@yazarus_1
|
Çiçek gibi bir gün geçirmeniz dileğiyle 🌸 Keyifli okumalar.
16 yaşımda ilk defa aşk denen duyguyu tatmıştım. Babamın arkadaşının oğluydu, adı Burhan'dı. Okyanusu anımsatan o gözlerine doya doya bakmak istesem de bunu yapamaz, hep ondan köşe bucak kaçardım. Birkaç kez benimle konuşma girişiminde bulundu lakin ben her seferinde onun sorularını yanıtsız bırakmıştım. "Egolusun!" demişti bana, içimi acıtan o kelimeden sonra birdaha yüz yüze gelmemiştim. Uzaktan izlemiştim, bize geldiklerinde merdivenin başına oturup saatlerce öylece izlerdim, farkında olmazdı. Üniversite için yurt dışına çıktığı güne kadar da platonik aşkım devam etmişti. Sonra nasılsa unutmuştum, gözden ırak olan gönülden de ırak olurdu. Ben birinin beni sevmesinden korkuyordum, sevmek ne demek biliyordum fakat sevilmeyi bilmediğim için hep kaçmıştım. Ne kadar acıtırsa acıtsın ilk aşk güzeldi, ne kadar karşılıksız olursa olsun birini sevmek güzeldi. Nabzının atışını duymak, heyecandan avuç içlerinin terlemesi, aşık olduğunda ki o duyguların bütününü hissetmek güzeldi... "İyi misiniz?" Neden şuan kalbim ağzımda atıyordu? En son Burhan benimle konuşmaya çalışırken böyle olmuştu. "Stresten..." diye mırıldandığımda beni yavaşça doğrulttu. "Anlamadım?" dediğinde gözlerim irileşti. "Şey..." dedim panik halinde. "İyiyim, siz nasılsınız?" diye sorduğumda gülümsedi. Gamzeleri meydana çıkarken, "Kusura bakmayın ben sizi fark edemedim," dediğinde sorun değil der gibi tebessüm ettim. Normal şartlarda da kimse beni fark etmezdi, görünmezlik pelerinimi üzerime geçirip kendi kabuğuma çekilirdim. "Benim hatam, aceleyle yürüyordum, özür dilerim." "Özür dileme, bence çok farklı bir karşılaşma oldu, çarpışmasaydık benimle aynı bakan bu kadının varlığından haberim olmayacaktı." Ağzı da iyi laf yapıyordu. "Öyle mi?" dedim heyecanlı gözükmemeye çalışarak. "O halde iyiki çarpıştık." Derin bakışlarının ardında bir burukluk hissettim, harelerindeki o titreme birkaç saniyelikti lakin aynaya baktığımda hep karşılaştığım acıyı da tanırdım, onunda gözlerinde aynı acı vardı. "Bu arada ben Demir," dedi. "Zuhal." "Zuhal..." diye tekrar etti. "Bu ismi ömrüm boyunca unutmayacağıma emin olabilirsin." Zaten unutturmayacaktım, hayatım boyunca kimseye zararı dokunmayan varlığım bu adamda hasar yaratacaktı. "Ben gideyim," dedim ve yanından geçeceğim esnada önüme geçti. Kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirirken bakışları kaymıştı. "Vaktiniz varsa sizinle kahve içmeyi çok isterim," dedi boğuk bir sesle. Komik, bu iş bitene kadar bütün vaktim onundu zaten. Etrafıma bakındım, bu teklifi red etmek gibi bir lüksüm yoktu, yine de tanımadığım bu adamla bu kadar yakınlaşmayı istemiyordum. "Olur," dedim kısaca. Yüzüne yayılan gülümsemeyle, "Terasa çıkalım mı, orası daha sakin," demişti. Siz Demir Sönmez, çapkınlığın kitabını yazmış olabilir misiniz acaba? "Olur," dedim bir kez daha. Kelime dar ağacım tükenmiş gibiydi. İki kelimeyi bir araya getiremezsem nasıl etkilenecekti ki? Birlikte restoranın terasına çıkarken hiç konuşmamıştık. İçimden bir ses beceremeyeceğimi söylüyordu, kaçıp gitmek istiyordum, babamın yaptığı gibi, ne de olsa ben onun kızıydım. Kahvelerimiz geldiğinde aramızdaki sessizlik devam ediyordu, sıkıcıydım, o da bunun farkına varıyordu. "Bu şehirde boğuluyorum…" diye konuştuğumda bana döndü. "Çok kalabalık, trafiği insanı bezdiriyor ama nedense bir tarafım bu şehirden vazgeçmiyor." "Bu şehrin kalabalığı değil asıl mesele, o kalabalıkta yalnız hissetmek." dedikten sonra kahvesinden bir yudum aldı. Tereddütle yüzüne baktım, "Sende mi?" diye sorduğumda burnundan güldü. "İlk defa sana itiraf ettim, çevremdeki birilerine bunu söylesem güler geçerdi. Kalabalıkta yalnız kalmanın ne demek olduğunu nereden bilecekler ki ?" "Peki geçmez mi?" diye sorduğumda buraya gelirken onunla dertleşeceğimi düşünmezdim. "Geçeceğine inanıyorum, eksik yanımızı bulduğumuzda geçecektir." Bir kez daha kahvesini yudumlayıp masaya bıraktı. Omuzlarım düştü, her hareketimi dikkatle takip ediyordu. Ayağa kalktığımda,"O halde benim hiç şansım yok," dedim bıkkın bir nefesle. "İnsanlarla