavşak Ege...

Bundan üç yıl önce, Ege bana mal mal imada bulunmuştu ve üç yıl boyunca buraya gelmesi Karan tarafından yasaklanmıştı.

Sanırım birlikte paketlediğimiz son kişi Ege'ydi. Üç yıl önce Feride ve ailesi, Karan yurt dışından bir yıl sonra dönünce ziyarete gelmişlerdi Şahin malikanesini. O gün Ege bana saçma sapan tekliflerde bulunduğu sırada, Karan kütüphanenin açık kapısından Ege'nin söylediklerini duyunca olay çıkarmıştı. İkimiz birlikte dövmüştük, işimiz bittiğinde 'geçitlerden birine tıkalım' demiştim orospu çocuğu Ege'yi. Yapmıştık da. İlk o zamanlar, o işi beraber yaptığımızda onu ne kadar özlediğimi düşünmüştüm ve...

Delirmeye başladığımdan korkmuştum.

On altı yaşındaydım, bana daha sadece bir kere; yurt dışından geldiği gün istismar etmişti. Üç gün sonrasında halası ziyarete geldiğinde annemin emirleri doğrultusunda saklandığım odadan dirensem de sonunda dışarıya çıkmak zorunda bırakılmıştım. O gün de benim için ayrı bir travmaydı. Ege'yi dövmek, Karan'ı özlediğini fark etmek değildi o günün en büyük travması.

Sanırım aklımın bir kısmı o gün tamamen karma karışık olmuştu ve ben, hala hiçbir şeyi o gün yüzünden oturtamıyordum yerine.

21 Aralık 2020

Karan'ın yurt dışından gelmesinin üstünde üç gün geçmişti. O ilk geceden sonra, devam eden üç gün boyunca odama kitlemiştim kendimi. Annem, Feride halalar geleceği için beni zorla çıkartmıştı odamdan. O şekilde, masaya oturduğumda üç gece öncesinin sonrasında Karan ile tekrar karşılaşmış oldum. Tam karşımda oturuyordu masada, normalde hep yan yana otururduk küçükken ama bu sefer tam karşımdaydı. Karan hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı masada. Bu, kafamı daha da çok karıştırmıştı.

Saatlerce, beni zorla oturttukları o sandalyede, üstüme abes kalacak bir uysallıkla oturmuştum. Düşünmekle meşguldüm çünkü. Belki de üç gece önce kâbus görmüştüm? Olmamıştı öyle bir şey, dokunmamıştı bana? O halde niye üç gündür yanıma hiç gelmedi? Biz aile değil miyiz onunla? Belki de tuhaf davrandığımdan gelmedi? Belki de...

Kâbus değildi. Yaptığı bir hataydı? Pişman olmuştu. Nasıl özür dileyeceğini düşünüyordu? Benim suçum mu?

İnsan, öylesine sevdiği birinden böyle korkunç bir istismara uğradığında ve sonra istismarcının hiçbir şey olmamış gibi davrandığını görünce...

Kendinden şüpheleniyor.

'Çözmem gereken bir sorunum var.'

Masadan kalktığımızda kafa karışıklığım devam ediyordu. Yalnız kalmak istedim ve salondan ayrıldım. Ege malı, peşimden kütüphaneye kadar gelmişti o gecenin devamında. Bana mal mal imalarda bulunduğu sırada ben ona cevabını veremeden Karan birden ortaya çıkmış ve olay çıkarmıştı.

Her şey eskisi gibi hissettirmişti, küçükken de uşaklar ya da hizmetçiler birimizi sıkıştırınca diğerimiz imdadına yetişirdi. Tek başımıza epey utangaç çocuklardık ama birlikte halledemeyeceğimiz bir şey yoktu.

İkimiz, Ege'yi dövdükten ve sonra da benim gösterdiğim bir geçide onu tıktığımız sırada... Üç gece önce olanların bir kâbus olduğuna emin oldum. Sorun yoktu. Sorun yoktu. Sorun yoktu...

İçim korkuyla dolduğu kadar, tuhaf bir şükranla da dolmuştu. Evet! Tabi ki de öyle bir şeyi, bana Karan'ın yapmış olması mümkün değil! Eğer, 'aile' bana bunu yaparsa... Dünya bana neler yapmaz? Delilikti bu, kâbusum epey korkunçtu. Ah, şükürler olsun... Çünkü Karan böyle biriyse, ben nasıl yaşayacağım? Birine güvenebilir miyim? Sevebilir miyim kimseyi? Sevilmeyi kaldırabilir miyim? O benim annem, babam, en yakın arkadaşım, abim. Ben onun kardeşi, annesi, babası ve en yakın arkadaşı.

Evet... Üç gün boyunca ondan aptal bir kâbus yüzünden kaçtım diye eminim ki çok üzülmüştür. Bedenimdeki izler ise... Bir açıklaması var. Belki de kâbus yüzünden psikolojik olarak etkilendiğimden, vajinam acıyor. Adette olmuş olmalıyım üç gece önce. Evet! Her şey yerine oturuyor. Annem de üç gece önce öyle saçma sapan konuştuğumdan dolayı eşyalarıma el koymuş ve okula gitmeme izin vermemiştir.

Evet... Her şey bu kadar basitti.

Basit.

BASİT!

Ege'yi kapattığımız tünelin önüne koltuğu geri çekmiştim. Hala koltuğa dönüktü yüzüm. Karan'ın delici bakışlarını, başımın arkasına hissedebiliyordum. Zoraki gülümsedim. Ona döndüm. Güçlü bir sesle konuşmaya başlayacaktım ki beni koltuğa atıp, üstüme doğru ağırlığını bıraktı.

