Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@yazarus_1

Zihnim herşeyin geçmişteki gibi kalmasını istiyordu, işte ben bu yüzden hiçbir zaman bu güne odaklanamamıştım. Geçmişin esiri olmuştum, kaçamıyordum. Yaşamak değildi bu, zaten yaşadığımı düşünmüyordum. Benimkisi sadece Zaman öldürmekti.

Çocukken doğum günüm olduğu gün dünyalar benim olurdu. Çünkü bir yaş daha büyümüş olurdum. Büyümek için can atardım. Şimdi ise o günlere dönmek için herşeyimi verirdim.

Yüreğimdeki boşluk kapanmadı, kanadı sürekli. Kaçtım gittim yine olmadı. Hiçbir zaman tamamlanamadım, hiç bir zaman Berra olamadım.

 

 

İki gün geçmişti. Birbirini kopyası olan iki gün. Sabah kalk, kahvaltını yap, tekneye git...

Babam bu iki gün boyunca kahvaltılara inmemiş, akşam yemeğini ise çalışma odasında yemişti. İki gündür hep düşündüm, babamı sinirlendirecek bir hata mı yaptım diye. Annem'e sorduğumda beni geçiştirdi sürekli. Üzülmemi istemiyordu fakat atladığı detay benim hayatımın odak noktasıydı.

Ben zaten hep üzgündüm, ben zaten hiç mutlu olamıyordum, ben zaten sadece nefes alıyordum.

Teknedeki mutfakta hiçbir şey yapmadan oturuyordum. Turgut az önce yakınlarda balık sürüsü olduğunu söylemiş, miçolara ağları atmaları talimatını vermişti.

Miçoların sesleri bile düşüncelerimi bastırmaya yetmiyordu.

"Kaşdoğan..."

Turgut'un gür sesini duyduğum an ayağa kalktım. Mutfaktan çıktığımda ağlara takılan balıkları görünce gözlerim irileşmişti. Hayatımda hiç bu kadar balığı bir arada görmemiştim.

"Kaşdoğan diyorum!"

Yanaklarımı şişirerek nefesimi tuttum.

"Selena izleyenlerin gözleri yaşlı..."

İç sesime burun kıvırıp merdivenleri çıkmaya başladım. Turgut'u her zamanki gibi dümenin başında bulmuştum.

"Buyur Kaptan," dedim cızırtılı bir sesle.

"Akşam ne yapıyorsun?"

Beni yemeğe falan mı çıkartacaktı yoksa? Hiç sanmam! Bay gıcık hiç böyle bir incelik gösterir miydi? Hem niye göstersin ki? O bu geminin kaptanı, ben ise... Sahi ben bu gemide kahve yapmaktan başka ne işe yarıyordum? Günüm sadece mutfakta geçiyordu.

"Bir planım yok," dediğimde başını ağır ağır salladı.

"Bu akşam bir arkadaşımın kafesinin açılışı var, gelmek ister misin?" dediğinde ciddi olup olmadığını anlamak için gözlerimi kısarak yüzünü inceledim.

"Ölecek miyim?"

"Ha?" dedi yüzünü buruşturarak. "O da nereden çıktı?"

"Benden saklamayın lütfen. Kaç ay ömrüm kaldı? Son günlerimde babam benim mutlu olmamı mı istiyor yoksa?" Bir çırpıda konuştuğum için nefessiz kalmıştım.

"Ne saçmalıyorsun Kaşdoğan? Öyle birşey yok." dedi çenesini kaşırken.

"Yani ölmeyeceğim," dedim ensemi ovarken.

"Ölmeyeceksin," diye tane tane konuştu.

Kıkırdayıp, "O halde neden beni akşam bir yere davet ediyorsunuz?" diye sordum.

Yüzü aniden düştü. "İki gündür hiç iyi değilsin. Neye üzülüyorsun bilmiyorum ama belki kafan dağılır diye düşündüm."

