Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Keskin Bolat

@yazarus_1

 

Keyifli okumalar.

Oy ve yorumlarınıza talibim 🌸

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Keskin'in Ağzından

 

​​Orman gözlü kız bahçe kapısından çıkmak üzereyken, az önce fırlattığım diski yerden alıp eve doğru yürümeye başladım.

Gururunu kırmıştım, savurduğum hakaretlerle kalbini paramparça etmiştim.

İçimdeki patlamak için can atan yanardağını kontrol edememiş, onu lavların ortasında bırakmıştım.

 

Odamdaki tekli koltuğa kendimi bıraktığımda elimde tuttuğum diske göz ucuyla baktım. Demir Sönmez'i alaşağı etmek için Orman gözlü kızın kalbini kırmaya değmiş miydi?

Onunla ilk karşı karşıya geldiğimiz gün, orman gözlü kızı bulduğuma emindim, annemin anlattığı o masaldaki kızı bulduğuma emindim.

Zuhal bana 'orman gözlü kız'ın' bir anlamı olup olmadığını sorduğunda öylesine birşey diyerek üstünü kapatmıştım lakin öylesine birşey değildi...

Orman gözlü kız, annemin sonunu anlatmaya ömrü yetmediği bir masaldı, bende masalın sonunu bitirmek için orman gözlü kız'ı aradım yıllarca.

Onu bulmuştum bulmasına fakat masalın sonunun mutlu bitme ihtimali yoktu. Zuhal'i benimle karşılaştıran hayat, masalın sonunu o an önüme sermişti.

Kapım tıklanıp açıldığında Ömer içeri daldı.

"Bakıyorum da, bizim buz kralının kalbi yine donmuş," diyip sırtını duvara yasladı.

"Zevzek zevzek konuşma!" diye konuştuğumda dilini damağına vurdu.

"Zuhal'in neden gitmesine izin verdin?"

Sen nereden biliyorsun manasında gözlerimi kısarken kollarını birleştirdi.

"Beni aradı, gidecek yeri olmadığı için eskiden Burcu'yla kaldığımız eve yerleştirdim."

"İyi yapmışsın," dediğimde Ömer'in kaşları havalandı.

"Bu kadar mı?" diye sorduğunda kafamı evet anlamında salladım.

Sıkıntıyla dizlerimin üzerine dirseklerini koydum, başımı ellerimin arasına aldığımda tepkilerimin ayarını tartıyordum.

"Çok aşırıya mı kaçtı?" diye sordum.

"Fazlaca," dedi Ömer, duymak istediklerimin tam tersini sunan bu kelimeye hoşnutsuzca homurdandım.

"Neden böyle birşey yaptığını az çok tahmin ediyorum," diye eklediğinde doğrulup, meraklı bakışlar eşliğinde devam etmesini bekledim.

"Onu kıskandın."

Bu iki kelime, birkaç saat önce Zuhal'in savurduğu o tokat gibi aynı etkiyi yaratmıştı.

"Seni ciddi ciddi dinleyen beynimi sikeyim!" diyerek ayağa kalktım.

Elimdeki diski Ömer'e uzatıp sinirle soludum.

"Şunun içindeki bilgilere göz at bakalım, işe yarar şeyler çıkarsa haber edersin."

Kapıya doğru ilerlerken Ömer telaşla seslendi.

"Şimdi nereye?"

Onu siklemeyip odadan çıktım. Başım kazan gibiydi, uğuşması, orman gözlü kızı düşünmemesi için Kerem'in mekanına gitmeye karar vermiştim.

Merdivenlerden koşar adım inerken Ömer'in patır patır arkamdan gelen adım seslerini duymamaya çalıştım.

"Zuhal daha gelmedi mi deli oğlan?" diyen Makbule Ablaydı.

"Yok ablam," dedim tok bir sesle. "Artık gelmesi pek mümkün değil."

Başka birşey demesine fırsat vermeden evden ayrıldım.

"Ahmet, arabayı getir."

Ahmet, en güvenilir adamlarımdan biriydi, geçen gün yaptığı yanlışı henüz affetmemiştim fakat şimdi onun sırası değildi.

Araba önümde durduğunda arka koltuğa oturacağım sırada, Ömer benden önce davranarak araca binmişti.

"Ben sana çok önemli bir görev vermedim mi?," dedim hatırlatıcı bir tonda.