7 Mart 2024'ten devam...

Annemin tekrar konuşmaya başlaması ile şimdiki zamana döndüm. "Tabi, Karan'ın sana bu takıntısı şanstansa..." demişti gözlerini kısarak, imalı bir tavırla. Ona yan bir bakış attım, ama sonra bunun bir anlamı olmadığını fark ederek önüme döndüm ve derin bir nefes aldım. On altı yaşımdayken, ilk tecavüze uğramamın ardından nasıl da anneme kaçıp ağladığımı ve onun da Karan'a vurduğumu söylediğim için bana tokadı yapıştırdığını çok iyi hatırlıyorum.

Tuhaf.

Altı gündür, geçmişi daha da net hatırlıyorum. Tanrı intikam yolundan dönmemi istemiyor mu?

Onu kale almayarak, umursamaz bir sesle "Karan odana girdiğin için burayı ilaçlatacaktır." Dedim. Cevap vermedi, Karan'a kendini ne yapsa yapsın sevdirememe sebebinin ben olduğumu düşünüyordu. Ne haklı ne haksızdı. Ben de Adil Vedat bana dünyaları verse o adamı yine de sevmezdim.

"Seninle evlilik hakkında konuşmalıyız, İpek. Bana sorarsan buna hazır değilsin." Diye devam etti.

Az önce akşam yemeğinden bahsediyordu şimdi ne diye buna atlamıştı ki? Ona kaşlarımı çatıp kızgın bir şekilde baktım, çok şey söylemek geliyordu içimden ama...

Bıkkınlıkla nefesimi verip ellerimi belime yerleştirdim. "Ne istiyorsan onu söyle, çabucak. Aksi takdirde odayı ateşe vereceğim." Dediğimde bu tehdidimi ciddiye aldı çünkü yapmışlığım vardı. Kapıya döndü gözleri, hizmetçi kızlar bir bakışına dışarı çıkıp, kapıyı kapattılar. Gülseren tekrar bacak bacak üstüne atıp, oturduğu yerde iyice sırtını geriye verdi ve "Evliliği kabul etmişsin." Dedi.

Sinirle, istemsizce gülümsedim. Karşısına; hizmetçilerin topladığı yatağın sonuna oturup "Daha fazla bekletmeyecekti. En başından beri bana sorduğu yoktu zaten." dedim hırsla.

Başını onaylayarak salladı, düşünceli bir ifadeyle gözleri boşluğa kayarken "Evet, ama o kadar bekletti ki seni metresi yapmayı düşündüğünü bile varsaymıştım." Diye mırıldandığında mimiksiz bir yüzle ona baktım.

Ben onun kızıyım, ben onun kızıyım...

Dudaklarını aralayıp derin bir nefes çekti içine ve bana dönüp, sözlerinden emin olmanın getirdiği bir aydınlıkla "Ama hayır, o kesinlikle sana deliler gibi aşık." dedi. Omuzlarını hafifçe silkip, kaşlarını yukarıya kaldırdı bilmiş bir tavırla. "Eh, normal bu. Sen oldukça iyi bir eş olabilirsin, aptallığı bırakırsan. Seni bunun için eğittim-" düz bir sesle "Bitti mi?" diye sözünü kestiğimde durdu, yüzündeki keyifli ifade bir an takılı kaldı. Sonra, yerini baskın bir simaya bıraktı ve cüretkarlığım karşısında tek kaşı havaya kalktı.

Ağır ve uyarıcı bir sesle, "Artık kayınvalidenim." Diye gevelediğinde sanırım şalterlerimden biri attı. Annem bile olamadı kayınvalidem mi olacak?

Benim donuk yüzümde, gözlerimin parıltısından anlamıştı şalterlerimin attığını ama görmezden geldi ve "Ne düşündün, ona evlenmek istediğini söylerken?" diye sordu gözlerini şüpheyle kısıp. Cevap vermedim. Öyle bir şey ağzımdan çıkmadı ki.

Üstelik sanki benim bu konuda ne dediğim bir şeyleri değiştirecekmiş gibi sormaya utanmıyor muydu? Ne o, 'Hayır!' diye haykırsam, tırmıklasam, bağırsam ve çığlık atsam izlemesi daha mı keyifli oluyordu?

Senden daha akıllı oynayabileceğimi, senden daha iyi olduğumu bildiğinden mi deliriyorsun anne?

"Bence burada söylediklerine dikkat etmesi gereken tek bir isim var, Gülseren." Dediğimde yüzündeki ifade daha da küçümseyici bir hal aldı. Evet, o kesinlikle korkunç bir kadındı. Bir mafya babasının karısı olmaya ondan daha uygun kimse olamazdı belki de. Eğitimsizliğini açgözlü ruhu ile doyurabiliyordu bir şekilde. Aptal cehaleti sonunu asla getiremiyordu ve bu beni çok şaşırtıyordu.

Çenesini hafifçe yukarıya kaldırdı, gözlerini daha da kısıp sinsi bir tavırla sırıttığında; yüzlerimizin ne kadar benzediği ile alakalı bir gerçeği tekrar; apayrı bir tonda fark ettim ve kanım çekildi.

Ama hayır, bu sahte gövde gösterisine kanmazdım. Annemin, benim gözlerimdeki okyanusun onunkinden daha derinlerde olduğunu bilmesi şarttı. O korkuyordu, çünkü olmak istediği yerdeydi. Ben ise korkmuyordum, çünkü olmak istediğim hiçbir yer yoktu.

