Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm: Yara

@yazarus_1

Çiçek gibi bir gün geçirmeniz dileğiyle 🌸

Keyifli okumalar...

 

 

44 Saat Önce

Makbule abla yemek servisi yaparken Keskin bir noktaya düşünceli bir şekilde dalmıştı.

"Teşekkür ederim abla," dedim tabağıma çorba servisi yapan Makbule Abla'ya.

"Afiyet olsun kuzum," dedikten sonra Keskin'i gösterdi. "Neyi var bizim deli oğlanın?"

Bilmiyorum dercesine omuzlarım havaya kalktı. Makbule Abla başını sallayıp mutfağa doğru yürüdüğünden bende kaşığımı alıp çorbaya daldırdım.

Porselene değen kaşık ortama ses oluyordu, bir nebze olsun bu sessizliği bozmaya çalışıyordu.

Kafamı çevirip Keskin'e baktığımda düşünce bulutlarını aralamamış, aynı hülyalı ifadeyle duvarı izliyordu.

Birkaç dakika içinde Zil çaldığında Makbule Abla mutfaktan çıkarak kapıya ilerlerken gelen kişinin kim olduğunu merak etmiştim.

"Cümleten hayırlı akşamlar."

Ömer otuz iki diş gülümseyerek yanımıza geldi, sandalyeyi çekip tam karşıma oturdu.

"Sana servis açayım mı Ömer'im?" dedi Makbule Abla.

"Yok ablam, tokum ben," diye konuştu Ömer.

Keskin'e kısa bir bakış atıp, "Neyi var bunun?" diyerek bana baktı.

"Sofraya oturduğumuzdan beri böyle," dediğimde, Ömer dirseklerini masaya koydu.

"İzle," dedi fısıltıyla. "Ben onu kendine getireceğim."

Birkaç kez öksürüp sandalyeye yaslandı.

"Zuhal, kapıda biri var, seninle konuşmak istiyor," dediğinde, Keskin hipnozdan çıkmış gibi sirkelenerek bana döndü.

"Kimi çağırdın?!" dedi hırıltıyla.

Ömer kahkahalara boğulurken ben yerimde mıhlanmıştım.

"Burhan mı?" İğrenir gibi yüzünü buruşturduğunda kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Kimse yok, seni özüne döndürmek için şaka yaptım sadece," dedi Ömer hararetle.

Keskin yumruk yaptığı elini masaya vurduğunda ağız dolusu küfür savurdu.

"Sakin ol dostum, Zuhal seni öyle görünce endişelenmiş, bende yardım etmek istedim."

Keskin sinir küpü olmuş vaziyette Ömer'e bakarken, Ömer ellerini teslim oldum dercesine havaya kaldırdı.

"Size afiyet olsun!" Keskin ayağa hışımla kalktı, altındaki sandalye yere düşerken göz pınarlarım yanmaya başlamıştı.

"Hiçbirşey yemedin," dedim içime kaçan sesimle.

"İştahım yok!" Buz tutan sesi üzerine kafamı usulca salladım.

 

 

42 Saat Önce

"Sence yanına gitmeli miyim?"

Hiçbirşey olmamış gibi yanımda patlamış mısır yiyen Ömer, elini boşver der gibi sallarken gözlerimi devirdim.

"Ne kadar iyi arkadaşsın!" dedim alayla.

Kıkırdadığında kumandayı alıp televizyonun sesini biraz daha açtı.

Sinirle soluyup ayaklandım, "Ben bakıp geliyorum," diyerek merdivenlere yürümeye başlarken arkamdan seslenmişti.

"Bugün onu biraz rahat bıraksan iyi olur. Depoda gördükleri yüzünden bu halde."

Kaşlarım çatılırken yanına koştum.

"Ne gördü depoda?" diye sorduğumda, patlamış mısır kasesini orta sehpaya bıraktı.

"Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum," derken dudağını ısırdı.

Sabırla ağzından çıkacak sözleri beklerken boğazını temizledi.

"Adresteki depoya gittiğimizde bomboştu içerisi. Sadece yerde büyük bir hoparlör vardı." Derince yutkunduğunda merdivenlere doğru baktı.

"Tufan Amcanın, yani Keskin'in babasının söylediği türkü çalmaya başladı, Keskin'i zor zaptettim, yani depo işi elimizde patladı. Demir'in oraya gideceğimizden önceden haberi varmış, Keskin'in canını acıtmak istemiş."

Tüylerim diken diken olurken, "Benden mi şüpheleniyor?" diye sordum.

"Senden şüphelenmeli mi?" diye benim sorumu bir nevi bana yönelttiğinde kafamı hayır anlamında salladım.

"Keskin şüphelenmiyor ama aynı şeyi Demir Sönmez için söyleyemem. Belkide başından beri herşeyin farkındaydı, senin Keskin'e deponun adresini vereceğini biliyordu."

