Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Buz Kralının Kalbi

@yazarus_1

 

 

 

 

"Baba..." diye bağırdım elimdeki karneyi heyecanla sallarken. Evin kapısı aralıktı.

"Baba?" dedim bir kez daha.

Endişeyle etrafa bakınırken babamı merdivenlerin başında gördüm.

"Baba..." dedim üçüncü kez. "Bugün karne aldık."

Babam kravatını düzelterek ikişer ikişer indi basamakları.

Beni duymazdan gelmiş, masanın üzerindeki dosyayı eline almıştı.

"Baksana," dedim yanına gidip karnemi havaya kaldırdım.

Karneyi eline aldığında beni umursadığı için midemde kelebekler uçuşmuştu.

Birkaç saniyelik o heyecan bir anda tuzla buz olmuştu. Kağıda göz ucuyla dahi bakmadan masaya bıraktı.

"Bu kağıt parçasındaki sayılar benim için birşey ifade etmiyor!" dedi soğuk çıkan sesiyle. "Başarılı olup olmaman birşey ifade etmiyor!"

Gözlerime baktığında gülümseyen yüzüm solmuştu.

"Aynı senin birşey ifade etmediğin gibi!"

Yanımdan geçip giderken savrulan rüzgar, aslında bana herşeyi anlatmıştı fakat ben inatla inanmamayı seçtim.

Beni o gün arkasında bıraktığı gibi diğer günler, haftalar,aylar hatta yıllarca ardında öylece bıraktı.

O gün ilk değildi ve sonda olmayacaktı. Yinede o küçük kalbim hep inkar ederek her seferinde beni teselli etti.

​​​​

🥹

​​​​​​

Bütün kemiklerim kırılmış gibi bir ağrı vardı bedenimde, göz pınarlarımın kuruduğunu anladığım an kaldırıma çöktüm.

Etrafta in cin top oynarken, yüzümü avuçlarımın arasına aldım.

Komik, sanki birinin beni görme ihtimali var gibi utanıyordum içine düştüğüm bu durumdan.

Uzaktan sarı renkte araba farı gördüğümde usulca ayağa kalkıp bana yaklaşmasını bekledim.

Araç tam önümde durduğundan camı yavaşça açıldı.

"Hadi bin," dedi Ömer.

Ön koltuğa oturduğumda gözlerim buğulanmıştı.

"Telefonda tam birşey anlayamadım, neler oldu? Neden evden ayrıldın?" dedikten sonra araba hareketlendi.

"Demir hiç birşey anlamamış dedin sonra birden bire hıçkırıklara boğuldun. Pat diye evden de ayrıldım diyince çok şaşırdım. Plan sarpa sarmadıysa Keskin senin gitmene neden izin verdi?"

Burnumun direği sızlarken saçımı geriye doğru sıvadım.

"Bilmiyorum," dedim cızırtılı bir sesle. "Demir'in bilgisayarındaki dosyaları kopyalayıp Keskin'in yanına gelmiştim. Ona bunu söylediğimde hiçbir tepki vermeden beni eve götürdü. Yol boyu ağzını bıçak açmadı."

Yutkunamadım, kelimeler boğazımda tıkanmıştı.

"Ters giden birşey olup olmadığını sordum sadece. Bana hakaret etti..."

O anları tekrar tekrar yaşamak nefesimi kesiyordu.

"Diski verdim, yere fırlattı. Bende orada daha fazla kalamazdım."

Ömer'e döndüğümde tüm bu olanlara anlam yüklemeye çalışır gibi kaşları havalanmıştı.

"Sana ne dedi?" dediğinde beynim uğuştu.

"Onunla yatacaktın değil mi?!"

1 Yumru...

"Bahçe köşelerinde Burhan'la fingirdeştin!"

2 Yumru...

"Benimle bile yatmak istedin değil mi?!"

3 Yumru...

Boğazıma oturan yumrular soluk boruma tıkanmıştı adeta.

Ömer hınzırca sırıtırken bana kısa bir bakış atıp önüne döndü.

"Seni fena kıskanmış," dedi eğlenir gibi.

"Saçmalık!" dedim öfkeyle. "Hem diyelim öyle, İfade şekli sence bu mu olması gerekiyordu?!" diyerek sitemle konuştum.

"Kızgın boğaya dönmüş adam, eminim şimdi pişmanlıktan bir köşede kıvranıyordur."

"Beter olsun!" dedim yüksek sesle.

Peki şimdi ne yapacaktım? Onun hayatından tamamen sıyrılmıştım. Artık bitmişti herşey, kendi hayatıma dönmem gerektiğini biliyordum. Daha fazla acı gerçeklerden kaçamazdım.