Ayağa kalktı, "Sen ve Karan'ın iyi bir çift olabileceğine asla inanmıyorum." Dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı odaklanarak, farkındaydı yani bunun? "Ancak ikinizi, başka biri zorla ayırmadıkça birbirinize çekileceksiniz. Bana öyle bakma İpek. Aksini iddia edebilirsin ama kaçamazsın. Sen ve Karan, ikiniz aynı kumaştansınız. Tıpkı ben ve Adil gibi. Sadece, sizin kumaşınız berbat.-" sert bir sesle "Ne saçmalıyorsun-" diyordum ki "Onsuz yapamazsın sen." Diyerek sözümü kestiğinde kalakaldım. Öylece baktım yüzüne, tüm gücüm birden elimden alındı sanki. Ona karşı değil, sözlerinin gerçek olduğu düşüncesiyle gelen hayal kırıklığı sarstı beni. Hiçbir mimiğim oynamadı yerinden ama ruhumun 9 büyüklüğünde bir depremle ile sarsıldığını herkes görebilirdi. "Onsuz mutlu olamazsın." Dediğinde alt dudağım çukurlaştı.

Bana acımasız bir ifadeyle baktı, kapıdan çıkmak üzereyken zayıf olmamasını umduğum, boğuk bir sesle "Onla da olamam ama." Dedim. Annem durdu, yüzünü bile çevirmedi bana. "Sen ve o, aynısınız." Diye kendini tekrar edip odadan çıktı.

Öylece oturmaya devam ettim. Sersem bakışlarla etrafa bakınırken, bir absürtlük aradım kendimce. "Bugün alyans seçeceğim." Diye mırıldandım kendi kendime. Gözlerim yüzük parmağımdaki ısırığa kaydı. Hiç dikkatini çekmemiş miydi annemin? Fark etmez. Bu parmağı gidip satırla koparacağım şimdi. Evet. Evet.

EVET!

Bir anda, her şey hızlanmaya başladı sanki, aklım, zaman, duygularım, bir tek soluklarım yavaştı.

"Sen ve o, aynısınız."

Değiliz. Karan ve ben farklıyız. Ben onun gibi değilim, o da benim gibi değil. Bunu biliyorum, buna inanıyorum! Ama... Benzediğimi annem söyledi. Benim annem.

Benim annem. Benim annem. Benim annem. Benim annem. Benim annem. Benim annem.

Çenem tamamen kasılmıştı ve sonuna kadar açılmış gözlerim pervazın kenarına takılı kalmıştı.

Tanrı'ya kızdım, kızgınlığımı dinleyecek tek kişiye. Bana, böyle bir anne verdiği için. Rengim öfkeden dolayı kıpkırmızı oldu, alnımdaki damarlar belirginleşti. Uzaktan bakan biri, deli gibi gözüktüğümü düşünürdü. Karan gibi, deli.

YALAN! Biz onunla farklıyız.

O halde neden bu denli korkmuş, öfkeli bir haldeyim annemin sözlerinden dolayı? Elbette öyleyim! Doğru olmadığını bilmem, annemin bu sözleri söylemesinin beni delirtmemesini sağlamazdı ki!

İç sesim susmuyor, dilini keseceğim o cadının.

Kes sesini Eren, kes!

Neden... Neden ben hariç kimse göremiyor olanları? Neden ben hariç herkes bu malikanede sorunlu olan benmişim gibi davranıyor? Başım hafifçe öne eğilmişti, bakışlarımı yukarıya kaldırıp tavana baktım.

Söyle Tanrı, yanılan ben miyim? Etrafımdakiler mi doğru?

Sanki bana yukarıdan ilahi bir haber gönderiliyormuş gibi, üstümdeki ağır bir şeyin kokusunun ne olduğunu fark ettim o an. Üstümdeki tişört Karan'ındı. Onun parfümünü sıkılıydı tişörte. Okyanus esintisi gibi kokuyordum.

18 Aralık 2020

"Gözlerin geliyor aklıma, o yüzden seviyorum bu parfümü." Dediğinde aptal bir gülümsemeyle karşılık verdim Karan'a. Böyle bir şey demesi beni afallatmış, utandırmıştı. Bozuntuya vermemek için "Ha ha, iyiymiş. Bunu da mı Londra'dan aldın?" diye sorduğumda ses etmedi, sessizce yüzüme baktı. Daha bugün gelmişti yurt dışından. Tabi, onu karşılayacağım diye okula gitmemiştim bugün. Şimdi, salona getirdiği şeyleri açıyorduk birlikte. Annem de davet edilmemesine rağmen oradaydı.

Karan'ın tuhaf simasından, onda bir terslik olduğunu anlamıştım ama annem etraftayken soramazdım. Akşam yanına gidip soracaktım ne sorunu olduğunu.

Bana sakin bir tebessümle bakmaya devam etti, tasasız bir tavır takınmış olsa da, ben yine de ayrı bir sessizlik görüyordum onda. Bir sorun vardı... Büyük bir sorun. Rahatsızlığımı ve endişemi iyi saklayamadığımdan emindim, anlardı bir kere. Gözlerini kapatıp açtı bana 'iyiyim' demek ister gibi. Parfümü elimden aldı ve sol bileğine iki kere sıktı. Elini tutup çektim, "Ver koklayayım bir." Dedim. Okyanus esintisi gibi kokuyordu.

Bileğinde parfümün nasıl durduğuna baktıktan sonra dudaklarımı bileğinden uzaklaştırdım. Muzip bir tavırla gülümsedim, şakacı bir tavırla eline vurup "Çok canlar yakacaksın he," dedim. Diğer paketleri önüme çekerken "Soracağım zaten oralarda olanları amma..." dedim 'a'yı uzatarak. "Önce benim hediyelerimi bitirelim." diye bitirdim sözümü.

