@yazarus_1
|
En çaresiz hissettiğiniz an neydi? Benim hastane odasında tek başıma kaldığım günlerdi. Sürekli gelip giden doktorlar, hemşireler, ilaçlar... "Bugün nasılsın?" Soruları, klasikleşmiş "iyiyim..." Cevabı... O günleri zihnimden silmeye çalışsamda, en ufak bir acıda o günlere geri dönüyordum. Zihnim o anları tekrar tekrar yaşatıyordu, kimsesizlik hissini iliklerime kadar hissediyordum. Artık öyle değildi, öyle olmayacaktı. Ailemin yanında bütün yaralarım sarılacaktı. Güneş ışınları heryeri aydınlatırken yeni uyanmış olmanın mahurluğu vardı üzerimde. Bir anda ne olduğunu bile anlamadan açılan kapı üzerine sırtım zeminle buluşmuş, dudaklarımdan acı dolu bir feryat kopmuştu.Annem koşarak yanıma gelip bana kalkmam için yardım etmişti. "İyi misin Berra?" dedi annem. Kafamı hızlıca aşağı yukarı sallamıştım. "Baban seni salonda bekliyor." Derince yutkundum, yüzüme yayılan gülümsemeyle salona doğru yürürken, babamı tekli koltukta gazetesini okur vaziyette bulmuştum. Babamın günlük rutiniydi bu, her sabah kahvaltı öncesi gazetesini okurdu. "Günaydın Baba," dediğimde gazeteyi hafifçe eğmiş, bana çenesiyle koltuğu işaret etmişti. Usul usul sağında duran üçlü koltuğa oturdum. "Neden gitmedin?" diye sorduğunda boğazımı temizledim. "Gidecek bir yerim yok," diye cevap verdiğimde gazeteyi katlayıp sehpanın üzerine bıraktı. "Beş yıl önce gidecek bir yerin var mıydı?" Bu rakam sürekli karşıma çıkacaktı değil mi? "İsteklerim vardı, hayallerim vardı, gidecek yerim yoktu ama bulurum sandım." Verdiğim cevap üzerine çenesini kaşıdı. "Kafana göre gitmeden önce hayallerinden bana bahsetseydin desteklemez miydim seni?" dediğinde kafamı ağır ağır olumsuz anlamda salladım. "Kabul etmezdin baba, sende biliyorsun. Abim öldükten sonra beni ne kadar kısıtladığını sende biliyorsun. Yaptığım bencillikti evet, karşılığını misliyle ödedim. Kolay şeyler yaşamadım baba..." dediğimde gözlerine çöken hüzün üzere bakışlarını kaçırdı. "Bunları dinlemek istemiyorum!" dedi tok bir sesle. "Madem buraya geri döndün, madem seni affetmemi istiyorsun, o zaman dediklerimi yapacaksın." Babamın düne oranla yumuşayan sesi, içimde umut filizlerini yeşertmişti. "Ne dersen yaparım baba, yeter ki sen yüzünü çevirme." "Kahvaltımızı yapalım, sonra seninle limana gideceğiz." Ayağa kalktığında bende ayaklanmıştım. Kahvaltı masası iştah açıcı görünüyordu. Annem pişi yapmıştı, kahvaltı sofrasında en sevdiğim şeydi. Babam baş köşeye oturduğunda annem hemen solundaki sandalyeye oturmuş, ben ise annemin karşısına geçmiştim. "Çok zayıflamışsın Berra," dedi annem beni süzerken. "İnsanın tek başına ayakta kalması zormuş anne," dediğimde babam kısa bir bakış atmıştı. "Oyalanma Berra, kahvaltını yap," dedi babam uyarıcı bir tonda. *** Babam evden çıktığında, bende odamdan çantamı kapıp aşağı kata indim. Annem kapının önünde beni bekliyordu. "Kızım," dedi. "Seni çok özledim." "Sıpsıcak sarılışı butun kaslrımı gevşetmişti. "Bende seni çok özledim anne." Burukça gülümsedi. "Seni arayamadım, bir kere olsun iyi olup olmadığını soramadım. Bana kızgın mısın?" diye sorduğunda elini tutup öptüm. "Hiçbir şekilde kızgınlığım ya da kırgınlığım yok. Ben sizi çok üzdüm, asıl sen bana kızgın mısın?" Annem yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. "Abinin ölümünde sonra