Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@yazarus_1

 

 

Oy ve yorumlarınıza talibim...

Keyifli okumalar. 🌸

 

 

 

Hıçkırıklara boğulmuş, ellerimi başımın arasına alarak bir umut güzel haberler bekliyordum. Umut insanı diri tutan tek şeydi, umut yaşamdı benim için. Şu anda umut etmekten başka hiçbir temennim yoktu.

Monitörün acı dolu o sesini duydum, ömrümce kulaklarımda çınlayacak o sesle ağlamalarım şiddetlenmişti. Koridorda koşan doktor ve hemşirelerin o telaşını görmemek için gözlerimi kapadım.

"Hayır..." dedim mırıldanarak. "Güzel haberler alacağım, kötü düşünmek yok..."

Doktor odadan çıktığında babamın o aciz çıkan sesini duyduğum saniye kalbim cız etmişti.

"Yaşıyor mu doktor?"

​​​​​​Bütün dünyayı sessize almış, doktorun ağzından çıkacak o kelimeyi duymak için gözlerimi açtım.

"Başınız sağolsun," dedi, bunu o kadar kolay bir şekilde söylemişti ki, bir an şaka yapıyor diye düşündüm.

Doktorlar şaka yapmazdı, bu gerçek tokat gibi yüzüme çarptığında annemin acı dolu feryatları kulaklarımı tırmalıyordu.

Doktor tekrar konuştu.

"Kaya Kaşdoğan'ı kaybettik..."

Kaya Kaşdoğan'ı kaybettik!

Kaya Kaşdoğan'ı kaybettik!

Kaya Kaşdoğan'ı kaybettik!

"Hayır!" diye bağırdım. "Hayır abim ölemez!"

 

Sıçrayarak uyandığımda nerede olduğumu algılamaya çalıştım. Odamdaydım, alnımda biriken terleri kolumla silip yatakta oturur pozisyona geçtim.

Geçmişteki acıların yaralarını sarıp hayata kaldığım yerden devam etmeliydim. Hayattan zevk almak için başka şansım yoktu, şükür etmeliydim, abim bana yalan söylemişti evet ama yaşıyordu sonuçta, artık o beş rakamının altında ezilmeye son vermeliydim.

Biraz hava almak için odamdan çıkıp terasa doğru yürüdüm. Abim terasta oturuyordu, düşünceliydi.

"Abi..." dedim yanına yaklaşırken. İrkilerek bana döndüğünde, ağzından küçük bir inleme kaçtı.

"Dikişlerin mi acıdı?" dedim telaşla.

"Gel küçüğüm," dedi.

"Yirmi üç yaşındayım abi, ne küçüğü?" dedim yanına otururken.

"Seni kucağıma aldığım o ilk gün daha dün gibi Berra," dedi,gözleri dalmıştı. "Ne çabuk büyüdük?"

"Büyüdük," dedim üzüntüyle.

"Sen neden uyandın?" diye sordu tek kaşını kaldırırken.

"Kabus gördüm," dedim tek nefeste.

"Hayırdır?" diye sordu abim merakla.

"Boşver..." diye geçiştirdim.

Başımı omzuna koydum, "İyi ki benim abimsin," dediğimde derin bir iç çekti.

"Sana acılar çektiren abin!" dedi tiksinir gibi. "Benim yüzümden-" diye devam edeceği sırada araya girdim.

"Artık o beş yıla takılı kalmayalım, anı yaşamak istiyorum artık. Mutlu olalım, ailemiz bir arada olsun, eskisinden de güzel olsun herşey."

Saçlarımı okşarken derin bir sessizlik kapladı her tarafı. Huzurun sessizliğiydi bu, kanayan yaraların kabuk tutmasıydı.

"Küçüğüm?" diye fısıldadı abim. "Turgut hakkında ne düşünüyorsun?"

Şimdi bu soru nereden çıkmıştı?

"Hiçbir şey..." dedim direkt. "Ne düşünebilirim ki?"

Abim kıkırdadı.

"Gözlerin öyle demiyor," dediğinde omzuna koyduğum başımı kaldırdım.

"Gözlerin ona çok şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibi bakıyor."

Bakışlarımı kaçırdım, "Yanlış anlamışsın," dediğimde dilini damağına vurdu.