İlk iki hediyeyi açıp ne kadar beğendiğimi anlattıktan sonra, üçüncü paketi açmaya başladım. O sırada Karan, bir senede tahmin edebileceğimden daha da hantallaşan, ellerini saçlarına daldırıp kafasını kaşıdı. Okyanus esintisini yine hissettim. Beklemekten sıkılmıştı ama ses etmiyordu. Sabır gösteriyordu. Tebessüm ettim. Karan'da, her daim bana iyi gelen bir sessizlik vardı. Zaten en çok ben konuşurdum bir araya geldiğimizde, o hep dinlerdi. Beni bir tek o dinlerdi.

Ve bir senenin sonunda geri döndüğünde anlatacak ne kadar fazla şeyin biriktiğine inanamazdı bile! Aslında o yurt dışındayken konuşmuştuk arada sırada ama genelde telefonlarımı açmazdı -sebepleri kesinlikle mazeret gibi geliyordu- ve görüntülü de ise asla konuşamamıştık.

O yüzden, sabaha kadar anlatacağım en az kırk mevzu vardı. Daha kimseye anlatmadığım yeni erkek arkadaşımı anlatacaktım ona. Kerem'i! Gerçi aramız bir limoniydi ama, toparlayacaktım yarın okula gidince. Haddini bildirecektim.

Yan gözle anneme bakındım. Of... Gitse de başlasam anlatmaya! Karan en sonunda, "Sevdin mi kokuyu?" diye sordu. Paketlere saldırmaya devam ederken, çabuk çabuk bir tavırla "Sevdim dedim ya. Onu bırak, sen beni dinle." Dedim. Ses etmedim bu cümlemden sonra, birkaç dakika daha hediyeleri çıkarmakla meşgul oldum.

Çanta, takı, parfüm falan filan. Bunlar güzel şeylerdi, yeteri kadar takıp ortalıkta salındıktan sonra kara borsaya koysam havalı gözükeceğimi de düşünüyordum; on altı yaşına daha yeni basmış bir kızın basit ergenliğiyle.

Kırmızı çantayı elimde tutarken, Kerem'in en sevdiği rengin kırmızı olduğu aklıma geldi. Dudaklarımda bir tebessüm belirdi sola doğru kıvrılan. Ya... Bir gün bu çantayı takıp onunla buluşsam? Sırıtmayı hemen kesmeliyim ama of... Eminim çok hoşuna gidecektir. Okulda da takılır mı bir güncük ya? Aptal gibi durmayayım? Üst sınıflar kesin dalga geçer, sınıftakiler bile...

Karan'ın bana kitlendiğini fark ettiğimde ona döndüm. Eh, cümlemi yarım bırakalı iki dakikadan fazla olmuştu. Normaldi bana kitlenmesi. "Sana anlatacağım çok şey var." Dedim sabırsızlanarak. Ellerini yakaladım, "En az sabah dörde kadar uyanığız! Anlaşıldı mı?" diye sorduğumda mimiksiz bir şekilde bana baktı.

O an, artık rahatsızlığını inkâr edemeyeceğimi düşündüm. Bir sorun vardı onda, benim bilmediğim bir şey. Bakışlarımın nasıl tedirginleştiğini anlar gibi, tebessüm etti. Güven veren bir sesle, "Tamam." Dedi.

Güldüm. "İyi o zaman, hadi devam edelim!" dedim ve heyecanla hediyeleri açmaya devam ettim. Bunların yarısından çoğunu bir seneye kalmaz satarım. Yo... Biz Karan ile yakında buradan kaçarız zaten!

Doğru ya... Kaçacağız. Sanırım, Kerem'in konusu hiç açmasam daha mantıklı. Hiçbir zaman önceliğim, lisedeki sevgilim olamaz. Önceliğim; ailemi korumak. Karan'ı bu korkunç malikaneden kurtaracağım. Belki bir gün... lisedeki arkadaşlarıma ulaşırım ve anlatırım olanları.

Bu hediyeleri satarsak elde edeceğimiz parayla kendimize iyi bir hayat kurabiliriz değil mi? Kıkırdadım aklıma gelen fikirlerle, arkadaşlarımdan ayrılacak olmak üzücüydü ama Karan ile buradan kurtulmak öylesine güzel bir hayaldi ki mutlu olmayı durduramıyordum.

Kıkırdıyordum ama, şu an aklımdan geçenleri Karan'a söyleyemezdim çünkü annem de buradaydı. Sadece ona dönüp, gülümserken "Patron ben olacağım ama," dedim. O ne düşünüp neye cevap verdiğimi anlamasa da.

 

O gecenin devamındaki anılarım iyi değildi. Dediğim gibi, ona lise hayatını ve bu bir senede neler olduğunu anlatmak için akşam odasına gitmiştim. Yanımda çay da getirmiştim, Karan Londra'dan getirdiği ve çok sevdiği longjing adlı tuhaf bir çay. Sakinleştirici etkisi olduğunu söylemişti. Nasıl bir tadı olduğuna hala bakmamıştım, acı kokuyordu.

 

İki eli de tamamen yüzümü kapatmıştı. Gözlerim sonuna kadar korkuyla açılmıştı. Parmakları gözlerimin önünde bir kafes misaliydi ve ben kafesin ardından dehşete uğramış bir ifadeyle ona bakıyordum. Üstümdeki şoku atabildiğimde, bacaklarımın arasından onu çıkarmak için suya dönmeye çalışan balık gibi çırpınmaya başladım. Kollarına korkak bir tavırla vurmaya devam ettiğimde elleri bileklerime gitti ve bileklerimi kavrayıp yatağa bastırdı omuzlarımın üstünden. Boşta kalan ve ona ne yaptığını sormak için açık, ancak sesi çıkamayan ağzıma dilini soktu.

