@yazarnealaka
|
Ablamla arabadan indiğimiz anda istemsizce kocaman bir kahkaha attım. Ablamsa yüzünü buruşturup valizini çekiştirerek apartmana doğru yürümeye başladı. "Yarın, Senem. Ne olur tüm dalganı sabah sakla. Çok yorgunum gerçekten." Kendi kendime gülerek apartmana girdiğimizde bile kıkırdamaya devam ediyordum. Dördüncü kata çıktığımızda evi ne kadar özlediğimi fark ettim. Hızla içeri girdiğimizde ablam beni umursamadan odasına ilerledi. Ben valizimi odama bırakıp annemleri görüntülü aradım. Bu sırada kendime kahve yapıyordum. "Hayırdır kızım bu saate?" Annem elinde kocaman bir şarap bardağı ile denize bakan koltuğunda oturuyordu. Her zamanki gibi. Kendisine alkolik demek istemezdim fakat öyle olduğu su geçirmez bir gerçekti. Kolumdaki saate baktım. "Saat daha on iki. Senin için erken bile sayılır anne." Dediğimde anlamadığım bir şeyler mırıldandı fakat ses ağzına götürdüğü kadehinin içinde boğuldu. "Neyse, döndüğümüzü haber vermek için aramıştım." Annem yakın gözlüklerini çıkartarak boynuna astı. "İyi yapmışsınız nasıl geçti tatil?" Telefonu su ısıtıcısının yanına sabitleyip, fincana uzanırken omuzlarımı silktim. "Sıcaktı, sürekli kaybolduk, Ezgi sürekli söylendi, saırım tatilden bir tek Yonca keyif aldı." Annem hafifçe başını olumlu anlamda salladı. "Kısaca bok gibiydi yani." Dediğinde yüzümde küçük bir gülümseme oluştu. Hazırladığım kahveyi ona doğru 'şerefe' der gibi kaldırdım. "Aynen öyleydi." Kahvemden bir yudum aldım. "Babam nasıl?" Annem yavaşça arkasını dönüp dış kapıya baktı. "Delirdi. Sapık gibi sabahtan akşama kadar çardak yapmaya çalışıyor. Bir tahta dikiyor diğeri yıkılıyor." Kahkaha attım. "Hala çardakla mı uğraşıyor?" Annem kameraya doğru döndü ve elini havada savurdu. "Yok, internetten nasıl çardak yapılır videosu falan izliyor herhalde." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ne zaman geliyorsunuz?" Annem duraksadı. "Doğrusu bende bilmiyorum. Baban çardağı bitirmeden nalbur dışında bir yere gidecek gibi durmuyor." Duraksayarak şarabından bir yudum aldı. "Bu da demek oluyor ki iki üç hafta buralardayız. Sonrasında Sezgi gidiyor. Herhealde ablan da döndükten sonra geliriz." Şarabından küçük bir yudum daha aldı. "Neden sordun?" İçtiği şarabın kırmızısı, kısacık kesilmiş saçlarının arasından ellerini geçirdiğinde iç çektim. "Sizi özledim." Annem hafifçe gülümsedi. "Bizde sizi özledik. Üşenmeyin de bir kere siz gelin. Baban yazları burada geçirin, denize gitmek uzak diye size havuz bile yaptı." Havuzu yapmaya çalışmış ve başaramayınca da yaptırmak zorunda kalmıştı fakat hiçbirimiz bu konuda aksini iddia etmiyorduk. Eve konulan her yenilik kötü veya iyi babamın bir şaheseri gibi karşılanıyordu. O yapmış olmasa bile. "Bakalım bir zaman ayarlamaya çalışacağım." Annem başını olumlu anlamda salladı. Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Uyandığımda yine aynı rüyaları görmüştüm. Elini cebine sokmuş bir adamın gölgesini elimde tuttuğum kolyeyi kullanarak takip ediyordum fakat bu rüya artık bana komik gelmemişti. Adamın gölgesi dar caddelerin arasında sürekli kayboluyor, kolye adamın gittiği yöne doğru uçuyor bende ucunu tutarak koşuyordum. "Deliriyorum." Kendi kendime fısıldadığımda kapı çalmaya başladı. Ayaklandığımda Ablamın kapıyı çoktan açtığını duydum. Salona girdiğimde Yonca salaş moda tarzına uygun kıyafetlerini giyinmiş, yaşlı ninenin verdiği kolyeyi takmış bir şekilde oturuyordu. Hararetle bir şeyler anlatıyordu. "Dün olan şey çok çok garipti. Murat kolyeye dokunduğu anda nasıl ortadan ikiye ayrıldı." Ablam yanımdan geçerek elinde tuttuğu tepsiyi Yoncanın önündeki masaya bıraktı. "Saçmalama Yonca. Biliyorum böyle evrendir, enerjidir çok inanıyorsun ama eminim ki durumun fiziksel bir açıklaması vardır." Yonca hızla uzanıp dumanı tüten kaveyi aldı. Bense hala daha salonun girişinde dikiliyordum. Uyanır uyanmaz ayılan tiplerden değildim. "O zaman kolyeme dokun." Ablam uzanıp sallanan kolyeyi tuttuğunda hiçbir şey olmadı. Yonca yüzünde zafer kazanmış bir gülümseme ile geri yaslanırken ablam ofladı. "Ne bileyim, belki eli ıslaktı, sıcaktı, soğuktu. Bunlar tetikledi." Ablam bana doğru döndü. "Senem, şu kolyeye bir dokunsana." Beynim o kadar donuktu ki ikiletmeden yürüyüp dediğini yaptım. Soğuk kristali elimin arasına aldığımda hiçbir şey olmadı. Ablam derin bir nefes alıp verdi. Bir süre durdu. Sonra eliyle haveyi işaret etti. "Kolyeyi kahveye sok." Yonca bir anlığına kaşlarını çattı fakat hemen sonrasında anlık bir heyecanla kahveyi çıkartıp kahvenin içerisine daldırdı, biraz bekledi ve çıkarttı. Kristal damlayan kahvenin arasında ışıl ışıl parlıyordu. Sonrasında büyük bir savaşa başladık. "Belki soğuk tetikliyordur." Kolyeyi buz gibi suyun altına tuttuk, buzlukta biraz bekletip sıcak suyun altına da tuttuk. Ablam ellerini beline koyarak duraksadı. "Belki de ısı ile ilgisi yoktur." Yonca bana doğru döndüğünde gözümdeki çapakal uğraşıyordum. "Sen ne düşünüyorsun, Senem?" Derin bir nefes alıp veririken gözlerimi ovuşturup düşündüm. "Keşke Ezgi sevgilisini kucağına alsaydı, birimizde arabayı kullanırdik. Öyle daha rahat olurdu." Yonca kaşlarını çatarken ablam sinirle ofladığında yüzümü buruşturdum. "Ne? Tüm yol sıkış tıkış oturmaktan her yerim tutuldu." Elimle yüzümü ovuşturdum. "Tamam, Şöyle yapalım." Dudağımın içini kemirerek biraz düşündüm. "Sevdiğin birine dokunduğunda kalp atışların hızlanır." Ablamın yüzü aydınlandı. Yoncaya döndü. "Koş Yonca." Yonca şaşkınlıkla ablama bakmaya devam ederken Sezgi tezgahta duran kolyeyi alarak Yoncanın boynundan geçirdi. "Koş." Yonca hızla koridordan benim odama doğru koştu. Sonra döndü. Salonu turladı. Bu işlem o nefes nefese kalana kadar devam etti fakat kolye çatlamayı bırak çıtlamadı bile. Sonrasında saatlerce kolye üzerinde deney yaptık. Eve verdiğimiz sparişi getiren adamdan bile kolyeye dokunmasını rica ettik. En sonunda Yonca yorgunluktan bayılmış bir şekilde kanepede uzanırken Sezgi elinde bir çekiçle odaya girdi. Yonca hemen doğruldu. Elimde bir pizza dilimi ile cam yemek masasında oturuyordum. Gözlerimi kocaman açarak saçma sapan bir kolye yüzünden deliren ablamı sesizce izledim. "Sezgi, sakın!" Ablam daha Yonca harekete geçmeden cam masanın üzerindeki kolyeye çekiçi indirdi ve kocaman bir gürültü koptu. Masa tuzla buz olmuştu. Üzerindeki her şey yere saçılıp cama karışırken