Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@yazarzeeyzey

Bölüm Şarkısı: Aşk lazım/ Gökhan Türkmen

Keyifli okumalar dileriiiiim💕

🍪☕🍪

"Ay abi ne boş yaptın ya, işe gidiyorum işe. Ecnebi memlekete değil. Bir İtalyan, biskolata erkeği getiremeyeceğim eve damat diye merak etme."

Üzerimdeki mini eteği tişörtü çekiştirip düzeltirken ellerini isyan eder gibi iki yana açtı.

"Bende onu diyorum işe giderken bu kadar güzel olamazsın, izin vermiyorum."

Ellerimi belime koyup tekrardan üzerime baktım. Mis gibi beyaz bir büstiyer, kırmızı beyaz çiçekli bir etek giymiştim. Hafif sarıya çalan saçlarımla fazlasıyla güzel olmuştum evet.

Abi izin veriyorum biraz daha kudurabilirsin, teşekkürler.

"Ben gidiyorum abicim, ikinci bir Defne Barutçu vakası istemiyorsan çekil hadi. Valla anneme anneanneme ispiklerim seni."

Yüzü resmen ağlanır gibi buruştu. Oy minnoş kıskancım benim.

Yerim yerim!

"Sana alman pastası getireyim mi akşam?"

Omzunu silkti.

"Ben gelip alırım, sen sana sarkan kişilerin adını yaz bana yeter."

Yanağına küçük bir öpücük kondurup asker selamı vererek beyaz spor ayakkabılarımı giydim.

"Emredersiniz komutanım!"

Abim generaldi. Genellikle senenin iki en fazla üç ayını beraber geçirirdik. Askeri lojmanlarda kalıp diğer askerlere eğitim verip kalan işlerin çoğuna katıldığından buraya gelişi bizim için bayram gibi oluyordu.

Her gün ondan haber almak için akşam dokuzu beklerken yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Ama onun en büyük hayali buydu ve gece gündüz çalışıp başarmıştı.

"Bir dahaki gelişimde koluna birini takıp ben bununla evlenmek istiyorum abi deme bana Asya. Seni kimseye vermem ona göre."

Elimi ona doğru uzattım.

"Bak abi kaldır benim gibi elini."

İtiraz ermeden dediğimi yaptı.

"Çevir kendine, yala yala dur."

Bir anda bana doğru gelirken açık kapıyı fırsat bilip koşarak merdivenleri indim. Kahkahama engel olamıyordum.

"Anne hani yemin etmiştin, hani yoktu bu kızın sevgili! Anne ağlayacağım şimdi, Anne!"

Apartmandan sesleri gelirken demir kapıyı açıp dışarı çıktım.

Çok kıskançtı ve çocuk ruhluydu. Babamın bizden alamadığı tek şey buydu ve o bunu sonuna kadar canlı şekilde tutuyordu. Benim aksime o asla acısını dışarı vurmazdı ve bundan dolayı onu hayatımda bir kere bile ağlarken görmemiştim.

Kabloları dolaşmasın diye ip gibi dümdüz şekilde cebime attığım kulaklığımı çıkartıp taktım. Bugün keyfim yerindeydi ve ona göre bir playlist açtım.

İlk şarkım Gökhan Türkmen'den aşk lazımdı. Bende kliptekiler gibi dans etsem ya etrafta. Sonra gelsin anksiyete krizleri...

"Tenimden, gözlerimden söküp atmak kolay mı yüreğimden."

Onun yerine şarkıya eşlik edip gişeye akbilimi bastım. Okullar tatilde olduğundan rahat rahat işe gidiyordum ama bu tatil süresinin bitecek olması feci moralimi bozuyordu.

Okul okul, peki mi bu kul?

Tamam tamam şaka, ama cidden üniversite diye abartıp da yıllarca ders çalışmamıza neden olan yer, yetmiş kişiyle ders işleyip, arka sıramızda cinsel ilişkisini marifetmiş gibi anlatan insanlarla olmamalıydı.

Ben lise de Ayaz Barkın, Meriç Keskin, Onur Zorlu bekleyen insandım anacım, hayal gücümün sınırı uzayda.

"Her ayrılık bir vurgun değmeyin yaşlarıma. Benden selam söyleyin bütün aşklarıma."

Arka arkaya çalan şarkılarla oynamamak için yerimde zor durduğum bir kırk dakika geçirmiş iş yerimin meşhur yokuşuna gelmiştim.

Ela camdan örtüleri silkeliyordu.

"Pişt, aşık naber?"