Bay gıcık iki gün boyunca beni mi gözlemlemişti. Duru'yla ayrıldılar mı yoksa? Sevgili olup olmadıklarını henüz bilmiyorum, belkide sadece arkadaştılar.

"Ne diyorsun? Gelir misin?"

"Gelirim," dediğimde cebindeki telefonu çıkartıp bana uzattı.

"Ne bu?" diye sordum kaşlarım havalanırken.

"Telefon," dediğinde sabır çektim.

"Telefon olduğunu biliyorum heralde! Neden bana uzatıyorsun?!"

Kahkaha attı. Bu benim yanımda ikinci kahkahasıydı. Ben tebessüm etmekle meşgulken parmağını şıklatmasıyla irkildim.

"Sana diyorum Kaşdoğan."

"Efendim kaptan?"

"Numaranı yaz da akşam yedi gibi haberleşiriz. Seni almaya gelirim." dediğinde karşı çıkmıştım.

"Sizin almaya gelmenize gerek yok, ben gelebilirim." Telefonunu alıp numaramı yazdım.

"İtiraz kabul etmiyorum."

"Otoroz kobol otmoyorom!"

Sus iç ses sus, karıştı buralar.

"Telefona da Kaşdoğan diye mı kayıt edeceksin?"

Sorum üzerine omuzları havaya kalktı.

"Ona da bir zahmet ben karar vereyim, değil mi Kaşdoğan?"

Kaşdoğan kadar başına taş düşsün!

"Haklısın kaptan, ben artık gideyim. Ocakta yemeğim vardı," dedim ve apar topar kaçtım yanından.

"Ocakta ne yemeğin var acaba? Taze fasulye mi?"

Ha ha ha! Çok komik iç ses.

 

 

 

***

Eve girdiğimde annem salonda tek başına televizyon izliyordu.

"Anne? Babam yok mu?" diye sordum.

"Çalışma odasında kızım." Kırgın çıkan sesi üzerine yanına oturdum.

"Herşey yolunda mı?"

"Yolunda," dedi elimi tuttu. "Üzme sen kendini. Herşey yolunda."

Birşeyler vardı, evdeki soğuk rüzgarlar bunun işaretiydi.

"Aç mısın? Yemekleri ısıtayım mı?"

"Yok anne. Turgut'la dışarı çıkacağız da. Bir arkadaşının kafesinin açılışı varmış. Turgut beni de davet etti."

Annem gülümsedi. "Git kızım git, Ordu'ya geldiğin günden beri hiç gezmedin. İyi gelir, açılırsın."

Burukça gülümseyip ayağa kalktım.

" Hazırlanıp çıkacağım."

Annem tamam anlamında kafasını salladı. Üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Merdivenleri aşıp dar koridorda yürürken babamın çalışma odasının önünde durdum. İçeri girmekle girmemek arasında mekik dokurken en sonunda kendimi odama atmıştım.

Belli ki babam beni görmek istemiyordu, ona biraz zaman tanımalıydım. Ben beklerdim, hep beklerdim.

Kot elbisemi giydim,saçlarımı hafif dalgalandırıp pastel tonlarında makyaj yaptım. Hazırlanma sürecim bittiğinde aşağı indim. Annem hâla bıraktığım gibiydi.

"Ben çıkıyorum," diyerek seslendim.

"İyi eğlenceler."

Beyaz spor ayakkabılarımı giyip, siyah montumu vestiyerden aldım. Acaba böyle üşür müydüm? Kafe sıcak olurdu heralde. Çok mu abartılı olmuştum?

Eğer burada durup düşünmeye devam edersem gidip üstümü değiştirmek zorunda kalırdım. Hızlıca evden çıkıp arabaya doğru yürürken telefonum çalmaya başladı. Bilinmeyen numaraydı, Turgut olduğunu düşünerek aramayı cevaplandırdım.

"Hazır mısın?"

Turgut'tu.

"Hazırım, bana mekanın konumunu atar mısın?"

