@yazarus_1
|
"Aşkın ateşi yakarmış ateşi..." diye bağıra bağıra telefonumdan açtığım şarkıya eşlik ediyordum. "Duydunuz mu aşkın ateşini?" Güneş odaya girdiğinde onu kucağıma alıp dönmeye başladım. "Hangi ateşte yanmayı dilerdin?" Güneş kafasını geriye atıp kahkahalara boğulmuştu. "Pişmeyene söyle ne denirdi?" "Hava..." diye bağırdı kahkahalarının arasından. Onu yere indirip burnunu hafifçe sıktım. "Günaydın halam..." dedim şakıyarak. Telefonumdaki şarkıyı kapatıp arka cebime sıkıştırdım. "Babam dedi ki, havana söyve bütün evi başımıza yıkaycak." Saçlarımı geriye doğru savurdum. "Çok biliyor o baban," dedim tatlı bir yakarışla. Güneş beni alıcı gözle baştan aşağı süzdüğünde gözleri parlamıştı. "Büyüyünce bende senin kaday güzey oyacakmıyım?" Kıkırdadım, eğilip onunla aynı boya geldim. "Benden daha güzel olacaksın halacığım. Hadi aşağı in ben hemen geliyorum." Başını tamam anlamında sallayıp paytak adımlarla odadan çıktı. Hâla olmak bu dünyada başıma gelen en güzel şeydi. Güneş buraya geldiğinden beri bu ev sımsıcaktı, o insanın içini ısıtan gülümsemesi paha biçilemezdi. Abimin neden kızına Güneş ismini verdiğini artık daha iyi anlıyordum. Makyaj masamın üzerinde duran parfüm şişesini elime alıp boynuma birkaç kez sıktım. Birazdan yaylaya gidecektim, Turgut bana kahvaltı hazırlıyordu. Heyecandan yerimde duramıyordum. Hazır olduğumda odadan çıkacağım esnada telefonumun çalmasıyla irkilerek cebimdeki telefonu elime aldım. Pars WhatsApp'tan görüntülü arıyordu. Aramayı gülümseyerek açtım. "Pars..." dedim heyecanla. O benim kadar heyecanlı görünmüyordu, göz altları mosmor olmuştu, bu çocuk uyumuyor muydu yahu? "Rahatsız etmedim umarım?" dediğinde kaşlarım çatıldı. "Hayır..." dedim boğazımı temizledikten sonra. "İyi görünmüyorsun, bir sorun mu var?" Gülümsemeye çalıştı. "Yo, yo..." dedi bir çırpıda. Sarı saçlarını eliyle düzeltti. "seni merak ettim de, abin nasıl?" "Daha iyi, evde dinleniyor, dikişleri biraz acıyor ama iyileşecek." Kafasını anladım anlamında salladı. "Yorgun görünüyorsun," dediğimde iç çekti. "Sensizliğe alışmaya çalışıyorum." Ne diyeceğimi bilemez vaziyette ekrana bakakalmıştım. "Sana ne kadar teşekkür etsem az," dedim. "Bana evini açtın, sen ve kardeşin. Size çok minnettarım." Buruk bir tebessüm yolladı. "Pelin nasıl?" diye sordum. "İyi, uyuyor." sesi duygusuz çıkmıştı. "Neden ona kızgınmışsın gibi hissediyorum." Yutkundu, gözleri sağa sola kaydı. "Seninle vedalaşmadığım için ona kızgınım," diye cevap verdiğinde düşünceyle çenemi kaşıdım. "Öyle deme lütfen, ben sizi ziyarete yine gelirim. Belki siz gelirsiniz buraya, illaki görüşürüz." "Nasip..." dedi sadece. "Ben artık kapatayım, kendine çok iyi bak olur mu?" "Sende..." dedim. Arama sonlandığında birkaç dakika yerimde çakılı kalmıştım. Pars'ın görüntüsü beni üzmüştü, gözlerindeki o çöküş, birkaç hafta önceki benim yansımamdı sanki. Odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğimde aklım hala Pars'taydı. Akşam onu arayacaktım. Uzakta olsam bile elimden geldiği kadar manevi anlamda destek olmalıydım. "Anne ben çıkıyorum," diye bağırdım. Dış kapıya doğru yürürken abimin sesini duyduğum an duraksadım. "Sabah şerifleriniz hayır olsun Berra Hanım," dediğinde burnumdan güldüm. Arkamı dönüp şirin olmaya çalışarak sırıttım. "Kaya Beyciğim, dizinde hayır olsun," dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Nereye sabah sabah?" "Hayır..." dedim ellerimi iki yana sallayarak. "Abilik damarlarım kabardı deme sakın!" Ciddi yüz ifadesi yumuşadığında kafasını iki yana salladı. "Turgut'un yanına mı gidiyorsun?" Göz bebeklerim büyüdü. "Ne münasebet," dedim yalandan dilimi damağıma üç kez vurdum. "Hava alacağım sadece." Öyle mi der gibi baktı. "İyi, geç kalma." İçimden he he demek istesemde kendimi durdurmuş, sadece başımı aşağı yukarı sallamıştım.