Seslenmemle korkuyla etrafa bakıp bana döndü. Ulan bu da dünyanın en korkak insanı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu iyi mi?

"Asya, bana öyle deme! Duyacaklar."

Gülerek başımı salladım.

"Aynen canım, aynen bir tanem. Mahallenin bütün ayaklı gazeteleri bizi dinliyor şu an."

Köşedeki pastaneden aldığım poğaçaların birini zorla ona verip öpücük atarak yokuşu inmeye devam ettim. Burada tanışıp da yakın arkadaşım olan Ela, Firuze ablanın kızıydı.

Yokuşun sonuna yaklaşırken kafenin kapısından telefonla konuşan Uraz çıktı. Eli belinde minik minik volta atıyordu. Ona görünmeden içeri girdim. Ceyla abla aşağıda makineyi dolduruyordu.

"Günaydın kraliçem."

Uzaktan bir öpücük atıp işine devam ederken bende önlüğümü üzerime geçirdim. Allah'tan ki Kortaç abi buraya klima takmıştı da erimiyorduk.

"Uraz şefe ne oldu? Kapıda dolanıp duruyordu."

Bir anda bana dönen bedeninden adeta bana doğru gelen imalı bakışlarla ellerimi iki yana kaldırdım.

"Tamam ya sormadım bir şey, ne olursa olsun bana ne."

Saçlarımı da toplayıp sıkı bir topuz yaparak bonemi taktım. Dün gece çıkardığımız listeye göre lotus cheesecake, browni ve paris de brent yapacaktık.

Malzemeleri gereken kadar çıkartıp ölçmeye başladığım sırada Uraz şef içeri girdi. Suratından kızgınlığı belli oluyordu. Yanıma geçip tarif defterinden pastacı kreması ölçülerine bakmaya başladı.

"Uraz şefim dolapta iki kilo pastacı yapılmış duruyor haberin olsun."

Bakışları yüzüme tırmandı. Gayet kendinden emin ifadesi her zaman olduğu gibi suratındaydı. İşe başlayalı dört gün olacaktı ve ben adamın yüzünde egolu bakış ve pis sırıtış harici ifade görmemiştim.

"Dolapta pastacı yok Asya, baktım."

Omuzlarımı silkip beyaz çikolatayı aldım.

"Bakamamışsınız demek ki."

Sabır çekerek dolabın önüne adımladı. Gri kapağı kendine çektiği gibi karşısında duran beyaz kova ile olduğu yerde durdu. Bu sefer pis pis sırıtma sırası bendeydi.

"Yok muymuş tüh."

Malzemeleri geri yerine koyup benim çırpmaktan yorulduğum kaseyi önüne çekerek çırpmaya başladı. Browni de kolumuza zarardı arkadaşlar, ama kolunuz benim gibi ince ise.

Tepsileri dizip yağlı kağıtlarını keserek üzerlerini örttüm. Uraz şef de arkamdan harcı boşaltıyordu. Üzerini de süsleyip fırına verdiğim brownilerden sonra yukarısı müşteri kaynamaya başladığından adımlarımı oraya taşıdım.

Hızla köşedeki iki masanın siparişini aldım ve makinenin önüne geçtim. İki tane mocha ve bir tane limonlu ekler bir masanın, flat white ve kiş diğer masanındı.

Hepsini hazırlayıp tepsiye dizdim. İlk masa sorunsuz siparişlerini alırken tek oturan ikinci masa içeceğini içtiği gibi suratını buruşturarak arkasına yaslandı.

"Bu ne be, şekersiz bu. Ben şekerli istemiştim."

Masadaki şekeri uzattım.

"Biz şeker ilavesi yapmıyoruz, siz istediğiniz kadar ekliyorsunuz."

Beş tane paketi açıp içine attığında çatık kaşlarla arkama dönecektim. Evet en azından amacım oydu. Ta ki tekrar kulağıma dolan şikayet nidalarına kadar.

"Bu da çok şekerli oldu. Ne biçim müessese bu. Ben ne bileyim ne kadarı çok şekerli olur. Bunu koymak ne kadar yorabilir ki sizi?"

Bir anda masanın ikinci sandalyesi çekilmiş ve üzerine saçı başı dağınık Uraz oturmuştu.

"Boş yapma Ertuğrul, beş paketi koyarsan tuzlu olmasını bekleyemezsin değil mi kardeşim?"

Çatık kaşları anında düzelip kahkaha atmaya başlayan adam ile gözlerim istemsizce Uraz şefe dönmüştü.

