@yazarus_1
|
O benim korkularımı bilirdi, beni korkularımdan vurması tahmini zor birşey değildi lakin insan sarsılıyordu işte... Onun yüzünden sırtımdaki bıçak izlerinin sayısını ben bile unutmuştum, ama o... Ama o hiç birşeyi unutmazdı... Her akşam yaptığımız gibi benim balkonumda oturmuş muhabbet ediyorduk. Yaz sıcaklarının son kırıntıları rüzgarla savrulurken, Can elindeki kahveyi bırakıp gökyüzüne baktı. "Yıldızlar..." dedi mest olmuş gibi çıkmıştı sesi. "Gökyüzünün karanlığını nasıl aydınlatıyor değil mi?" Bende onun gibi kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Aklıma düşen anıyla kıkırdadığımda Can bana bakmıştı. "Niye güldün?" diye sordu meraklı bakışları arasından. "Ben karanlıktan çok korkarım," dedim bir çırpıda. "Akşam olduğunda odama gidip uyumak benim için ürkütücü olurdu. Babam da odamın tavanına yıldız şeklinde LED ışıklar takmıştı, sen öyle yıldızlardan bahsedince geçmişe gittim." Can beni dikkatle dinliyordu. "Hâla karanlıktan korkuyor musun Ordu Güzeli?" diye sorduğunda dudaklarımı ısırdım. Can benim memleketimi öğrendiğinden beri bana o şekilde seslenirdi. "Korkuyorum," dedim dümdüz. "İnsanların korkuları olmamalı," dedi hafif çarpık gülüşüyle. "Korkuların bir gün karşındaki insana koz verir ve zamanı geldiğinde o kozu kullanmaktan çekinmez." Tabi ben o zamanlar bunun gerçek olabileceğini düşünmemiştim. "Çevremde bana zarar verecek kimse yok," dedim apaçık bir şekilde düşüncemi ifade ederek. "Bilemezsin," dedi tok bir sesle. "Bugün dost bildiğin yarın düşmanın oluverir."
*** Bedenim zangır zangır titrerken Can'la göz göze gelmiştik. Turgut'a doğrulttuğu silaha baktım. Benim yüzümden ona zarar gelmesini istemezdim. "Ordu Güzeli..." dedi Can tükürür gibi. "Sana çok yakında kavuşacağımızı söylemiştim." Kibir dolu bakışlarına tiksintiyle karşılık veriyordum. Turgut bana döndüğünde sen neden mutfaktan çıktın der gibi bakıyordu. "Gelsene yanımıza," dedi bu seferde Can. Teknenin merdivenlerinden inerken etraftaki gerilim bütün bedenimi sarmıştı. "Lütfen silahını indir Can..." dediğimde ona doğru yaklaşmaya başlamıştım. "Neden?" diye sordu Can. "Bu herif seninle kavuşmama engel olabileceğini sandı! Onu öldürmek boynumun borcu oldu!" Ölüm kelimesinin ağırlığı altında yüreğim sıkıştı. "Lütfen..." dedim bir kez daha, çaresizdim, korkuyordum. "Bir buçuk yıldır neredeydin Berra?" diye sordu Can. Sonra aklına birşey gelmiş gibi kafasını salladı. "Herneyse, bunları uzun uzun konuşacak vaktimiz olacak." "Bana bak!" diye bağırdı Turgut. İçimden ona "sus" diye haykırdım. "Onun kılına zarar gelirse seni yaşatmam!" Turgut'un tehtiti can'da hiçbir etki bırakmamıştı. Alaycı bakışlarını yüzüne takınıp silahın namlusunu Turgut'un alnına dayadı. "Bu cesaret nereden geliyor?!" dedi Can. "Ölümün eşiğindesin, şu tetiği çeksem şuracıkta geberir gidersin! Haddinden büyük laflara girme, altında ezilirsin!" Turgut burnundan güldü. "Can Kozan! Babasının evlatlıktan red ettiği Can Kozan! Ailesinin bile sırt çevirdiği adam karşıma geçmiş bana ders vermeye çalışıyor!" dedi Turgut pişkin bir ifadeyle. Hayır Turgut! Sus artık! Damarına basıyorsun! Can'ın sinirden belirginleşen boyun damarları, koyulaşan hareleri, sık nefes alışverişleriyle sol gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzüldü. "Son duanı et!" diye adeta kükredi Can. "Dur!" diye bağırdım. "Ne istersen yaparım ama ona zarar verme!" Turgut öfkeyle bana baktı. "Berra!" dedi uyarıcı bir tonda. "Ne istersem öyle mi?" diye sordu Can. Turgut'un alnından silahı çekmişti lakin bu seferde Can'ın adamları silahlarını Turgut'a çevirdiler. "Evet..." dedim tiz bir sesle. "Benimle geliyorsun Berra!" dedi Can. Turgut, Can'a doğru koşacağı sırada Can'ın adamları buna tabikide müsade etmemişti. "Hadi Ordu Güzeli, gidelim." Can elini tutmam için bana doğru uzattı. Turgut'a baktım, kafasını hayır anlamında sallıyordu. "Ona zarar vermeyeceksin değil mi?" diye sordum emin olmak adına. Can gülümsedi. "Zarar vermek mi?" diye sordu alayla. "Tabi ki vereceğim. Seni hiçbir zaman bulamayacak ve bu ona vereceğim en büyük zarar oldacak!" Derince yutkundum. "Berra!" diye bağırdı Turgut. "Bu şerefsizle gitmeyeceksin!" Birkaç adım attım, Can'ın elini tuttum. Tekneden inmeden önce arkamı dönüp Turgut'a baktım. "Beni bulacaksın, hatta yaylada seninle kahvaltı yapacağız. Unutmadın değil mi?" Turgut belli belirsiz gülümsedi. "Berra..." dedi acıyla. Adamlardan biri Turgut'un ensesine silahla vurarak sözünü yarıda kesmesine neden olmuştu. "Hayır!" diye bağırdım. Turgut'a doğru gidecekken Can beni zorla çekiştirerek kendi teknesine bindirdi.