"Lisede bir çocuk vardı hoşlandığın, o gözlerini bir ona öyle bakarken görmüştüm. Şimdi aynı bakışlar Turgut'a bakıyor."

Abim benim herşeyimi bilirdi, ona herşeyi anlatırdım. İlk aşkımı ona anlattığım ilk an gözlerimin önünden geçti.

"Onu affedemiyorum," dedim gerçekleri saklamak istemiyordum. "İçimdeki öfke ona baktığımda daha da artıyor."

Abim iki kere itiraz edercesine kafasını salladı.

"Öfkeleneceğin kişi o değil Berra, biziz. Ben, annem, babam... Sana yalan söyleyen biziz, Turgut ve sen bu hikayedeki en masum iki insansınız."

"Hayır!" dedim hemen. "Gözlerimin içine baka baka sustu! Ben kafede şarkı söylerken seni görmüştüm, ağlayarak seni aradım, Turgut o hallerimi gördü, acı çektiğimi gördu, yine de sustu, hep sustu."

"Onu buna ben mecbur ettim küçüğüm," dedi abim acıyla. "Aranıza bariyerler çeken bendim..."

Abim yüzünü eliyle sıvadı.

"Onu yardım için çağırdığımda kabul etmedi, kardeşine bunu nasıl yapacaksın dedi, acı çekecek dedi, başka bir yol bulalım dedi."

Derin bir nefes verdi.

"Tuana hamileydi, üç aylık hamileydi, bu olanları öğrenmeden önce evlenme kararı almıştık fakat babam bana herşeyi anlattığında beynimden vurulmuşa döndüm. Her yolu düşündüm, bu yolu kabullenmekten başka çarem yoktu. Turgut kardeşinin hamile olduğunu öğrendiğinde mecbur kaldı bana yardım etmeye. O dürüst biri Berra, benim yüzümden alet olduğu yalan için onu daha fazla suçlama. Öfkeleneceğin tek kişi benim."

Kalbim onu affetmeye çoktan hazırdı lakin bir türlü o adımı atamıyordum. Suçlayacak birini arıyordum belki de, Turgut'u suçlamak benim için kolaydı, abimi suçlamaktan daha kolaydı.

"Hadi küçüğüm, saat geç oldu, yatalım artık."

 

***

"Hava..." Yüzümü okşayan minik parmaklarla gözlerimi araladığımda Güneş gülümseyerek bana bakıyordu. Benim gibi olan kıvırcık saçları daha da kabarmış, yanlardan fırlamıştı. Toka bile bizim kıvır kıvır olan saçlarımızı zaptedemiyordu.

"Günaydın hava," diyerek yatağa çıkıp yanıma kıvrıldı.

"Günaydın halacığım, erken mi kalktın?"

Kıkırdadı, "Hava sen çok uyudun, annemyer kahvavtıyı biye hazıryadı." dedi.

"Öyle mi?" diye sordum hafif şaşkın bir tonda. Kolumdaki saate baktığımda on bire geliyordu.

"O halde aşağı inip karnımızı doyuralım yoksa ben açlıktan seni ısıracağım."

Güneş kahkaha atarak yataktan indiğinde bana nanik yaparak odadan koşarak çıktı.

Bende yataktan kalkıp hızlıca hazırlanmaya başladım.

Üstüme pantolon ve oduncu gömleğimi giydim, kıvırcık saçlarımı taradım, bu gün toplamayıp açık bırakmıştım.

Aşağı indiğimde kahvaltı sofrasında ilk göz göze geldiğim kişi Turgut'tu. Göz devirmemek için can çekişe çekişe yürüdüm masaya doğru.

Herkes günaydın diyip yerime oturdum, Turgut'un tam karşısına. Onun delici bakışlarını üzerimde hissetsemde umursamayıp tabağıma yiyecek birşeyler alıyordum.

"E Turgut? Teknenin başına geçmeyi tekrardan düşündün mü?" diye sordu babam. Turgut'a bakmıyordum fakat kulağım ondaydı.

"Aslında Ankara'ya dönmek herkes için daha hayırlı olur. Hem artık dümenin başına asıl sahibi geçmesi daha doğru."

"Saçma sapan konuşma!" diye araya girdi abim. "O kadar teknemiz var bizde geçeriz elbet birinin dümeninin başına."

