@yazarus_1
|
Keyifli okumalar...
Şarkı bittiğinde bedenim zangır zangır titriyordu. Turgut öylece bana bakıp kafeden çekip gitmişti. Beni nasıl bulmuştu? Kalbimdeki sızı onu özlediğim için miydi? Daha kaç gün olmuştu ki, bu kadar kısa süre içinde bir insan özlenir miydi? "Berra? Birşey mi oldu?" Pars'ın telaşlı sesi bana uğultu gibi geliyordu. "Ben eve gitsem sorun olur mu?" diye sordum. "Birlikte gidelim, ben Zeynep Hanım'a haber vereyim hemen," diyerek yanımdan ayrılacağı esnada kolunu tuttum. "Sen kal Pars. Yalnız kalsam daha iyi olur." Pars'ı arkamda bırakarak koşar adım sahneden inip çıkış kapısına yöneldim. Kafeden çıktığımda etrafıma bakındım, belki de hâla buralardaydı. "Turgut?" diye bağırdım. Belki de benzetmiştim, sonuçta insan insana benzerdi. Işıktan dolayı Turgut'a benzetmiş olabilirim. Evet, kesinlikle böyle, böyle olmalı. Kafe eve yakın olduğu için yürümeyi tercih ettim lakin bundan kısa süre içinde pişman olmuştum. Montumu kafede unuttuğum aklıma geldiğinde ise çoktan yarı yola gelmiştim. Soğuktan dolayı buz tutmuştu bedenim, avuçlarımla kollarımı ısıtmaya çalışa çalışa apartmanın önüne varmıştım.
Apartmandan içeri girip merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Bir an önce eve girmek istiyordum. Daireye ulaştığımda kafama dank eden gerçekle yüzleştim. Anahtarım yoktu. "Aptalsın!" diye kızdım kendime. "Hani herşeyi geçmişte bırakmıştın?! Turgut'a benzeyen birini gördüğün an afalladın!" "Ya o kişi Turgut'sa?" Değil iç ses, ona benzeyen biri yalnızca. "Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?" Suyu bulandırmayı kes, iç ses! Cebimde birşey titrediğinde irkildim. "Korkma, korkma. Sadece telefon." İÇ sesime içimden dil çıkartıp telefonu elime aldım. Arayan Pars'tı. "Ondan başka kimsede numaran olmadığı için olabilir mi? Ama sen Turgut'un aramasını istiyorsan o ayrı." Bana kıs kıs gülen iç sesimi duymazdan gelerek aramayı cevapladım. "Çantanın içine yedek anahtarı koymuştum." dedikten sonra telefonu kapatmıştı. Hemen telefonu cebime sıkıştırıp çantamı karıştırmaya başladım ve kısa süre içinde buldum. Kapıyı açtığım gibi benim için hazırladıkları odaya doğru yürüyüp, üstümdeki kiyafetleri bile çıkartmadan yorganın içine girdim. Yorganı kafama kadar çektim, düşünmek istemiyordum. Uyursam geçecekti. Geçecekti değil mi?
***
Konuşma sesleri salondan geliyordu. Salonun kapısı kapalı olduğu için ne konuşulduğunu duyamıyordum fakat Türkçe konuştuklarını anlayabiliyordum. Misafir o halde Türktü. Bu apartmanda bizden başka Türkler'in yaşadığını bilmiyordum. "Berra?" Pars'ın kapısı açılmıştı. "Sabah sabah neler oluyor?" Pars kapıda sadece eşofman altıyla duruyordu, üstünde hiçbir şey yoktu.Esnerken salona doğru baktı. "Misafirimiz mi var? " "Bilmiyorum," dediğimde gözlerimi üzerinden çektim. "Sen neden çıplaksın?" Pars burnundan güldüğünde utanmıştım. "Abart Berra abart," dedi ve yanağıma ufak bir öpücük kondurdu. "Elimi yüzümü yıkayayımda şu gelen misafire bakalım." diyip odasının tam karşısında kalan banyoya girdi. Onu beklerken Pelin'in kahkahaları daha da abartılı bir hal almıştı. Bu kız neye gülüyordu bu kadar? Pars banyodan kaşları çatık bir vaziyette çıktı. "Sabah sabah bütün komşuları kapımıza getirecek bu kız!" dedi sinirle. "Bu kadar gülecek ne olabilir?!" Pars önde ben arkasında salona doğru yürüdük. Pars kapı kulpunu açarken görüş açıma ilk önce Pelin girdi. Bizi gördüğünde ağzı kulaklarındaydı. "Uyandırdım mı?" diye sordu. "Yalnızca bizi uyandırsan sorun yok. Sen muhtemelen bütün komşularımızı kahkahalarınla uyandırmışsındır!" dedi imayla Pars. "Uyanan komşularımızdan birisi burada olabilir," dedi ve karşısında oturan kişiye baktı. Pars kapıyı yalnızca bedeni sığacak