"Öyle birşey olsa yarın akşam beni evine davet eder miydi?" diye sorduğumda tek kaşı kalktı.

"Bu çok riskli, eğer seni Keskin'in yolladığını anlamışsa oraya gitmemen gerekir."

 

36 Saat Önce

Ömer gittikten sonra odama gelip yatmıştım lakin gözüme gram uyku girmiyordu. Saatlerdir sağa sola dönüp durmuştum.

Uyumadan önce birkaç kez Keskin'le konuşmak için odasına gittim, gittiğim gibi gerisin geri dönmüştüm. Ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Ömer depoda Keskin'in babasının söylediği türkü çalıyordu demişti, geçen gün Keskin'in dinlediği videodaki o adam olmalıydı.

Daha fazla düşüncelerimle boğuşmaya takatim kalmadığını anladığımda üzerimdeki pikeyi sıyırdım.

Ayaklarımı birkaç saniye yataktan sarkıtıp, ayağa kalktım. Keskin uyumadıysa onunla konuşabilirdim.

Odasına gittiğimde kapıyı iki kez tıkladım, ses gelmeyince yavaşça açıp kafamı uzattığımda tekli koltukta sızdığını gördüm.

Ses yapmamaya çalışarak ona doğru ilerlerken yerdeki şişeleri görünce yüzüm buruştu.

"Keskin..." dedim nazikçe koluna dokunduğumda.

"Hmm?" diye bir ses çıkardı.

"Burada belin tutulur, hadi yatağına yat."

Huzursuzca kıpırdandı, gözleri kapalıyken kaşlarını çattı.

"Git başımdan orman gözlü kız," diye konuştuğunda burnumdan güldüm.

"Hadi," diyerek kolunu boynuma attığımda beni itekledi.

"Git başımdan!"

Sabır çekip bir kez daha şansımı denedim.

"Belin tutulacak."

Belinden tutup onu güçlükle kaldırdım, yatağı Allah'tan koltuğa çok yakındı, hemen bedenini yatağa bıraktığımda küçük bir kedi yavrusu gibi kıvrıldı.

Ayakkabılarını çıkartıp kenara bıraktım. Üzerine yatağın ucundaki pikeyi örttükten sonra çıkmadan son bir kez bakma gereksinimi duymuştum.

Dudakları yarı açıktı, yastığa sarılmış, cenin pozisyonunda nefes alıp veriyordu.

Kapıya doğru birkaç adım attığımda birşeyler mırıldandı, dikkatle kulak kesildiğimde, "Canım çok yanıyor orman gözlü kız..." dediğini duymuştum.

 

32 Saat Önce

Keskin sabah kahvaltısına inmemiş, odasına dahi istememişti. Benimde pek iştahım yoktu, masayı toplamalarını söylemek için mutfağa girdiğimde Makbule abla ve diğer iki çalışan kadın yemeğe girişmişlerdi.

"Makbule abla, masayı toplayabilirsiniz," dediğimde bana döndü.

"Sende birşey yemedin değil mi?" diye sorduğunda onu onayladım.

"Pek iştahım yok."

Yanıma gelip koluma dokundu.

"Tıpkı bizim deli oğlan gibi yaralı bakışların var seninde kuzum," dediğinde ağlamamak için kendimi sıkmıştım.

"Keskin'in nesi var?" diye sorduğumda iç çekti.

"Zamanı geldiğinde sana anlatacağına eminim kuzum, benim bunları anlatmam yakışı kalmaz."

Burukça gülümseyip mutfaktan çıktım.

 

27 Saat Önce

Diz kapaklarımın birkaç santim yukarısanda kalan kot eteğimin üzerime beyaz tişört giymiştim, siyah saçlarımı at kuyruğu yaptığımda hazırdım.

Giyinmeye başlamadan önce makyaj işini hallettiğim için bir eksiğim kalmamıştı.

Demir'le buluşmama birkaç saat kalmıştı. Ömer her ne kadar gitme, tehlikeli olabilir dese bile ona kulak asmıyordum.

Bence bilmiyordu, çünkü sabah bizzat arayıp akşam geliyorsun değil mi diye sormuştu.

Sesi de normal geldiği için süphelenmemiştim. Çantamı alıp odadan çıktığımda Keskin, duvara yaslanmış beni bekliyordu.

"Gidiyor musun?" diye sordu.

Yüzünü kaç saattir görmediğim için uzun uzun baktım.

"Evet, Demir aradı sabah."

Kafasını usulca salladığında gözleri gözlerime değdi.

"Gitmemen gerekiyor, bunu da biliyorsun değil mi?"

Acı acı gülümsedim.

"Rahatla, hiçbir şeyden haberi yok," dediğimde dili üst dudağının üzerinde gezindi.