Isırmaya çalıştım ama dudaklarımız üstündeki hakimiyeti benden fazlaydı. Başımı nereye çevirirsem çevireyim takip ediyordu beni. Gözlerim çabucak dolmuştu. Ben neler olduğunu anlayamasam da gözlerim anlamıştı ya, ağlıyorlardı. En sonunda nefesim kesildiğinde ayırdı dudaklarını benden. Ses çıkaramadım, konuşmaya nefesim kalmamıştı.

O da nefes nefeseydi. O da karanlıktı. Ama ay ışığı, koyu kahve gözlerini; başını göğsümden kaldırıp bana baktığında çok net görmemi sağladı. Sağ elimi bıraktı ve parfüm sıkılmış bileğini dudağımın üstüne bastırdı. "Acırsa, kokuya odaklan. Başka bir şey düşünme." Dedi. Bileğini bastırdığı dudaklarımın arasından zorla nefes almaya çalıştım, hayatta kalma arzusuyla. Gözlerim korkuyla ve şokla büyümüştü. Kaskatı kesilmek, öyle donup saatlerce belli bir noktaya bakmam gerekiyordu olanları anlamak için ama vaktim yoktu buna. Beynim, kısa, iki üç kelimelik emirler veriyordu bana. O kadar panik olmuştum ki, normalde verebileceğim karşılığı bile veremiyor, bocalayıp kıvranıyordum altında can çekişen bir balık gibi.

Hiçbir saldırımın üstünde etkisi yoktu. Korkuyla inledim, sınırı tamamen geçtiğinde başıma gelecekleri anlayarak. Bu nasıl bir kabustu? Böyle bir şey, nasıl gerçek olabilir?

En sonunda dilim döndü ve ağlamaklı, incelen bir sesle "Git-Hiğ? Karan ne yapıyorsun?" diye inledim. Geri cevap vermedi, belki de... beni duymuyordu? Duysa, yapar mı insan insana bunu?

Ayak topuklarım, kalçasına ne kadar sert tekmeler indirirse indirsin devam etti. Sınırı aştı.

O pis kokulu, okyanus esintisi parfümünün yakıcı kokusu genzime boğuldu.

7 Mart 2024'ten devam...

Kapı tıklatıldı. Ben "Girme," dememe rağmen üç hizmetçi kız içeriye tekrar girdi. Etrafa bakındıktan sonra -sanki oda kendilerininmiş gibi, rahat ve aylak bir tavırla- "Hanımım, kuaför gelmiş." Dedi bir tanesi. Diğeri ise yere attığım bornozu kaldırırken, sonuncusu banyoyu toplamaya gitti.

Gözlerim okyanus esintili yatağa döndü. Üç yıl sonra, hala buradayım.

O kız ben miydim?

Annemden rahatsız olduğumdan, elim istemsizce Karan'ın parfümü gibi kokan tişörte gitmişti ve üstüme o tişörtü geçirmiştim değil mi? Demek ki Karan gerçekten de aklıma bir şeyleri kazımıştı.

Şaşırmış, afallamıştım. İsyan etmek anlamsız, ha? Direniş en başından beri işlevsizdi. Histerik bir kıkırdama döküldü dudaklarımdan. Hayretler içerisindeydim, demek... onca zaman boyunca sadece onun üstünde büyük bir etkisi olan ben değildim. Onun da benim üstümde büyük bir etkisi varmış.

Bunu daha önce fark edememem de ayrı bir komediydi. Ya da benimle alakalı en ufak bir şeyi bile bilmiyor olan annemin, bunun farkında olması. Acaba diğer herkes de böyle düşündüğünden mi saçma geliyordu onlara Karan'la yatmak istememem, onu itmem?

İki dakikaya yakın, yüzümdeki acınası tebessümle belli bir noktaya takılı kaldım. Kaşlarım çaresizlikle ve acıyla eğilmişti, gözlerim... Benim o zavallı gözlerim...

Hizmetçiler birbirlerine bakıp sırıttılar. Bu hemen kendime gelmem gerektiğini hatırlattı bana. KALK KALK KALK! KALK EREN!

Görmüyor muyum sanıyorsunuz?

Dudaklarım iki yana doğru kaydı, kaşlarımı yukarıya kaldırıp güzel gözlerime ışıltılı bir filtre yerleştirip kızlara döndüm. Zalim, keyifli bir sesle "Ne oldu, neye gülüyorsunuz?" dediğimde başlarını iki yana salladı en öndeki, hiç de çekinmeyerek. "Önemsiz bir şeye," dedi.

Bir seri katilin soğukkanlılığına sahip, dondurucu sesimle konuştum. "Ha ha, hayır. Duymak istiyorum."

"Konu kişisel," diye geçiştirmeye çalıştığında ifadem yüzümde takılı kaldı. "Ama ben duymak istiyorum." Dedim kendimi tekrarlayarak. Yüzümde öyle bir gülümseme varken ve gözlerim de pek de hayra alamet bakmazken, fazla zorlamanın onlar için iyi olmayacağını anladı. Mevzuatlarım dilden dile dolaşırdı malikanede. Ben de az değildim onlar için, kimine çok çektirmiştim.

Az bile yaptım. Fırına kapatıp yakmalıydım hepsini.