kadar aralamıştı ve bu yüzden içeriyi tam göremiyordum. "Pars, girsene içeri," diyerek dürttüğümde, parmağıyla bir dakika işareti yaptı. "Pars seni komşumuz Turgut'la tanıştırayım. Sabah ekmek almaya giderken karşılaştık. Bende kahvaltıya davet ettim." Şok dalgası bütün vücudumu yoklarken duyduğum isimle başım dönmüştü. Pars'ın koluna tutunurken o da arkasını dönerek panikle yüzüme dokundu. "Berra, iyi misin?" "Pars..." dedim zar zor. "Pelin, arabanın anahtarını getir," diye bağırdığında kafamı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok, biraz otursam geçer." Pars beni kucağına aldığı gibi salona dalmıştı. İşte o an koltukta oturan Turgut'un koyu kahve gözleri yeşil gözlerimi delip geçmişti. Bakışlarını bir saniye bile üzerimden çekmiyordu. Pars beni tekli koltuğa oturttuğunda elimi tuttu. "Pelin, Berra'ya su getirir misin?" dedi Pars. Pelin mutfağa giderken Turgut bakışlarını Pars'a çevirmiş onu öldürecek gibi bakıyordu. Turgut bir anda ayağa kalktığında nefesimi tutmuştum. Yanıma iki adımda geldi. "İyi misiniz?" Sesini duyduğum saniye gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Pars'ın birşey anlamaması adına kafamı çevirdim. "İyiyim," dediğimde fısıltıyla çıkmıştı sesim. Pars, Turgut'a baktı. "Ben artık gideyim, birşeye ihtiyacınız olursa bir kapı kadar uzağınızdazdayım. Hemen yan dairede oturuyorum," dedi Turgut bana kısa bir bakış atarak. "Eyvallah..." dedi Pars ayağa kalktığında. Turgut salondan çıkacakken Pelin girmişti. "Ne oluyor? Nereye gidiyorsun? " diye sordu. "Gitsem iyi olacak, sonra görüşürüz," dedi, ama Pelin onu kolundan tutarak durdurmuştu. "Valla bırakmam," dedi cıvıl cıvıl. "Kahvaltı hazırladım o kadar, lütfen kal." Ne bu ısrar yahu? "Pelin!" dedi baskın bir tonda Pars. Pelin elindeki bardağı bana getirdi. "Berra suyunu içince biraz kendine gelirsin, hem açlıktan dönmüştür başın. Çok güzel bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltımızı yapalım toparlanırsın." Bardağı elime aldım ve bir yudum içtim. Pelin ise Turgut'u sofraya çoktan oturtmuştu. "Pelin işte," diye kulağıma doğru fısıldadı Pars. "İstersen biz seninle dışarıda yapalım kahvaltımızı?" Gözlerim irileşti, Turgut'la Pelin'i baş başa da bırakacak değildim. Hayırdır? Ne bu kıskançlık? Kıskançlık falan değil iç ses, alakası bile yok. "Sorun değil," dedim. Ayağa kalkıp Turgut'un tam karşısındaki sandalyeye oturdum. Pars'ta hemen yanımdaki yerini aldı. "E Turgut? Seni daha önce hiç görmedim. Yeni mi taşındın?" diye sordu Pars. "Evet, birkaç gün oldu," diye cevapladı Turgut boğuk bir sesle. "Daha önce nerede yaşıyordun?" Pars çatala batırdığı salatalığı ağzına attı. "Ordu'da," dedi Turgut. Masadaki bakışlar anından bana çevrildi. "Siz tanışıyor musunuz?" diye pat diye sordu Pelin. "Hayır, " diye atıldım söze. "Daha önce hiç görmedim beyefendiyi." Turgut'un yüzü düşmüştü. "Ordu'da karşılaşmadınız ama kader sizi Paris'te bir araya getirdi," dedi Pars şüpheyle. "Öyle mi?" Başımı hızla evet anlamında salladı. "Tesadüf işte," diye konuşup ağzıma zeytin attım. "Peki ne iş yapıyorsunuz?" diye sordu Pars tekrardan Turgut'a dönerek. Adamı nüfusuna yazdıracaksın sanki! Sanane! Ne iş yapıyorsa yapsın! "Ordu'da kaptanlık yapıyordum ama aslında tekstille uğraşıyorum. " Kaşlarım havalandı, tekstille uğraştığını bende bilmiyordum. "Kaptanlıkla tekstil bambaşka alanlar," diye hayretle konuştu Pars. "Kader işte ," diyerek bana baktı Turgut. "Bazen bazı durumlar elinde olmaz." Pişmanlık harelerine yapışmış, benden af diliyor gibi titriyordu.
Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Turgut sizce ne yapmaya çalışıyor? Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Gelecek bölümde görüşmek üzere...
|
0% |