Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. Bölüm

@yazarzeeyzey

Profilimdeki "Gastronot frambuaz" kitabıma hepinizi bekliyorum 🌸

Beni takip etmeyi, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayııın ✨🌸

🚓🚓🚓
"Lan yürüsene Laçin! İki adım atmak için davetiye mi bekliyorsun?"

Kendime gelmiş gibi başımı sallayıp çantamı omzuma asarak iki basamaklı merdivenleri indim.

Pars bir kaç adım atıp karşıma geçtiğinde gülümseyerek yüzümü yüzümün hizasına getirdim.

"Ç-çok güzel olmuş-olmuşsun."

Fısıldar gibi cevap verdim.

"Sende çok yakışıklı olmuşsun."

Kravatını düzeltip kolunu uzattı.

"Gidelim mi?"

Onaylar gibi başımı sallayıp uzattığı koluna girdim. Kiraz Kerem'in, Zeytin Kağan'ın arabasına bindiğinde aynı anda ilerlemeye başladık.

Bir aydan uzun bir süredir sevgili olsak da ilk defa gerçek bir buluşma gerçekleştirecek olmamız içimdeki heyecanı resmen harlıyordu.

"Kızlar sana bir şey söylemedi değil mi?"

Başımı iki yana salladım.

"Hayır, ne diyeceklerdi ki?"

Pis pis sırıtırken baş parmağıyla dudağının kenarını kaşımaya başladı.

"Birazdan yaşayacağımız anlarla alakalı ufak tefek ipuçları."

Yapma sevdiceğim kalbim dayanmıyor!

"Neyse bir tanem. Kuşlar gece uyumadığını söyledi, yolumuz uzun. Biraz uyu istersen."

Başımı salladığımda burnumun üzerine küçük bir öpücük kondurup geri çekildi.

Göz kapaklarım Pars'a hak verirken beş dakika sonrasında çoktan bedenim uykunun kolları arasındaydı.

🚓🚓🚓

Çok yedim arkadaşlar. Elbise patlayacak, yeminle şimdi cart sesini tüm Türkiye duyacağız.

Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım.

"Çatlıcam."

Pars gülerek kolunu omzuma attı.

"Daha dur, gün daha yeni baş-üşümüşsün sen."

Hızla ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktığında başımı göğsüne yasladım.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama Pars kulağıma fısıldamasaydı asla yerimden kalmayı düşünmezdim.

"Bir tanem, gidiyoruz."

Yerimden doğrulup üzerimi düzelttim. Hep beraber yemek yiyip pasta kesmiştik ama bu denildiğini üzere Pars'ın sürprizi olan kısım değildi.

Diğerlerinden ayrıldığımız da tekrardan arabaya binip kısa süreli yolun ardından bir sinema salonunun önünde durduk.

Her ne kadar neden buraya geldiğimizi merak etsemde Pars asla bir şey söylemeyeceğini kesin bir şekilde dile getirmişti.

Tam da sınav notu açıklanırken bayılan bana yapılacak şey dimi bu?

Elini tutup geniş kapıdan içeri girdim. İçerisi bomboştu.

"Pars inanıyorum. Burayı mı kapattırdın?"

"Şu an konuşmak yok."

Elini dudaklarına götürüp beş numaralı salonun kapısını açtı.

"Gel benimle."

Tekrardan elini tutup karanlığın içinden salona girdik. Orta sıra koltuklarının en ortasında kalan koltuklara oturduğumuzda bakışlarımı etrafta gezdirdim.

Burası da bomboştu.

Bir anda ekran aydınlandığında bakışlarım hızla o tarafa döndü.

"Bugün benim doğum günüm biliyor musunuz? Ama bana yine en güzel doğum günü hediyesini Pars almış."

Sanırım ya on iki ya da on üç yaşındaydım burada. Pars ile ilk tanıştığımız gün, doğum günümde bana his taşlı bir kolye almıştı.

Evet evet. Yangında düştüğünü zannettiğim ve aslında daha büyük bir yangına düşen kolyem oydu.

Video bittiğinde beraber çekildiğimiz bir resim ekranda durmuş daha sonra bir sonraki doğum günümden kestiler ekrana gelmişti.

"Benim Pars'ım var ama sizin yok, çatlayın da patlayın."

Restoranda yemek yerken konuşuyordum.

"O gün on dört yaşına basmıştın, beş sene önce bu saatlerde. Kalbimin ilk defa bu kadar hızlı çarptığını o an anlamıştım."

Fısıldar gibi konuştuğunda istemsizce yutkundum.

Sahi ben onca sene Pars'ı bu kadar burnumun dibinde olmasına rağmen nasıl fark etmemiştim?

On beşinci doğum günümle beraber sırayla videolar resimler ekranda dolaşırken Pars ayaklandı.

"Bundan sonrası benden dinlemen gereken yer güzelim."

Elimi tuttuğunda onunla beraber salondan çıktık. Sayısını unuttuğum kadar çok geniş merdivenleri tırmanıp teras olduğunu düşündüğüm yerin kapısını açtığında gözlerim büyüdü.

