@yazarus_1
|
Üç gündür evden hiç çıkmamıştım. Annem her gün neyim olduğunu öğrenmeye çalışıyordu lakin onu geçiştiriyordum. Babam tekneye gitmem için ısrar etmiyordu. Zaten son zamanlarda varlığı yokluğu belli değildi. Telefonum da o günden beri hep kapalıydı, Can artık bana ulaşamazdı. Ulaşamazdı değil mi? Pencerenin önüne gitmemle geri dönmem bir olmuştu. Yatağa oturup ellerimi başımda birleştirdim. Hayatım böyle nereye kadar devam edecekti? Ben bu evden özgürlük için gitmemiş miydim en başta? Şimdi kendimi bile isteye gökyüzünden mahrum bırakıyordum. Kapım iki kez tıklanıp açıldığında Turgut'u görmeyi hiç beklemiyordum. "Gelebilir miyim?" diye sordu. "Tabiki..." Yanıma gelene kadar onu inceledim. Üç gün içinde süzülmüş, göz altları çökmüştü. En son yayla evinden ayrıldığımızda iyiydi bu adam. "Sen iyi misin?" diye sordum. Burnundan güldü. "Asıl benim sana bu soruyu sormam lazım." Anlamsızca başımı salladım. "Üç gündür neden tekneye gelmiyorsun Kaşdoğan?" Boğazımı temizledim. "Hastayım," diyerek aklıma ilk gelen yalanı söyledim. "Sen neden geldin?" Derin bir iç çekti. "Seni merak ettim." Bu sefer iç çeken bendim. "Kaşdoğan," dedi acıyla. "Bana anlatabilirsin, kafedeki olay yüzünden mi böyle yapıyorsun?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. "Turgut..." dedim cızırtılı bir sesle. Yerinde kıpırdanıp gözlerime baktı. "Ben galiba gideceğim." Gözleri irileşirken alaylı bir kahkaha döküldü dudaklarından. "Dalga mı geçiyorsun? İkinci kez aynı hataya düşemezsin! Aileni bir kez daha yüz üstü bırakamazsın!" Şiddetli ve öfkeliydi sesi. "Ben..." dedim çaresizlikle kıvranan sesimle. "Sen!" diye kükredi. "Bir kez daha bencilce davranamazsın!" Neden bu kadar öfkelendiğine anlama veremiyordum. Ona neydi? Benim buradan gitmem ona neydi? "Beni anlamanı bekleyemem," derken sesim titremişti. "Birşey olmuş," dedi, yanıma oturduğunda ellerimi tuttu. "Sana yardım edebilirim." "Çok güçlü," dedim pes ederek. "Çok tehlikeli." Kafamı çevirdim, gözlerine bakmak istemiyordum. Çenemden tutup kafamı kendine çevirdi. "Kim?" diye sordu. "seni bu kadar çaresiz bırakan kim?" Derince yutkundum. Bana yardım eder miydi? Ya ona da zarar verirse? "Sana da zarar verir," dedim omuzlarımı dikleştirirken. "Kimse bana zarar veremez, korkmana gerek yok. Anlat." "Can!" dedim tiksintiyle. "İsmi Can, Can Ozay. İstanbul'da kaldığım apartmanda kapı komşumdu. İlk başlarda bana çok yardımcı oldu, iş buldu, evimin eksiklerini tamamladı. Bana arkadaşça yaklaştı." Cümlemi devam ettireceğim sırada Turgut'un sinirden belirginleşen boyun damarları dikkatimi dağılmıştı. "Devam et!" dedi dişlerini sıkarken. "Temizlik işi bulduğunu söylemişti, bir iki kez gittikten sonra bunun sıradan bir temizlik olmadığını anlamıştım. Bana-" Gözlerimi sıkıca yumup açtım. "Cinayet izlerini temizletiyorlarmış, bana olay yerini temizletiyorlarmış." Turgut dudaklarını sinirle ısırdı. "Sonra," dedim devam etmek adına. "Can'a gittim, hesap sordum. Tehtit etti beni, polise gidip delilleri yok ettiğini söylerim dedi. Herşey senin üstüne kalır dedi. Boyun eğdim, o işte çalışmaya devam ettim. Onlar yok etti, ben arkalarını temizledim. Temizlik için gittiğim her mekanda delirecek gibi oluyordum, o kan kokusu üzerime siniyordu sanki, ne kadar yıkanırsam yıkanayım o koku gitmiyordu.Dört sene devam etti bu eziyet, delirmek üzereydim." Benim için o günleri anlatmak çok zordu, herşeyi tekrar tekrar yaşıyordum. "Geceleri uyuyamıyordum, gündüzleri ruh gibi geziniyordum ortalıkta. Ne zaman uykuya dalsam kabuslarla uyanıyordum. Can'dan kaçmayı kafama koyduğum gün, akşam üzeri kapım çalındı. Can gelmişti, beni alıp temizlik için bir depoya götürdü. Yerleri temizlerken Can'da beni bekliyordu. Kararımı vermiştim, o akşam ondan kurtulacaktım. Ben Temizliğe başladıktan yarım saat sonra telefonu çaldı, arkasını dönüp telefondaki kişiyle konuşmaya başladı. Fırsat ayağıma gelmişti. Depodaki sandalyeyi elime alıp sessizce ona yaklaştım. O ne olduğunu anlamadan sandalyeyi kafasında kırdım. Yere düştü ama bayılmamıştı. Bende koşmaya başladım, arkamdan beni bulacağını söylüyordu." Turgut'a döndüğümde elini yumruk yapmış yere bakıyordu. Ona baktığımı fark etmiş olacak ki bana döndü, gözleri kıpkırmızı olmuştu. "Bir hafta sokaklarda yaşadım, iyi değildim, halüsinasyonlar görüyordum. Bir sene boyunca da ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattım. Tedavim bitince hastaneden çıkıp direkt buraya geldim." Kuruyan boğazım zonklamaya başlamıştı. "Hastanede..." dedim ve sustum. "Doktorlar bana durumumun yavaş yavaş iyiye gittiğimi söylüyorlardı ama ben iyileşmediğimi biliyordum. Çünkü hastane koridorlarında abimi görüyordum, beni uzaktan izliyordu, her perşembe. Kafede olduğu gibi, bana uzaktan gülümserdi, sonra kaybolurdu." Turgut'un nefes alışverişi sıklaştı. "Berra," dedi. "Can meselesini halledeceğim. Korkmana gerek yok, kendini odana kapatmana da gerek yok. Ordu'yu terk etmene hiç gerek yok. Söz veriyorum o herif senin yanına yaklaşamayacak." Gülümsedim, beni kendine çekip sarıldığında kasılmıştım. "Özür dilerim," dediğinde geri çekildim. Neden özür diliyordu ki? Tam soracakken ayağa kalktı, dudakları hafifçe kıvrıldı. "Yarın sabah teknede seni bekliyorum Kaşdoğan," dedi dümdüz. "Bu kadar kaytarmak yeter. Senin gibi kimse kahve yapamıyor, özledim valla." Bende ayağa kalktım. "Sadece kahvemi mi özledin?" diye sordum bir cesaret. "Sadece kahve değil," dedi derin derin bakarken. "Kahve sadece bahane." Göz kırpıp odadan çıktığında koca bir boşluğa düşmüş gibi hissettim.
|
0% |