@yazarus_1
|
İnsan en çok korktuğu şeyden mi sınanırdı? "Bu gerçek değil..." Derin bir nefes. "Bu gerçek değil..." Bir derin nefes daha. "Gerçek değil..." Üçüncü bir derin nefes daha. "Değil..." Bir şeyi kırk kez söylersek mi gerçek olurdu? Eğer öyleyse sabaha kadar bu cümleyi kurabilirim. Az önce elimden kayan telefonu elime aldım. Kırılan ekranla bakışırken telefonu komple kapatıp cebime sıkıştırdım. Beni bulmuştu, ondan kaçarken söylediği sözler kulağımda yankı yapmıştı sanki. "Seni bulacağım Berra, hangi deliğe girersen gir bulacağım!" Ve bulmuştu. Beni burada da bulmuştu. Titremeye başlayan bacaklarımla zar zor evin kapısına ulaştım. Zile basmadan önce şu korku dolu ifademden kurtulmalıydım. "Sadece blöf yapıyor," diye mırıldandım. "Blöf yapacak olsa Ordu Güzeli mi der?" Sus iç ses! Artık sus! "Sadece blöf yapıyor." Kendimi sakinleştirdikten hemen sonra zili çaldım. Saat gece yarısını geçmişti, babam çoktan uyumuş olmalıydı. Zilin sesine uyanmaması için içten içe dua etmeye başladım. Kapı açıldığında annem uyku sersemi gözlerini ovuşturdu. İçeri girip montumu vestiyere astıktan sonra koşarak merdivenlere yöneldim. Annem arkamdan bağırmamış, soru sormamamıştı. Odama vardığımda kapımı kilitleyip sırtımı kapıya yasladım. Ne yapacaktım? Bana ulaşmaması için ne yapacaktım? Size ondan hiç bahsetmemiştim değil mi? CAN... İsmiyle karakteri kesinlikle uymuyordu. Bir insanın canı olamayacak kadar gaddardı. Gözlerindeki öfke yavaş yavaş sizi bitirirdi. Hiç hissettirmeden içinize sızar, gerçek yüzünü görene kadar iş işten geçmiş olurdu. CAN OZAY... İstanbul'a yerleştiğim ilk hafta tanışmıştım. İlk başlarda bana çok yardımcı olmuş, arkadaş olmuştuk. Keşke olmasaydık... Saplantılıydı Can, gün geçtikçe anlamıştım lakin iş işten geçmişti. Üzerimdeki fazlalıklardan kurtulup pijamalarımı giyip kendimi yatağa attım. Uyursam düşünmezdim, gözlerimi kapattım. Kendimi uykunun kollarına teslim ettim.
*** Gözlerimi açtığımda gün yeni ağarıyordu. Bugün tekneye gitmeyecektim, mümkünse diğer günlerde... Korkuyordum, kendim için değil, aileme zarar gelmesin diye korkuyordum. Can güçlüydü, tehlikeliydi, bana zarar vermek için her yolu denerdi. Beni bulmaması için elimden geleni yapacaktım. Aileme zarar gelmemesi için Ordu'yu tekrar terk bile edebilirdim. Yorganı biraz daha üzerime çekip tekrardan uykuya kendimi teslim ettim.
Gözlerimi açtığımda kendimi herşeyin başladığı o apartmanda bulmuştum. Korkuyla irkildim. Bu nasıl mümkün olurdu? Etrafa ürkek bir ceylan edası bakınırken apartmanın giriş kapısı açıldı. Gözlerim irileşirken bütün bu olanlara anlam vermiyordum. Bendim o kapıdan giren. Üstümde beyaz bir tişört, altımda kot şortum ve elimde bavulum. Bu apartmana ilk taşındığım gündü. Adım atmaya çalıştım lakin yerimde çakılı kalmış gibiydim, hareket edemiyordum. Bağırmaya çalıştım, kendime seslenmek istedim. Kelimelerim dudaklarımdan dökülmüyordu. Korku bütün bedenimi etkisi altına almıştı. Karşımda merdivenlerden çıkan kendime baktım. Olacaklardan habersiz bir bir çıkıyordu merdivenleri. İşte o an apartmanın kapısı tekrar açıldı. "Hayır!" diye bir feryat koptu içimden. "Arkana dönme! Git dairene!" Geçmişteki Kendimi korumak için resmen çırpınıyordum. "Merhaba..." dedi. Sesindeki pürüzlü tınıyla yüzümü buruşturdum. "Bakma ona!" diye kendimi ikaz etsemde dönüp bakmıştı. "Merhaba..." dedi geçmişteki ben. Bu karşılaşmadan bütün beş yıl boyunca pişman duyacaktım. Can, yanıma doğru yürürken ona engel olamamak içimde fırtınaların kopmasına neden oluyordu.
Korkuyla sıçradığımda ilk önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Bütün gördüklerim sadece rüyaydı. Kuruyan boğazımı biraz olsun ıslatmak adına komodinin üzerinde duran bardağı elime aldım. Su boğazımdan aşağı kayarken kendime gelmeye çalıştım. Can yine aynı şeyi yapmıştı. Bütün hayatımı alt üst etmişti. Yatakta doğruldum. Artık tekrardan uykuya dalmak imkansızdı benim için. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Küçükken her korktuğumda yanına fıtı fıtı giderdim. Şimdi de korkuyordum. Benim odamın hemen karşısında kalan odaya doğru yürüdüm. Buraya geldiğim günden beri cesaret edip girmemiştim bu odaya. Derin bir nefes alıp kapı kulpunu tuttum. Odaya girdiğimde abimin kokusu burnuma doldu. Sanki hiç gitmemiş, bizden koparılmamıştı. Herşey aynıydı. Yatağına doğru attığım her adımda kalbim sıkışıyordu. Abim siyahın asilliğine inanırdı ve odasında da bunu yansıtmıştı. Simsiyah, desensiz yatak örtüsü, siyah renk gardırobu, siyah renk çalışma masası... Aniden karnıma giren ağrıyla iki büklüm oldum, bedenimi zar zor yatağa bıraktım. Çok fazla stres altında kaldığım zamanlar karnıma böyle ağrılar girerdi, biraz dinlendikten sonra geçerdi. Abimin yastığına kafamı koyduğumda göz yaşlarımı tutamadım. Herşey aynıydı fakat o eksikti. O eksik olunca hiçbir şeyin anlamı yoktu. Hıçkırıklarım duyulmasın diye ağzımı kapattım. Bugün abime ihtiyacım vardı, onun kokusuna ihtiyacım vardı. Ciğerlerime çektiğim bu kokuyu hapsetmek istiyordum. Yatağın baş ucundaki komodinin üzerinde duran çerçeveye baktığımda gözyaşlarımı sildim. Gördüğüm karede abim ve sevgilisi vardı. Kameraya gülümseyerek bakmışlardı. Yanlış hatırlamıyorsam bu fotoğraf abimin sevgilisinin mezuniyet törenine aitti. Sevgilisiyle bir kez tanışmıştım. İç çektim. Acaba şimdi bu kız ne yapıyordu? Neydi adı? Tuana? Evet evet, Tuana'ydı. Resime daha dikkatli bakarken Tuana'nın birine aşırı benzediğini farkettim. Kendime gülerken böyle birşeyin mümkün olmadığını biliyordum. Tuana, Turgut'u andırıyordu. |
0% |