@yazarus_1
|
Çiçek gibi bir gün geçirmeniz dileğiyle 🌸 Keyifli okumalar...
"Zuhal Hanım..." Tiz bir kadın sesini duymazdan gelerek sol tarafıma döndüm. "Zuhal Hanım..." dedi bir kez daha. "Keskin Bey kahvaltıya inmenizi rica etti." Başımın altındaki yastığı alıp kulaklarıma bastırdım. "Rica etmez o, emretmiştir ancak!" diye söylendiğimde kadının kıkırdadığını duydum. Pikeyi üstümden sıyırdığında homurdanarak yataktan doğruldum. "Kahvaltıdan sonra gitmeniz gereken bir yer varmış sanırım. Geç kalmasın dedi Keskin Bey." Doğru ya! Daha yapılacak bir yürüyüş vardı. Tepemde dikilen tahminen orta yaşlarda olan kadına gülümseyerek çıkmasını rica ettikten sonra hızlıca giysi dolabının önüne gittim. Giyecek rahat şeyler ararken dışarıdan eve taşan bağırış sesiyle pencereye koştum. Keskin, korumasının yakasına yapışmış onu hırpalıyordu. Keskin'in hemen sağında bir adam dikkatimi çekti, koruma olmadığını düşündüm çünkü çok salaş giyinmişti. Kumral saçlarını tepeden bağlamıştı, Keskin'den bir tık daha kalıplı duruyordu. İncelememi bitirdikten sonra tekrardan giysi dolabının önüne gelip siyah tayt ve üstüne mor renk tişört seçip yatağın üzerine bıraktım. Keskin'in bağırış çağırışı arttığında apar topar üzerimdekileri değiştirdim. Merdivenleri ikişer ikişer inerken Keskin'in öfkeli sesi bir nebze olsun azalmamıştı. Bu adamın siniri hiç geçmez miydi? "Siz ne sikime yarıyorsunuz lan?!" diye bağırdı Keskin, korumanın yakasını tutup onu ileri geri çekiştirirken. "O herif nasıl benim mekanıma girebilir?! Siz o sıra ne yapıyordunuz lan?! Adam gelmiş, yemiş, içmiş, eğlenmiş, sabahta bana fotoğraf atıyor alay eder gibi!" diyip adamı hışımla itti. Koruma sendeleyip yere düşerken Keskin sinirle parmaklarını saçlarına daldırdı. "Benim mallarımın üzerine konduğu yetmezmiş gibi birde alay ediyor!" diye bağırdı. Yanındaki kumra saçlı adamın izlemektem keyif alıyormuş gibi bir hali vardı, Keskin'i sakinleştirmeye çalışmaması tuhaftı. Kimdi bu adam? "Keskin," dediğimde kafasını hafif çevirip ne var der gibi baktı. "Biraz konuşabilir miyiz?" Sağ eli ensesini ovarken adımları bana çevrildi. "Ne oldu?" dediğinde az önce hırpalanan korumaya baktım. Ayağa kalmış, başı önde bir şekilde bekliyordu. "Neler oluyor? Bir sorun mu var?" diye sorduğumda alaylı bir kahkaha koptu boğazından. "Sorunsuz günüm mü geçiyor!" diye bağırdığında irkildim. "Demir şerefsizi benim mekanımda bana meydan okudu! Elimi kolumu sallaya sallaya buraya geliyorum senin ruhun duymuyor diye mesaj atmış! " Kolumu kavradığında koyu kahve harelerinde çıkan harlı ateşin beni de yakmasından korkmuştum. "Sabrım tükenmek üzere orman gözlü kız, bu şerefsiz hakkında bugün birşey bul!" dediğinde kolumu parmak boğumlarından kurtardım. "Tamam," dediğimde kafasını salladı. Üzerimdekileri yeni fark etmiş gibi gözlerini kısıp beni arsızca süzerken sabırsız bir nefes verdi. "Rolüne çabuk adapte oldun," dedi imayla karışık sesiyle. "Bu cehennemden bir an önce kurtulmak için," dedim, omuzlarımı dikleştirdim. "Peki tayt giymek zorunda mıydın?" diye sorduğunda güldüm. "Rahatlık şart." Boynunu bir tur çevirdi, çıtlatıp