Yeni Üyelik
1.
Bölüm

TANITIM: Şeytan, Adem'e elmayı uzattı.

@yazarjose

Öncelikle, bu kitaptaki hiçbir şeyin gerçek olmadığını belirtmek isterim.

 

 

'Yasak tatlı olmasaydı, Âdem elmayı yemezdi.'

Buna inanıyordum eskiden. Sonra, seninle karşılaştım ve bu inancım bozguna uğradı. İşaret parmağımı kavradın ve kendi kalbinin üstüne bastırdın, bir şeyi kanıtlamaya arzusuyla. Seni anlamamı istedin. Ben ise bir soru sordum.

'Ya da... Âdem elmayı, Şeytan uzattığından mı almıştı eline?'

𓆨

Eren İpek Şahin, on altı yaşında bir kız çocuğuyken yedi yıldır üvey abisi olan ve eskiden çok da sevdiği Karan Sezer Şahin tarafından takıntı haline getirildiğini trajik bir olayla öğrenir.

Bu vahşete maruz kalmaya, önündeki üç yıl boyunca devam edecektir. Öyle ki, Eren sadece üvey abisi tarafından sürekli istismara uğramaz. Çevresindekilerin davranışları da onun kafayı sıyırmasını sağlayacak niteliktedir.

Hayatının dönüm noktası gelip de onu bulduğunda, Eren kendi yazgısının 'karanlığın kıyameti olmak' olduğuna çoktan karar vermiştir.

Ancak nedeni bilinmeyen bir sebepten dolayı kendi şehrinden sürülmüş, başıboş görünen ve ahlaki pusulası dengesiz olan bir adam; dönüm noktası: Sahir'in varisi Arın Kor Aslan'ın, hayatının içine girip Eren'in yüreğindeki nefret kulelerini birbir yıkmaya başlamasıyla, genç kızın tüm inançları bir kez daha sarsılacaktır.

Yüksek zekalı, cinsel istismar mağduru bir genç kızın algıları yönetme ve mafyanın yönettiği bir şehirde kendi örgütünü yükseltme hikayesi.

Öldürülmüş bir aşkın hikayesi.

İnsanlar söylediler ki;

"Sahiden düşmüş bir melekti. İsrafil geç kalınca, şehrin kıyamet Sûr'unu o üfledi."

Ve o genç kız da kaba bir tavırla güldü söylenenlere. Gölgelere dönüp seslendi;

"Neyse ki; sizlerin 'karanlık adam' deliliğine kefil olabilecek kadar güçlü bir ruha sahibim. Peki, sizler benim deliliğime kefil olabilecek yetkinlikte misiniz?"

𓆨

"Uykularından felaketlere uyanıyorsun, sonra, yeni kabuslar görmek için tekrar uykuya dalıyorsun. Gün geçtikçe canından oluyorsun, kanser senin ruhuna işlemiş. Pisliğe bulanmış bir hançeri saplamışlar göğsüne, her şeyi içine akıtmışlar. Yine de kalbin hiç kirlenmemiş, bebeğim. Kirlettirmemişsin. Yalnızca bu sebep bile, benim seni..."

Pek ahlaklı bir şey söylemeyecek olmalı ki sustu, sessiz bir soluk çekti içine, bariz bir hırs barındıran.

Konuşmaya devam etti, biraz daha hırıltılı bir sesle. "Geceleri uyanıp, kulağıma tedirginliklerini fısıldıyorsun. Uyuduğumu zannedip, beni okşuyorsun. Farkındasın değil mi? Dokunuşlarına alıştıkça, kışkırtmaların daha da zorluyor insanı."

Sustu. Her şeyin bu kadar farkında olması bile tuhaftı benim için. Sakin bir sima takınmakta oldukça başarılıydı aslında ama, ben yoğun hislerini gözlerindeki parıltılardan yakalayabiliyordum. Bu da kafamı daha da karıştırıyordu.

'Hiçbir şey... beni ondan söküp alamaz mı?' diye soruyordum kendi kendime. Ben bile beni ondan alamazmışım gibi duruyordu.

