@yazarus_1
|
Bana kendinden bahset deseniz 'susmaya alışan bir kızım yalnızca' diye cevap verirdim. Yıllarca süre gelen sessizliğim beni uçsuz bucaksız bir kuyuya hapsetmişti. O kuyuya nasıl düştün diye soracak olursanızda 'Babamın bana tiksinerek baktığı o gözleri itti' diye cevap verirdim. Şu zamana kadar aldığım nefesler hep boğazımda yumru olur, ne kadar yutkunursam yutkunayım hiçbir zaman geçmezdi. Hissetmek istediğim o sevgi kırıntılarını kollar, babamın bana şevkatle bakacağı günü hayal ederdim. Yine o günlerden biriydi, günlerden pazartesi, aylardan Ağustos'tu... 10 Ağustos, doğum günüm... "İyiki doğdum ben," dedim gözlerim dolu dolu önüme konan pastaya bakarken. Her sene yaptığım gibi yine yalnız kutlamak zorunda bırakılmıştım doğum günümü. Pastayı önüme koyan garson bana iyi dileklerini sunarken ona tebessüm etmekle yetinmiştim. Yalnızlığımı kabul etmezcesine önüme ilk çıkan kafeye girip pasta siparişi ettim. Yine yalnızlığımı kabul etmezcesine gülümsemeye çalışarak üfledim o mumu. Çalışan yanımdan uzaklaşırken pastaya son kez bakıp pastanın parasını masaya bırakıp kafeden ayrıldım. Dudağıma değen tuz tadıyla ağladığımı yeni idrak etmiştim. Elimin tersiyle akan yaşları silip bana doğru yaklaşmak üzere olan taksiyi durdurdum. Evren bugün benim yüzüme gülmüştü yoksa İstanbul trafiğinde taksi bulmak mümkün müydü? "Nereye gidiyorsun hanım kızım?" diye sordu taksici. "Mezarlığa," dediğimde kafasıyla onayladı. Bugün benim doğum günüm, annemin ise ölüm yıldönümüydü... Babamın benden tiksinmesinin asıl sebebi buydu, tek sebebi de diyebilirim. Annem beni doğururken ölmüştü, babam bu yüzden hep beni suçladı. Kelimelerle değil, yanlış anlaşılmasın, bakışlarıyla suçladı, benden esirgediği o sevgide bunun kanıtıydı. Sevmezdi babam beni, sanki onun soy adını kullanan herhangi bir kızdım. Küçükken arkadaşlarım bizim evimize geldiğinde babam onlara gülümser, sohpet ederdi. Bana bir kez gülümsemediği o dudaklarının başkalarına güldüğünü görmüştüm. Benim hayatım hakkında hiç merak etmediği o soruları onlara sorardı. "Dersleriniz nasıl?" derdi mesala... "Karnede düşük not görmeyeyim," diye ikaz bile ederdi şakadan... Bende birdaha arkadaşlarımı eve davet etmedim hatta bir daha arkadaş bile edinmedim. Sırf babamın arkadaşlarıma hâl hatır sormasına dayanamadığım içindi bütün bunlar. Babam kendi kızı hariç bütün çocuklara iyi davranırdı, konuşur, muhabbet ederdi. Oyun bile oynardı onlarla, ben yokmuşum gibi, beni görmezden gelerek... Taksi durduğunda ücreti ödeyip indim. Mezarlığa doğru ilerlerken babamın arabasını görmüştüm. Benimle burada karşılaşmak onun hoşuna gitmeyeceği için bende kaldırma oturup beklemeye başladım. Babam gittikten sonra annemi ziyaret etmek daha doğru olacaktı. Zaten bu hikayede yanlış olan tek şey bendim... Birkaç dakika sonra babamın ağlayarak arabaya bindiğini gördüğüm gibi ayağa kalkmam bir olmuştu. Araç uzaklaşırken arkasından uzun uzun baktım. Hep yaptığım gibi, uzun uzun, baba özlemi çeke çeke... Bir babam vardı evet, bedenen vardı, ruhen yoktu... Benim babam annemle birlikte o mezara kendinide gömmüştü... Derin bir nefes alarak mezarlık kapısından içeri girdim. Annemin mezarına giderken kalbimde tarif edemediğim bir sızı hakimdi. Farklı hissediyordum, birşeyler kopmuş gibi... 'Işık Akkaya' yazan mezar taşına dokundum. Eğilip mezar taşını öptüm. "Annem..." dedim ağlamamak için dudağımı ısırdım. Annemin yanında hiç ağlamamıştım, ona babamdan hiç bahsetmemiştim. Hep iyiyim demiştim ama biliyordu, iyi olmadığımı biliyordu, beni görüyordu. "Ben geldim annem," dediğimde burnumu çektim. "Çok iyiyim bugün, benim doğum günüm. Arkadaşlarımla kutladım. Görsen bana ne hediyeler almışlar." Gülümsemeye çalıştım lakin yaptığım yalnızca dudaklarımı minim kıpırdatmaktı. "Kızdım da onlara, bu kadar hediye alınır mı diye. Çok seviyorlar beni, benden onları çok seviyorum..." Birden izleniyormuşum gibi hissettiğimde sağıma soluma bakındım. Görünürde kimse yoktu, tekrar annemin mezar taşına baktım. "Babamda kutladı sabah, iyi ki doğdun canım kızım dedi. Bana kocaman pasta yaptırmış." Kalbim kan ağlarken gülümsemeye çalışmakta artık zorlanıyordum. "Ben yine gelirim annem, seni çok seviyorum..." Titreyen ellerimi arkama sakladım, son kez mezara bakıp arkamı döndüm. Yavaş adımlarla mezarlıktan ayrılırken izleniyormuşum hissi hâla geçmemişti. Etrafıma bakına bakına yürüken telefonuma gelen bildirim sesiyle duraksadım. Ekranı açmamla telefonun elimden düşmesi bir olmuştu. Bedenim kaskatı kesilirken kafamı ard arda iki yana salladım. İki kelime bir insanı nasıl allak bullak ederdi, nasıl çaresiz hissettirirdi?