Ancak annemin gönderdiği bu hizmetçiler, arkalarının sağlam olduğunu düşünüyordu bu yüzden biraz fazla cesurlardı. Bir de herkes altı gün öncesindeki olaydan sonra, Karan'ın bana karşı daha az hassasiyet göstereceğini varsayıyordu. Çünkü orospuluk edip başka bir adamla kaçmaya çalışmıştım değil mi? Amacım, beni zorla tutup işkence ve istismar ettikleri bu evden kaçmak değil, başka bir adamın kucağına atlamaktı. Evet, bu. Başka bir şey değil.

BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL!

... Aslında... Karan'ı bir konuda çok iyi anlıyorum. Bu insanların ölmesi yaşamalarından daha iyi değil mi?

"Dışarı çıkın, bir daha sizi asla görmeyeyim." Dedim son kez.

En öndeki, anladığım kadarıyla üçlü gruplarının lideri olan hizmetçi kız canı sıkılmış gibi dudaklarını yaladı. Ağır, racon havası kesmeye çalışan zorba; acınası kız tavırları... Üslubunu gayet net görebiliyorum.

Ben yatağın köşesinde otururken o ayaktaydı, çenesini biraz daha yukarıya kaldırarak ve imalı, sesli bir soluğu vererek beni iyice hor gördüğü bir davranışa geçti. Ağır ağır, "Kuaförün yanına gitmelisiniz." Dedi kelimeleri bastıra bastıra.

Kelimeleri bastıra bastıra, kabadayı bir tavırla... Sağ dudağım istemsizce yukarıya kıvrıldı, yüzümdeki canı sıkkın ifadeye ironik bir biçimde. Göz yuvarlarım yukarıya döndü. Cesaretine hayranlıkla baktım.

Bana böyle davranıyordu, bana.

BANA?!

Bir an dudaklarımı birbirine bastırarak ona baktım. Sahiden dalga mı geçiyordu benimle? Yani... Beni tanımıyor da değil ya? En sonunda başımı onun aptal yüzünden sola doğru çevirdiğim sırada, histerik bir kıkırdama dudaklarımın arasından döküldü.

Yok, hayır.

Yeni bir düzen getirme kararı vermişsem eğer, çalışanlara karşı da yeni bir düzen getirmeliydim. Değil mi? Sonuçta onlar, ben ve kendileri arasındaki farkı anlamaktan acizler.

Karan "Sana ben öğretmeliyim, kendin fark etmekten acizsin." Dedi.

Tekmeyi, diz kapağının geçirmemle acıyla çığlık atarak geriye doğru; iki arkadaşına düştü. Kızlar onu kolundan tutup kaldırırken ben de yataktan kalktım ve ellerim hiç beklemeden hizmetçi kızın saçlarına vardı. Hizmetçi kızın alttan topladığı topuzunu kavradığım gibi onu peşimden sürüklemeye başladım. Ancak bana vurup, beni ittirdi.

Karan saçlarımı eline kavradığı gibi parmakları arasına iyice doladı ve yerinden kalktı.

Kıza gelişigüzel tokadı savurduğumda, acıyla ve korkuyla çığlık atarak yere kapaklandı. Sonunda neler yapabileceğimi hatırlamışlardı, güzel. Diğer iki kız tedirgindi, ancak arkadaşlarını arkalarına çekip korumaya çalışıyorlardı hala.

Güzel, birbirinizi koruyorsunuz.

Peki beni neden korumuyorsunuz beyinsizler?

Karan'a karşı hiçbir şey yapamazsınız. Kimseden bunu beklemiyorum bu malikane de. Ama... bana karşı böyle olmanızın nedeni neydi? Neyimi kıskandınız, beyinsizler?

Üstlerine doğru yürüdüğümde beni durdurmak için elleri havaya kalktı esmerin hizmetçinin. Sarışın hizmetçi, yere düşen topuz saçlı kumral arkadaşının arkasına geçti. Esmer hizmetçi ise yere düşen arkadaşının önüne geçti. Hangisinin daha karakterli olduğu kolayca açığa çıktı böylece.

Bunu, onlarla olası bir dövüşü, ciddiye almak benim için epey zorluydu. Tahmin edebileceğiniz üzere... Beni şimdiye kadar izlemişsinizdir dövüşürken değil mi? İzlemediyseniz, 4.bölüme gidin.

Boynundan aşağıya yumruğu indirdiğimde, "Hık" diye gitti ikincisi, esmer olan. Sanırım bu kadar ani ve acımasız bir hareket beklemiyordu. Ne zannediyordu birbirimizi mi yolacağız? Ha ha, kalsın.

Cidden... Gurur duymuyorum ama, ben Adil Vedat tarafından eğitildim. Ne bekliyorlardı ki? Hık diye gitmiş esmer, bir de yüzüne bir tane çakmamla koltuğa savruldu.

Yerdeki, topuzundan kavramaya çalıştığım kumral salağın karnına tekmeyi indirip üstüne basarak sarışına doğru yürüdüğümde, sarışın hizmetçi kaçarak banyoya gitti. Peşinden gitmeye devam ederken, elime vazoyu aldığımda çığlık attı. Banyonun içinde geri geri giderken korkudan iyice kontrolünü kaybetmişti. Kayıp küvete düştü, başını çarptığı için "Ağh!" diye bir ses döküldü dudaklarından. Sonra yüzü, gövdesinin yarısıyla birlikte kirli suyun içine daldığından çırpınmaya başladı.

