@yazarus_1
|
Böyle olacağını bilmezdim, eşittir hayal kırıklığı... Bu kadarını da yapamaz, eşittir hayal kırıklığı... Beni bile isteye ateşe atmaz, eşittir hayal kırıklığı... Bütün yollarım hep hayal kırıklığına çıkıyordu. Üzerime sinen o duygu ne yaparsam yapayım geçmeyecekti, ne kadar arınırsam arınayım silinmeyecekti. 'Babam böyle biri, kabullendim' cümlesinin artık etkisi yoktu. Bu saatten sonra babam benim için yoldan geçen herhangi bir adam olacaktı. Tıpkı onun yaptığı gibi yapacaktım, yokmuş gibi, hiç olmamış gibi... Komik, zaten hiç yoktu, varla yok arasındaki o ince ipin üzerinde gel gitleri vardı. Ama şimdi o ipi elleriyle kesti.
Araba bahçe kapısından içeri girdiğinde gördüğüm manzara hep hayalimdi lakin bu şekilde geleceğimi aklımın ucundan bile geçmezdi. Etrafta sayamadığım kadar koruma tek bir adamı korumak için miydi? "İn arabadan!" diye emri vakisi üzerine usulca dediğini yaptım. Bakışlarım önünde bulunduğum malikanenin üzerindeyken yanımdaki bedenin hareketlenmesiyle ona doğru döndüm. Koyu kahve gözlerindeki alaycı bakış buraya gelene kadar hep benim üzerimdeydi, hep tetikteydi. Ne bekliyordu ki? Arabadan atlayıp canıma kastımın olacağını mı? Komik, ben ne kadar sıkıştırsam sıkışayım hiçbir zaman ölümü düşünmemiştim. Yaşamak güzeldi, nefes alıyorsanız hep bir ihtimal vardı. Bugünde olacaktı, diğer günlerde... "Yürü!" dedi az önceki emri vaki dolu sesini sürdürerek. Malikanede içeri girdiğinde bende arkasından takip ediyordum. Çalışanlar kapının girişine dizilmiş hep bir ağızdan, "Hoşgeldiniz efendim," demişlerdi. Merdivenlere yöneldiğinde boğazımı temizledim, benim burada ne işim vardı? Babamın yaptığı hatayı ben nasıl düzeltebilirdim ki? "Geç otur!" dedi üst kattaki sağdan üçüncü odanın kapısını açtığında. İtiraz etmeden dediklerini yapıyordum. Komik, sorgusuz sualsiz boyun eğmek bana yakışıyor muydu? "Sadece dinleyeceğim, ondan sonra bir çözüm bulurum elbet," diye mırıldandım. Kendimi yatıştırmak için kurduğum cümlelerin hiçbir yararı dokunmamıştı. Odaya konulan siyah deri koltuğun en köşesine oturdum. Sol tarafımda çift kişilik bir yatak, onun karşısında giysi dolabı vardı. Duvarların rengi koyu gri olması insanın içine kasvet çöktürüyordu. Kesinlikle koyu renk insanı değildim, ama bana doğru elinde dosyayla yürüyen bu adamın zavkine hitap ettiği de bir gerçekti. Evi de kendisi kadar kasvetliydi. "Evet..." dedi e harfini uzatarak. "Gelelim asıl konumuza, çok vaktimiz yok." "Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?" diye sordum bir çırpıda. "Keskin Bolat, bu ismi hafızana iyice kazı," dediğinde ürpermiştim. Benim sessizliğimi fırsat bilip konuşmasına devam etti. "Aslında isteğim çok basit orman gözlü kız," dedi ve ağır ağır volta atmaya başladı. "Sana kısaca durumundan bahsedeyim, iş bitene kadar bu evde benim gözetimim altında yaşayacaksın," dediğinde kan beynime çıkmıştı. "Çocuk muyum ben?!Gözetim altında tutulmak nedir?!" diye sinirle soluduğumda kaşlarını çattı. "Sence itiraz edecek hakkın varmı?! Baban seni bile isteye önüme attı! Siktir olup giderken arkasında bir kızı olduğunu düşünmüşmü ki?!" Yine aynısı olmuştu ve ben yine babamın sevgisizliği yüzünden o kör kuyuya düşmüştüm. Komik, o kör kuyuya sayısız kez düşmüştüm... "Benim bu olanlarla bir ilgim yok, neden ceza çekecek taraf ben olmak zorundayım? Bir bedel ödemesi gereken kişi varsa o da babam." Volta atmayı kesti, tam önümde durdu. Bana uzattığı dosyayı almam için iki kez sallamıştı. "Ne bu?" dedim tereddütle. "Benim bu olanlarla bir ilgim