"İki dakikaya evin önündeyim."

Telefondan gelen dıt dıt sesi üzerine telefonu sinirle çantama sıkıştırdım.

Arabamın kaputuna yaslanıp Turgut'u beklemeye başladım. İki dakika sonra korna sesi duymamla bu adamın ne kadar dakik birisi olduğunu anlamıştım. Bahçe kapısına doğru yürürken Turgut arabanın içinde beni izliyordu.

Kapıyı açıp ön koltuğa oturdum.

"Zahmet oldu," dedim kibarca.

"İyi oldu Kaşdoğan. Zahmet olmadı, seni benim almam daha iyi oldu."

"Neden? Kendim gelsem beni yolda kuşlar falan mı kaçırırdı?" Tepkim üzerine burnundan güldü.

"Bak bu yönden hiç düşünmemiştim."

Arabayı çalıştırdı. Radyodan gelen kısık müzik sesi yol boyu devam etti. Ne ben konuşmak için bir hamle yapıyordum, ne de o. Sessiz süren yolculuğumuz 'Yıldız Kafe' yazan kafenin önünde sonlanmıştı.

"Geldik," dedi. Arabadan indiğimizde Turgut yanıma gelip boynunu çıtlattı.

"Yorgun musun?" diye sordum.

"Biraz," diye cevap verdi. "Hadi gidelim."

Yan yana yürürken adımlarımız ahenkle birbirine eşlik ediyordu. Kafenin içine girdiğimizde etraftaki atmosfer şimdiden beni etkilemişti.

Masa ve sandalyeler yerine yerlere renkli puflar konulmuştu. Duvarlar yeşile boyanmış, her yer rengaren gözüksede renk karmaşası yoktu, insanın asla gözünü yormuyordu.

"Hoşgeldin kardeşim," diye bize doğru kollarını açarak gelen adam, sarı,uzun saçlarını tokatla tepeden bağlamış, böylece yeşil gözleri ortaya çıkmıştı.

"Hoşbulduk Ahmet, nasılsın?" dedi Turgut adamla sarılırken.

"İyiyim iyiyim. Sizi gördüm daha iyi oldum." Ahmet bana gülümserken bende kibarca karşılık vermiştim.

"Kim bu güzel bayan? Yoksa yıllardır süre gelen yalnızlığını bozdun mu?" Ahmet'in cümlesi üzerine neredeyse zil takıp oynayacaktım. Demek ki Duru Turgut'un sevgilisi değildi.

"Pardon da sanane?"

Git başımdan iç ses!

"Arkadaşım, Berra..." diyerek beni tanıttı Turgut. Allah'tan beni tanıtırken Kaşdoğan dememişti adama.

"Memnun oldum Berra. İstediğiniz yere geçin. Keyfinize bakın, ben birazdan yanınıza geleceğim."

Ahmet yanımızdan uzaklaşırken bizde boş bir yere oturmuştuk.

"Nasıl? Beğendin mi?" Turgut'un sorusu üzerine evet anlamında kafamı salladım.

"Çok hoş bir yer."

"İstanbul'da daha iyi mekanlar görmüşsündür."

Aniden buz kesmiştim.

"İyi misin?"

Turgut'un sesi uğultu gibi geliyordu.

"Kaşdoğan, korkutuyorsun beni."

Turgut'a baktığımda harelerinden taşan endişe üzerine kendimi toparlamaya çalıştım.

"İyiyim."

Değildim.

Kafe yavaş yavaş kalabalıklaşırken içecek servisi yapan çalışandan iki bardak kokteyl aldı Turgut.

"Ne sevdiğini sormadım ama, istersen değiştirebilirim."

"Yok yok, hiç zahmet etme. İçerim ben."

Turgut'un uzattığı bardağı alıp bir yudum içtim. Biraz genzimi yaksada ses etmemiştim.