Geriye döndüm, bana diklenen ve topuzundan saçını kavramaya çalıştığım kumral kızın tekrar üstüne bastım ve daha yeni ayaklanan esmer hizmetçinin başına sağından vazoyu geçirdim. Vazo parçalara ayrılırken, esmer hizmetçi koltuğa düştü yine. Yerdeki kumral kızı topuzundan tekrar kavradım, dengemi kaybederek yere düştüm o arada; esmer hizmetçi ayaklarımı çekiştirmişti çünkü. Güçlü kızdı yalan yok.

Ancak topuzunu kavradığım yerdeki kumral kızın saçını bırakmamıştım. Biraz boğuşma sonucu ikisinin arasından sıyrılabildiğimde, bu sefer esmer hizmetçinin saçlarını sol elimle kavrayıp toplamıştım.

Yere bir tekmeyle devirdiğim, bana diklenen kumral hizmetçinin yüzünün tam ortasına geçirdim esmer kızın başını. Kafalarını birbirine tüm gücümle vurmuştum. Aynı işlemi iki kere daha yaptım. Sonra esmer hizmetçiyi ittirdim ve çenesine yumruk atıp tekrar ayağa kalktım.

Karan'ın beni savurmasına rağmen, kolunu bırakmamıştım. Arın'ın yüzüne bir yumruğu daha geçirmesine izin veremezdim. Karan "Eren!" diye cinnet eşiğinde bir sesle bağırdı. Bana laf anlatmanın anlamsızlığını fark etmiş gibi, öfkeyle dudaklarını birbirine bastırdı hemen ardından. Koyu kahve gözleri iyice kasvetli bir hal aldı.

Sağ eliyle saçlarımı başımın sol tarafından kavrayıp, başımı sağ kulağımın üstünden kalan tüm gücüyle Arın'ın başına vurdurdu. Sağ kulağımdan kurşunla vurulmuş gibi, sersemledim. Ses çok yüksek çıkmıştı. İki kulağımda çınlıyordu.

Banyo kapısının eşiğinde, dehşete düşmüş bir şekilde bize bakan sarışın hizmetçiye öfkeden deliye dönmüş gözlerim değip geçti.

Yalan yok, kendimi inanılmaz özgür hissediyordum. Yaptıklarımı eyleme dökerken o kadar rahattım ki, ne yaptığım konusunda en ufak bir rahatsızlığım yoktu. Ben sadece onlara öğretiyordum. Yanlış bir şey yok.

"Sana ben öğretmeliyim, Eren."

Bana diklenen kumral hizmetçinin dağılmış topuzunu tekrar kavrayıp, onu peşimden sürüklemeye başladım. Zaten hafif açık kapıyı bir tekmeyle açtığım sırada, kız bacaklarıma dolanıp özür dilemeye başlamıştı.

Normal, olanlardan sonra; bu rezalet ortaya çıktığında kale alınacak tek şey, o ve esmer hizmetçi kızın boğuşurken saçlarımı nasıl yolmaya çalıştığı ve yüzümü tırnakladıkları olacaktı. Şimdi, herkesin görebileceği bir yerdeyken benden af dilemenin onları kurtaracağını düşünmesi komikti.

Kıvrılan merdivenlere vardığımız sırada onu saçlarından yukarıya doğru yükselttiğimde, çığlık atıp kollarıma tutundu. Bu kadar güçlü olmamı beklemiyordu, gerçi güçlü olduğumdan değil; fizik bilgim olduğundan dolayı onu bir anda kavradığım saçlarından döndürüp, kıvrılan merdivenin tepesinden sarkıtabilmiştim. Ancak o aptal bunu anlamaktan bile acizdi.

Karan omuzlarımı kavradı. Yüzüme doğru eğilip, üzgün bir yüzle seyretti mavilerimi. "... Anlamaktan acizsin, Eren." diye mırıldandı.

Beni tutan kollarını bir hışımla geriye çektiğimde, ayakları yerden havalandı. Çığlık atarak ağlamaya başladığı sırada, yüzünün tam ortasına elimi gelişigüzel indirdim. Yüzümdeki gülümseme yerini deli bir öfkeye bırakalı çok olmuştu. Çırpınıyordu can çekişen balık gibi, ellerimin arasında. Tüm kontrol bendeydi.

Elim sertçe boğazına yapıştı. "Hık-" diye kesik bir ses döküldü dudaklarından. Sıkmaya başladım boğazını, rengi mosmora döndüğü sırada, etrafımıza yaklaşanlar olmuştu ama kimse dibimize gelmeye cesaret edemiyordu.

Karan'ın sağ eli sertçe boğazımı kavradığında nefesim kesildi. "Hık-" diye kesik bir çırpınış hariç bir tepki veremedim. Kısa sürede can çekişen balık gibi, kıvranmaya başladı bacaklarım.

Tenim kıpkırmızı olmuştu, alnımdaki tüm damarlar belirginleşmişti ve çenemi o kadar sıkıyordum ki dişlerim kırılacaktı, ben de hizmetçi kıza uyarak nefes almayı kesmiştim.

Kıpkırmızı kalmıştı teni... Boynundan yükselen damarların her biri o denli belirgindi ki damar yolunu çizebilirdim sadece ona bakarak. "Sikti mi seni?" diye sordu Karan boğuk bir sesle.

Boğuk bir sesle, "Sikti mi seni?" diye sorduğumda çırpınmayı bir anlığına kesip, bana şaşkınca baktı. Ne dediğimi hala kavrayamayan ben, kaydettiğim her şeye uyarak, onu aşağıya atmak için kolumu tam savurduğum sırada; sulu göz hemşire kız beni ve onu ayırarak araya girdi. İtti beni, o kadar güçlü itti ki hem de... geriye doğru savrulup yere düştüm.