yok dedin ya, al oku, ilgin var mıymış, yok muymuş..." Koyu kahve hareleri gözlerimle tekrar buluşurken dosyayı elime aldım. Okuduğum her satır kalbime yeni bir hançer saplıyordu. "Bu..." dedim titrek bir sesle. "Bu imkansız..." Sesimdeki ağlamaklı tınıyı def etmek için öksürdüm. "Baban bütün pis işlerini şirket üzerinden yapıyordu. Senden aldığı imzayla da sanki sen yapıyormuşsun gibi gösterdi." Bu imzayı ne zaman attığımı düşündüm, beş yıl önceydi, akşam üstü babam yanıma gelip benimle adam akıllı konuşmuştu. O gün ilk defa baba kız olduğumuzu iliklerime kadar hissetmiştim. Okul için imzan gerekiyor demişti, sorgusuz sualsiz o imzayı atmıştım. Zaten o günden sonra da hiç uzun uzun konuşmamıştık. Kandırılmıştım, zayıf noktamı koz olarak kullanmıştı. "Bu kadarını da yapmaz," dedim güçlükle. Dudaklarını büzdü, "Atıf Akkaya'nın kızı olmak nasıl bir duygu Zuhal?" diye sorduğunda buz kestim. "Bu dünyada babana bile güvenmeyeceksen kime güveneceksin?" Tükürür gibi sarf ettiği sözler duvara toslamama sebep olmuştu. "Avukattın sen değil mi? Bu konulara hakimsindir." "Yeni mezun oldum, çalışmıyorum," dediğimde gülümsedi. "Olsun, sonuçta o kadar okulunu okudun." Aklına birşey gelmiş gibi hınzırca sırıttı. "Kötü adam ve avukat kız, çok iyi ikili olduk," dediğinde gözlerimi devirdim. "Çok fazla konuştuk orman gözlü kız, sadede geleyim. Bu akşam için hazır ol, avlanmaya çıkıyorsun." 'Hah' diye bir nida döküldü dudaklarımdan. "Ne yapacağım?" diye sorduğumda bu kadar çabuk kabullenmemi beklemiyormuş gibi yüzü değişik bir hâl almıştı. Komik, kabullenmek benim her zaman yaptığım birşeydi. "Pekâlâ," dedi çenesini kaşımaya başladı. "Atıf Akkaya geçen haftaki sevkiyatı bok etti, eline yüzüne bulaştırdı. Onun yüzünden çok büyük bir zarara uğradım. Zaten çelme takmayı bekleyen düşmanlarım kapıdayken böyle büyük bir hatayı kabul etmem mümkün değildi." Onu dinleyip dinlemediğimi anlamaya çalışır gibi gözlerini kısarak beni süzdü. "Ali Sönmez çöktü sevkiyata, benim sevkiyatıma çöktü! Algılayabiliyor musun?! Benim olan birşeye çöktü! Benim olanı geri almamda bana yardımcı olacaksın orman gözlü kız. Ali Sönmez'in oğlu Demir Sönmez'i kendine aşık edip içeri sızacaksın, bu kadar basit. Benim için aşk teslimatı yapmaya hazır mısın?" Gözlerim irileşirken hışımla ayağa kalktım. "Ben bunu yapamam, hem bana aşık falan olmaz, hem ben asosyalim, bırak kendime aşık etmek arkadaş bile olamam." "Tıslama!" diye bağırdı. "Celallenecek birşey yok, zaten şapşalın teki, yoldan geçen bir kız bile kendine aşık edebilir." "O zaman yoldan geçen bir kız bul, ben yapamam anlamıyor musun?" dediğimde kolumu sıkı sıkı kavradı. "Asıl sen anlamıyorsun!" diye adeta kükrediğinde tir tir titremiştim. "Polise bu dosyayı göndersem ne olur sence? Baban mı ceza alır, yoksa hiçbir günahı olmayan sen mi?" "Bu kadar kötü olamazsın," dediğimde kafasını geriye atıp kahkaha attı. "Ne kadar kötü olabileceğimi bilmiyorsun orman gözlü kız, bilmediğin sularda temkinli davran, derine inme, sınırı zorlama!" Omuzlarımı dikleştirdim, pasif görünmemek adına yüzüne meydan okur gibi baktım. "Bence de gönder dosyayı polise, benimle birlikte sen de yan!" Öyle mi der gibi baktı suratıma. "Derinlere yüzüyorsun orman gözlü kız, ben eşeğimi sağlam kazığa bağlarım. Yalnızca sen yanarsın, bu hikayede tek sen yanarsın." Komik, ben kendimi bildim bileli hep harlı ateşte zaten yanıyordum. "Şimdi son kez soruyorum, benimle misin?" Çarpık bir gülüş sundum. "Tamam," dediğimde kolumu bıraktı. "Hazırlan, iki saat sonra çıkacağız."