 

Hoşgelmişsin gönlüme, hayatumun anlami

Sana laf edenlere verdum ayari

Şarkıyı duyduğum saniye beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Evren bana mesaj falan gönderiyorsan geri çek. Bay gıcıkla olmaz, kesinlikle olmaz.

Birak puli parayi, evleri saraylari

Bozdum sadece senlen, senlen kafayi

Bardakdaki içeceği bir anda kafama dikip ayağa kalktım. Bu şarkıyı Turgut'la dinlemek beni yeterince germişti.

"İçecek almaya gidiyorum."

Turgut'a kısa bir açıklama yapıp yanından uzaklaştım. Kafeden çıkıp biraz hava almak daha iyi gelecekti. Bana neler oluyordu böyle? Yine o hislere mi kapılacaktım yoksa?

"Bu akşam beni yalnız bırakmayan tüm dostlarıma çok teşekkür ederim. İnşallah keyifli bir akşam geçirirsiniz."

Ahmet'in konuşmasına devam ederken biraz daha hava alıp içeri girmeye karar verdim. Yerden birkaç santim yüksekliğindeki sahnede gitar çalan kişiyle göz göze geldiğimde ufak çaplı bir şok yaşamıştım.

"Emir?"

Emir gitarını bırakıp sahneden inerek yanıma geldi.

"Berra, gerçekten sensin. Kaç yıl oldu görüşmeyeli."

Emir benim liseden arkadaşımdı. Birbirimize özlemle sarılırken üzerimde hissettiğim bakışlar üzerine geri çekildim. Turgut'la oturduğumuz yere baktığımda kaşlarını çatmış Emir'e bakıyordu.

"Sen burada mı çalışıyorsun?" diye sordum.

"Nasipse öyle olacak bakalım. Sen neler yapıyorsun?"

"Babamın teknelerinde birinde çalışmaya başladım bende."

Kaptanlık yaptığımı düşünmüş olacakki bana gururla bakmıştı.

"Yakışır kardeşime." Sırtımı okşarken kahkaha attım.

"Emir, seni bekliyoruz dostum." Sahneden Emir'e seslenen hemen hemen bizim yaşlarımızda genç bir delikanlıydı.

Turgut'a baktım. Acaba o kaç yaşındaydı? Çok fazla büyük durmuyordu?

"Ne diycem," dedi Emir. "Lisedeyken senin sesin çok güzeldi. Benim için bir şarkı söyler misin?"

"Hayır hayır…" diyerek ellerimi salladım.

"Kırma beni," diye ısrar ediyordu.

Pes ederek ofladim.

"Peki madem."

İkimiz sahneye doğru yürürken insanlar alkışlamaya başlamışlardı bile.

"Ne söyleyeceksin."

Derince yutkundum.

"Zakkum, gökyüzünde."

Gitar sesiyle birlikte gözlerimi kapattım.

"Bu şarkı senin için abi..."

"Eskiye dalıyor gözüm, dalmasın da ne yapsın

Bugün günlerden o gün sanki döndün ayaktasın."

Boğazım düğüm düğüm olurken özellikle bu şarkıyı söylemek daha zordu.

"Bak güneş batıyor işte birgün daha yakınız

Bu yağmur sensin işte

Or'dasın gökyüzünde"

Kalbimi ufak bir sızı yokladı.

"Aklıma düşüyor yüzün gülümser gibi ayrılışın."

Abimi en son gördüğüm gün gözümün önündeydi.

"Artık sayılı zaman değil müebbet yalnızlığım

Aklıma düşüyor yüzün gülümser gibi ayrılışın

Artık sayılı zaman değil müebbet yalnızlığım"

Şarkı boyunca kapalı olan gözlerimi açtığımda uzaktan beni izleyen kişiyi doğru mu görüyordum? Yoksa beynimin oyunu muydu? Yine mi halüsinasyon görüyordum?

Dudaklarımdan tek bir kelime döküldü.

"Abi..."

 

 

 

Loading...
0%