Kaldı ki, belki de ikimizin sonunu, tahmin ettiğimden daha da iyi görebiliyordu Arın Kor Aslan. Belki de her şeyin en az benim kadar, hatta benden daha fazla farkındaydı.

İkimiz için inançlıydı yine de. Kendine mi bana mı güman ediyordu? Bilmiyorum.

Yoğun duygularının etkisiyle gözlerinin, kızıl saçakları uzamıştı. Bu sarhoş bakışları beni bir şüpheye düşürse de... beni bu kadar istemeye devam etme sebebi kör bir aptal gibi, gerçeklerin farkında olmaması yüzünden olamazdı; cesur olmasından kaynaklı olabilirdi bir tek.

Evet... Arın gerçeklerin en az benim kadar farkındaydı. İnkâr edip aptalı oynasa bile, içten içe biliyordu.

Onun keskin zekasını, kendi içine kapanan aynalar misali zihninde yansımalara terk ettiğini biliyordum. Hiçbir şeyin sahiden umurunda olmasını bekleyemeyeceğim türden bir adamdı, ama... bir şekilde, beni sahiden umursuyordu.

Beni istiyordu ve benim aksime, düşündüğü çok fazla şey yoktu. Tek bir odağı vardı, iki dudağının arasından zikredilecek son kelime benim adımdı.

İkimizin de birbirinin yarasını deşecek savaşları vardı. Birbirimizi tamamlama yöntemimiz; çocuk kalbimizin dileklerini ezip geçmeyi gerektiriyordu.

Ve benim tüm dileklerimi silip atacak, yerine kendi duasını yazacak güçte bir etkiye sahip olan bu adam, ezip geçmekten korkmazdı. Fakat bu onu zannedilenin aksine kusursuz değil, kusurlu yapıyordu.

Her defasında kendi çocukluğunu ezip geçecek, kendini asla affetmeyecekti o. Çocukluğunu zihninin dipsiz köşelerinde mahkumluğa terk edecekti, merhametsizce. Günahlarını bir sır gibi saklayacaktı benden.

Ben ise kendi çocukluğumu ezip geçemediğimden, günahlar işleyecektim. Ta ki o benim çocukluğumu ezip geçene kadar.

Birbirimize aykırı savaşlar vermeye hazır iki kişiydik işte. Birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı.

Diğerlerine zarar ve ziyan, birbirlerine figan olacak bir ikiliydik.

Yanlış gelen, ama kötü olmayan hislerim bunu çağrıştırıyordu bana. Evet... Yanlış ama kötü dememin mümkün olmadığı, daha öncesinde hissetmediğim tuhaf bir histi beni ona bağlayan.

Onun bana bağlılığından doğmuş bir histi. Gücü benim kalbimi harekete geçirmeye yetebilmiş tek adamdı o.

Üstelik her şeyi o başlattığı için, ben sona erdiremezdim.

Hiçbir zorunluluk Arın Kor Aslan'ı birine bağlı olmaya mecbur kılamazdı. Bu yüzden onu bana bağlı, dolayısıyla bana mecbur kılan şey; korku ya da tehlike değildi.

Onu bana figan olmaya hazır eden şey, dediğim gibi benim hissettiğim duyguları da var eden; benim hislerimin kat be kat fazlası olsa da aynı iç güdülerden doğan bir histi.

Tuhaf, aptal bir his. Bir çeşit sancı.

Öyle ki hiç bitmeyen işkencelerine rağmen Karan'ın yanında kalmaya zorlandığım onca zaman kaçıp gidemediğim için delirmedim. Şey, bu kadar dayanılmaz bir istek olarak uykularımı kaçırmıyordu en azından diyelim. Ama onun yanındayken, onun yanında kalmam halihazırda gerekliyken kaçıp gitmek istiyordum yanından.

Havada, beni karşımdaki adama kaptıracak bir nem vardı. İçimi soğutan, acılarıma üfleyen ancak beni sıkıntılı bir buhrana da sokan bir nem.

Nem...

Deli gibi ona çekilmem ve yine aynı delilikle ondan kaçıp gitmek istememin sebebi mevsim değişikliği miydi sahiden? Kendi düşüncem bana bile absürt geldi.