bakışlarını gözlerime kenetledi. "Her yerin belli oluyor Zuhal, illa açık açık söyletecek misin?" dedi baskın bir tonda. Onun altında kalamazdım, beni cümleleriyle alaşağı edemezdi. "Bunu dün akşam sırf Demir'in dikkatini çekmem için kısacık bir elbise giymemi isteyen biri mi söylüyor?" dedim meydan okuyan gözlerle. Beklemiyor olacakki çenesi kasıldı. "Tamam, birşey demedim. İstediğini giymekte özgürsün. Sana karışmak haddim değil." Ha şöyle, yola gel. "Bu güzel hanımla beni tanıştırmayacak mısın dostum?" diyen kumral saçlı adam bize doğru yaklaşıyordu. Keskin bozuk bir moralle ellerini cebine soktu. Bu hareketiyle geniş omuzları meydana serilmişti. "Dostum?" dedi adam bir açıklama bekliyordu. "Sana bahsettiğim kız," dedi Keskin. O nasıl bir tanıtımdı Allah aşkına? Üstü kapalı bir cümle kurmuştu, beni nasıl tanıttığını delicesine merak ederken kumral saçlı adam elime uzanıp dudaklarına götürdü. "Bu kadar güzel olacağını düşünmüyordum," dediğinde elimin üzerine ufak bir buse kondurdu. Bu hareketiyle kaşlarım çatıldı ve aniden elimi elinden çekip kurtardım. "Ömer ben," dedi. "Zuhal." Keskin rahatsız olmuş gibi öksürdüğünde Ömer omzuna yumruk attı. "Serseri," dedi kahkaha atarak. Keskin ona ikaz eden bakışlarını yollarken bir anda bana bakmasıyla bir adım geri gittim. "İçeri geç de birşeyler atıştır, " dedi Keskin. Ben eve doğru ilerlerken onlar hâla bahçedeydiler. Konuşacak şeyleri bitmiyordu, böyle hayat geçer miydi?
"Bundan da ye kuzum," dedi Makbule Abla. Ellili yaşlarının sonunda olan çok tatlı bir bayandı. Kahvaltı yaparken iki lafın belini kırmıştık. Uzun yıllardır burada çalışıyormuş, Keskin'in çocukluğuna bile hakimdi. Yani Makbule abla kirli çıkıydı, Keskin hakkında öğrenmek istediğim her şeyi sorabilirdim. Komik, onun hakkında neden birşeyler öğrenecektim ki? Birkaç gün sonra defolup gidecek, birdaha onun yüzünü görmeyecektim. Ağzıma peynir parçasını attığım sırada tam önüme bırakılan telefonu görünce kaşlarım havalandı. Kafamı kaldırıp Keskin'in koyu kahve harelerine değince yutkundum. "Bu ne?" diye sorduğumda gülümsedi. "Neye benziyor?" Laf cambazlığı yapıyor, düşüp bayılacağım şimdi. "Kimin için?" diye sordum bu sefer. Tahmin yürütsem de onun ağzından duymak daha tatmin edici olacaktı. "Senin için aldım, sana ulaşabilmek için." Beklediğim cevabı duymanın verdiği hazla dudaklarım kıvrılırken geriye yaslandım. "Aslında hiç gerek yoktu," dedim tok bir sesle. "Benim zaten bir telefonum vardı. Sadece evimden onu getirecektin." Bakışlarını kaçırdığı direkt. "Getirdim, herşey bittiğinde vereceğim. Gerçek numaranı Demir şerefsizinin bilmesine gerek yoktur diye düşündüm." dediğinde ayağa kalktım. Burun burunaydık, ikimizden birisi herhangi bir kelime fısıldasa dudaklarımız birbirine değerdi. Gözleri ben hariç her noktaya değiyordu. "Haklısın," dedim sitemle geri çekilirken. "Ben çıkayım artık." "Numaramı rehberine kayıt ettim, kendini rahatsız bir durumda hissettiğin her an bana ulaş." Cevap verme gereksinimi duymadan dış kapıya doğru ilerlemeye başladım, arkamdan seslendi. "Dışarıdaki korumalardan biri bırakacak seni."