"Ben gidiyorum." Babamın yazdığı mesaja anlam yüklemeye çalışıyordum fakat hiçbir şekilde mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Nereye gideceğini yazmamıştı, ne zaman döneceğini yazmamıştı. Ters giden birşeyler olduğunu biliyordum. Koşarak mezarlıktan ayrılıp caddeye çıktım. Bu saatte buradan taksi geçmezdi, zaten o şansımı bugün fazlasıyla kullanmıştım. İçimdeki korkuyu kontrol edemiyordum, bir taraftan önümü görebilmek için göz yaşlarımı silerken diğer taraftan taksi bulmak için dua ediyordum. Köşeyi döndüğümde biraz ileride otobüs durağı gördüm. Kartım yoktu ama birine rica etsem bana yardımcı olur ümidiyle durağa kadar koştum. Durakta iki kişi vardı, nefesimi düzene sokmaya çalışırken hemen hemen benim yaşlarımda olan kızın koluna dokundum. "Pardon..." dedim üst üste birkaç nefes alıp verirken. "Otobüs kartımı evde unutmuşum da, size ücretini versem benim için de basabilirmisiniz?" "Paraya gerek yok," dedi kız sevecen bir tonda. "Yardımcı olurum." "Çok teşekkür ederim," dediğimde az da olsa sakinleşmiştim, en azından artık ağlamıyordum. Saçlarımı geriye sıvayıp otobüsün gelmesini beklemeye başladım. Üç dakika sonra otobüsün geldiğini görünce yanımdaki kıza baktım. Bana gülümsediğinde yüzüne minnetle bakıyordum.
*** Kapının önüne geldiğimde içimdeki sıkıntı bir türlü geçmemişti. Zile bastım, birkaç saniye içinde Gülnur abla kapıyı açmıştı. Suratı asıktı, hemen içeri girip, "Babam nerede?" diye sordum. Ellerini beline koydu, "Baban gitti, birdaha geri dönmeyecekmiş. Bize de haftalığımızı verip işten çıkardı. Bende çıkmak üzereydim," dediğinde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Babam gitmişti, bir açıklama yapmaya bile tenezzül etmeden terk etmişti. Gülnur abla yanımdan çekip giderken bacaklarım bedenimi daha fazla taşıyamadı, dizlerimin üzerine yığılırken kimsem kalmadığı gerçeği tokat gibi yüzüme savrulmuştu. Ne kadar öyle kaldığımı bilmiyorum, kalbim babamın beni terk ettiğine bir türlü inanmak istemiyordu. "Çalışma odasında muhakkak birşey vardır, bana açıklama yapmadan gitmez, gidemez..." Kendi söylediğime ben bile inanmıyordum. Yinede ayağa kalkıp merdivenlere yöneldim. İlk defa bu basamakları çıkarken bu kadar zorlanıyordum. Çalışma odası üst kattaki ikinci odaydı, kapısı açıktı. Odaya girdiğimde hemen masanın üzerinde duran kağıtları karıştırdım. İşime yarayan birşey bulamayınca raflara yöneldim. Tam rafları kurcalayacakken ayak sesleri duyduğumda kapıya doğru koştum. "Baba..." diye bağırdım. Gitmemişti, beni bırakmamıştı. "Baba..." dedim bir kez daha. Karşı karşıya geldiğim yüz babam değildi, daha önce hiç görmediğim bir adam beni öldürecekmiş gibi gözlerini dikmişti. Kemikli yüz yapısını koyu kahve gözleri tamamlıyordu. Sarıya çalan saçlarını eliyle karıştırdığında burada olması gayet normalmiş gibi sırıttı. "Kim- kimsin sen?" Kekelemem onu eğlendirmiş olacakki güldü. "İş arkadaşın," dedi tok bir sesle. "Ne saçmalıyorsun?!" diyerek bir adım geri gittim. "Adın ne senin?!" diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. "Seni ilgilendirmez!" diye adeta tısladım. Derin bir nefes verdi. "Sorularımı tekrar etmeyi sevmem!"diye bağırdığında yerimde sıçradım. "Zuhal..." dediğimde bana doğru yaklaşmaya başladı. "Zuhal Akkaya," dedi alayla. "Atıf Akkaya'nın arkasında bıraktığı kızı..." Gözlerim dolarken görmemesi adına kafamı sağa çevirdim. "Evimden defol git!" dediğimde sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı. Dilini damağına vurdu. "Sen evine gelen misafirlerini böyle mi karşılarsın?" Beni baştan aşağı süzdüğünde midem kasılmıştı. "Hiç ama hiç misafirperver değilsin orman gözlü kız. İnsan birşeyler ikram eder." Derince yutkundum, telefonumu almak için cebime hamle yapacağım esnada elini havaya kaldırdı. "Öyle bir ahmaklık yapma!" dedi tehtitkar bir tonda. "Benden ne istiyorsun?! Ne işin var evimde?!" Korkudan kesik kesik çıkan sesime lanet ettim. Dışarıdan aciz görünmeyi sevmezdim, ne olursa olsun başım hep dik durmalıydı. "Baban kendi götünü kurtarmak için kaçıp gitmiş, onun mahvettiğini düzeltmek sana kaldı!"
Yeni bölümde görüşmek üzere 🌸
|
0% |