Ömer elini havaya kaldırıp boşver dercesine salladı.

"Merak etme, hallettim ben o işi," dedi rahat rahat yayılırken.

"Sabır, sabır!" dedim dişlerimin arasından.

Ömer'in yanına oturduğumda kolumu dürttü.

"Buz kralı, küs müyüz?"

Gözlerimi devirdim, ona o masalı anlatmakta hata etmiştim, o masaldaki buz kralının hikayesini dinledikten sonra bana o şekilde hitap etmeye başlamıştı.

"Şunu demeyi kes!" dedim asabice. "Çocuk muyuz hem? Bu yaşta küsmek falan," dedim yüzümü buruşturarak.

"Sen Zuhal'e orman gözlü kız derken sorun olmuyor, ben sana buz kralı derken mi sorun oluyor?" dediğinde elimi saçıma daldırdım.

Nasıl beceriyordu bilmiyorum ama bam telimi her seferinde bulup, düşünmeden basıyordu.

Ona cevap verirsem yol boyu bu tartışma devam ederdi, kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi kapattım.

Tam istediğim sessizliğin içindeyken cebim titremişti. İlkinde gelen bildirime bakmayı düşünmüyordum lakin ikinci kez titrediğinde mesajın Zuhal'den olma ihtimali varmışcasına telefonu elime aldım.

Almamla kas katı kesilmem bir olmuştu. Sol gözüm sinirden seğirmeye başladığında ekranı kapattım.

"Ne oldu?"

Yanımdaki hareketlenen bedene yavaşça kafamı çevirdim.

"Demir piçi!" dedim iğreltiyle. "Depodaki görüntümüzü yollamış."

"Şerefsiz!" diyerek ön koltuğa öfkeyle yumruk attı Ömer. "O kopyalanan dosyalardan birşey çıkmazsa işte o zaman Zuhal'e dediklerine pişman olacaksın!"

Belli belirsiz şekilde dudaklarım kıvrıldı. Zuhal kimdi ki?

Benim için çalışmaya zorladığım herhangi bir kurban değil miydi?

Sırf babası onu biraz sevsin diye sevgi dilenen biri değil miydi?

Masaldaki buz kralının kalbini çalan kız değil miydi?

Derince yutkundum, ucu açık bir soruydu,masalı bitirmeden bunun cevabını alamazdım.

"Siktir et!" diye mırıldandım. "Ona ihtiyacım olmadan da halledebilirim! Bu zamana kadar hayatımızda Zuhal mi vardı?! Bütün işlerimizi o mu çözdü?!"

Ömer'in boğuk kahkahası üzerine sinirle soludum. Yine boktan, saçma sapan birşeye güldüğü kesindi. Sorma zahmetine bile girmemiştim.

"Ulan, madem onsuz bu işi yapabilirdik, tertemiz kızı neden kirli dünyamızın içine soktun?!" Ömer'in sesi birden sitemle çıktığında irkildim. Kurduğu cümleler elektrik akımına kapılmışım gibi bütün vücudumu titretmişti.

"Atıf Akkaya'nın kızı ne kadar temiz olabilir ki? Avukatmış biliyor musun? Sence ne için bu mesleği okudu? Babasının hayrına mı? "

Bir kaç saniye düşünür gibi oldum," Bir nevi evet, Atıf Akkaya'nın pis işlerini ört bas etmek için! Sende gelmiş karşıma tertemiz kız ayağı çekiyorsun!" Nefes bile almadan cümlemi bitirdim.

Ömer tam birşey diyecekken araç durmuştu. Onunla daha fazla bu konunun tartışmasını yapmamak adına doğrudan kapıyı açıp indim.

Kerem'in işlettiği eğlence mekanından taşan müzik sesi şimdiden damarlarımdaki kanı fokurdatıyordu.

Bu akşam düşünmeyecektim, düşünmek istemiyordum, beynime bu akşam istirahat vermek en iyisiydi.

Mekana dogru yürürken Ömer, tanıdık birilerini gördüğü için arkada kalmıştı. Kafamı öne eğip kimseyle muhattap olmadan mekandan içeri girmiştim.

Müzik kulakları patlatmak istercesine yayılırken belime dolanan ellerle kaşlarım çatıldı.

"Naz?" dedim şaşkınlıkla. "Senin burada ne işin var?"

Yanağımdan makas aldığında güldüm.

