Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11 Bölüm: İhanet

@yazarus_1

 

Çiçek gibi bir gün geçirmeniz dileğiyle 🌸

Keyifli okumalar...

 

 

Sessiz çığlıklarım boğazımı parçalarken Keskin'in hareketsiz yatan bedenine doğru koştum. Yağmur beni teselli etmeye çalışır gibi göz yaşlarıma karışırken Keskin'in yanına oturdum.

"Yardım edin!" diye bağırdım gücümün son kırıntısıyla.

Kafasını dizlerimin üstüne koyduğumda göz kapakları hareket eder gibi olmuştu.

"Birşey olmayacak, ölmeyeceksin..."

Keskin'in ayak ucuna doğru biriken kanı görünce sağ elini tuttum.

"Birşey olmayacak, ölmeyeceksin..."

Bakışlarım bileğine taktığı tokama değince ağlamam daha da şiddetlenmişti.

"Keskin..." diye mırıldandım.

İnsanlar etrafımızda çember oluşturmuşlar, birkaç kişi de ambulansı aramıştı.

"Açılın!" diye bir ses duydum. Kafamı kaldırdığımda Keskin'in korumalarından biri yanımıza gelmiş, Keskin'in kolunun altından tutup onu kaldırmaya çalışıyordu.

"Napıyorsun!" diye cırladım. "Ambulans gelecek, o yaşayacak."

Beni duymazdan gelerek yanındaki adama döndü.

"Yardım et, arabaya kadar taşıyalım, ambulansı bekleyecek vakit yok!" demişti.

Keskin'in hareketsiz bedenini arabaya doğru taşıyorlardı, birkaç dakika önce benim arkamdan bakan adamın, bu sefer arkasından bakan bendim. Ayağa kalkarak onlara doğru savsak adımlarla koşmaya çalıştım.

Keskin'i araca bindirdiklerinde bende hemen yanına oturup başını tekrar dizlerimin üzerine koydum.

Geçmek bilmeyen titremelerime hakim olamıyordum, Keskin'in dizimin üstündeki başı titremelerim yüzünden hafif hafif hareket ediyordu.

"Kim yaptı?" diye sordu koruma, adı neydi? Ahmet? Evet Ahmet'ti.

"Görmedim," dedim hıçkırıklarımın arasından.

Bana dikiz aynasından iki saniye kadar bakıp bakışlarını tekrar yola çevirmişti.

Bunu yapanı görmemiştim fakat yaptıran kişiyi adım kadar iyi biliyordum.

Emri veren Demir'di ve ben bunu günler öncesinden duymama rağmen Keskin'e söylememiştim.

Bencillik etmiştim, düşmanına karşı kendini korumak için zaten önlem alacağını düşünmüştüm.

Tetiği çeken Demir'in adamı olabilirdi, böyle bir gerçeği günlerce saklayıp Keskin'i ölümün kıyısına getiren bendim...

Acı acı güldüm, tuzlu yaşlarım dudaklarımdan içeri süzülürken burnumu çektim.

Koruma dikiz aynasından bakıp duruyor, muhtemel benim delirmenin eşiğinde olduğuma kanaat getirmeye çalışıyordu.

 

Uzaktan hastane binasını görünce hayatımda ilk kez kokusuna bile tahammülüm olmayan binaya ulaşabildiğimiz için şükür ediyordum ki araç başka yöne saptığında öne doğru uzanıp Ahmet'in kolunu panikle salladım.

"Zuhal Hanım! Kaza yaptıracaksınız!" diye bağırdı.

"Hastaneyi geçtin! Önüne bakmıyor musun sen?!" dediğimde burnundan soludu.

"Hastaneye gitmiyoruz," dediğinde göz bebeklerim irileşti.

"Ne demek hastaneye gitmiyoruz?! Çok kan kaybediyor, görmüyor musun?!" Duraksadığımda aklımdan fırtına gibi geçen düşünceyle korkuyla yutkundum.

"Yoksa sen!" dedim Keskin'e baktım. "Yoksa sen Demir'in adamı mısın?!"

Ahmet alayla kahkaha attığında ona öfkeyle bakakalmıştım.

"Söylesene!" diye carladığımda Keskin kıpırdar gibi olmuştu.

"Tıslama..." dedi zor bela.

Dudaklarının kıvrıldığını görünce yüzünü avuçlarıma hapsettim.

"Keskin, hiç korkma tamam mı? İyi olacaksın," dedim alelacele konuşarak.

Güler gibi bir ses çıktı dudaklarından.