*** Sahile vardığımda Demir bir bankta oturmuş simit yiyordu. Tempolu bir şekilde koşarak önünde durdum. Beni gördüğünde ayağa kalktı. "Hoşgeldin," dediğinde çenemle simiti gösterdim. "Yürüyüş öncesi simit?" dedim soru sorar bir tınıda. "İster misin?" diyerek bana uzattı. Kaşlarımı yukarı aşağı hareket ettirdim. "Hadi bakalım Demir Bey, hünerlerinizi görelim," dediğimde boğuk bir kahkaha attı. "Sadece yürüyeceğimizi düşünmüştüm, hüner falan deyince tırsmadım da değil," dedi dudak büzerek. Hiç düşünmeden koluna girdim. "Yürüyüşle kendimizi ısıtıp spor salonuna geçeriz diye düşünmüştüm," dediğimde yok artık dercesine gözleri irileşti. Gülmemek için yanağımın içini ısırırken kafasını iki yana salladı. "Şaka yapıyorsun değil mi?" diye sordu tereddütle. "Tabiki şaka yapıyorum," dediğimde bir anda beni kucağına almasıyla ufak çaplı bir çığlık kaçmıştı dudaklarımdan. "Sana ne ceza vermeliyim şimdi?" dedi beni döndürürken. "Ceza alacak kadar ne yapmış olabilirim?" dedim burnu havada bir şekilde. Beni yavaşça yere bıraktığında yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Bence beni öpmelisin." Şok içinde bakakalmıştım, gözleri dudaklarıma kayarken bunu yapıp yapmamam gerektiğini tartıyordum. Komik, ilk öpücüğümü bu adama mı kaptıracaktım? Dudaklarıma doğru yaklaşırken elimi yumruk yaptım. Tam dudaklarıma kapanacağı esnada telefonu çalmaya başladı ve beni bu öpücükten kurtardı. Her ne kadar yanında heyecandan kalbim pır pır etse de daha birkaç günlük adamı öpmem doğru değildi, daha doğrusu benlik değildi. Duygularımdan emin olmadığım müddetçe böyle birşeyi yapmak istemezdim. Komik, zaten böyle bir durumda ona karşı hissim olmamalıydı, olamazdı. Ben bu hikayede onun kalbini çalmaya çalışan avcıydım, av durumuna düşemezdim. Demir müsade isteyip aramayı cevapladığında kulaklarım ondaydı. "Buldunuz mu?" diye sordu kısık bir sesle. "Emin misiniz?" diye sordu ardından. Birkaç saniye telefonun ucundaki sesi dinleyip,"Adresi bana mesaj olarak atın," diyip aramayı sonlandırdı. O adresi almam lazımdı ama nasıl? Adama iki dakika telefonunu ver bir adrese bakıp çıkacağım mı diyecektim? Komik, şuan kendimi ajan olarak hissetmiyorda değilim. "Benim çok acil bir işim çıktı Zuhal, gitsem kusura bakmazsın değil mi?" dedi mahçup bir ifadeyle. "Sorun yok," dedim buruk çıkması için zorladığım sesim istediğim gibi çıkmıştı. "Senin için sorun olmazsa yarın akşam bana gel, bugünü telafi etmiş olurum hem," dediğinde buz kesmiştim. Evine gitmek en tehlikeli virajdı ve ben o virajı dönebilecek miydim? "Sana numaramı vereyim, adresi mesaj olarak atarsın o halde," dediğimde telefonu çıkartıp uzattı. Bu kadar kolay olacağını tahmin etmiyordum. Ben numarayı yazarken Demir'in yanına yavru bir kedi gelmiş dikkati dağılmıştı. O kediyi severken bende mesajlara girip adresi zihnime kazıdım. Telefonla işim bittiğinde Demir'e uzattım. "Yarın akşam görüşürüz," dediğimde eğilip yanağımdan öptü. "Görüşürüz." Aracına binip gözden kaybolana kadar onu izledim. O gittikten sonra adresi unutmadan hemen Keskin'e mesaj yoluyla gönderdim. İnşallah işine yarardı.