Bakışlarımız kesiştiğinde konuşma ihtiyacı hissetmiş gibi karşısındaki kişiyi işaret etti.

"Arkadaşım, takılıyor sana boş ver. Dengesiz biraz."

Tıpkı karşımdaki adam gibi sahte bir gülümsemeyle ellerimi birbirine kavuşturdum.

"Bende diyorum neden bu adam bana bu kadar tanıdık geldi? Meğer hareketleriniz aynıymış."

Gözlerimi devirip kalan siparişleri almak için kasaya yöneldim. Kalan iki masanın işini de hallettiğimde aşağı inmem gereken süreye gelmiştik.

Uraz şefim sağ olsun önüne arkasına bakmadan iki kilo pastacı kremasının hepsini kullandığından hazır durması için iki kiloluk daha krema malzemesi ayarlamaya başladım.

"Ne oldu pastacımız mı bitti? Yoksa akşam akşam dikkatin dağıldı da göremedin mi?"

Uraz şef mutfağa girip kalan diğer malzemeleri tezgaha bıraktı.

"Evet ya, bir anda iki kilo bitmiş, yenisini yapmak lazım. Ve hayır dikkatim falan dağılmadı, en azından sizin gibi."

Harcı hazırladığım tencereyi alıp ocağa bıraktı.

"Ben hallederim sen yorulma."

Hahah hayır gerek yok diyip geri çekileceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun şefim. Konu pastacı kreması ise her türlü yardıma açığım.

Sütü ve diğer malzemeleri dolaba geri koyduğumda ocağın başında yavaş yavaş krema çırpan Uraz ile durdum.

Bu adam ciddi miydi?

"Uraz şefim o pastacıyı öyle yaylana yaylana karıştırırsan dibini sen temizlersin, elimi bile sürmem haberin olsun."

Yüzündeki şerefsizlik akan gülüşü her daim olduğu gibi yerindeydi. Omzunu silkip asla dibinden karıştırmadığı krema ile adeta oynamaya devam etti.

"Fatma Şefin dediği üzere pek bir becerikliymişsin sen pastacı konusunda. Gel sen yap bakalım o zaman, hem abarttığınız gibi bir kol ağrıması da yapmıyormuş."

Elimdeki bıçağı ada tezgaha bırakıp ocağın başına geçtim.

"Benim becerikli olmadığım konu yoktur Uraz şefim. Beni kendinizle karıştırmazsanız sevinirim."

Ellerini iki yana kaldırıp geriledi.

Tabi gene kilitledin işi bana, kaç git.

"Ben o kadar güzel olmadığımı ve bu denli güzel kokmadığımı biliyorum Asya. Seni kendimle karıştırmam için bütün duyu organlarımı kaybetmem lazım. Aksi takdirde bu senin her bir zerrene fazlasıyla terbiyesizlik olmuş olur."

Ne oluyoruz lan!

Gözlerimi öylece kilitlemiş duruyordum ve kesişen bakışlarımızı ayırmaya çalışıyordum. Fakat elde ettiğim sonuç koca bir sıfırdı.

Burnuma gelen tanıdık yanık kokusu ile başımı kremaya çevirdiğimde kül olmuş tencere dibi beni gülerek karşıladı.

"Demek ki dikkatin çabuk dağılıyormuş, al sana becerikli olmadığın bir konu daha."

Şaşkınlığımı yenen sinirim yerimde tepinmeme sebep olurken mutfaktan çıkıp onun karşısına -merdivenin başına- geçtim.

"Buna hile derler, saçma sapan konuşmasaydın böyle olmazdı. Ayrıca bir konu daha derken? Ne beceriksizliğimi gördün sen benim?"

Yanağımdan makas alıp yalandan kaşlarını çattı.

"Ayıp ama Asya, insan hiç şefiyle senli benli konuşur mu? Cık cık cık."

Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp en yukarıda göz kırparak kenara doğru ilerledi. Yemin ederim bu adamın sözlük anlamı bile gıcıktı. Yakışıklı ve big boy bir gıcık.

Hayır sonunu ben düşünmedim!

🍪☕🍪

Uraz bazı şeyleri fazlı mı belli ediyor? Heheheheh

Nasılsınız canlarım, nasıl gidiyor hayat?

Bölümü beğendiniz mi?

Sizce Uraz niye bu kadar yakın davranıyor?

Oy ve yorumlarınızı, kitabın gidişatı hakkındaki düşüncelerinizi buraya bekliyorum.

Kocaman öpücükler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalııııın:)

 

Loading...
0%