@yazarzeeyzey
|
Burada adı geçen Ela ve Kortaç karakterlerinin kitabı "Bir Akım Meselesi" yayındaaa. Hepinizi bekliyorum. Beni takip etmeyi, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayıııın 🫶🏻 Önce biraz Pusat'ı tanıyalım olur mu? Keyifli okumalaaaar :) Pusat'dan... Bazen insan bile bile hata yapar. Ya da yapacağı o eylem ona hatadan çok güzel yanlarını gördüğü bir şeymiş gibi gelir. Salak değildim ve olmaya da çok uzaktım. Zaten Uraz'ın Asya'ya karşı karmaşık duygular beslediğini anlamak için pek de bir zekaya gerek yoktu. Hayır, bunu anlamak için onları yan yana görmeme de gerek yoktu. Benim ilgimi çeken tek kısım bunun karşılık bulup bulmadığıydı. Çünkü Asya'yı çözemiyordum. Her şeye gülüyordu ve buna acı çektiği şeyler de dahildi. Az önce babasını Ela'ya fısıldar gibi anlatırken de, kapının önünde derin derin nefesler aldığında olduğu gibi. Anlamadığımı ya da anlamayacağımı sanıyordu ama yanılıyordu. Benim dünyam küçüktü ve o dünyamdaki insanların aldığı nefesi dahi ezberimde tutardım ben. Ve bu dünyamdaki azılı sayıdaki insanlara ilk görüşte Asya'da dahil olmuştu. Bunu nasıl yaptı bilmiyorum. Tek bildiğim ismiydi ve sadece içimden geliyordu. Canı acırken değil, her an mutlu olduğu için gülmesini sağlamak içimden geliyordu. Ve eğer gerçekten Asya'da Uraz'a karşı bir şeyler hissediyorsa bu aşkın yara bandı olarak kenara atılacaktım ama buna da değer gibi geliyordu. Zaafı, sınırı, kullanılmak olan ben, bu yolda gönüllü yürüyordum. Nasıl yaptığını bilmiyordum ama oluyordu ve aynı şekilde devam edecek gibi duruyordu. "Kortaç, ya şu kaseni kaldır bana örttükleri şu örtüyü Asya'nın kollarına ört ya da ben kalkacağım." Ağlanır gibi ayaklandı ve uyku sersemi örtüyü alarak koluna örttü. "Lan düzgün örtsene!" "Başlatacaksın şimdi örtüne abi!" İyice kollarını kapattığında arkama yaslanıp bakışlarımı cama çevirdim. Benim uyumamam gereken sürem dolmuştu ama yine de uyuyamıyordum. İçimde anlamlandıramadığım bir sıkıntı vardı. Yarın Asya ile önce dükkana uğrayıp sonrasında eve gitmeyi planlıyordum. Uzun zamandır belli bir konumda yaşamıyordum. Hayatımın karmaşasına eklenen uyuşturucu barosu beni buna mecbur ederken asker lojmanlarında kalıyordum. Şimdi de oraya geçecektik. "Bir haber var mı?" Gözleri kapalı konuşan Kortaç ile istemsizce oraya döndüm. "Neyden?" "O adamdan bahsettiğimi biliyorsun abi." Derin bir nefes aldım, o şerefsiz hakkında tek kelime etmek anneme yaptığım en büyük kötülüklerden biriydi. "Karadenizin serin suları bile kabul etmemiştir o pis bedenini, yok artık yani. Konusu açıp canımı sıkma." "Ya öğrenilirse ne bok yiyeceksin? Meslek hayatın biter, ordudan atarlar seni." Omzumu silktim. "Ne kendi hayatım ne de mesleğim annemden değerli değil kardeşim, o şerefsiz dua etsin vaktim yoktu. Yoksa yapacaklarım sadece bununla sınırlı kalmazdı. Anneme vurduğu her günü bir bir ona yaşatamamamın, annemi aç susuz bıraktığı her saniye onu acıyla inletemememin tek sebebi zamandı." Kısık gözlerle bana bakıyordu. "Katilse, evet katilim. Annemi öldüren adamı öldürdüm ve cezası da bir ömür boyu o mezar taşına sarılmak. Daha ağır ne yapabilirler oğlum bana?" Başını önüne düşürdü. Benden çok daha düşkündü anneme. Ben gösteremezdim pek ama her anım annemdi benim. İlk aşık olduğum kadındı annem, tek çiçek topladığım, sadece o istedi diye şarkı söylediğim, saçımı okşayan tek kadındı. Ve o tekler hep aynı şekilde kalmıştı. Hala kimse saçımı okşamamış, bana şarkı söyletememiş, çiçek toplatamamıştı. Bana söylediği ilk ve tek şarkı kalbimin üzerinde, adı şah damarımda, bana verdiği lakabı sol bileğimde