Keskin, benim acımı yaşamama fırsat tanımadan çekip almıştı, babamın gidişinin acısıyla ancak yüzleşecektim. Hep ertelediğim o acı gerçekle şimdi aynı masaya oturacaktım.

"Benim kalmadığım bir evim var, seni oraya götürüyorum," dedi Ömer.

"Kendi evime gitmek istiyorum," dedim itiraz ederek.

Ömer bana yandan bir bakış atmış, söylemek istediği birşey varmış gibi dudağının kenarını dişlemişti.

"Bunu nasıl söyleyeceğim bilmiyorum," dediğinde aklıma Demir geldi.

"Dümdüz söyle," dedim başımı cama dayarken.

"Benden günah gitti o halde," dedi ve derin bir nefes aldı.

"Artık kalacak bir evin yok Zuhal."

Küçükken ateşler içinde yandığım o gün zihnimin kuytu köşesinden gün yüzüne çıkmıştı. O gün vücudumu cayır cayır yanıyordu lakin ben üşüyordum.

O beni kavuran ateş bir hastalıktı, ilaçlarla geçmişti, peki bu? Bu bir hastalık değildi, bu ateşi söndürecek hiçbir ilaç yoktu.

"Baban satmış, üzgünüm..."

Onun üzgün olması gerekmiyordu, asıl üzgün olacak kişi babamdı, beni umursamadan gitmesi yetmezmiş gibi, benim kafamı sokacak o çatıyı satmış, beni sokakta bırakmıştı.

"Benim evimde kalmak istemiyorsun madem, bir arkadaşının yanına götüreyim seni."

Ömer'in uğultulu sesini zar zor algıladım.

"Arkadaşım yok," dedim ilk kez bu durumdan pişmanlık duyarak.

Babamın yüzünden böyle bir ihtimal de ortada yoktu.

"Seni sokakta bırakamam, itiraz kabul etmiyorum, benim eve gidiyoruz."

Komik, başka seçeceğim hiçbir seçenek yoktu...

 

***

Araç beş katlı bir apartmanın önünde durduğunda çekingence Ömer'e baktım. Cebinden çıkardığı anahtarı bana uzatırken, "dördüncü kat, 9 nolu daire," demişti.

Mahçup bir şekilde tebessüm ettim.

"Kendi evindeymişsin gibi hisset olur mu? Ben şimdi Keskin'in yanına gidiyorum, sular durulunca ararım seni."

Kafamı saklamakla yetinip anahtarı elime aldım.

"Teşekkür ederim," dediğimde başını hafif sağa yatırdı.

"Asıl ben teşekkür ederim," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Sen neden teşekkür ettin şimdi?"

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Buzlar kralının da kalbi olduğunu göstermiş oldun."

Dediğinden birşey anlamamıştım, yinede daha fazla konuşmak istemediğim için arabadan indim.

Ait olmadığım apartmana doğru bakarken Ömer'in arabası uzaklaşmaya başlamıştı.

Komik, ben şu zamana kadar nereye ait olmuştum ki?

Dikkatle karşıdan karşıya geçip apartmanın içine girdim. Asansör yoktu, bu yüzden merdivenleri kullanmak zorunda kalmıştım.

 

'9' numaralı dairenin önünde birkaç dakika öylece kalakaldım, ayaklarım geri geri gitmek istiyordu lakin gidecek başka hiçbir yerim yoktu.

Bir nevi yine Keskin'in eline düşmüştüm, yine ondan kopamamıştım.

Ve yine dönüp dolaşıp onun hayatının bir köşesine çamur gibi yapışmıştım.

Titreyen elimi umursamadan kapıyı açtım. İçeriden burnuma dolan yumoş kokusuyla derin bir nefes alıp içeri girdim.

Yeni temizlik yapılmış evin kokusu vardı, Ömer bu evde gerçekten kalmıyor muydu? Yoksa bana acıdığı için mi evini açmıştı?

Birinin bana acımasına o kadar alışmıştım ki, bu fikirle canım yanmamıştı.

Dar koridorda ilerlerken duvara asılan çerçeveler dikkatimi çekti. Ömer, genç bir kıza sarılmış, ikisininde gözlerindeki mutluluk fotoğraf karesinden taşıyordu. Aşk böyle bakmak mıydı?

Biraz daha ilerlediğimde salonu bulmuştum. Ses olsun diye televizyondan herhangi bir müzik kanalı açıp koltuğa uzandım.

Üzerimde günlerin yorgunluğu vardı, kaç saat uyursam uyuyayım geçmeyecekti.