Kaldı ki bu, absürtlükler, delirmemem için dayanağımdır aslında. Kaçmak ve yapışmak istemem... Kararsızlıklarım, evet. Bu adam, benim kararsızlıklarımın kaynağı. O olmasaydı, her şey; çok daha acı olurdu ama hiç ağlamak istemezdim.

Sakin, sessiz mimikleri vardı dediğim gibi, derin bakışları ile tezat düşen. Gözleri, ifadesiz tuttuğum yüzümün her bir köşesinde dakikalarca takılı kaldı. Her baktığı köşede yeni bir mısra diziyordu benim için kalp atışlarıyla. Beni kendi tarzıyla ezberliyordu sanki.

Evet. O... Kendi tarzına sahipti. Beni kendi bildiği yolla ezberledikçe, benim kendi bildiğim ezberimi de bozardı.

O ne yapması ne demesi gerektiğini hep biliyordu, benim gibi sürekli düşünmek ve stres altında kalmak zorunda değildi. En çok da bu etkiliyordu beni. Aramızda, öfkesinden tımarhaneye yatırılacak kadar kontrolsüz bir akla sahip olan oydu ama çoğunlukla kendini kontrol edebilen de oydu.

Benim zihinsel kontrolüm, soğukkanlı bir plandan kaynaklanırdı. Ama onun kontrolü, insanlığından, nezaketinden... benden.

Kıskanıyorum seni, çünkü ben senin gibi biri değilim. Ben insan bile değilim.

Nasırlı, buğday rengi elleriyle başımı iki yandan kavradı. Birkaç saniye bekledi, her bir hareketinden sonra birkaç saniye bekliyordu onu onaylayıp onaylamadığımı anlamak için. Beni büyülemekte üstüne yoktu.

Saçlarımı okşadı, yatağında gerisin geri uzanırken beni de kendiyle birlikte çekti. Sırtını duvara vermişti. Yavaşça, çıplak göğsüne başımı yatırdı. Kalp atışlarını duyabiliyordum, oldukça hızlılardı. Öyle bir ritim tutturmuştu ki kalp atışları, tüm istediklerimizi haykıracak sözleri getiriyordu aklıma. Kalbi günahın diliydi benim nazarımda, kulağıma fısıldıyordu her bir atışta.

Şişkin kolları, gövdemi tamamen sarıp beni kendi yuvası altına aldığında; bir nefsin cazibesini tamamen hissettim. Yakıyordu.

Bacaklarını yukarıya doğru çektiğinde bedenimi üstünde olmaya zorladı. Gerildim, çok yakındık. Uyluklarının üstünde doğrulmaya çalıştığımda beni durdurdu. Ancak başımı göğsüne geri yaslamadı, beni kendi istediği gibi durmamız için zorlamadı. Sadece boynumdaki saçları hafiften tutuyordu.

Hiçbir şey için zorlamazdı beni, bunu bilmekten çok buna inanıyorum artık.

Yaptığı her şeye rağmen.

Boynunu öğe eğerek yüzünü bana yaklaştırdı, gözleri gözlerimi takip ediyordu. Bakışlarımı ondan ayırmaya iznim yoktu.

Üstümdeki etkisini mi anlamaya çalışıyordu yoksa sadece yüzüme yaklaşmak istediği için mi bunu yapıyor, bilmiyorum. Yaptığı hiçbir şeyin sebebini eşelemek istemiyorum, zaten sebebi biliyor olmak istiyorum.

Alınlarımız birbirine değdi. Burnundan soluduğu hava yüzümü ısıttı. Onda büyülü bir şey var... Yüzüm büzüldü irkilip, kabul etmeyerek. Korkarak.

Beni hiçbir şey öldüremese bile sen kesin öldüreceksin.

Geriye doğru gitmeye çalışmak istediğimde ise sağ eliyle yanağımı avuçladı. Tenimde dokunduğu yerlerden sıcak bir dalga yayıldı iliklerime kadar, yine. Alev aldı yüzüm. Sırtım istemsizce onun hareketlerine karşı yay gibi gerildiğinde; bedenimin her bir yanında karıncalanma hissettim.