yazılıydı. Sen benim şarkılarımsın, Gülten ve Asya. Tesadüflere inanmayan bana en büyük tokat bu olmuştu. Annem beni doğurmadan önce cinsiyetimi kız sandığından adımı Asya olarak düşünmüştü. Çünkü Asya güneşin doğduğu bölge, cesaret ve güç demekti. Annem benim doğumumla hayatına güneşinin geleceğini düşündüğünden bana hep Asya olarak seslenmişti ta ki doğduğum ana kadar. Sonrasında ise babamın öğrenmesini istemediği mektuplar yazarken benim adımın yerine hep Asya yazmıştı. Bu tesadüftü. İnanmazdım, ta ki o bir tabumu daha yıkıp karşıma geçene kadar. ☕🍪☕ "Bana ıspanaklı kiş ve browni paketler misin Ceyla abla?" Başını salladığında yanımda duran Asya'ya döndüm. "Bana yedirirsin dimi minik? Baksana kollarım çok güçsüz kalmış kalkmaz şimdi." Bir anda sıcak çay kaşığını koluma yasladığında kaşlarımı kaldırıp sırıtarak bakmaya devam ettim. "Acıyıp da geri çekilmemi mi bekliyordun minik? Şansına küs ben pek insansı büyütülmedim, öyle bende ufacık acıya dayanamayan refleks yok." "Dağ ayısı olduğunu biliyorum zaten merak etme." Kollarını birbirine bağlayıp ayaklandı. "Ben aşağıdan siparişini paketliyorum ve geliyorum. Sonra sen şu yirmi dört saati başlatıyorsun tamam mı?" Başımı telefondan kaldırmazken hımladım. Onu gıcık etmek şu aralar hoşuma giden tek şeydi. "Uraz, oğlum ne işin var senin burada?" Telefondan kalkan başım hızla arkaya dönerken esmer uzun boylu biri içeri girdi. "Aşağıda hazırlamam gereken bir pasta var Ceyla abla, yapıp çıkacağım." Kimseden herhangi bir onay almadan hızla aşağıya indiğinde istemsizce oturduğum yerden kalktım. "Bende bir lavaboya gideyim." Lavabo aşağıda mutfağın hemen çaprazında kalıyordu. Hızlı adımlarla aşağıya inip kapının önüne geçtim. Asya umursamadan kişleri ısıtırken Uraz ona dönmüş bir şeyler geveliyordu. Ve en çok dikkatimi çeken şey Uraz'ın ayakta zor zar durduğuydu. Daha fazla dayanamayıp kapının kenarına geçtim. Minik camdan ikiside gayet net gözüküyordu. "Bak hepsinin bir nedeni vardı, hatalıyım Asya biliyorum. Senden özür dilemeye yüzüm bile yok ama affet beni." "Uraz, uzaklaşır mısın benden?" Başını iki yana sallarken kapıya biraz daha yakınlaştım. Asya bütün malzemeleri ısıttığında buraya doğru yöneldi. "Asya bir dinler misin?" "Yukarıda senden çok daha değerli ve dürüst biri beni bekliyor Uraz. Ve emin ol şu an burada durduğum her an ziyan oluyor." Lavabonun kapısını açıp içeri girdiğimde Asya'da yukarı çıkmak için mutfaktan ayrılmıştı. Musluğu açıp kapatıp bende yukarı çıktım. Asya oturmuş beni bekliyordu. Yukarıda senden çok daha değerli ve dürüst biri.... Sanırım bu cümlesi aklımdan kolay kolay çıkmayacaktı. "Hadi bakalım minik eve gidiyoruz." Ona uzattığım koluma gözlerini devirerek girip ikimizi de kapının önünde duran arabaya doğru yönlendirdi. Arabayı o kullanacaktı. "Kemerini bağla, acemi bir şoförüm ben." Başımı sallayıp dediğini yaptım. Arabayı çalıştırdığında buraya yirmi dakika uzaklıktaki lojmanlara doğru sürmeye başladı. "Dağ a-Pusat, sana bir şey soracağım." Kollarımı bağlayıp ona doğru döndüm. "Sor bakalım minik." Bakışları ben ve karnım arasında gidip geliyordu. Ondan önce davranıp yaramı işaret ettim. "Uyuşturucu çetesini ele verdim, dışarıda kolay kolay benim komando olduğumu bilen yok bende aralarından biriymişim gibi davranınca hemen yediler deponun yerini öğrendim. Sonra da bizimkilerle operasyon yapınca bunlar anladılar ve peşime takıldılar. Yapanlar onlardı yani ama artık bir şey yapamazlar korkma." Gözlerini kıstı. "Dağ ayılığın bir bana herhalde. Çaksaydın bir tane?" Gülerek başımı ona doğru eğdim. "Minik, bıçağa karşı yumruk mu kullansaydım