 

Bir şarkı bitiyor diğeri başlıyor, o da bitiyor bir yenisi başlıyordu. Göz kapaklarım iyice ağırlaşmış, çenem esnemekten ağrımıştı.

​​​​​​♩ Beni vurup yerde bırakma

Emre Aydın'ın sesini duyduğumda gözlerim doldu.

♩ Katlanamıyorum hiçbir yokluğuna

♩ Beni vurup yerde bırakma

♩ İçim bağırdı da ben diyemedim ya

Soluma dönüp gözlerimi kapattım, şarkı devam ederken ruhumu kemiren o yalnızlığı yaşamaktan kaçarcasına gözlerimi kapattım.

 

***

Telefonum ısrarla çalarken o tatlı uyku beni bağlamış ve kıpırdatmıyordu. Uzun süre kulağımın dibinde açılmak için can çekişen melodiyi önemsemedim.

Arayan kişi de vazgeçmiş olacakki arama sonlanmıştı. Rahat bir nefes verip tekrar uykuya dalmayı umut ederken aynı melodi bir kez daha huzursuz etti beni.

Oflayarak yastığın altına sıkıştırdığım telefonu kulağıma götürdüm.

"Zuhal, uyanmadın mı hâla?"

Ömer'in evhamlı sesini duyduğumda gözlerimi ovuşturdum. Güneş ışınları yüzüme yansırken, "Şimdi uyandım," demiştim.

"Keskin hiç iyi değil," dedi boğuk bir sesle. Arka taraftan tartışma sesleri duyuyordum.

"Neredesiniz siz? O gürültüde ne?" diye sorduğumda koltuktan kalkmıştım.

"Şimdi sana yollayacağım adrese git, Keskin'i şoförle oraya gönderiyorum. Çok sarhoş, gece boyu herkese saldırıp durdu."

Gözlerim devrilirken bu konunun benimle uzaktan yakından ilgisi yoktu.

"Banane Ömer!" dedim net ve baskın bir tonda. "Keskin'in durumu beni neden alâkadar ediyor?!"

Sert çıkan sesim üzerine sabır çekmişti.

"Zaten gece boyu Keskin'le uğraştım, birde seninle uğraşmayayım gözünü seveyim."

Ömer'e borçluydum, bana evini açmıştı sonuçta.

"Tamam," dediğimde telefonu kapattı.

Kırışan eteğimi elimle düzeltmeye çalışırken telefonuma bildirim geldi. Evden çıkmadan saçlarımı gelişi düzel topuz yaptım lakin bağlayacak tokam yoktu.

Tek elimle yaptığım topuzu tutarken diğer elimle ünitenin çekmecelerini karıştırıyordum.

Çekmecelerin birinde bulduğum kurşun kalemi topuzum bozulmaması için gelişi güzel saçıma yerleştirdim.

Telefonu da elime alıp koşar adım evden çıktım. Merdivenlerden inerken Ömer'in gönderdiği adrese bakıyordum.

Caddeye indiğimde çevirmek için taksi bakınırken köşede duran taksi durağını görmemle o tarafa doğru koşmaya başladım.

Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz atasözünü mırıldanarak taksi durağına ulaşmıştım.

Hemen bir tanesine bindiğimde hemen ardımdan taksici sürücü koltuğuna oturmuş, ona adresi söylememle arabayı çalıştırması bir olmuştu.

 

Gerçekten şuan yaptığım saçmalık değilde neydi? Keskin'e ne demeye gidiyordum ki?

Ay pardon, sen bana hakaret ettin ama benim hassas kalbim seni teselli etmeye geldi!

Komik!

Sarf ettiğin hakaretler yetmedi bir dizi daha duyamaya geldim!

Daha da komik!

Özür dile de barışalım!!

Keskin ölse özür dilemeyeceği için bu diğer seçeneklerden daha daha komikti.

 

Yaklaşık 45 dakika sonra ara caddelerin birine girdiğimizde, yağmur damlaları cama şiddetle çarpmaya başlamıştı. On dakikadır aralıksız yağmur yağıyordu.

"Az kaldı bayan," diyen taksicinin sesi üzerine bakışlarım taksimetreye çevrildiğinde dudaklarım şaşkınlıkla açıldı.

"Yuh" dedim içimden. Benim bu ücreti ödemem imkansızdı.

Ne yapacağımı düşünürken taksi durmuştu. Stresten alnıma biriken ter damlacıklarını kolumla sildim. Bileğimdeki parlayan taşlar dikkatimi çektiğinde hiç düşünmeden zinciri çektim.