babanın ne kadar değiştiğini görüyordum. Ne kadar bunaldığının farkındaydım. Yaşının vermiş olduğu toylukla yaptığın hatadan ötürü sana kızamam ki, buna hakkım yok." Annemin sözleri üzerine gözlerim doldu. "Hadi babanı çok bekletme," diyerek kapıyı açtı. Anneme el sallayıp evden çıktım. Babamın arabasına doğru yürürken annemin bahçeye ektiği çiçekler dikkatimi çekmişti. Rengarenk, insana huzur veriyordu. *** Limana kadar hiç konuşmamıştık. Sessizce akıp giden yol bittiğinde, babam arabasını park edip indik. Teknelere doğru yürürken 'KAŞDOĞAN' yazılı teknenin önüne vardığımızda babam, "Turgut Kaptan!" diye bağırmıştı. Tekneden kirli sakallı, geniş omuzlu, simsiyah dalgalı saçları olan bir adam inmiş bize doğru yürümeye başlamıştı. "Hoşgeldiniz Gökhan Bey," dediğinde bana bir an bile bakmamıştı. "Hoşbulduk Kaptan, sana bahsettiğim kişiyi getirdim," dedi babam. Babam benden ne zaman kızım diye bahsedecekti? Ne zaman bana olan kızgınlığı geçecekti? Turgut bana baktığında koyu kahve hareleri titrer gibi olmuştu. "Berra," dedi babam. "Bundan sonra bu teknede çalışacaksın. Benim bu zamana kadar hangi yollardan geçtiğimi göreceksin. Sizin geleceğiniz için nasıl çabaladığımı bileceksin. Bundan sonra bizi terk etmeye niyetlenirsen eğer, babanın sizin için ne koşullarda çalıştığın aklına gelirde iki kere düşünürsün." Burukça gülümsedim. "Birdaha terk etmek yok baba..." diyemedim. Sessizce başımı sallayıp tekneye baktım. "Hadi rast gele," diyerek yanımızdan ayrıldı babam. Turgut'un delici bakışlarını üzerimde hissediyordum lakin kafamı çevirip gözlerine bakmak istemiyordum. "Haydi Kaşdoğan," dedi. "Balığa çıkmadan önce güzel bir kahve yap bana." Kaşlarım yok artık dercesine havalanırken, "Birincisi ismim Berra. İkincisi ben buraya size kahve yapmaya gelmedim!" dedim baskın bir tonda. Turgut burnundan güldü. "Öyle mi?" dedi buram buram alay kokan sesiyle. "peki niye geldin?" Omuzlarımı dikleştirdim, "Burası balıkçı teknesi değil mi?" dediğimde kafasını evet anlamında salladı. "Balık tutmaya geldim." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. "Daha önce hiç balık tuttun mu?" diye sordu yine alay kokan sesiyle. "Abimle birkaç kez sahilde denemiştim," diye cevap verdiğimde yüzü değişik bir hale büründü. "Kaşdoğan, sen olayı çok yanlış anlamışsın. Burada koca koca ağları denize atıyoruz. Oltayla tutmuyoruz." Gözlerim istemsiz devrilirken bana hala soy ismimle hitap etmesi sinirlerime dokunuyordu. "Berra!" dedim dişlerimin arasından. "Sadece Berra!" Güldü, inci gibi dişlerini gözüme sokmak istiyordu sanki. "Sadece Berra, önce güzel bir kahve hazırla. Ha, yok diyorsan durumu Gökhan Bey'le konuşabilirsin." Yumruklarımı sıkıp ondan önce tekneye doğru yürümeye başladım. Bu adamla çok işim vardı, ilk günden beni sinir etmeyi başarmıştı. Tekneye çıktığımda arkamdan gelen Turgut'a seslendim. "Mutfak nerede Turgut?" dediğimde dilini damağına vurdu. "Kaptan! Kaptan diyeceksin!" dedi ukala bir tavırda. Sakin olmalıydım. "Mutfak nerede Kaptan?" diye düzelttiğimde memnuniyetle gülümsedi. "Samet!" diye bağırdığında yanımıza yirmili yaşlarda genç bir delikanlı geldi. "Buyur Kaptan," dedi Samet. "Kaşdoğan'a önce balıkçı yağmurluğunu ver sonra mutfağın yerini göster," dedi Turgut ve merdivenlere doğru yöneldi. "Koşdoğono onco