@yazarus_1
|
Çiçek gibi bir gün geçirmeniz dileğiyle 🌸 Keyifli okumalar...
Burhan şaşkın gözlerle beni baştan aşağı süzerken, ben ise okyanus mavilerinden kendimi alamıyordum. Onu özlediğimi belirtmek istercesine kalbim halaya durmuş, 'Hop, hani unutmuştuk ya' diye benimle dalgasını da geçiyordu. "Zuhal..." dedi şaşkınlığını üzerinden atamadığı belliydi. "Bu ne güzel bir tesadüf." Alev alan boğazım su diye bas bas bağırıyordu. "Evet," dediğimde gülümsedi. "Senin ne işin var burada?" Kaşının bir tanesine çizik attırmıştı, üzerindeki simsiyah takımıyla bambaşka görünüyordu, daha olgun... Kaç yıl olmuştu onu görmeyeli? "Demek sesini duymak bugüne nasipmiş," dediğinde aklım eski günlere gitti.
"Zuhal," diyerek mutfağa peşimden geldiğinde sırtım ona dönük, kendimi oyalayacak birşeyler arıyordum. "Nasılsın?" diye sordu Burhan. Elime aldığım bezi sıkı sıkıya kavradım, onunla konuşmaktan kaçan dudaklarım titrerken onun sabır çektiğini işitmiştim. "Yarın okuldan sonra birşeyler yapalım mı?" Sırf koridorda onunla karşılaşıp bana soru soracak endişesinden tenefüse dahi çıkmazdım. Kafamı iki yana salladım. "Sen kendini ne sanıyorsun?!" diye carladığında yerimde huzursuzca kıpırdandım. "Egolusun kızım sen! Kendini birşey sanıyorsun! İnsan gibi konuşmaya çalıştıkça bir tarafların kalkıyor!" O günü kara kalemle yazmıştım zihnimin derinlerine... Sevdiğim çocukla konuşamamanın verdiği ağırlık yıllarca yük olmuştu omuzlarıma...
Geçmişten güçlükle kendimi çekip gülümsediğimde her tepkimi pür dikkat izliyordu. "En azından artık egolu olduğumu düşünmezsin," dediğimde derince yutkundu. "Zuhal," dediğinde elimi tuttu. Elini tutmak nasıl bir his? Bu soruyu kalbimin sorduğunu biliyordum. Zaman aşımına uğramak gibi... "Sana o gün dediklerim için ne kadar özür dilesem az." O gün bakmaya doyamadığım o ayna elimden düşüp kırılmıştı ve o günden sonra, yıllarca o kırık aynadan baktım. "Çocuktuk, seninde haklılık payın var. Her seferinde konuşmayarak senin sabrını sınıyor gibi oluyordum.". Gülümsedi, ellerim hâla onun avuç içindeydi. "E?" dedikten sonra etrafına bakındı. "Senin burada ne işin var?" Çok güzel bir soruya ayak basmıştı, cevabını vermemem gereken bir soruydu. "Aynı soruyu bende sana soracaktım," dediğimde ikimizde kahkahalara gömülmüştük. "Desene," dedi kahkahalarının arasından. "Kalp kalbe karşıymış." Yanımıza doğru yaklaşan korumayı gördüğümde ona kaş göz yaparak geri dönmesini işaret ediyordum lakin inatla bize doğru gelmeye devam ediyordu. "Zuhal Hanım," dediğinde kaşları çatık vaziyette Burhan'a kısa bir bakış atmıştı. "Keskin Bey gelene kadar istirahat etseniz iyi olacak. Çok yoruldunuz bugün," dediğinde Keskin'in Burhan'dan haberi olduğunu anlamıştım. Hatta korumanın cümleleri bile Keskin'in emriydi. "Yo," dedim ensemi terleten saçlarıma dokunurken. "Yorgun falan değilim, hatta bize iki kahve yapsınlar." Korumanın gözlerine panik dolu ifade yerleşirken Burhan'ın koluna girdim, onu bahçenin oturma alanına doğru götürmeye başladım. "Keskin Bolat senin neyin oluyor?" diye pat diye sordu Burhan. Koltuğa oturduğumuzda Keskin'i nasıl tanıtmam gerektiğini kararlaştırmaya çalışıyordum. - İş arkadaşım? Komik! - Uzaktan Akrabam? Allah korusun! - Müvekkilim? Daha çalışmıyorum bile! Onu tanımlayabileceğim hiçbir sıfat yoktu. "O benim-" Cümlenin sonunu getiremeden bahçe kapısından giren araçlarla odağım o tarafa kaydı. Araçtan hışımla inen Keskin, burnundan soluyarak bize doğru geliyordu. Burhan ayağa kalktı, önünü iliklediğinde Keskin'e gösterdiği saygıya yüzümü buruşturdum. Keskin'in yaptığı iş saygı duyulası değildi. "Burhan!" dedi Keskin dişlerinin arasından. "Sen burada ne yapıyorsun?" "Keskin Bey bana dün demiştiniz ya öğleden sonra gel diye." Burhan'ın cevabından sonra Keskin birkaç saniye çenesini kaşıdı. "Eve mi gel dedim?!" Burhan mahçup