"Abi," dedim tiz bir sesle. Elimde tuttuğum bilekliği uzattım. "Benim üzerimde hiç para yok. Siz bu bilekliği alın, ben birkaç saat içinde durağa gelip ücretini öderim. Eğer gelemezsem bilekliği satarsın."

Taksici yok artık dercesine baktı yüzüme.

"Olmaz öyle şey," dediğinde alnımı ovdum.

"Birkaç saat içinde geleceğim abi," diyerek kapıyı açıp indim.

Taksicinin homurtulu sesi kaybolurken karşımdaki sıra sıra dizilen binalara uzun uzun baktım.

Yağmur bütün şiddetiyle üzerime akın ederken, Ömer'in gönderdiği adrese doğru yürüyordum.

Gönderdiği adresteki eve bakarken yağmur gitme dercesine beni durdurmaya çalışıyordu.

Bana sarf ettiği o ağır cümlelerden sonra yüzsüz gibi gözlerinin içine mi bakacaktım?

Komik, hep yaptığım şey değil miydi? Şimdi neden gocunuyordum? Ömrüm boyunca buna maruz kalan kalbim alışık olmalıydı.

Apartmandan içeri girdiğimde üçüncü kata çıktım.

'6' yazan daire kapısına bakınırken derin bir nefes alıp zile bastım.

Birkaç dakika geçmesine rağmen kapı açılmamıştı. Ömer'i arayıp doğru adrese gelip gelmediğimi sormak için telefonumu elime aldığım esnada aralanan kapıda gördüğüm kadınla neye uğradığımı şaşırmıştım.

İlk dikkatimi çeken üzerinde onda elbise gibi duran, Keskin'in olduğunu tahmin ettiğim beyaz gömlek olmuştu.

Sarı saçlı ve alımlı bir kadın kapının eşiğinde, kollarını birleştirip bana bakıyordu.

"Buyurun?" dediğinde ruhum doladıkları zincirlerden kurtulmak istercesine çırpınmaya başladı.

Kendime gelmek adına sirkelenip boğazımı temizlediğimde arkadan duyduğum sesle bir kez daha yıkıma uğramıştım.

"Naz, kim o gelen?"

Keskin, elindeki havluyla saçlarını kurularken bakışları benimle buluştu. Elinde tuttuğu havlu yere düştüğünde, dudaklarından dökülen sihirli kelimenin artık bütün büyüsü bozulmuştu.

"Orman gözlü kız..."

Bir adım geriledim, Keskin'in titreyen harelerimi görmemesi için arkamı dönüp merdivenlere yöneldim. Asansörü bekleyecek vaktim yoktu.

"Zuhal!" diye bağırdı.

Benim peşimden geldiğini ayak seslerinden anlıyordum.

"Yanlış anladın!" diye bağırdığında kulaklarımı kapattım.

Sesini duymaya tahammülüm yoktu. Tam apartmandan çıkmak üzereyken kolumdan tutup beni kendine çevirdi.

"Neden kaçıyorsun?" diye sordu pişmanlık kokan sesiyle.

Dudaklarım alayla kıvrılırken göz bebeklerime hırs bürümüştü.

"Ben Atıf Akkaya'nın kızıyım unuttun mu?" dediğimde omuzları düştü.

"Sana dedimlerim için-" diyerek devam edeceği esnada ellerimi havaya kaldırdım susması adına.

Elimi tuttu, gözlerime bürünen sis perdesi aralanmış gibi her taraf canlanmıştı.

"Düşündüğün gibi birşey olmadı, yanlış anladın..."

Elimi avuçlarından kurtardığımda bütün tabularını yıkmışım gibi baktı.

"Dinlemek istemiyorum, mümkünse seni görmek bile istemiyorum. Beni tehtit ettiğin o dosyaları polise teslim edersen de et! En azından bileğime taktığın görünmez kelepçeler netlik kazanır!"

Boyun damarları belirginleşirken kafasını iki yana salladı.

Belli belirsiz gülümseyip apartmandan çıktım. Enkazın altında bıraktığım ruhum can çekişiyordu, attığım her adım sersemleştirici etki yaratırken,"Orman gözlü kız..." diye seslendi.

Arkamı dönmedim, enkazın altında kalan ruhum son nefesini verirken o da buna şahit oluyordu.

İki adım daha attığımda patlayan silah sesi kulaklarımda binlerce kez yankı yaptı. Korkuyla arkamı döndüğümde Keskin'in yerdeki bedeniyle taş kesilmiştim.

"Ben..." dedim, bir hıçkırık koptu boğazımdan. "Ben ne yaptım?"

 

​​

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%