"Sen yanımdayken korkmam," dedi lakin o kadar kısık bir sesle söylemişti ki zar zor anlamıştım.

Sol gözümden akmaya yeltenen yaşı çarçabuk def ettim. Ona gülümserken göz kapakları tekrar kapanmıştı.

 

Araç hiç bilmediğim yolda ilerlerken telefonumu çantadan çıkarıp Ömer'i aramayı düşündüm. Ahmet, Demir'in adamıysa şuanda güvende değildik, kendim için zerre endişelenmiyordum fakat Keskin'in durumu gittikçe ağırlaşıyordu, daha bu halde ne kadar dayanabilirdi ki?

 

Tam çantama elimi atacağım sırada araba eski bir deponun önünde durdu. Ahmet'e baktım direkt, hemen araçtan inip arka kapıyı açmıştı. Keskin'e dokunacağını anladığımda kendimi Keskin'in üzerine siper ederek onu durdurdum.

"Dokunma ona!"

"Zuhal Hanım!" dedi sabıra ihtiyacı varmışcasına yüzünü sıvadı. "Yapmayın Allah aşkına!"

Kafamı sağa sola salladım. Keskin'in bedenine daha sıkı sarıldım. Ona kimse zarar veremeyecekti.

"Ahmet! Neler oluyor?! Keskin nerede?!"

Ömer'i deponun giriş kapısında görünce içime su serpilmişti. Ahmet, Keskin'in üzerinden çekildiğimi görünce hemen kollarından tutarak kendine doğru çekti.

Keskin'in adamlarından birkaç kişi de yardıma gelmiş, Keskin'i deponun içine götürmüşlerdi.

Bende araçtan inip Ömer'in yanına ilerledim. Beni gördüğünde kaşlarını çattı.

"Senin haberin var mıydı?!" diye konuştu hesap sorar bir tınıda.

"Ben..." dedim ve yutkundum. "Böyle olacağını bilmiyordum."

Pişmanlıkla kavrulan vücuduma, gözlerinden taşan ateşle daha çok harlıyordu.

"Bana bak!" diye kükreyip, parmak boğumlarını etime geçirdi. "Sen bunu önceden biliyor muydun?!"

Kafamı evet anlamında salladım.

"Ve söylemedin! Bile isteye Keskin'i öldürecekleri günü bekledin!"

Tiksinir gibi yüzü buruştu, geri geri yürürken yere tükürdü.

"Sen gerçekten babanın kızıymışsın! Sen gerçekten Atıf Akkaya gibi leş bir varlıkmışsın!" İğreltiyle çıkan cümleleri şah damarıma isabet etmiş, beni nefessiz bırakmıştı.

Ömer arkasını döndüğünde ölümcül olan son darbeyi de vurmayı ihmal etmemişti.

"Sen kesinlikle Keskin'in bulduğuna inandığı orman gözlü kız değilsin! Orman gözlü kız bunu yapmazdı çünkü!"

Gözlerimin ardı sızlarken elimi yumruk yapıp arkama sakladım. Ne dese hakkıydı, içerde kardeşi bildiği adam can çekişiyordu, bu durumu ben yaşasam belki daha büyük bir tepki verirdim.

"Al şu lanet telefonunu! Siktir olup git hayatımızdan! Bu hayatta bu telefondan başka kendine ait birşeyinde kalmadı zaten!"

Uzattığı telefonu alıp avuç içime sıkı sıkı hapsettim.

Ömer depoya doğru girecekken bütün gururumu kenara bırakıp arkasından seslendim.

"Burada nasıl yaşatacaksınız onu?!"

Omuzlarının gerildiğini farkettim.

"Senin olmadığın her yerde yaşar benim kardeşim. Meğer o kadar zaman bir katilin yanında nefes almış." Buz kesen cümleleri üzerine gözlerimi yumdum.

"Onu ben vurmadım," dedim kuru bir sesle. Gözlerimi tekrar açtığımda Omzunun üstünden bana bakıyordu

"Katil olmak için illa tetiği çekmek gerekmez!" diyip deponun içine girdi.

 

 

***

Kar yağdı dağlarıma...

Ve ben o karların altında donmak üzereyim.

Bir yanıp bir donarak can çekişen ruhum artık kurtulmak istiyordu.

Mutluluk değil, zaten hiç tatmadığım o duyguyu merak etmiyordum.

Ben artık kurtulmak istiyordum, çekip gitmek değil...

Anlatabiliyor muyum?