*** Oradaydı, bütün ihtişamıyla hazırladığı sofraya bakıyordu. Büyük ihtimalle eksik varmı diye kontrol ediyordu. Kalbim duracaktı, heyecandan şuracığa yığılacaktım. Camı tıkladığımda hemen döndü. Bu onu ilk görüşüm değildi lakin şuan aramızdaki ilişki eskisi gibi değildi ki... Kapıyı açtığında göz bebekleri parlıyordu. "Hoşgeldin," dedi, sesi oldukça heyecanlı çıkmıştı. "Hoşbuldum," dedim sırıtarak. Montumu çıkartıp askılığa astım. "Sen otur, ben çaydanlığı getiriyorum hemen." Gösterdiği yere oturup onu izlemeye başladım. Ocaktaki çaydanlığı getirip bardaklarımızı doldurdu. Çaydanlığı masaya bıraktığında hemen yanımdaki yerini aldı. Dilim damağıma yapışmıştı, çaydan bir yudum aldım. Turgut tabağıma peynir, zeytin, kaşar koyarken utançla başımı sağa çevirdim. Şuan ayarlarım iyice bozulmuştu, yemek yemeyi bile unutmuş olabilirim. Abart abart! Sus iç ses! Sus! "Afiyet olsun güzelim," dediğinde kan akışım hızlandı, yanaklarım alev alev yanıyordu. Beni bu halde görmemesi için saçlarımı önüme getirdim. Turgut kahvaltı etmeye başlarken ben öylece sofrayı izliyordum. "Berra, neden yemiyorsun?" diye sordu. "Şey..." dediğimde parmağıyla çenemi tuttu. Yüzümü nazikçe kendisine çevirdiğinde yanağımı yavaş yavaş okşuyordu. "Ney?" dedi elini yanağımdan çektiğinde. "Yiyemiyorum, heyecanlandım." Dudakları kıvrıldı, "Seninle ilk defa kahvaltı yapmıyoruz," dedi o hayran kaldığım sesiyle. "Evet ama," dedim itiraz edercesine. "O zaman biz şey değildik ki..." Gülmemek için dudaklarını ısırdı. "Ney değildik?" "Şey işte..." dedim ecel terleri dökerken. "Ney işte?" dedi bundan zevk halır gibi bir hali vardı. "Of Turgut!" dedim en sonunda dayanamayarak. "Beni çok zorluyorsun, hoşuna mı gidiyor böyle kıvranmam?" Ellerimi tuttu. "Evet hoşuma gidiyor, bütün hallerin o kadar çok hoşuma gidiyor ki.. Sana dokunmaya kıyamıyorum, seni öpmek istiyorum kıyamıyorum..." Sustum, ben öyle kelimeleri söylemeye alışık değildim ki... Turgut anlamış gibi önüne döndü. "Hadi güzelim, kahvaltını yap sana bir sürprizim var." *** Bulaşıkları makineye yerleştirirken arkamdan sarıldı, burnunu boynuma sürttü. "Kokun..." dedi boğuk bir sesle. "Beni sarhoş eden o kokun..." Elimdeki tabağı tezgaha bırakıp arkama döndüm. Bir cesaretle kollarımı boynuna doladım. "Ama sen böyle konuşmaya devam edersen ben eririm..." Güldü, "Sana yardım edeyim," diyip geri çekilip az önce tezgaha bıraktığım tabağı alıp makineye yerleştirdi. Kısa süre içinde bulaşıkları yerleştirip koltuğa oturmuştuk. Turgut bir saniye olsun gözlerini benden çekmiyordu. "Sana sürprizim var demiştin," dediğimde usul usul başını salladı. "Seni bir kaç saniye bekleteceğim." Yanımdan kalkıp sol tarafta olan kapıya doğru yürüdü. Geriye yaslanıp gözlerimi kapattım. Çok mutluydum, bu mutluluğum boğazıma dizilecek diye ödüm kopuyordu. İyi şeylerin ardından köyü şeyler olmazdı değil mi? "Geldim sevgilim..." dediğinde taş kesilmiştim. Sevgilim mi demişti az önce? "Ne dedin?" diyerek gözlerimi açtım. "Sevgilim dedim." "Biz yani..." dedim kem küm ederken. "Evet," dedi beni daha fazla zorlamamak adına. Gülümsedim, elindeki gitara kaydı bakışlarım. "Çalmayı biliyor musun?" diye sordum merakla. Yanıma biraz daha kayıp gitarı çalmaya başladı. Büyülenmiş gibi onu izliyordum, onun hakkında daha bilmediğim neler olacaktı acaba? "Sen aşk ile kutsanan güzel kadın..." dedi derin derin bakarken. "Ne güzel şey varlığın, dilime duadır adın..." Sesi o kadar güzeldi ki, mest oluyordum. "Olduğun yer, gönlümün mabedidir. Sanadır kalbimdeki her adım..." Devam edeceği esnada kendimi tutamayarak dudaklarına kapandım. Gitarı bırakıp saçlarıma dokundu. Yumuşak dudaklarının arasında kendimi kaybediyordum. Geri çekildiğimde gözlerine bakmadan ayağa kalktım. Elimden tutup koltuğa geri oturmamı sağladı. "Benden utanma..." dedi tek nefeste. "Alışacağım," dedim, hâla gözlerine bakamıyordum. Elimi kalbine götürdü. "Hissediyor musun? Bu kalp yalnızca senin için atıyor." Gözlerine zar zor baktım, kafamı evet anlamında salladım. Elimi öpüp bacağımın üzerine koydu. Eğilip kalbimin olduğu kısmı öptüğünde derince yutkundum. "Ömrümün sonuna kadar kalbinden öpsem yaşattığım acılar geçer mi?" Geri çekildiğinde gözlerindeki hüzne şahit oluyordum. Elimi yanağına koydum. "Geçer..." dedim. "Sen bana böyle aşkla baktığın müddetçe geçer."
|
0% |