bolokco yogmorlogono vor, sonro motfogon yorono göstör!" dedim onun taklidini yaparak. Yanımda bir kıkırtı duyduğumda sergilemiş olduğum rezillik üzerine yüzümü buruşturdum. "Sen burada bekle, ben yağmurluğu kapıp geliyom," dedi Samet hafif şiveli bir dille. Samet gözden kaybolunca tekneye göz gezdirdim. Balıkçılar etrafta gezinirken, ben burada ne yapacağım? diye de düşünmeden edemedim. Benim görevim sadece Turgut'un ayak işlerini yapmak mı olacaktı? Yoksa bende balık tutacak mıydım? "Buyur," dedi Samet. Uzattığı yağmurluğu almadan önce montumu çıkardım. Yağmurluğu giydiğimde birazcık uzun gelmişti. "Yakıştı ha," dedi Samet beni süzerken. "Gözlerini oymadan önce üzerimden çek!" dedim tehtitkar bir tonda. Samet ellerini teslim oluyorum der gibi havaya kaldırıp, "Yanlış anladın," dedi alalacele. "Mutfak nerede?" diye sordum konuyu uzatmamak adına. Samet ellerini indirip teknenin arka tarafına doğru yürürken fıtı fıtı onu takip etmeye başladım. Mutfağa girdiğimizde Samet fincanların yerini gösterdi, kahve kavanozunu da tezgahın üzerine bıraktı. "Hadi kolay gele," diyip el salladı. Mutfakta tek başıma kalmıştım. Sirkelenip cevzenin içine bir tatlı kaşığı kahve koydum. Şeker ekleyeceğim esnada Turgut'un nasıl içtiğini bilmediğim gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştım. Sormak için tam mutfaktan çıkmak üzereyken aklıma gelen hınzır düşünceler buna mani olmuş geri dönüp cezvenin içine üç tatlı kaşığı şeker atmıştım. İntikam soğuk yenen bir yemekti değil mi? İnşallah şekerli kahve sevmiyordur da içtiğinde yüzünün alacağı ifade keyiflenmeme neden olur. Beş dakika içinde kahveyi pişirip fincana boşalttım. Mutfaktan çıktığım gibi üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Turgut'u dümenin başında otururken gördüğümde kapıyı tıklatıp içeri girdim. "Kaptanım..." dedim en tatlı çıkan sesimle. "Kahveni getirdim." Turgut tek kaşını kaldırmış, kahvesini eline almıştı. İçmeden bana yandan bir bakış attı. "Zehir falan katmadın değil mi?" diye sorduğunda çarpık bir gülüş attım. "Aşk olsun,ben öyle bir insan mıyım? Kahvenin içine sevgimi kattım yalnızca," dediğimde derince yutkunduğunu fark ettim. "Aşk olsun tabi canım." Bu sefer yutkunan ben olmuştum. Yanaklarıma kurduğu cümle ateş bastırırken kahvesinden bir yudum almasıyla püskürtmesi bir olmuştu. "Bu ne be?!" dedi, sert bir şekilde fincanı yerine koydu. Kahkahalarla gülmeye başladığımda hışımla ayağa kalkıp kolumdan tuttu. Beni kendine çektiğinde yüzlerimiz çok yakındı. "Kaşdoğan!" dedi uyarıcı bir tonda. "Karadeniz erkeği bol şekerli mi içer kahveyi?!" Omuz silktim. "İçebilir. İnsanların kahve zevkini yaşadığı şehir mi belirliyor?" diye bilmiş bir edayla konuştum. Turgut sabır çekmiş, yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırmıştı. "Elbet iflah olacaksın Kaşdoğan!" dedi. "Elbet!" "Berra!" dedim harfleri tane tane söyleyerek. Dudakları kıvrılırken bakışlarım dudağının hemen alt kısmındaki küçük bene kaymıştı. Kahve gözlerine tekrar baktığımda delici bakışları beni esareti altına almıştı. "Neden öyle bakıyorsun Kaşdoğan?" dedi tek nefesle. "O kadar değişmiş miyim?" Gözlerim irileşirken bu cümleyi daha önce duymuştum. Bu cümlenin aynısını dün akşam ki adam kurmuştu. "Sen..." dedim titrek bir sesle. "Dün akşam ki adamsın."
|
0% |