gerçekten?" "Ha doğru." Yeni fark etmiş gibi başını sallayıp önüne döndü. Lojmanlara geldiğimizde arabadan inip eve doğru geçtik. Zerre özlemediğim bu mekan en azından bir gecelik katlanılabilir bir yer olacaktı. "Senin odan nerede?" Kendi kadar ağır sırt çantamı alıp tutuna tutuna içeri girdi. "Odamız bu katta." "Senin babanın şarap çanağına başlarım ha!" Bir anda bana döndüğünde elimle ağzımı kapatıp diğerini de belime koydum. Kortaç'ın onunla neden asla sıkılmadığı o kadar belliydi ki. "Ne aynı odası!" "Ama şimdi ya gece ben dönersem ve yaram kanarsa? Sana seslenirsem ve sen duymazsan? Merak etme yatağımda değil çekyatta kalacaksın." Karşısında duran koltuğa oturup kollarımı birbirine doladım. "Seninle oyun oynadığım günü si-" "Hop hop hop, sakin ol minik." Hemen yanındaki yastığı suratıma atıp mutfağa girdi. Bir yandan da söylenmeye devam ediyordu. "Dağ ayısı! Öküz! Minikmiş, minik kadar kafana taş düşsün senin!" "Düşebilir, izin veriyorum demiştim." "Sabır!" Kendi kendine debelenip öylece duruyordu. Tabi henüz arkasına dönmediği için mutfağın tipik bir amerikan mutfağı şeklinde olduğunu ve onun hareketlerini gördüğümü bilmiyordu. "Yanlız yaptıklarını görüyorum ben, arkamda gözüm var." Bir anda bana döndüğünde büyük bir sırıtışla ellerimi iki yana açtım. "Bak sen şu Allah'ın işine. Bana yetmiş derecede bir latte yapar mısın?" Yüzüne yerleşen garip bir hüzün ile arkasını döndü ve kahve makinesinin önüne geçti. Yavaşça yerimden kalkıp yanına adımladım. "Ya da vazgeçtim unut yetmişi sekseni soğuk kahve yap bana. Altı derece olsun ama buzsuz." "Yanında ekstra promosyon yumruk var, yer misiniz?" Ellerimi iki yana kaldırdım. "Yok minik onu almayayım yarama zarar verir mazallah senin yirmi dört saat olur beş gün." Hızla başını iki yana sallayıp geriye çekildi. "Allah korusun, kabus gibi." Gülerek başımı salladım. "Bensiz geçirdiğin zamanlar değil mi? Evet evet biliyorum minik itiraf etmene gerek yok. Nereden bulacaksın yanında minnacık kaldığın, kaslı, iyi terbiye edilmiş komandoyu." Bir elini beline koyup diğerini bana doğru salladı. "Belki de yanında minicik kalacağım, kaslı komandoyu hiç aramıyorumdur?" "İyi terbiye edilmişi arıyorsun yani? Tamam işte." Gözlerini devirip dolaptan sütü aldı. Kahveyi yapıp buzluğa attığı sütü bardağa boşalttı ve bana uzattı. "Al sana altı derece soğuk kahve. Var mı başka isteğin?" Bir yudum alıp yüzümü buruşturdum. "Bu acı." "Şekeri de bir zahmet sen koy Pusat?" Ağlanır gibi kolumu işaret ettiğimde şeker kavanozunu aldı ve üç kaşık şeker attı. Hayır, şeker sevmezdim ve o mutfaktan sinirle çıktığı ilk an içip bardağı kenara koyacaktım. Bana uzatacağını sandığım bardağı kendine çevirip içti ve elime tutuşturdu. "Bal gibi oldu, al afiyet olsun." "İçinden zehir zıkkım olsun der gibiydin sanki." Bardağı alıp bende bir yudum aldım. Cidden Bal gibi olmuştu. "Şimdi sen git bana en sevdiğin filmi aç, onu izleyeceğiz." Oflayarak içeri gittiğinde görmeyeceğine emin olarak kahveyi lavaboya boşalttım. Gözünün önünde yapsam kalbi kırılabilirdi. Ben her ne kadar dalga dahi geçsem o bir şekilde bu kahveye uğraş göstermişti. Çekmeceden patlamış mısırları alıp tekrardan salona geçtim. Delibal'ı açmıştı. "Ağlamak mı istiyorsun minik?" Omzunu silkti. "Al sana en sevdiğim film işte, ya izle ya da kapatıyorum." Arkama yaslanıp kumandanın tuşuna bastım. Daha önce izlediğim bir filmdi. Bakışlarım sürekli Asya'ya çıkıyordu ve o da soluksuz filmi izliyordu. "Sen? Böyle bir hayatta olsan öldürür müydün kendini?" Dizlerini kendine çekmiş, çenesini yaslamışken bakışları bana döndü. "Barış'ın