"Ben hep buralardayım," dedi gururla burnunu havaya kaldırdı.Parmağının ucunu kalbime bastırdığında yutkundum. "Asıl sen nerelerdesin?"

Gözlerim gözlerine değdi, eskiden içimin gittiği kahveleri şimdi anlamını yitirmişti.

Onunla hiçbir zaman doğru dürüst ilişkimiz olmamıştı, bir arada olduğumuz zamanlar kalplerimiz heyecanla çarpardı lakin kimse ilk adımı atmadığı için bu tatlı heyecan öylece kalırdı.

En büyük sorun kendimce Naz'ın hayat standartıydı. Yerleşik bir düzeni yoktu, kafası nereye eserse o gün orada olurdu.

"Buzlar kralı hep yaptığı gibi ay ışığına mı sığınıyor?" diye yanımıza geldi Ömer.

"Sana o masalı anlattığım günü!" dedim tıslarcasına. "Hepimizi masaldaki karakterlere benzet diye mi anlattım lan?!"

Ömer'in kaşları yukarı kalktı, aşağı indi.

"Ne masalı?" diye soran Naz'a boşver dercesine kaş göz yaptım.

 

 

***

Elime aldığım içeceğe medet umar gibi bakarken, bir anda çekilmesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım.

"Napıyorsun?!" dedim Naz'a.

Omuzları havaya kalkıp indi.

"Bugün benim günüm," dedi elimden aldığı bardağı kafasına dikerken. "Sen beni toplayacaksın, ben seni değil."

Ayağa kalkıp müziğin ritmine karışmak istercesine kıvırtırken derin bir nefes verdim.

Naz'ın kıvrak hareketleri çoğu erkeğin dikkatini çekiyordu, onlara tethitkar bakışlarımı sunarken, benimle göz göze gelenler panikle önüne dönmeye başladılar.

"Yeter!" diyerek Naz'ı kucağıma alıp oturttum. "Yeter bu kadar!"

Naz beni duymazdan gelerek tekrar masanın üzerine çıkacağı sırada onu tutarak engel olmuştum.

Bakışlarım az önce piste dans etmek için giden Ömer'i bana yardım etmesi için ararken kalabalıkta bu mümkün değil gibi görünüyordu.

"Ben içecek almaya gidiyorum," dedi Naz. Savsak adımlarıyla bunu başaracağına gerçekten inanıyor muydu?

Kolundan kavradığımda kaşları çatıldı.

"Bu kimin?"

Gömleğimin kolunu aşağı doğru çekiştirirken, bileğimdekini saklamaya çalışıyordum.

"Çok içtin, az otur hadi," dedim yalvaran bir tonda.

Naz sırıtarak göğsüme başını koydu.

"Az önce halüsinasyon mu gördüm ben? Bileğinde siyah toka mı vardı?"

Saçını okşarken gerilen bedenimi fark etmemesi için çabalıyordum.

"Yanlış gördün," diyerek geçiştirdim.

Naz'ın kesik kesik solukları boynumu gıdıklarken duyduğum şarkı sözüyle dumura uğramıştım.

Beni vurup yerde bırakma

Katlanamıyorum hiçbir yokluğuna

Beni vurup yerde bırakma

İçim bağırdı da ben diyemedim ya

 

​​​​​Yaranın üstünü kaplayan kabuğu bir anda çektiğinizde keskin bir acı yoklar ya, işte bu şarkının etkisi de öyleydi.

Milyon şey var aklımda

Gitmeseydin dinlerdin

 

Sana acıdığım gerçeği hiçbir zaman değişmeyecek orman gözlü kız...

 

Beni düşün bir kez de

Diye başlamak isterdim

 

Çaresiz gözlerine bakarken hissettiğim o tatmin edici zevki yüz yüze göstermek isterdim.

İyi bak kendine bile diyemiyorum

İyi bak kendine bile diyemiyorum

Konuşsam faydasız ya ama susamıyorum

 

Kendine iyi bakamayacağını biliyorum orman gözlü kız , bu yüzden böyle bir temenni cümlesi boş gelir değil mi? Altını dolduramadıktan sonra...

Neden aynı şarkıyı dinliyormuşuz hissiyatıyla dolmuştum?

Ömer yanımıza geldiğinde Naz'ı ona emanet edip lavaboya gitmek için yanlarından ayrıldım.

Lavaboların olduğu koridora ulaştığımda öfkeli bir kadın sesi duydum.