"Evet abi," diye konuştu Tuana. "Hem Ankara'da tek başına ne yapacaksın?"

Kafamı kaldırıp Turgut'a baktım.

"Neden tek başına olacak ki? Aileniz yok mu orada?" Aklıma takılan soru dudaklarımdan çıktığında Turgut'un gerildiğini gördüm.

"Ailemiz vefat etti bizim Berra," diye sorumu cevapladı Tuana.

Ama bana Turgut ailemi özlediğim zaman Ankara'ya gidiyorum demişti. Turgut bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama boğazını temizleyerek konuşmaya başladı.

"Sana ailemi özlediğim zaman Ankara'ya gittiğimi söylemiştim, aslında bir kelimeyi eksik söyledim. Onları özlediğim zaman mezarlarını ziyaret etmek için Ankara'ya gidiyorum."

Ne diyeceğimi bilemez bir vaziyette bakakalmıştım, gözlerine çöken hüzünle kafasını öne eğip ağzına bir tane zeytin attı.

Çeneni tutamadın değil mi yine?

Ben ne dedim şimdi iç ses?

"Yumuvta yemek istemiyoyum!" diye bağırdı Güneş, elindeki çatalla tabağa vuruyordu.

"Babacığım, yemezsen büyüyemezsin ama," dedi abim, Güneş'in elindeki çatalı alıp yumurtaya batırdı.

"Banane!" dedi mızmızlandı Güneş. "Yemiycem!"

Bu halleri o kadar tatlıydı ki, gidip öpmemek için kendimi zor tuttum.

 

***

Tuana'yla birlikte kahvaltı masasını toplayıp bulaşıklara geçmiştik. Ben tabakları makineye yerleştirirken mutfak kapısının açılma sesini duydum lakin arkamı dönüp kimin geldiğine bakmamıştım.

"Ben Güneş'e bakıp geliyorum," dedi Tuana ve muslukta ellerine su tutup havluyla kuruladı. "Hemen geliyorum,"diyip yanımdan ayrıldı.

Bütün bulaşıkları yerleştirip bulaşık makinesinin kapağını kapattım. 'Gerçekten Turgut gidecek mi?' diye düşündüm.

Onu seviyor musun? İç sesimin sorusu karşısında bocalamıştım

"Seviyor muyum?"

Ensemde hissettiğim ılık nefesle tüylerim diken diken olmuştu.

"Bence seviyorsun?"

Turgut'un erkeksi sesiyle yerimde adeta donup kalmıştım. Sirkelenip kendime gelmeye çalıştım, pasif duramazdım, omuzlarımı dikleştirip arkamı döndüm.

"Ne dedin? Anlamadım?" diye sordum salağa yatarak.

"Tekneye gidelim mi diye sordum?" dediğinde öyle mi der gibi baktım kahvelerine.

"İşim daha bitmedi," dedim çabucak. Henüz onunla baş başa kalmaya hazır değildim.

"Boşver," dedi elini daire şeklinde saklarken. "İşleri boşver, belki de bu birlikte geçireceğimiz son günümüzdür. Beni kırma..."

Gözlerimin dolmasına müsade edemezdim, dişlerimi sıktım ağlamamak adına.

"Gerçekten gidecek misin?" Boğazım düğüm düğüm,. alacağım cevabı deli gibi bekliyordum.

"Bilmiyorum," dedi omuzları düşerken. "Bana aşağılık bir herif gibi bakmana dayanamıyorum."

Derince yutkundum, "Hadi gidelim," dedim yanından iki adımla uzaklaştım. Kalbim onunla konuşmaktan kaçmak istiyordu, yumuşamaktan korkuyordum. Beynim Turgut'u suçlu ilan ederken kalbimin ona yenilmesinden korkuyordum.

Bu hikayede tek suçlu kişi Turgut mu?

İç ses... İçimdeki öfkeyi kime kusacağım?

İçindeki öfkeyi aşkla iyileştirebilirsin.

Aşk yok iç ses! Aşk yok!

Mutfaktan çıkıp dış kapıya doğru parmak uçlarımda yürüdüm . Kimseye görünmeden evden çıkmak en iyisiydi, sorulardan kaçarak kendimi bahçeye attım..