önünde iki seçenek vardı, ölmek ya da öldürmek. Canımdan çok sevdiğim birinin gözümün önünde bu denli acı çekmesini engellemin tek yolu buysa en başta beri başka seçeneğim yoktur demektir benim için." Derin bir iç çekti. Gözleri dolu doluydu. "Peki sen? Sen öldürür müydün kendini?" "Ben..." Bakışlarımı yüzüne çıkarttım. "Birini bu denli sevmiş olsam, değil onun acı çekmesini görmek tek bir lafında bile ölürüm zaten." Bir mühlet öylece bakıp başını salladı. Filmin sonuna kadar ikimizin de çıtı çıkmazken yaslandığım koltuktan kalktım. "Acıktın mı?" Başını iki yana salladı. "Canım bir şey yemek istemiyor. Sen?" Yanına adımlayıp tekrardan kolunu tuttum. "Hadi bana yemek yapalım. Daha doğrusu sen yap ben izleyeyim. Hatta ne yap biliyor musun?" Başını bana doğru çevirdi. "Hazır söylesem? Hiç elimi kaldıracak enerjim kalmadı." Kalktığından beri bir şey yememişti. "Ben kişleri getiriyorum, yemezsen bende yemem ve iyileşemem sonra ne olur tahmin ediyorsun herhalde." Elini yüzüne kapatıp derin bir nefes aldı. "Gıcıksın biliyorsun değil mi Dağ ayısı?" Mutfağa doğru ilerlerken arkama dönmeden konuştum. "Huyum kurusun çok tatlıyımdır." Ama sanırım onun kadar değil. ☕🍪☕ Asya'dan... "Düzelttim ya işte." Gözlerini devirip üzerimdeki elbiseyi işaret etti. "Eteği katlanıyor." Omzumu silktim. "Değiştiremem kalsın şimdi." Gözlerini kısıp bakışlarını cama taşıdı. "Değiştir demedim zaten. Dikkat et dedim sadece minik." Arabadaydık. Ela'nın son dakika ortaya çıkan sözü ile hepimiz toptan sarsıldığımızdan ben kendime idare eder bir elbise alıp Pusat'ın evinde hazırlanmak zorunda kalmıştım. Ama güzel de olmuştum hani. Eve ulaştığımızda önce ben arkamdan o arabadan indi. "Koluma giremeyecek misin? Hala iyileşmedim ben." Pusat sırf benimle gelebilmek için Kortaç'ı satıp kız tarafı olmuş, herkesten önce kız evine gidiyordu. Bu adam tam bir kaçıktı! Apartmana girip asansöre bindik. Allah'ım sen bu kulunla beni bu asansörde bırakma yarabbim. Ya da direkt hiç bırakma. Amin "Ela benim aç artık kapıyı." Ela ve Yaz kapıyı açarken Pusat'ı işaret ederek içeri girdim. "Kızım çok güzel olmuşsun sen." Kollarını sarmak için niyetlendiğinde Pusat ikimizi de içeri yönlendirip koltuğun olduğu kısımda durdu. "Çok uzaklaşma seslenirsem duyman lazım daha 3 saatimiz var." Gözlerimi devirdim. Bana göre koca bir ömür o be! Mutfak tamamen kahve dünyasına dönmüş fincanlardan kaşıklara kadar her şey hazırdı. Çok geçmeden kapı çalarken çığlığının eşliğinde kapıyı açtı. Dağ ayısı olacak pislik beni görünce tekrardan oturup kolunu uzatırken Şeytan diyor al o elini sok bir tarafına ama işte! Karnından vuruldu ama kolu ağrıyor yalanına tüküreyim. "Baksana benim kardeşim büyümüş de evleniyor." Bakışları bende değilken alayla sırıttım. "Ya işte bak da feyz al sen kartlaştın artık hala bulamadın birini. Bul da kurtulayım." Yüzü bir anda ciddileşirken istemsizce durdum. Alındı mı lan? "Ben şaka yaptım biliyorsun dimi?" Omzunu silkti. "Biliyorum." "Ha sonra kızma da yani." Benimkinden çok daha pis bir sırıtışla bana döndü. "Ne kızması hoşuma bile gidiyor, bütün tesadüflerden tokat yememe ve bütün teklerimi bozmama sebep oluyor." Kaşlarım çatıldı. "Tek ne be?" Yüzümün hizasına gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp derin bir nefes aldı. "Bu şekilde giderse yakında anlarsın." ☕🍪☕ AGAGAGAGAGAGA PUSAT YAPMA OĞLUM YAPMA Nasılsınız canlarım, nasıl gidiyor hayat? Beğendiniz mi bölümü? Oy ve yorumlarınızı, kitabın gidişatı hakkındaki düşüncelerinizi buraya bekliyorum. Kocaman öpücükler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalııııın 🤍 |
0% |