Yay gibi gerilen sırtımdan mütevellit, sertleşme emareleri gösteren göğüslerim artık şiştikçe ona sürtünmeye başlamıştı. Göğüslerim şişip de ona daha da yaslanmasın diye nefes almayı bile kestim. Bunun üstüne sol elini boynumdaki saçlardan çekip, belimin arkasına getirdi ve beni tamamen kendine bastırdı.

'Uzaklaşma' demenin keskin bir yolu.

Ona karşı hangi tepkiyi vereceğimi seçemediğim bir aptallığın etkisi altına girmiştim. Dudaklarım hafifçe aralandı bir şey deme isteğiyle. Ellerimi, omuzlarına getirdim kendimi ondan geriye ittirebilmek için. Fakat müsaade etmedi ya da ben çok inat etmedim, bilmiyorum.

Bir saniye daha bekledi beklemedi, gözlerimin tam içine bakarak içinden geçeni söyledi. Benim içimi okumuş gibi.

"Benden korkmadığını kanıtlamaya çalışma." Dedi. Daha çok bir fısıltı gibi çıkmıştı sesi. Gür ve toktu ama bir fısıltıydı yine de işte. Çok uzun zamandır söylemek istediği, ama kendine sakladığı bir sırdı sanki sözleri.

... O kadar belli ettim mi?

Aşkının beni nasıl darmaduman ettiğini biliyordu. Açıkça, aşkını ifade etmesine hazır olmadığımı bildiği gibi. Akıl almaz ve felaket bir şeydi. Eh, bu ikisi bir araya geldiğinde de anca figan doğardı. Ya bana ya ona. Korkarım ki, ona.

Yatağın hemen yanındaki lamba, yüzünü altın renginde parlatıyordu. Küçüklüğünde, güneşten bir parçayı ona yedirmişler sanırım. O yüzden parlak bir altını andırıyordu böyle. Onun... bana göre bir çeşit kutsallık barındırdığı doğru. Çukurlarına gölge düşen altından bir heykeldi o.

Kim, onun hakkında ne derse desin, fark etmez. Bana ne anlatırlarsa anlatsınlar, çok biliyorlar ya...

"Ben seni herkesten iyi bilirim, bunu kimse, sen bile değiştiremezsin. " dedim biraz ciddileşerek, inançlı bir sesle.

Sen de bana böyle demiştin bir keresinde, hatırlıyor musun? Sana, böyle söylediğinde çok soğuk bir yüzle bakmıştım, ama... aslında, kendimi ne denli mutlu hissetmiştim bilemezsin Arın. Ne denli iyi hissetmiştim... bilemezsin.

Dudaklarımız birbirine epey yakındı. İçimize çektiğimiz her nefeste, boşa bir uğraşı devam ettirmenin umudu vardı.

...

Ben sana defalarca 'Sana yalnız felaket getiririm, beni sevmenin sana bir faydası olmaz.' demedim mi?

Şeytan, Adem'e elmayı ne diye verdi zannediyorsun Arın, tatlı yesin diye mi? Hayır. Bilmelisin ki... bazı tatlar yasaktır, Kor. Sana, benim bir yasak, bir zehir olduğumu anlatmaktan yoruldum. Hep kendi bildiğini okuyorsun, beni de kendi ezberine katıyorsun.

Bir kayıkla, okyanusları aşma gayreti gösteren bir mahkûmun küreği sallaması gibi; beyhude bir çabayla karşı kıyıya varmayı umuyordu dudaklarımız. Bende abes kalacak, utangaç bir tavırla tekrar geriye çekilmeye çalıştığımda beni boynumdan bastırdı. Yüzüne doğru. Ve... ikimizde bir yasağı çiğnedik.

Dilinde kırmızı elma tadı var.

Yasak tatlı olmasaydı, Âdem elmayı yemezdi.

Ya da... Âdem, elmayı Şeytan uzattığından mı aldı eline?

Cezasını bile bile?

𓆨

 

Eveeet Tanıtım bölümünü nasıl bulduğunuz sevgili okurlarım? Lütfen oylamayı unutmayın!

Loading...
0%