"Ne yaptığını zannediyorsun?!" diye bağırdığında, sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladım.

Esmer bir adam karşısındaki kadının kolunu tutarak onu zorla götürmeye çalışıyorsun.

"Bırak!" diye bağırdı kadın.

"Ammada nazlı çıktın sende," dedi adam alayla.

Onlara doğru yürüyüp kadının kolunu tutan elini hışımla çekip kafamı yüzüne gömdüğümde, hazırlıksız yakalandığı için yere serilmişti.

Burnunu tutup acıyla yerde kıvranırken Kadının yanına gittim.

"İyi misiniz?" diye sorduğumda bana teşekkür edip koşar adım uzaklaştı.

Yerde kıvranan adamın üzerine tükürdüm.

"Lanet olsun sizin gibilere!"

Arkamı dönüp uzaklaşırken adamın boş tehtitleri yalnızca kulağımı meşgul ediyordu.

Lavaboda işlerimi halledip çıktım, bizimkilerin yanına doğru yürürken duvarın önünde sıra sıra dizilen dört kişi beni öldürecek gibi bakıyorlardı.

Omuzlarımı dikleştirip yanlarından geçmek üzereyken beni durdurdular.

İçlerinden en uzun boylusu bana yumruk savurmuştu, kuvvetli refleksim sayesinde yumruğu boşluğa karıştı.

Ne zaman geldiğini anlamadığım Ahmet'i yanımda gördüğümde ortalık bir anda savaş alanına dönmüştü.

Yumruklar havada uçuşurken, Ömer yanıma gelmiş, beni zorla dışarı çıkarmıştı.

"Bırak beni!" diye kükredim. "Onların yedi ceddini-" diye devam edeceğim esnada edebim buna engel olup beni susturmuştu.

Ömer beni yaka paça dışarı çıkarttığında, "Ekrem'i çağırın!" diye birine komut verdi.

"Ekrem'e ne gerek var, ben sürerim arabayı," dediğim vakit Ömer ikaz ederek arabada oturan Naz'ı gösterdi.

"Siz benim eve geçin, ben burayı halledip geleceğim."

Karşı çıkacağım sırada uzaktan yaklaşan polis sirenleriyle başımı tamam anlamında sallayıp araca bindim.

Naz kendinden geçmişti, uyuyor gibiydi lakin arada ürpererek doğruluyor daha sonra tekrar gözlerini kapatıyordu.

 

***

Ömer'in evine güçlükle ayak basmayı becerebilmiştik. Naz'ın savsak adımlarını toparlamaya çalışmak oldukça zahmetli olmuştu.

Kendini koltuğa bıraktığında bende ayılması için kahve yapmaya karar verdim.

Kahve pişerken telefonumu elime alarak beni merak eden biri olmuş mu diye bakındım. Hiçbir bildirimin gelmediği ekranı kapatıp mutfak tezgahına bıraktım.

Pişen kahveyi fincana boşaltıp Naz'ın yanına ilerledim.

"Naz..." dedim kısık bir şekilde.

"Naz..."

Omzuna dokunduğumda beni iterek birşeyler mırıldandı.

"Naz..." dediğimde gözlerini aralamıştı. "Kahve yaptım sana."

Alnını ovarak koltukta oturur pozisyona geçti. Eline verdiğim kahveyi yudumlarken bir yandan da söylenip duruyordu.

"Başım çatlıyor," dedi ismiyle denk çıkan nazlı sesiyle.

"O kadar içersen olacağı bu," dedim bilmiş bir edayla.

Bana ters ters bakıp kahvesinden bir yudum daha aldı. Bir anda bana uzattığı kahvesi üzerime dökülürken, bacağımı yakan ısıyla ayağa fırladım.

"Keskin, ben çok pardon," diye telaşla konuşurken eliyle de pantolonumu silmeye çalışıyordu.

Ellerini tuttuğumda bana baktı, göz bebekleri irileşirken dudakları hasretle aralandı.

"Uzun zaman oldu," dedi gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen anılara kapılmış gibi.

"Uzun zaman oldu," dedim tekrarlayarak.

Ağzını kapatıp banyoya doğru koşarken öğürtü sesleri çıkarıyordu.

"Naz!" dedim peşinden giderken.

Klozetin önünde bir yandan kusarken bir yandan da önüne düşen saçlarını savuşturuyordu.