bir tavırla kıpırdandı. "Şirkete gittim fakat bugün gelmeyeceğinizi söylediler, bende evinize geldim." Keskin sert bakışlarını bana çevirdi. "Bu kadar hevesli görünmeyin," dedi bakışlarını benden çekip Burhan'a çevirdi. "Zira sizin şirkete ortak olma düşüncemden vazgeçeceğim." Burhan'ın bedeni kaskatı kesildi. "Keskin Bey..." dedi yalvarırcasına. "Ben çok özür dilerim, aptallık yaptım. Lütfen fikrinizi değiştirmeyin." Neden bu şekilde konuşuyordu? Neden Keskin'e ihtiyacı varmış gibi davranıyordu? Nasıl bu kadar alçalırdı? "Pekâlâ..." dedi Keskin yalnızca. Ayağa kalkıp birkaç adımda yanlarına vardım. Burhan bana gülümsediğinde Keskin'in sesi aramıza bariyer gibi girmişti. "Siz tanışıyor musunuz?" diye sorduğunda Burhan kafasını salladı. Keskin cevabını benden duymak ister gibi göz bebekleri bana çevrildiğinde nefesimi tuttum. "Babamın en yakın arkadaşının oğluydu," dedim tek solukta. Keskin'in alayla dudakları kıvrıldı. Kulağıma eğilip Burhan'ın duyamayacağı bir tonla, "Babanın arkadaşının oğluysa hıyarın tekidir," demişti. Gözlerim irileşirken, teessüf ederim der gibi baktım yüzüne. "Peki siz?" diye konuştu Burhan. "Siz nereden tanışıyorsunuz?" Yavaşça elim Keskin'in eline değdiğinde gerim gerim gerilen bedeni dikkatimden kaçmamıştı. "Sevgilim..." Burhan birbirine dolanan parmaklarımıza baktı. Böyle birşey yapmamam gerektiğini biliyordum, sadece bir an beni gözünde küçültsün istemedim. 'Vay be' desin istedim. O utangaç kızın izlerinin silindiğini görsün istedim. "Çok-" dedi ve yutkundu. "Çok sevindim, tebrik ederim." Keskin gülümseyerek beni kolunun altına aldı, bu durumdan en keyif alan kişi o gibi gözüküyordu. "Ben artık gideyim," dedi Burhan. "Çok bile kaldın," diye mırıldanan Keskin'e ikaz edercesine baktım. "Görüşürüz," dediğimde kafasını sallayıp arkasını döndü. Arabasına doğru yürürken Keskin'den uzaklaştım. "Neden sana ihtiyacı var gibi konuştu?" Gülümsedi, "Çünkü var, şirketi batmak üzere," dediğinde kaşlarım havalandı. Onun adına üzülmüştüm, denize düşmüş ve hiç düşünmeden yılana sarılmaya çalışıyordu. "Teşekkür ederim beni bozmadığın için…" dediğimde omuz silkti. "Çünkü bugün iyi iş çıkardın senin için bu kadarını da yapabilirdim."
48 Saat Sonra Yağmur bütün şiddetiyle bedenime akın ederken, Ömer'in gönderdiği adrese doğru yürüyordum. Ömer arayıp Keskin iyi değil deyince evden apar topar çıkmış, kendimi bu sokakta bulmuştum. Gönderdiği adresteki eve bakarken yağmur gitme dercesine beni durdurmaya çalışıyordu. Bana sarf ettiği o ağır cümlelerden sonra yüzsüz gibi gözlerinin içine mi bakacaktım? Komik, hep yaptığım şey değil miydi? Şimdi neden gocunuyordum? Ömrüm boyunca bu duruma maruz kalmış kalbim artık alışkındı. Apartmandan içeri girdiğimde üçüncü kata çıktım. '6' yazan daire kapısıyla bakışırken derin bir nefes alıp zile bastım. Birkaç dakika geçmesine rağmen kapı açılmamıştı, Ömer'i arayıp doğru adrese gelip gelmediğimi sormak için telefonumu elime aldığım esnada aralanan kapıda gördüğüm kadınla neye uğradığımı şaşırmıştım. Üzerinde Keskin'in olduğunu tahmin ettiğim beyaz gömlek onda elbise gibi durmuştu. Sarı saçlı ve alımlı bir kadın kapının eşiğinde, kollarını birleştirip bana bakıyordu. "Buyurun?" dediğinde ruhum, doladıkları zincirlerden kurtulmak istercesine çırpınmaya başladı. Kendime gelmek adına sirkelenip boğazımı temizlediğimde arkadan duyduğum sesle bir kez daha yıkıma uğramıştım. "Naz, kim o gelen?" Keskin, elindeki havluyla saçlarını kurularken bakışları benimle buluştu. Elinde tuttuğu havlu yere düştüğünde, dudaklarından dökülen sihirli kelimenin artık bütün büyüsü bozulmuştu. "Orman gözlü kız..."
Vedalar vedalar bitsin elvedalar diyip bölümü bitiriyorum. Bölüm hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce 48 saat sonra ne yaşanmış olabilir? Gelecek bölümde görüşmek üzere ❤️
|
0% |