*** Bana giymem için verdiği siyah büzgülü elbise çok kısaydı, rahat edemeyeceğim kadar kısaydı... Omuz detayı kollarıma düşüyordu, elbiseyi aşağı çekiştirdim. Aynadan yansıyan kız ben değildim, benim tarzıma hiç uygun değildi. Siyah saçlarımı düzleştirip yüzüme pastel tonlarda makyaj yaptım. Komik, özel günlerde bile makyaj yapmayı sevmeyen ben, şimdi bu boyaları kullanmaya mecbur kalmıştım. Aynada bana yabancı olan görüntüye daha fazla katlanmak istemediğim için odadan çıktım. Merdivenlerden alt kata inerken topuklularımın çıkardığı ses kulaklarımı tırmalıyordu. "Neyse..." diye mırıldandım. "Bu işi ne kadar erken halledersem buradan o kadar erken kurtulurum." Son basamakta Keskin'le göz göze geldik. Çenesi kasılırken beni baştan aşağı süzdü. "Gözlerinle yemeği kes!" dediğimde boğuk bir kahkaha patlattı. "Çok kabasın," dedi sırıtarak. "Demir Sönmez'e bu şekilde davranmayı düşünmüyorsun değil mi?" Yanına vardığımda omuz silktim. "Merak etme, bu tavrım sana özel," dediğimde kaşları havalandı. "Şuan kendimi özel mi hissetmeliyim?" Alaycı tavrı üzerine saçlarımı savurup dış kapıya yöneldim. "Güzel olmuşsun orman gözlü kız," dediğinde tüylerim diken diken olmuştu. Keskin'in korumalarından biri kapımı açtığında teşekkür edip koltuğa oturdum. Oturduğumda elbise daha da kısalmıştı. Keskin sürücü koltuğuna yürürken elbiseyi birkaç kez aşağı çekiştirdim. "Dünyadaki son kız olsan, sana bakmam, rahatla, benim yanımda kasmana gerek yok." Ona göz ucuyla bakıp önüme döndüm. Zaten bende bana bak diye yalvarıyordum. Bu herif kendine ne zannediyordu ki? Arabayı çalıştırdığında kafamı cama yasladım. Yol boyu konuşmayı düşünmüyordum lakin Keskin bahçe kapısından çıkar çıkmaz gömülmek istediğim sessizliği bozmuştu. "Demir Sönmez, 30 yaşında, normalde Rusya'da yaşıyor ama hasta annesini ziyaret etmek için sık sık Türkiye'ye gelir. Babasının kirli çıkışı, yapılacak işler, atılacak adımlar ona sorulmadan devreye girmez. Onlar hakkında edindiğin ufacık bilgi çok işime yarar. Gözünü dört aç, bu akşam onun radarına takıl." "Tamam öğretmenim," dedim alayla. "Bu akşam Demir'in ilgisini çekmezsen neler olacağını tahmin ediyor musun?! Bence beni iyi dinle, şakam yok!" Cevap vermemeyi seçmiştim, sadece dışarıyı izliyor, çiselemeye başlayan yağmur damlacıklarının cama yapışmasını seyrediyordum.