Kurtulmak...

Nasıl mı?

Elimdeki telefon titrerken irkildim, kendi telefonumun ekranında yazan o tek kelime yara bandı misali sarmıştı kalbimi. Acımı hissetmiş miydi yoksa?

Beni yüzlerce kez attığı kuyuya tekrar düşeceğimi bildiğim halde yine sığınmak istedim.

Sığınacak güvenli bir liman istedi bu aciz yüreğim. Aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüğümde babamın o tok sesi kulaklarımı doldurdu.

"Zuhal, neredesin kızım?"

"Baba..." dedim çalkantılı çıkmıştı sesim.

"Buraya gelmen lazım kızım, güvende değilsin."

Babam benim güvenliğimi önemser miydi?

"Baba, değiştin mi yoksa? Artık beni seviyor musun? Beni suçlamıyor musun?" Kulaklarım cevabı duymak için sabırsızlanıyordu.

"Özür dilerim kızım, herşeyi telafi edeceğim. Şimdi bana nerede olduğunu söyle, sana hemen araç yollayayım."

Buruk bir tebessümle babam sanki karşımdaymış gibi kafamı tamam anlamında salladım.

Telefon kapandıktan birkaç dakika öylece ekranla bakışmıştım. Zihnimin benimle oyun oynama ihtimali var mıydı?

Ana yola doğru ilerlerken babama konum yolladım.

Ana yola çıktığımda beni almaya gelecek arabayı beklemeye başladım.

Üzerimdeki beyaz tişörtte Keskin'in kanı yer yer kurumuştu. Ondan kalan tek şey kuruyan kan lekeleriydi.

"Lütfen sana birşey olmasın..."

Kendimi affetmezdim diğer türlü.

Ne kadar süre bekledim bilmiyorum, zaman kavramını yitirmiştim. Etrafta kuş seslerinin haricinde hiç ses yoktu. Ciğerlerime soluduğum hava yetersiz geliyordu, boğuluyormuş gibiydim.

 

Sol taraftan gelen motor sesini duyduğumda kaşlarım havalandı. Motor tam önümde durdu, motoru süren kişi bagaj çantasından yedek kaskı çıkartıp bana uzattı.

"Seni babam mı gönderdi?" diye sordum.

"Evet, hemen gitmemiz gerekiyor Zuhal Hanım."

Kaskı almadan arkasındaki boşluğa oturdum.

"Zuhal Hanım bunu takmanız lazım."

"Lüzumu yok," dedim burukça.

Daha fazla üstelemeden kaskı yerine koyup motoru çalıştırdı.

 

Yarım saat sonra boğaz manzaralı yalının bahçe kapısından giriş yaptığımızda merakla etrafa bakıyordum.

Babam günlerce burada mı saklanmıştı yani?

Ben onu yurt dışına kaçmıştır diye düşünmüştüm, Keskin'in burnunun dibinde olacağını kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Babam yalının kapısında belirdiğinde dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

O ise beni baştan aşağı süzdüğünde gözlerinde gördüğüm acıma duygusuyla kafamı öne eğdim.

Ruhumun acizliği dışarıdan bu kadar belli mi oluyordu?

"Zuhal," dedi yanıma gelip bana sarıldı. Bedenim kaskatı olurken ilk kez bana sarıldığı gerçeğine tutunmak istedim.

Birşey olmuştu, babam eskisi gibi değildi. Bu kısacık zaman diliminde bana olan öfkesi silinmiş miydi?

"Hadi gel kızım," dediğinde peş peşe yalıya girdik.

"Burası senin evin mi?" diye sordum etrafı incelerken.

"Bir arkadaşımın," cevabını duyduğum vakit anlamlandıramadığım kuşku içimde filizlenmişti.

"Hangi arkadaşının?"

Gözlerini kaçırdı.

"Baba?" dedim, cevabını bekliyordum.

Merdivenlerde ayak sesleri duyduğumda kafamı sağa çevirip baktığımda gördüğüm kişiyle dumura uğramıştım.

"Görüşmeyeli nasılsın Zuhal?"

Dudaklarındaki arsız sırıtış yayılırken sendeledim.

"Demir?" dedim kesik kesik nefeslerimle.

"Av yerine koyduğunuz kişinin aslında avcı olduğunu öğrenmek nasıl bir his Zuhal ?" diye sorduğunda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.

 

 

 

Bölüm hakkında düşüncelerinizi çok merak ediyorum.

Yeni bölümde görüşmek üzere ❤️

 

Loading...
0%