Yardımcı olmak adına arkasına geçip saçlarını geriye alarak tuttum.

Midesini tamamen boşalttığını anladıktan sonra sifonu çekip yere oturdu.

"Çok kötüyüm," diye hayıflandığında burnumdan güldüm.

"Duşa gir, biraz düzelirsin."

Kafasını olumsuz anlamda sağa sola salladı.

"Kolumu kaldıracak dermanım yok, bana yardım et."

Kıyamamıştım, sol kolunu boynuma doladım ve onu küvetin içine soktum. Suyu ayarlamak için açtığımda cırlamıştı.

"Çok soğuk!" Dişleri birbirine değerken gıcırdıyordu.

"Az dayan, ayılacaksın birazdan."

Birkaç dakika ılık suyun altında kalmak ona iyi gelmişti lakin benimde üstüm başım batmıştı.

Küvetten çıktığında uzattığım havluyu eline aldı. Ömerin odasına bir koşu gidip önüme ilk gelen beyaz gömleği elime alarak tekrar lavaboya döndüm.

Banyo kapısına iki kez tıklayıp Naz'ın açmasını bekledim. Üç dört saniye sonra kapı aralanmış, Naz elini uzatmıştı. Gömleği verip salona geri döndüm.

Salonda volta atarken, "Benim işim bitti," demişti.

Elindeki el havlusuyla bana doğru yürüyüp, saçımı kurulamaya başladı.

"Seni de ıslattım," dedi mahçup bir tavırla.

"Sorun değil," dediğim an kapı zili çaldı.

"Sen saçını kurula, ben açarım."

Naz kapıya doğru yürürken bende saçımı kurutmayla uğraşıyordum.

Kapıdan gelen konuşma sesleri işittiğimde havluyla saçımı kuruta kuruta dış kapıya yürüdüm.

Yeşil hareler kahvelerime karıştığında yüzüne sinen hayal kırıklığıyla yutkunamamıştım bile.

"Orman gözlü kız..."

Büyüyü bozdun der gibi baktı, dudakları titremek üzereyken arkasını dönüp, yüzleşmekten kaçarcasına koşmaya başladı.

"Zuhal!" diye bağırdım.

Onun atlattığı merdivenleri inerken, "Yanlış anladın," diye tekrar bağırmıştım.

Apartmandan çıkmak üzereyken yetişip kolundan yakaladım, kendime çevirdim.

"Neden kaçıyorsun?" diye sordum pişmanlıkla. Bugün onun hakkında düşündüğüm herşey silinmiş, kalbim vicdan azabının ağırlığından iki büklüm kalmıştı.

Dudakları alayla kıvrıldı, göz bebeklerine büründüğü hırs, dikkatimden kaçmamıştı.

"Ben Atıf Akkaya'nın kızıyım unuttun mu?" dediğinde omuzlarım çöktü.

Hayatım boyunca özür dilemek için hata yapmaktan kaçan ben, ilk kez dudaklarımı o kaçtığım iki kelimeyi söylemek için araladım.

"Sana dediklerim için-" diyerek devam edeceğim esnada ellerini havaya kaldırarak beni susturdu.

Elini tuttum.

"Düşündüğün gibi birşey olmadı, yanlış anladın." Özür dilemesi istemiyor olabilirdi, en azından yanlış anlamayı düzeltebilirdim.

Elini avuçlarımın arasından çektiğinde bu zamana kadar bildiğim bütün tabularımı yıktı.

"Dinlemek istemiyorum! Mümkünse seni görmek bile istemiyorum! Beni tehtit ettiğin o dosyaları polise teslim edersen de et! En azından bileğime takılan görünmez kelepçeler netlik kazanır!"

Kafamı iki yana salladım.

Belli belirsiz gülümsediğinde apartmandan çıkmıştı. Gidiyordu, bu sefer tamamen gidiyordu, enkazda benimle bıraktığı ruhunu kurtaramadan öylece gidiyordu.

Belki son kez o büyülü kelimeyi ona haykırmak için apartmandan çıktım. Yağan yağmur, birbirimize veda edişimize şahit oluyordu.

"Orman gözlü kız..." diye seslendim.

Gitme... diyememiştim.

Silah sesi duymamla sırtımda hissettiğim acıyla nefesim kesildi. Bedenim zeminle temas ederken kesik kesik nefeslerim hayata tutunmaya çalışıyordu.

 

 

 

 

Loading...
0%