Restoranın yakınında aracı durdurdu. Bakışları restoranın girişine odaklıydı. "İşte," dedi çenesiyle işaret ederken. "Avın içeri giriyor." Gösterdiği kişiye baktığımda uzun boylu, siyah saçlı, takım elbiseli bir adam yanında iki kadınla içeri girmek üzereydi. "Yanında birileri var," dediğimde ne var der gibi başını salladı. "Onlar yanındayken benim hiç şansım olmaz, bence geri dönelim." Dilini damağına vurdu. "Çok vaktimiz yok, Demir'in ne zaman Rusya'ya döneceğini bilmiyorum. O gitmeden birşeyler öğrenmeye çalışsan iyi edersin." Derin bir nefes verdim. "Hadi in." Arabadan indiğimde Demir Sönmez'le nasıl tanışacağımı düşünüyordum. Adımlarımı restorana doğru hızlandırırken insanlarla iletişim konusunda yetersiz olduğum fikri zihnimden silinmiyordu. "Hoşgeldiniz," dedi yanıma ne zaman geldiğini anlamadığım genç delikanlı. "Rezervasyonunuz var mıydı?" "Şey..." dedim stresten elim ayağıma dolanmak üzereydi. "Zuhal Akkaya," dediğimde gülümseyerek elini uzattı. "Beni takip edin efendim," dediğinde derin bir nefes daha verdim. Bugün nefeslerim ciğerlerimden taşacak kadar stresliydim. Masaların yanından geçerken gözlerim Demir Sönmez'i arıyordu. Çalışan benim oturacağım masayı gösterdiğinde teşekkür edip yerime oturdum. Kafamı sağa çevirdiğimde onu görmüştüm, Demir Sönmez yanındaki kızlarla kahkahalarla konuşuyordu. İşim zordu, oldukça zor. Yanındaki alımlı kızlar varken dikkatini çekmeyi nasıl başaracaktım? Garson menüyü getirdiğinde düşünce bulutlarım dağılmıştı. Menüyü incelerken karnım guruldamaya başlamıştı. Sabahtan beri ağzıma birşey sürmemiştim. "Ne alırsınız efendim?" dedi garson. Param yoktu, kartlarımda evde kalmıştı. "Bir arkadaşı bekliyorum, o gelene kadar sipariş vermeyeyim," dedim kibarca. Garson yanımdan uzaklaşırken Demir Sönmez'e bakmak için kafamı sağa çevirdim. Kızlardan müsade isteyip ayağa kalkmıştı. Evet, fırsat ayaklarımın ucuna kadar gelmişti. Değerlendiremezsen Keskin'in yapacaklarından korkmuyorda değildim. Usulca bende ayaklandığımda Demir Sönmez'in lavaboya doğru yürüdüğünü görmemle adımlarımı hızlandırdım. Lavaboya girdiğinde aklıma gelen tek fikir çarpışmaktı. Filmlerde de öyle olmaz mıydı? İlk görüşte aşk saçmalığı belkide şuan gerçek olurdu, onun açısından... Kenarda dikilirken, tırnaklarımla oynuyordum. Şimdiden sesimin çatallaşmaya başladığını hissediyordum. Birkaç kez öksürdüm. "Yapabilirsin..." Kapı açılma sesi duyduğumda koşar adım lavabonun önüne ilerlerken bir bedene çarpmamla geriye doğru sendelemem bir olmuştu. Dudaklarımdan istemsiz ufak çaplı bir çığlık kopmuştu. Gözlerimi kapatıp yere düşmeyi beklerken belime dolanan kollar beni kendine çekti. Düşüp rezil olmamıştım, çarpışmanın şiddetini ayarlayamadığım için düşeceğime emindim. Gözlerimi ağır ağır açtığımda Demir Sönmez'in yeşil hareleri, yeşil harelerime değerken kalbim ağzımda atmaya başlamıştı. Parfümünün kokusu burnuma çalınırken gülümsedi, beliren gamzelerine odaklanırken o erkeksi sesi kulaklarıma dolmuştu. "İyi misiniz?"
|
0% |