"Gel buraya..."

Beni kendine çektiğinde sarılacakmış gibi heyecan yapmıştım fakat bu heyecanım onun kulağıma birşey takmasıyla un ufak olmuştu.

"Bu ne?" diye sordum merakla.

"Dinleme cihazı, eğer birşey yapmaya kalkışırsa hemen geleceğim."

Saçımdaki tokayı çektiğinde önüme düşen kıvrımları omuzlarımın gerisine attı.

"Yetişemezsin," dedim. "Bu ev şehir merkezine bile uzak, bana birşey yapsa sen gelene kadar muhtemelen ölmüş olurum."

Ölümü ensesiyle gezdiren adam, ölüm lafını duyunca yüzü kireç gibi olmuştu.

"Bende seninle geliyorum, birkaç sokak aşağıda seni bekliyor olacağım."

Kafamı saklamakla yetindim.

 

25 Saat Önce

Arabadan inmeden önce silahını sıkı sıkı kavrayan adama son kez baktım. Gözlerinde göreceğim duyguyu yansıtmak istemiyor gibi yüzüme bakmıyordu.

"İnşallah birşey bulurum Keskin," dediğimde yutkundu.

"Bir an önce benden kurtulmak için bu çaban değil mi?" diye sorduğunda harelerim titremişti.

Kurtulmak istiyor muydum?

Cevabım, evet...

Peki yalnızca ondan mı?

Cevabım, hayır...

Evetle hayır arasında sıkışan bedenimi araçtan zor atmıştım. Keskin cevabını almadığı sorulardan hoşlanmazdı. Birine birşey sorduğu vakit muhakkak cevabı duymak isterdi.

Ben ise onu arkamda bırakıp sorusundan koşarcasına kaçmıştım.

Babam gibi...

Ne de olsa ben Atıf Akkaya'nın kızıydım...

 

***

Demir bana kaldığı otelin adresini vermişti. Resepsiyona oda numarasını sorduktan sonra aldığım cevapla asansörün olduğu tarafa yöneldim.

Asansör kabininde inip '707' nolu kapıyı tıkladığımda birkaç saniye içinde kapıyı açmış, beni kendine çekip içten bir şekilde sarıldı. Ellerim beline değerken içimdeki korkuyu bastırmaya çalışıyordum.

"Hoşgeldin..." dedi o insanı büyüleyen sesiyle.

"Hoşbuldum."

Keskin'in bizi dinlediğini bildiğim için her kelimemi seçmek zorundaydım. Yanlış anlaşılmak istemezdim sonuçta.

Komik, yanlış anlasa ne değişecekti?

"Evinde buluşacağımızı düşünüyordum," dediğimde karşılıklı koltuklara oturduk.

"Sabit kaldığım bir evim yok," dedi gülümserken. "Bu arada çok güzel olmuşsun, her zamanki gibi..."

Aldığım iltifattan dolayı mı bilmiyorum yüzüm kızarmıştı.

"Teşekkür ederim," dediğimde utançla kafamı önüme eğdim.

"Tanışalı birkaç gün olmasına rağmen sana çok alıştım," dediğinde kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım.

Bana aynı bakıyordu, değişen birşey yoktu, insan duygularını bu kadar kolay gizleyebilir miydi?

Gevşemeye çalışarak geriye yaslandım.

"Bunu kaç kıza söyledin Demir Sönmez?" diye sordum hafif baskın çıkan bir tonda.

Kafasını geriye atıp kahkaha attığında biraz olsun rahatlamıştım.

"İtiraf etmem gerekiyor bu durumda," diyip birden ciddileşti. "Bu cümleyi kurduğum ilk kız sensin," dediğinde gözlerimi kıstım.

"İnanmıyor musun?" diyerek ayağa kalkıp yanıma geldi. Sağ elimi kalbine götürdüğünde kalbinin gümbür gümbür atışı avcumun içinde gibiydi.

"Duyuyor musun?" diye fısıldadı. "Daha önce bu kalbi hiçbir kadın böyle attıramadı."

Stresten kuruyan dudaklarımı yaladığımda bakışları dudaklarıma kaydı.

"Çok güzelsin..." dedi ihtirasla.

Boğazıma düğümlenen yumruyu def etmek için derince yutkundum. Bana doğru yaklaşırken korku ve heyecan birbirine karışmış,bütün hücrelerimde geziniyordu.

 

​​​​​​Tam dudaklarıma değecek dudaklarını gözlerimi kapatmış beklerken çalan telefonuyle geri çekildi.

Birkaç saniye öylece boşluğa bakınıp, kendimi toparlamaya çalıştım.

Demir telefonda birşeyler konuşuyordu fakat onun ne dediğini algılayamıyordum. Tek düşündüğüm Keskin'in bizi dinlediğiydi...