3 saat sonra Burnuma çalınan rutubet kokusuna artık alışmıştım. Burası neresiydi hiçbir fikrim yoktu. En son hatırladığım Can'ın elinden kurtulup Turgut'a gitmek için çırpındığım dakikalardı. Daha sonrasında başıma aldığım darbeyle bayılmış, gözlerimi açtığımda karanlık bir odada zeminde yatılı bir vaziyetteydim. Can beni korkumla terbiye etmeye çalışıyordu. Karanlıktan korkutuğumu söylemiştim ona, korkularını kimseyle paylaşma dediğinde aklıma bunları yaşayacağım gelmezdi. Ayaklarımı karnıma çektim, "Korkulacak birşey yok," diye kendimi avuttum. "Kurtulacaksın." Kurtulacaktım, buna içten bir şekilde inanıyordum. Odanın kapısının kilit sesini duyduğumda ayağa kalktım. Kapı gıcırtıyla birlikte açıldığında içeri süzülen ışıkla derin bir nefes aldım. Can içeri gülümseyerek girdi. "İyi uyudun mu Berra?" dedi umursamaz çıkmıştı sesi. "Seni rahat ettirebildim mi?" Kapıda süzülen ışık Can'ın yüzünü aydınlatmaya yetiyordu. "Beni nereye getirdin?!" diye tısladım. "Bu yaptığın cezasız kalmayacak! Bana yaşattığın hiçbir şey cezasız kalmayacak?!" Savurduğum tehtitler üzerine boğuk bir kahkaha patlattı. "Bu cezayı bana kim kesecek Berra?" diye sordu alayla. "Hiçbir işe yaramayan sevgilin mi?" Turgut'tan bahsediyordu. "Yoksa ölen abin mi?" "Abimi o pis ağzına alma!" diye bağırdım. "Tamam..." dedi gülerek. "Pekâlâ, kim kaldı?" Kafasını kaşıdı düşünür gibi. "Baban..." dedi. "Abinin ölümünden sonra toparlanamayan baban mı cezamı kesecek?" Ellerimi yumruk yaptım. Sinirden kaskatı kesilmiştim. "Söylesene Berra? Kim benim cezamı kesecek? Etrafındaki işe yaramaz insanlar mı?" Öfkeyle ona doğru koşup yakasına yapıştım. "Onlara hakaret etme hakkını kim veriyor sana?!" diye bağırırken bir yandan da yakasından sarsıyordum. Ellerimi hışımla itip, "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış," dedi ve ceketini eliyle süpürür gibi yaptı. "Can!" diye bağırdım. "Sen benden ne istiyorsun?! Yetmedi mi bana yaşattıkların?! Ödediğim bedeller yetmedi mi sana?!" Ensesini ovdu. "Gerçekten bu kadar saf mısın Berra? Yoksa safa mı yatıyorsun?" Beni baştan aşağı süzdü. "Birlikte bir işe başladık seninle! Öylece bırakıp gidebileceğini nasıl düşündün?" "Zorunda kaldım!" diye bağırdım. "Beni sen zorladın!" Kafasını hayır anlamında salladı. "Benden sana iş bulmam konusunda yardım istedin, bunu unuttun mu?" Kahkaha attığında kaşlarımı çattım. "Unuttum desen şaşırmam, sonuçta akıl hastanesinde yatan bir kadın var karşımda." Bedenim buz kesmişti. Benim hastanede kaldığımı biliyorsa, beni onca zaman takip ediyordu. "Teknede bir buçuk yıldır neredeydin derken biraz salağa yattım. Senin her adımından haberim vardı Berra." Vücudum istemsiz tir tir titriyordu ve ben bunu durduramıyordum. "Ne istiyorsun?!" diye sordum dişlerimin arasından. "Ölmeni..." diye fısıldadı. "Acı çeke çeke ölmeni. O kadar şey bilirken seni sağ bırakacağımı mı düşünmüştün yoksa?!" Gülümsedim. "Tamam," dedim kabullenerek. "Öldür." Dilini damağına vurdu. "Acı çeke çeke dedim. Ölümün öyle kolay olmayacak Ordu Güzeli."
|
0% |