Birkaç dakika sonra Turgut yanıma gelmiş, elinde tuttuğu kabanı bana uzatmıştı.

"Teşekkür ederim," dedim elindeki kabanımı alıp üzerime giydim.

Kaçmaktan başka yaptığın hiçbir şey yok!

Sanane iç ses! Sanane!

Turgut'un aracıyla gidiyorduk, arabadaki sessizlik beni daraltıyordu. Radyoyu açtığım gibi kapatmam bir olmuştu çünkü duyduğum şarkı ruhumuzu yaralardı.

"Niye kapattın radyoyu?" diye sordu Turgut.

Cevap vermemek adına radyoyu gerisin geri açmıştım. Şarkı ilerlerken sözleri kalbime diken gibi batıyordu. Acaba Turgut ne düşünüyordu diye bakmak için ona döndüğümde elinin tersiyle gözlerini sildiğini gördüm.

Gitmesen olmaz mı?

dedi Göksel şarkıda, onun arkasından sessizce sadece dudaklarımı kıpırdatarak tekrar ettim.

EN azından bir gece

İçimde bir kara orman

Yanıyor gittiğinde

Radyoyu bu sefer Turgut kapatmıştı. Az önce hiç ağlamamış gibi gülümsedi bana bakarken.

"Geldik..." dediğinde etrafa baktım, ne ara gelmiştik? Şarkıya kendimi o kadar çok kaptırmışım ki geldiğimizi bile anlamamıştım.

Turgut arabayı park ettiğinde ikimizde indik. Deniz kokusunu içime çekerken Turgut'la ilk karşı karşıya geldiğimiz gün geldi aklıma.

Tekneye ilk önce o bindi, elini uzatarak bana da yardımcı olmuştu.

"Miçolar yok mu?" diye sordum etrafa bakınırken.

"Buraya balık tutmaya gelmedik heralde," dedi yarım ağız gülerken.

"A? Neden? Bana Kaşdoğan diye seslenmeni oysaki çok özlemiştim," diyerek kahkaha attığımda yüzüme acıyla baktı.

Halatları çözüp merdivenlere yöneldiği esnada kolundan tuttum.

"Neden öyle baktın yüzüme?"

"Nasıl baktım?"

Laf cambazlığı yapıyordu aklı sıra.

"Turgut," dedim ikaz edercesine.

"Adını vicdan azabından söyleyemediğim günler geldi aklıma. Benden uzak durmanı istediğim günler, benden uzak dur diye sana kötü davrandığım günler..." Sustu sonra, kaçırdı kahvelerini.

"O yüzden mi bana sürekli Kaşdoğan diye sesleniyordun?"

Kafasını ağır ağır salladı.

Turgut kolunu elimden nazikçe kurtarıp merdivenlere yöneldi. Kendimi hızlıca toparlayıp peşinden gittim.

Dümenin başına geçtiğinde gözleri ışıldamıştı.

"Özlemeyecek misin?" diye sordum.

"Herşeyi özleyeceğim, özellikle seninle teknede çalışmayı."

Kıkırdadım, "Hadi ama.."diye burun kıvırdım. "Sadece kahve yapıyordum, buna çalışmak mı diyorsun?"

Gülümsediğinde, "Sen gibi kimse kahve yapmıyor." dedi.

" O zaman yarın sabah sana kahvaltıya geleyim, hem bana sözün vardı, yayla kahvaltısı hazırlayacaktın. Kahvaltıdan sonra kahve yaparım, olur mu?"

Dudaklarını yaladı, çenesini kaşırken, "olur..." demişti.

"Diğer günde birlikte kayak yapmaya gideriz." dediğimde tebessüm etti.

"Ondan sonraki gün benimle alışverişe gelirsin, Güneş'e hediye almak istiyorum."

Beni gülümseyerek dinliyordu.

"Daha sonraki gün birlikte balık tutarız, ama sahilde, akşama da onları ızgarada pişirip yeriz." Hızımı alamadan konuşmaya devam edeceğim sırada işaret parmağını dudaklarıma götürdü.

"Berra..." dedi, "Bana birşey mi söylemek istiyorsun?"

"Turgut..." dediğimde parmağını çekmişti.

"Gitmesen olmaz mı?"

 

 

 

 

 

Loading...
0%