iletişim konusunda biraz çekingenim." O da ayağa kalkıp yanıma gelmişti. "Bende..." dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Beni mi kekliyorsun?" diye dan diye konuştum. Ağzımdan çıkanları idrak ettiğim esnada yanaklarım utançtan alev almaya başlıyordu. Kafasını geriye atıp kahkaha atmaya başladığında yanağımın içini ısırdım. "Çok pardon, biraz şey konuştum," diye düzeltmeye çalışırken iyice sıçıp üstüne sıvadım. "Ney konuştun?" diye sordu eğlenir gibi. "Naif kelimelerle soru sormak zorunda değilsin ki, bu yüzden özür dilemek zorunda da değilsin. İnsan, kendi olduğu için özür diler mi?" Bu adamın kötü biri olduğuna bu saatten sonra ihtimal vermiyordum, bilmiyorum belki de kadınları etkilemekte ustalaşmıştı. "Ben..." dedim kem küm ederek. Bir türlü kuramadığım o kelimelerin altında kalmıştım. "Bende sıkıntılar yaşıyorum, iletişim konusunda... Mesela içimi kimseye açamıyorum, buz dağının görünmeyen kısmını kimseye göstermiyorum," diye konuştuğunda zar zor gülümsedim. "Ben buz dağını da gösterebilmiş değilim," dediğimde önüme düşen saç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Kendin gibi bakan birine rastlamadığın için olabilir Zuhal..." Sesinin tınısı insanı büyüleyen cinstendi ve beni yavaş yavaş hipnoz altına alıyordu. Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattı. Yüzümü ezberine almak istercesine incelerken parmakları yanağıma dokundu. "Ben buldum, benim gibi bakan birini buldum." Derince yutkundum, ılık nefesi yüzümü gıdıklarken konuşmak daha da zorlaşıyordu. "Senin gibi bakan biri..." dedim ve nefes aldım. "Nasıl bakar ki?" Güldü, bakışları birkaç saniye dudaklarıma kaymış, ardından tekrar gözlerimle buluşmuştu. "Bu sorunun cevabını almak için aynaya bakman yeterli," dediğinde bütün vücudum kasıldı. Flört etmek böyle birşey miydi? Onun çemberinden çıkmazsam kendimi bambaşka bir diyarda bulurdum, Demir'in diyarında, bu da bana birşey katmaz aksine benliğimden ödün verirdim. Birkaç adımla ondan uzaklaştım. "Ben artık gitsem iyi olur, geç oldu," dediğimde usul usul başını salladı. "Seni bir kez daha görmek isterim," dediğinde nefes almayı kesmiştim. "Bilemedim ki..." dedim ona arkamı dönüp kızaran yüzüme elimle yelpaze yaparken. "Yarın kahvaltıdan sonra?" Soru sorar bir tonda çıkan sesiyle birkaç saniye düşündüm. "Kahvaltıdan sonra sahilde yürüyüş yaparım, eğer sende bana eşlik etmek istersen..." Çok güzel Zuhal, koskoca mafya adama yürüyüş mü teklif ediyorsun? Kolumdan tutup nazikçe ona bakmam için kendine çevirdi. "Seve seve..." dedi. "Hem yürüyüş yapmak iyi gelecek, biraz kilo aldım bu sıralar." Arsız gözlerle onu baştan aşağı süzdüm. Hoşuna gitmiş olacakki dudakları kıvrılmıştı. "Çokta ihtiyacın yok ama sağlık açısından yürüyüş yapmak şart tabi," dediğimde evet anlamında başını salladı. "Numaranı verir misin? Yarın sabah yürüyüş için?" dedi sevimli bir ifadeyle. Dilimi damağıma vurdum. "Saat 10'da, Bebek sahilinde," diyip göz kırptım. "Ben seni bulurum." Aramızda mesafe olmasından hoşlanmıyormuş gibi bana yaklaştı. "Yani bana öyle kolay ulaşamazsın diyorsun," dedi çapkın bir gülüşle. "Bilemem..." dedim omzum yukarı aşağı hareket ederken. Birşey diyeceği esnada telefonunun melodisi buna izin vermemişti. Cebinden çıkardığı telefonun ekranına bakıp, "Buna bakmam gerekiyor," demişti. "Söyle Yusuf?" dedi benden uzaklaşmaya başlarken. Can kulağıyla onu dinliyordum, en ufak bir detay beni bu cehennemeden kurtarırdı. "Hâla haber yok mu? O adamın bu kadar sessiz kalması hayra alamet değil!" Biraz daha yaklaşmaya çalıştım rahat duymak adına. "Siz neye yarıyorsunuz?!" diye dişlerinin arasından konuştu. "Cuma gününe kadar Keskin işini halledin! O piçin muhakkak bir planı vardır, sessiz kalıp sinmek ona göre değil!" Telefonu hışımla kapatıp cebine sıkıştırdı. Cuma günü nasıl halledeceklerdi? Öldürecekler miydi yoksa? Komik, onun ölümü benim kurtuluş biletim olurdu fakat neden kalbim cız etmişti? Demir bana doğru yürürken gülümseyerek onun gelişini izliyordum. "Bir sorun mu var?" diye sordum yalandan. Çenesi acayip kasılmıştı. "Boşver," dediğinde zar zor gülümsemeye çalıştı. "Gidelim mi artık?"
