@yazarzeeyzey
|
BUGÜN YAYINLADIĞIM "ÖNCE AŞK SONRA AŞK" KİTABIMA DA HEPİNİZİ BEKLİYORUUUM 💝 Aytaç'tan... "Komutanım acaba yemek için daha düzgün bir mekan mı seçsek? Hani burası biraz bo-" Bir mermi bu defa benim yapmak istediğimi yaparak sözünü kesmiş ve eğilmesine neden olmuştu. Tabi ben olsam o kurşunu tam olarak kafasına isabet ettirirdim. Şaka şaka. Karakoldaydık. Sınır görevi için gittiğimiz Şanlıurfa'nın en kuytu köşesinde nöbetleri ayarlıyorduk. Ve tahminlerimizin dışında olmayan bir ihtimal ile saldırı içerisindeydik. Ve saat gecenin dördüydü. "Amına koyduğumun çocukları, bu saatte saldırı mı olur?" Timuçin'in konuşmasını es geçip etrafa bakındım. Karşıdaki sınır bölgesinde mayın tarlasının solundan geliyordu ateş. "Ateş soldan Timuçin, time haber ver yanımıza gelsinler, çabuk!" Artan silah sesleriyle beraber menzilin fazlasıyla uzak olması işimizi daha da zorlaştırıyordu. Tüfeğimi camın kenarından uzatıp ateş ettim. Timuçin yanına gelen Bade, Salih ve Behçet ateşe devam ediyordu. Muhtemelen merkez üsse bildiri çoktan ulaşmıştı ama buraya gelmeleri için vakit kazanmamız gerekiyordu. Camın en ucuna geçip tekrardan ateş edeceğim sırada gözlerim çardağın ucundan yansıyan ışıklara takıldı. Kısık bakışlarla görebildiğim tek şey dışarıdaki çardakta eğilmiş duran doktordu. "Behçet, arkamı koruyun koçum." Bahçe kapısından koşarak çardağın köşesine ilerlediğimde silahımı tekrardan kavradım. Etrafın siyahlığını aydınlatan tek şey mermilerin ateşlerinden çıkan saniyelik parıltılar ve sığ ışıklarıyla aydınlatma harici her işe yarayan lambalardı. "İşaretimle karakola geçeceğiz." Hemen arkamda kalan doktoru iki adım geriletip etrafı tararken bir yandan da bizimkilerin menzilini ölçmeye çalışıyordum. Yaklaşmamıza gerek kalmıyordu. Buraya geliyorlardı. "Kurşunlar çok fazla, çıkamayız." Tanıdık sesiyle saniyelik arkama dönüşüm çatık kaşlarımla bir daha nefes almama neden olmuştu. Bu o doktordu, Nur Özsoylucu. "Doktor istersen bilgi yarışına girmeyelim burada. Üç diyince çıkıyoruz." Behçet'in korumasının hizasında ayaklandığımda hala kalkmayan bedeni ona hızla dönmeme neden olmuştu. "Ne bek- siktir!" cümlemi kesen eliyle bastırdığı bacağıydı. Tahmin ettiğim gibi inadından değil baldırının biraz altından vurulduğu için kalkamıyordu. "Zevkimden bekleyelim demedim herhalde komutan." Ön sınırdaki sayabildiğim sekiz kişi daha da yaklaşırken aklımdaki her ihtimali silerek bacaklarının altından ve omzundan sıkıca tuttuğum bedenini kucağıma alarak koşmaya başladım. "Behçet!" Kurşunlar bizim tarafımızdan geçmeye çalışmaya henüz başlayamadan halledilirken kulübeye girdik. Bizden yaralanan yoktu ama bu gidişle azalan mermimiz pek de hayra alamet değildi. Doktoru koltuğa bıraktığım gibi camın kenarına geçtim. Yakına gelenleri tek tek indirirken bir yandan da gözlerimiz etrafı kolluyordu. Sınırda olmanın en berbat yanı buydu, bir dağın tepesinde ulaşımı en zor alanlarda olmak kaderimize işliyordu. "Komutanım mermim bitti!" Salih ateşten çekileceği sırada arkamızdan bir ses yükseldi. "Benim silahımı alabilirsin asker." Gözlerim onda olmasa da başımı iki yana umursamazsa salladım. Beni ilgilendirmezdi en nihayetinde. Tekrar ateşe başlarken bu defa arkalarından gelen bizimkiler çift taraflı ateşten hepsinin leşini sermiş, silah seslerini susturmuştu. Askerler gelmişti, yeni ordu eklemesi yapılmıştı ve sınırın kontrolü on beş dakikaya kadar çok sıklaşmıştı. Bu, bu hafta olan üçüncü saldırılarıydı. Silahımı belime yerleştirdiğim sırada bakışlarım kenarına bulaşmış kanıyla boş duran koltuğa kaymıştı. Askerler onu da hastaneye götürmüş olmalıydı. Üzerinde fazla oyalanmadan dışarıya çıktım. Hava aydınlanmaya başlamıştı ve etraf az çok belli oluyordu. Odama doğru mırıldandığım türkünün eşliğinde giderken çalıların arasında gözüme çarpan parıltı eğilip ne olduğuna bakmama