Buraya geldiğim aracın olduğu yöne doğru yürürken ciğerlerime sahil havasını doldurdum. Keskin'in koruması aracın kaputuna yaslanmış, beni gördüğünde doğrulup arka kapıya ilerledi. Kapıyı açtığında tebessüm edip araca binmiştim. Şehirden uzak, dağın başında diye tabir edebildiğim malikaneye doğru araç hareket ederken gözlerimi kapattım. Biraz kestirsem sorun olmazdı.
*** "Hanımefendi..." Boğuk erkek sesini duyduğumda gözlerimi ovuşturdum. "Geldik mi?" diye mırıldanırken gözlerimi araladım. "Geldik efendim." Araçtan indiğimde bahçedeki salıncakta oturan Ömer dikkatimi çekmişti lakin beni farketmemesi adına sesimi çıkartmadan eve doğru ilerlemeye başladım. Hoş, zaten telefondan kafasını kaldırmadığı için bu kolay olmuştu. Zili çaldığımda Makbule Abla kapıyı açmıştı. "Hoşgeldin kuzum," dedi sevecen ifadesiyle. "Hoşbuldum abla, Keskin nerede?" diye sordum merakla. "Yukarıda, çalışma odasında," dediğinde onu onaylayıp merdivenlere yöneldim. Basamakları teker teker çıkarken bağlama sesini duymamla kaşlarım havalandı. Her bir adımımda sese daha çok yaklaşıyordum. Bağlama sesi üst kattaki ilk odadan geliyordu, kapısı aralık olduğu için sessizce önünde durdum. Keskin, arkası kapıya dönük, önündeki bilgisayara bakıyordu. Bağlama sesi bilgisayardan yayılırken Keskin masanın üzerin duran bardağı eline aldı. "Gözüm yolda, gönül darda..." Bu şarkıyı anımsar gibiydim, kimin şarkısı olduğunu çıkartamamıştım. Aralık kapıyı sonuna kadar açıp içeriye birkaç adımla girdim. Müzik sesinden Keskin beni farketmemişti. "Ya kendin gel, ya da haber yolla..." Bilgisayar ekranı gözüme iliştiğinde hiç tanımadığım bir adam elindeki sazla şarkıyı söylüyordu. Kesinlikle şarkıcı falan değildi, tanıdık bir sima değildi. "Baba..." diye fısıldadı Kesin acıyla. "Duyarım yazmışsın iki satır mektup Vermişsin trene halimi unutup..." dediğinde bir silah sesi yankı yaptı. Gözlerim irileşirken Keskin arkasını dönmüş, beni gördüğünde ayağa kalkıp yanıma doğru koşmaya başlamıştı. Ayağımın altındaki zemin kayarken, etraf kararıyordu. Kara tren gecikir belki hiç gelmez Dağlarda salınır da derdimi bilmez Dumanın savurur halimi görmez Gam dolar yüreğim, göz yaşım dinmez Videodaki şarkıyı söylemeye devam eden adamın sesini silah sesleri bastırıyordu.
Ve bölüm sonu... Keskin için şarkının anlamını daha kelimelere dökmeden kalbim sıkışıyor, birde yazarken düşünün 🥹 Yeni bölümde görüşmek üzere ❤️
|
0% |