Karan delirmiş gözlerle kıvrılan merdivenin sonuna bakıyordu. Görünen o ki, aşağıya atmıştı adamı. Zemin kattaki hole kadar düşmüştü.

Kumral hizmetçi kız öksürürken, sulu göz hemşire kızın kollarına tutundu ve teşekkür etmeye başladı ağlayarak. Bense, daha yeni, az önce söylediğim kelimenin ne olduğunu fark ediyordum. 'Sikti mi seni?' demiştim ona.

Afalladım, aptal aptal baktım hizmetçi kızın yüzüne. Göz göze geldiğimizde korkuyla irkilip çığlık attı ve daha da fazla ağlamaya başladı. Sulu göz hemşire kızın göğsüne bastırdı yüzünü, dizlerinden tüm güç çekilmişti görünen o ki.

Herkes Karan'a dehşet içinde kalmış, korkak gözlerle bakıyordu.

Etrafıma bakındım. Tüm hizmetkarlar bana korkuyla bakıyorlardı. Sanki ben bu hale gelene kadar... BÖYLE BİR ŞEYE DÖNÜŞENE KADAR!... Tecavüze uğradığım için beni suçlamamışlar gibi!

Gözleri hızla hepsinin üstünden geçip gitti, sözde gözdağı veriyor gibi duruyordu onlara ama ben biliyordum öyle olmadığını. Karan'ın bakışları kaçıyordu her birinden aslında.

Gözlerimi teker teker hepsinin üstünden hızla geçirip, ayağa kalktım. Yutkunmak istedim ama boğazıma oturan yumru öyle bir şeyin yumrusuydu ki mümkün değildi dökülmem. Gözlerim onun beni aradığı gibi, Karan'ı aradı. Ama burada değildi.

Onca senenin sonunda... Bir ömür boyunca ikimizde birbirimizden başka yüzüne bakabileceğimiz kimseyi bulamamıştık.

Hemen.

Hemen bir şeyleri değiştirmeliyim!

HEMEN!

Yoksa gidip kendi kafamı doğrayacağım!

Karan'ın odasına geri girdim. Sarışın ve esmer hizmetçiler çoktan ayrılmıştı odadan. Abartıyorum. Abartıyorum değil mi?

Ben, evet... ben! Ben, doğru olanı yaptım. Onlara hadlerini bildirmezsem, istismara uğradığım ve burada zorla tutulduğum halde beni zorbalamaya devam edeceklerdi. Öyleleri insan değildi, iyi bir dayağı hak ederlerdi. Suçluluk hissetmiyordum. Beni deli eden şey yaptığım, düşündüğüm tüm eylemlerin...

Aynanın karşısına geçip kendime baktım, tıpkı Karan'ın sabah yaptığı gibi.

"Sen ve o, aynısınız." Dedi annem.

Acıtıyor.

Sahip olduğum her şey; ruhum, kalbim, aklım ve umudum... Gördüğüm, duyduğum, tenime değdiğini hissettiğim rüzgâr bile acıtıyor.

Aklımı kaybetmemin sebebi, kendimi dönüştüğüm şeyden alıkoyamam.

Öyle acıtıyor ki, öleceğim sanırım.

Acıtıyor!

ACITIYOR!

Ellerim istemsizce havalandı ve yüzümü bir kafesle sardım. Aniden gelen bir titremeyle bedenimi geriye doğru çekmeye çalıştım. Okyanus esintisini içime çektim bileklerimden. Sonra... Yaptığım bu bilinçsiz hareketlerin ne olduğunu anlayarak ufak bir çığlık attım ve ellerimi yüzümden indirip bacaklarıma vurdum.

Başımı iki yana salladım hızla, birkaç kere. "Hayır. Ben onun gibi değilim!" diye bağırdım.

Sonra, kendi kelimelerim bana komik geldi. Evet, evet aynı değiliz. Manyaklık sınırını aşmış olmasam da... farklıyız.

Onlardan çaldığım bir histeriyle gülmeye başladım.

Doğru. Doğru aynı değiliz. Havai fişekler? HAVAİ FİŞEKLER!

Yüzüme yüzüme vurmaya başladım ve yerimde sertçe zıpladım birkaç kere. En sonunda, kendime son bir kez daha vurmak için elimi havaya kaldırdım. O kadar sert vurdum ki kendime, yere düştüm. Ya da oturdum. Hareketlerimi takip ettiğim bir anda değilim.

Son bir kez daha kıkırdadım. Doğru...

Aynı değiliz.

O, babasının bizzat özel olarak delirtmeleri sonucunda insanları merdivenden aşağıya gözünü bile kırpmadan atacak biri olmuştu. Ben ise... başımı hafifçe sola doğru eğdim, aynadaki yansımamı anlamlandırmaya çalışırken.

Gözlerim Karan'ın giysi dolabına döndü. Okyanus esintisinde beni uyuşturan, beni öldüren bir şey vardı. Kanser ediciydi, doğal bir uyuşturucu, sigara, nargile, alkol gibi.

Zararlı kabul edilen her şey gibi.

𓆨

 

Bölümde belirli travma sahneleri vardı. Etkilerini olağanca derin fakat eylemleri olağanca yüzeysel anlatmak istedim ama başarılı oldum mu bilemiyorum. Tavsiyeleriniz varsa dinlemek isterim?

Sizce Karan neden aniden duraksayıp kızı itti ve aynaya bakarken bir tuhaf oldu?

Eren'in sondaki hareketleri, kendinin ona benzemeye başladığını hissetmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eren'in annesi?

Loading...
0%