sebep olmuş ve gördüğüm broş ile istemsizce bir durmuştum. Bu o gün bana yalvartarak iğne yaparken taktığı broştu. "Bir yerde de karşıma çıkmasan çatlarsın zaten." Broşu cebime koyup kaldığım yerden odama gitmeye devam ettim. Başka bir plan olmazsa eğer yapacağım tek şey uyumaktı. Koskoca sınırın düzenini kurmak bütün komutanların arasında bana kalmıştı anasını satayım! Zaten bende şans olsaydı... o cümleyi dolduracak o kadar çok şey varken saymaya üşenip devam ettim. Asker adam boş konuşmazdı. Odama gittiğimde tahmin ettiğimin aksine bir telefon almamış ve içeri girdiğim gibi derin bir uykuya dalmıştım. Bayılmış gibi başlayan uykumun sonunda ayılmak sanırım yarım saatten fazla sürmüştü. "Komutanım günaydın uyandınız mı?" Kapıdan gelen sesle yüzümü buruşturdum. Böyle günün güneşini sikeyim. "Komutanım uyanmadınız mı, ses versenize?" Bu çocuk bu gerizekalılıkla nasıl buralara gelmişti bir anlasam zaten. Seslenmelerini duymazdan gelerek çıkarmadan uyuduğum ceketi koltuğun kenara bıraktım. Cebindeki telefonumu almak için cebine elimi soktuğumda hissettiğim acı ile hızla geri çekildim. İğnesinin parmağıma giren kuş broşu öylece sallanırken sabah sabah sabrımın sonuna geldiğimi hissediyordum. Kadının kendisi ayrı broşu ayrı dertti. "Komutanım giyinmediyseniz eğer yorganı alın çünkü can güvenliğiniz için içeriye giriyorum." Tam o an kapının kilidini tekmesiyle açan Timuçin salak bir bakışla bir bana bir de parmağımda sallanan broşa bakıyordu. "Komutanım bu kırdığım on sekizinci kapı oldu artık, ses verseniz olmaz mı hani? Valla ağzıma sıçacaklar." Bir sabırın eşliğinde broşu sehpanın üzerine bıraktım. "Kırma o zaman Timuçin, seslenme Timuçin, siktir git artık Timuçin!" Dediklerimi asla takmadan broşu aldı. "Oha çok güzelmiş komutanım. Yoksa artık yengemiz mi var? Hass- ciddi mi düşünüyorsunuz?" Gözlerimi sinirle kapattım. Allah'ım tövbe haşa ama sen bu kulunu bilerek mi benim başıma yolladın acaba? "Evet Timuçin sevgili yaptım ben bu dağın başında. Onun broşu bu bende kaldı." Ciddi ciddi beni dinlerken sandalyeyi alıp ona doğru fırlattım. " Bir de dinliyor, senin evveliyatın sikerim Timuçin, hem de bunu o elindeki sikim sonik şeyle yaparım çık şu odadan!" Selam vererek odadan çıktığında söylene söylene üzerimi değiştirdim. Üzerime oynuyordu şerefsiz. Bir kaç dakika sonra odadan çıktığımda elindeki değnekler ile Timuçin'le konuşan doktor çatık kaşlarla bana döndü. Bir problem olduğu belliydi. Çünkü kadın tam olarak bakışlarıyla belamı sikiyordu. "Aaa komutanım!" yanlarına doğru ilerlediğim halde bağıran Timuçin'i bir daha göz ardı ettim. yoksa bu gidişle şehit değil, ölü olacaktı. Benim tarafımdan. "Neden bana demediniz ilişkiniz olduğunu, bizimkilerden doktor hanım yengemize sulananları kurşuna dizerdim." Kaşlarım çatıldı. "Ne saçmalıyorsun oğlum sen?" Doktoru işaret ederek gülmeye devam etti. "Nur yengemin broşu kayıpmış anlattı, aynı sizin odada bana 'dağın başında yaptığımın sevgilimin, bende kaldı' diye anlattığınız broş. İnsan sevgilisinin broşunu cepler mi komutanım? Size hiç yakıştıramadım. Hem koklayacaksınız desem bunun için broş çok gereksiz kaçacak. Ama ben zaten sizin iğneyi yaptırmanızdan anlamıştım yengemize aşık olduğunu. Siz kim iğne yaptırmak kim? Peh yani." Aynı delici bakışlarıyla, hatta hayır daha da beteriyle bana dönen doktor sıçtığımın en büyük resmiydi. "Aşıklara bak be, bakışları bile yakıyor!" "Timuçin!" Tabi ki susmazken tekrardan doktora döndü. "Naz yapıyor yenge, onu burası bozdu. Ah ah bir zamanlar bakışı bile yeterdi... Neyse ben gideyim siz bakışın benim işim gücüm var." Sanırım buna tıpta tam olarak sıçmak diyorlardı. ✨✨✨ AYTAÇ OĞLUM HAYIRLI OLSUN FJFJDJD NASILSINIZ AŞKLARIM, NASIL GEÇİYOR GÜNÜNÜZ? BEĞENDİNİZ Mİ BÖLÜMÜ? OY VE YORUMLARINIZI, KİTABIN GİDİŞATI HAKKINDAKİ FİKİRLERİNİZİ BURAYA BEKLİYORUUM 🤍🌸
|
0% |