Peki telefon çalmasa Demir'in beni öpmesine izin verecek miydim?

Kalbim itiraz ederken beynim buna mecbur olduğumuzun sinyalini veriyordu.

Mecbur değildim, Keskin öyle bir madde söylememişti.

"Ben hemen geliyorum Zuhal, çok önemli," diyerek aceleyle çıktığında ne zamandır tutmakta olduğumu anlamadığım nefesimi saldım.

Dudaklarımı kolumla silerken midem bulanıyordu. Etrafa göz attım, gözüme ilk çarpan yatağın üzerindeki laptop olmuştu.

Koşarak yataktaki laptopu aldım, şifre yoktu ve bu İlginç gelmişti. Yinede üstünde durmadım. Çantamdan çıkardığım diski bilgisayara takıp içindeki bilgileri kopyaladım.

Laptopu yerine bıraktığımda üzerimden koca bir yük kalkmış gibiydi.

Tam yerime oturacağım sırada telefonumun melodisiyle irkildim. Arayan Demir'di.

"Demir?" diye cevapladım aramayı, şaşkınlığımı gizlememiştim.

"Zuhal, gerçekten nasıl özür dileyeceğimi bilmiyorum." Hışırtı sesleri duydum. "Benim acil çıkmam gerekti, ne zaman geleceğim belli olmaz. Sen bekleme beni, gerçekten özür dilerim."

Memnuniyetle dudaklarım kıvrıldı. Benimde bu durum işime gelmişti.

"Başka bir zaman o halde," dediğimde beni onayladı.

Telefonu çantama koyup otel odasından çıktım.

 

***

Malikanenin önünde arabayı durdurduğunda hiç birşey demeden indi. Yol boyu da hep sessizdi, tek kelime etmemişti. Hatta ben hevesle Demir'in bilgisayarındaki dosyaları kopyaladım dediğimde bile yüzüme bomboş bir ifadeyle bakmıştı.

Arkasından bende araçtan inip eve girmeden önce koşarak ona yetişmiştim.

"Neler oluyor?" diye bağırıp bana bakmasını sağladım.

Kemikli yüz yapısı daha da belirginleşmişti, çenesi mi kasılıyordu?

"Hiç..." dedi boğuk bir sesle. Tekrar gitmek üzereyken elini tuttum.

"Neden böyle davranıyorsun?" diye sorduğumda yüzüme tiksintiyle baktı.

"Yattın mı onunla?"

Suratıma tokat etkisi yaratan bu soruyla birkaç adım geriledim.

"Ne saçmalıyorsun? Telefonu çaldı ve gitti, sende duydun," dediğimde alayla güldü.

"Telefonu çalmasa yatacaktın yani onunla?" Tükürük gibi sarf ettiği kelimeler bir leke gibi yapışmıştı üzerime.

"Benimle bu şekilde konuşmaya hakkın yok!" Kesik kesik nefes aldığım sırada bana doğru iki adım attı, az önce açtığım mesafeyi kapattı.

"Erkeklerle iletişim kuramıyorum derken dalga geçiyormuşsun," dedi sinirle. "Meğer sen bu yolda profesyonelmişsin!"

Kulaklarıma kadar yanıyordum.

"Demir'le konuşamam ki dedin adamla neredeyse yatacaktın!"

Oksijensiz kalmışım gibi ağzımı açtım.

"Burhan denen hıyarla bahçe köşelerinde fingirdeştin!"

Yumruk yaptığım elimi arkaya saklarken kafamı dik tutmaya çalışıyordum.

"Beni bile!" diye kükredi. "Benimle bile yatmak istedin değil mi?! Doğru söyle!"

Keskin'in kafası sağa doğru düşerken avucumun içi sızlamıştı. Ona tokat atmıştım.

Çantamdan çıkardığım diski uzattım.

"Buradan siktir olup gitmem için yeterli değil mi?!" dediğimde dudaklarımın titremesini bastırmak için ısırdım.

Elimden aldığı diski fırlatması bir olmuştu.

"Atıf Akkaya kaçtığı için en azından korkak damgası yemişti, peki sen?! Senin üzerine yapışan damga ne?!"

İma ettiği kelimeyi duymamak adına arkamı dönüp koşarak oradan uzaklaştım.

Malikanede epeyce uzaklaştığımda telefonumu elime alıp rehbere henüz kaydetmediğim o numaranın üzerine bastım.

"Alo?" dedi telefonun ucundaki ses. "Anlamış mı?"

Burnumdan güldüm.

"Hiçbir şey anlamamış..."

 

 

 

 

Yeni bölüm isteyenlere ithafen bugün attığım ikinci bölümü size emanet edip kaçıyorum❤️

​​​​​Yeni bölümde görüşmek üzere ❤️

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%