Burası resmen rüya gibi olmuştu!

Hafif batan güneş ve aydınlatmalarla çok tatlı duran yere doğru yavaşça ilerledik.

Üç kişilik salıncağın önünde büyük bir masa ve o masanın üzerinde ne ararsanız vardı.

Yerlerdeki minik minik led mumları takip ederek salıncağın önüne ulaştığımızda Pars kalın bir battaniyeyi de alarak ikimizi de salıncağa oturttu.

Bacaklarımıza örtüyü örttüğünde bedenini benden taraf çevirip tekrardan ellerimi ellerinin arasına aldı.

"Az önce aşağıda gördüklerin dışarıdan bakan birinin ikimizi görüş şekliydi."

Derin bir nefes aldı.

"Ve dediğim gibi, ilk defa yaşamanın bu kadar anlamlı geldiğini fark ettiğim zamanlar."

Bakışlarını gözlerimden çekmese de tuttuğum elinin bu denli kasılması onun da benim gibi deli bir heyecana tutulduğunu gösteriyordu.

"Evet, yıllardır hayal ettiğim şeyleri yaşıyorum, baş mimarı da sensin. Ama ben adam akıllı kalbimdekileri sana hala söyleyemedim."

Sesli bir şekilde yutkunup başımı salladım.

"Bir tanem, güzelim. Bu numara olayı olmasaydı nasıl cesaretimi toplarda yanına gelirdim bilmiyorum. Çünkü doğum gününden doğum gününe dahi olan görüşmelerimizi kaybedecek olmamız çok korkuttu beni. İstemeyecek olman...."

Tebessüm ederek baş parmağımla elini okşadım.

"Ama istedim."

Gülerek başını salladı. Gözleri mi dolmuştu onun?

"Ama istedin ve beni dünyanın en mutlu adamı yaptın."

Daha fazla dayanamayıp kollarımı bedenine doladım. Onunla sessizce sarılmak bana o kadar iyi geliyordu ki, sanki başka türlü bu kadar sakinleşemeyecekmişim gibi geliyordu.

"Hep böyle kalalım olur mu? Saçma sapan dalgınlıklar, kavgalar olmasın. Seni bir şey rahatsız ettiğinde bana bunu rahatça söyle, bende sana rahatça söyleyebileyim. Üzüldüğümde, mutlu olduğumda ya da ağlamak istediğinde hep böyle sana sarılıp her şeyi unutayım olur mu?"

Saçlarımın üzerine güçlü bir öpücük kondurup derince nefes aldı.

"Sen beni istediğin, sevdiğin her an bu kollar sadece sana sarılmak için, bu beden sadece senin sarılman için var."

Başımı kaldırıp yüzümü yüzünün hizasına getirdim. Hayatımda ilk defa bir insanın gözlerinin içinin güldüğünü bu denli güzel görebiliyordum.

Sessizce fısıldadı.

"Tam on dokuz yıl önce şu an iyi ki geldin, iyi ki doğdun sevgilim. Seni çok seviyorum."

Bir anda havai fişekler patlamaya başladığında tam karşımızda duran görüntüye heyecanla baktım.

Yakından çok güzeldi.

Her geçen saniye tebessümüm artarken ona doğru dönüp tıpkı onun gibi fısıldadım.

"Bende seni çok seviyorum. İyi ki varsın."

Gözlerimize olan bakışlarımız yavaşça dudaklarımıza kaydığında yutkundum. Pars izin ister gibi tekrardan gözlerime baktığında yavaşça başımı salladım.

Mühür dediğini zaten ben kaldırmıştım. Ama o günde bu kadar ince bir detayı düşünmesi ona karşı olan hislerimi misliyle arttırmıştı.

Yüzü ile yüzümün arasında artık mesafe kalmamışken dudaklarımız buluşmuştu. Belli belirsiz karşılık verişlerimle alnını anlıma yaslayıp ellerini yanaklarıma sabitledi.

"Hediyemi vermeyi unutturacaksın bana."

Başımı eğdim. Ah be sevgilim ben nefes almayı unutuyorum o ne olacak?

Ceketinin cebinden çıkardığı lacivert ince kutuyu açıp içindeki ince bilekliği sağ bileğime taktı.

İtalik biçimde baş harflerimiz yazıyordu ve hem çok şık hem de çok sadeydi.

"Çok güzel."

Başını iki yana salladı.

"Senin kadar değil."

Kolunu omzuma attığında tekrardan göğsüne yaslanıp iç çektim.

Son elli yılım için şu göğsü bana kaça kiralarlardı acaba?

🚓🚓🚓

Göz yaşım pıt. Resmen 8 K!

Nasıldı bölüm, beğendiniz mi?

Oy ve yorumlarınızı, kitap hakkındaki düşüncelerinizi buraya bekliyorum.

Sizce kitap nasıl ilerlemeli?

Kocaman kocaman öpücükler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalın canikolarım 🤍🍀

 

Loading...
0%