elimde kalan pizza dilimine baktım. "Sezgi ne yaptın?" Yonca hayretle sorduğunda Sezgi derin bir nefes alıp verdi. "Yonca çok özür dilerim ama bu kolye beni gerçekten delirtmişti. Bir şekilde çatlaması, kırılması gerekiyordu ve kendimi durduramadım. Sabahtan beri bunu planlıyorum." Sinirle cam kırklarına baktı. "Bir kere vursak tuzla buz olacak fakat bir cesaret edememiştim." Koltuğun üzerinde kıpırdandım. "Sana valizimi boşaltınca benim kolyemi veririm olur mu?" Yonca hafif bir üzüntü ile başını olumlu anlamda salladığında boğazımı temizledim. "Hani peki bu kadar delirmeseydin de bir yemek masamız olsaydı nasıl olurdu zeka küpü." Ablam ilk defa bana kızmadan pişman bir suratla baktı. "Özür dilerim. Gerçekten nedenini bilmiyorum fakat kendimi kaybettim." Yanağımın içini ısırdım. "Burayı sen temizliyorsun, şu saçma tatiline gitmedenn önce de buraya yeni bir masa alıyorsun." Sözlerimin emir tonuna karşılık sinirlense de bir şey diyemeden başını olumlu anlamda salladı. "Bir de gel beni buradan kucağınla taşı, yerler cam içinde." Ablamın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktığında sinisice gülümsedim. "Koltuğa kadar." Yonca hızla bana doğru yaklaştı. "Be taşırım." Kendisi sporla fazla ilgilendiğinden kaslı bir ablamızdı. "Ama öylesi hiç eğlenceli değil. Mükemmel ablanın hatasının cezasını çekmesi gerekli." Dediğim anda ablam tam beklediğim tepkiyi verdi. "Sen bu kadar vasat bir kardeş olmasaydın ben bu kadar mükemmel gözükmezdim. O noktada sana teşekkür etmeliyim." Laf sokması ile pizza diliminden bir ısırık aldım. "Kusurlarını alçak gönüllülükle kabul etmen ne güzel bir şey." Ben ağazım dolu konuşurken Yonca beni kucağına almış bir prenses gibi taşıyordu. Bu sırada gözüm bir şeye takıldı. O kadar cam parçasının arasında puslu bir kristale. Üstelik tam parça duran bir kristale. "Ama kusurlarını bu kadar çabuk ortaya dökmemen için elimden hiçbir şey gelmiyor." Hala Yoncanın kucağındayken kolumu omzuna attım ve pizzayı uzatarak az önce gördüğüm kolyeye doğrulttum. "Üstelik cansız bir taş parçası bile seni yenebiliyorken." Ablamın kaşları şaşkınlıkla çatılırken hızla koşarak cam parçalarının arasına eğildi. Kolyenin zincirini buldu. Tırnak uçlarıyla kaldırdığındaysa herkes şok oldu. Bunu nereden mi biliyorum. Çünkü Yonca tek parça kolye ucunu gördüğü anda beni koltuk yerine yere bıraktı. Düşüşün etkisi ile acı bir çığlık atsam da Yonca dönüp bakmadı çünkü ablam hala elinde duran çekiçle deliler gibi yere koyduğu kolyeye vurmakla meşguldü. "Ya siz vicdanınızı ve aklınızı mı kaybettiniz?" Diye bağırdığım anda kapı bir anda yumruklanmaya başladı. Üçümüz de irkildiğimizde zor bela ayağa kalktım. Yonca ablamı sakinleştirmek için onun yanına ilerlerken bende seke seke kapıya vardım. Hala elimde tuttuğum pizzayı dişlerimin arasına sıkıştırıp bir elimle belimi tuttum ve yüzümü buruşturup kapıyı açtım. İşte tam bu anda masal bitti ve kabus başladı. Atakan Haskara kapı kadar boyu ve cüssesi ile karşımda dikiliyordu. Bu adamda en çok nefret ettiğim şeyin ne olduğunu bilmiyordum fakat en iyi bildiğim şey bu orospu çocuğunun benim içimde iyi olan her şeyi silip süpürdüğüydü. |
0% |