*** Demir'in çemberinden çıktığımda biraz daha rahattım, restoran çıkışına kadar bana eşlik edip tekrar içeri girmişti. Bacaklarım vücudumu taşımakta zorlanırlen savsak adımlarla köşede beni bekleyen Keskin'in arabasına doğru yürüdüm. Arabaya bindiğimde onun o sert bakışları üzerimdeydi. "Ağzın kulaklarına vardığına göre Demir'in radarına girdin," dedi tok bir sesle. "Ağzım kulaklarımda falan değil, sadece bir erkekle bu kadar yakınlaşmaya alışık değilim." Ona yandan baktığımda donuk ifadesiyle bana bakıyordu. "Yakınlaştınız yani?" dedi umursamaz çıkan sesiyle. Arabayı çalıştırıp restorandan uzaklaşmaya başlarken kafamı görüyormuş gibi salladım. "Evet, yarın kahvaltıdan sonra yürüyüş yapacağız." Keskin'e telefon konuşmasından bahsedip bahsetmemek arasında kalırken alay dolu kahkahası kulaklarımı doldurduğunda kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Yürüyüş mü? Koskoca Demir Sönmez'i yürüyüş için ikna mı ettin?" Sinirden elimi yumruk yaptım. "En azından o senin kadar taş kalpli değil!" dediğimde direksiyonu sıkı sıkıya kavradı. "Tıslama!" dedi dişlerinin arasından. "Başka birşey var mı bilmem gereken?" Bu adama iyilik yapmayacaktım! Eğer o kadar güçlüyse Cuma günü yaşamayı becerebilirdi. Olur da beceremezse taktiri ilahi diyip kendi yoluma bakacaktım. "Yok!" dedim önüme dönüp. "Yarın belki birşeyler öğrenirim." "Dikkat et de ava çıkarken avlanma," dediğinde omuz silktim. "Sen bu hikayede avcısın orman gözlü kız, sakın ha av olma," dedi imalı bir sesle. "Ne demek istiyorsun? Ağzından cımbızla laf mı alacağım bu yaştan sonra?" Kafasını ard arda iki yana salladı. Sorumu cevaplaması için birkaç dakika yüzüne baktım lakin oralı değildi. Keskin geçemediğiniz o bölümdeki oyun gibiydi, sinir kat sayınızı tavan yapardı, bir türlü yenemediğiniz bölüm sonu canavarı oydu. Tenha olan ara caddede arabayı durdurduğunda arka koltuktan birşey aldı, hışırtı sesi duyuyordum lakin dönüp bakmadım. Sinirlendirmişti beni, Demir sakinleştirici bir etkiye sahipken bu adam ise tam tersi insanı geriyordu. "Orman gözlü kız," dediğinde yavaşça ona baktım. "Gece yarısı olmadan yetiştim." Elindeki pastayı bana uzattı. Gözlerimin ardı sızlarken derince yutkundum. "Sen..." dedim çatallı çıkan sesimle. "Nereden biliyorsun?" Yanan mumun etrafa yaydığı ışık yüzüne vururken sert çehresi yumuşamıştı sanki. Doğru mu görüyorum diye birkaç kez gözlerimi kırptım. "Tek başına pasta üflemenin sıkıcı olduğunu düşündüm," dedi tebessüm ederken. Hayatımda ilk defa biri benim doğum günümü kutluyordu ve o kişi Keskin mi olacaktı? İroni mi yapıyor diye yüzüne doğru yaklaştım. "Beni mi öpeceksin orman gözlü kız," dediğinde ürperdim. "Ne münasebet!" dedim sivri bir dille. "Ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyorum." Güldü, bugün bana ilk defa içten bir şekilde gülmüştü.
Yeni bölümde görüşmek üzere... |
0% |